SAYFALAR

22 Nisan 2024 Pazartesi

BİLMEK LAZIM

Dört tane mum usul usul yanıyordu. Ortalık o kadar sessizdi ki, mumların konuşmalarını duyabiliyordunuz.

Birinci mum dedi ki: 'Ben BARIŞ'ım.!Ama kimse benim yanmama yardımcı olmuyor. Sanırım yakında söneceğim.' Alevi hızla azaldı ve sonunda tamamen söndü.

İkinci mum: 'Ben VEFA'yım.! Ne yazık ki artık vazgeçilmez değilim. Onun için, bundan sonra yanıp durmamın bir anlamı kalmadı.' Sözlerini tamamladığında esen hafif bir rüzgar onu tamamen söndürdü.

Sırası geldiğinde üçüncü mum, hüzünlü bir sesle dedi ki: 'Ben SEVGİ 'yim! Yanacak gücüm kalmadı. İnsanlar beni unuttu, değerimi anlamıyorlar. En yakınlarım sevmeyi bile unuttular.' Sevgi' de daha fazla beklemeden sönüp gitti.

Ansızın..! Odaya bir çocuk girdi ve üç mumunda yanmadığını gördü.

'Neden yanmıyorsunuz? Sizin sonsuza kadar yanmanız gerekmiyor muydu? ' dedi. Ve ardından ağlamaya başladı.

O zaman dördüncü mum konuşmaya başladı: 'Korkma, ben yandığım sürece öteki mumları da yeniden yakabiliriz,

ben UMUT'um! 'Çocuk parlayan gözleriyle UMUT mumunu aldı ve öteki mumları birer birer yaktı.

UMUT ışığı yaşamımızdan hiç eksik olmamalı ki hepimiz onunla birlikte VEFA'yı, BARIŞ'I ve SEVGI'yi yaşatabilelim...

Selâm olsun Vefayı, Barışı, Sevgiyi Umutla yaşatabilene!

Kimdi bu insanlar ?
- Alfred Kantorowicz

- Philipp Schwartz

- Hans Reichenbach

- Walther Kranz

- Von Aster

- Albert Eckstein

- Zuckmayer

- Holzmeister

- Carl Ebert

- Paul Hindemith

- Dessauer

- Rudolf Nissen

- Erich Frank

- Von Hippel

- Von Mises

- Fritz Arndt

- Finlay Freundlich

- Freundlich

- Dessaur

- Kessler

- Kantorowicz

- Igersheimer

- Ernst Hirsch

- Bruno Taut

- Curt Kosswig

- Fritz Baade

- Clemens Bosch

Hitler'in iktidara gelmesinden sonra toplama kampına gönderilen, yüzlerce bilim insanlarından bazıları.

Kampta ölüme terk edilmişlerdi. Sonra bir gün. "Serbestsiniz, Ülkeyi terk ediyorsunuz." dediler.

Şaşırdılar, önce anlamadılar. Ne olmuştu? Bu bir mucizeydi.

Aslında mucize değildi. İşin arkasında bir isim vardı. Mustafa Kemal ATATÜRK.

Çünkü bu isimlerin hepsi kendi alanlarında çok büyük isimlerdi.

O sırada Türkiye’de sadece bir üniversite vardı. Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip, Almanya ile anlaşma imzaladı. Tarih 6 Temmuz 1933 

- Hans Reichenbach - Matematiksel mantığı,

- Walther Kranz - Filoloji, latince ve yunancayı

- Von Aster - Felsefe Tarihini

- Albert Eckstein - Çocuk Sağlığını

- Zuckmayer - Müziği- Holzmeister - Mimariyi

- Carl Ebert ve Paul Hindemith - Klasik Müzik, Opera ve Baleyi

- Dessauer ve Erich Frank, - Doktorluğu ve fizik tedaviyi

- Fritz Arndt - Kimyayı

- Von Mises - İstatistiği

- Freundlich - Astronomiyi

- Kantorowicz - Diş hekimliğini

- Igersheimer - Göz hastalıklarını,

- Ernst Hirsch -Hukuk ve kütüphaneciliği

- Bruno Taut - Modern mimariyi,

- Zoolog Curt Kosswig - Manyas Kuş Cennetini,

- Fritz Baade - Kırşehir'deki şifalı suları ve akik taşını

Türkiye’de yaşadılar ve eğitimler verdiler, yüzlerce, binlerce genci eğittiler.

Mustafa Kemal ATATÜRK

Hitler’in zulmünden 150 ye yakın Yahudi bilim adamını kurtardı. O insanlar da her şeylerini bu ülkeye verdiler.

Daha fazlasını

Ahmet Özgür Türen tarafından hazırlanan "Atatürk'ün Ülkesine Sığınanlar" kitabından okuyabilirsiniz. Bu, Ata’mızın bazıların bildiği, bazılarının da hiç bilmediği bir yönü. Sonsuz şükran, minnet ve saygılarımla. Alıntı

15 Nisan 2024 Pazartesi

BİLİNMEYEN BİR KAHRAMAN


Yahya Kaptan

1891'de Makedonya'nın Köprülü kasabasında doğdu. Henüz 21 yaşındayken amcasına saldıran bir Bulgar’ı öldürüp dağa çıktı. Müslüman Türk köylerine saldıran Sırp ve Bulgar çetelerine karşı kendi çetesini kurarak savaştı. Her çete reisi gibi Kaptan lakabını aldı.

Balkan Savaşı çarpışmalarına katıldı. I. Dünya Savaş'ında gizli haber alma örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’da görev yaptı.Teşkilat-ı Mahsusa’da bulunduğu sürede iki görev üstlendi. Birinde, Sırplara karşı sabotaj eylemleri gerçekleştirdi. İkincisinde ise Halil Paşa’nın Irak cephesindeki mücadelesinde, Arap aşiretlerinin çöl çeteciliği taktiğine, karşı-çeteci eylemler üretti. İttihat ve Terakki’nin ünlü silahşoru Yakup Cemil ile Irak Cephesi’nden dönerken tanıştı.

Enver Paşa’ya suikast girişiminden tutuklanıp yargılandılar. Yakup Cemil idam edildi, Yahya Kaptan ise Irak’a sürgüne gönderildi.

I. Dünya Savaşı bittiğinde, İstanbul'a geldi. Ama Teşkilat-ı Mahsusa dağıtıldığından İstanbul’da kalamadı. Eski İttihatçıların kurduğu gizli örgütlerden en önemlisi olan Karakol Cemiyeti’nin Menzil gurubuna katıldı. Yenibahçeli Şükrü Bey liderliğindeki Menzil Gurubu, Anadolu’da başlaması olası mücadeleye malzeme ve insan aktarımını sağlamak için Kocaeli Yarımadası’nı kontrol altında tutmayı amaçlamıştı.

Dağınık birlikler toplanarak başına Yahya Kaptan getirildi, Kurtuluş Savaşı başlarında Mustafa Kemal ile ilişki kurdu ve onun direktifleri, İstanbul'daki Karakol Cemiyeti'nin de yardımlarıyla İstanbul'dan Anadolu'ya geçmek isteyenlere yardım etti. Gebze'de Kuvay-ı Milliye'yi örgütleyerek İstanbul-Kocaeli yöresinde çeşitli eylemlere girişti. İstanbul'da Bekirağa Bölüğü'nü basarak Halil Paşa, Şadi Bey ve Talat Bey'in kaçırılmasını sağladı. Aralık 1918’de Tavşancıl'da konuşlanmış, 
İstanbul Ahırkapı Cephaneliği Baskını, Darıca Un Deposu Baskını, Rum çetelerinin imhası gibi önemli hizmetler yapmıştı. İstanbul Hükümeti kuvetleriyle Tavşancıl'da girdiği çarpışmada yakalandı ve 8 Ocak 1920'de başı kesilerek öldürüldü.

Mustafa Kemal Paşa, savaştan sonra Yahya Kaptan’ın iki yetimini himayesine alır ve ailenin de sıkıntılarının giderilmesiyle ilgilenir. 19 Ekim 1922 günü de ailesine ‘Vatan hizmetleri tertibinden’ maaş bağlanmasına ilişkin kanun TBMM’de kabul edilir.

Adı İzmit'te pek çok yere verilmiş ve öldürüldüğü yere Mustafa Kemal'in emriyle anıtı dikilmiştir. Ölümünün 104. yılında andığımız Yahya Kaptan, memleketi Gebze Tavşancıl’da yatmaktadır.

6 Nisan 2024 Cumartesi

SIDIKA AVAR KİMDİR

Cumhuriyet kurulduğu ilk yıllarda İzmir Kadınlar Hapishanesindeki mahkum kadınlara akşam dersleri verilmesi ve kadın mahkumların eğitilmesi kararlaştırılır.

Tam o günlerde bu iş için bir eğitimci aranırken Milli Eğitim Müdürünün odasına zayıf, ufak tefek bir genç kız girer.
"Ben bu dersleri memnuniyetle gönüllü olarak veririm, efendim." der, Müdür Bey e.
Müdür şaşırır. Karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, tecrübesiz bir eğitimciye benziyordu.

Müdür Bey bir kez daha hapishanedeki tipleri gözünün önüne getirdi. Olacak şey değildi. Lakin düşüncesini belli etmedi.
- Peki, hoca hanım, bu işle meşgul olacağım. dedi.

İki hafta geçmeden, genç kız soğuk ışıklar altında hapishane koğuşundaki akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra, ince pardösüsünün yakasını kaldırıyor, süngülü nöbetçilerin, zincirli kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı adımlarla evine koşarak gidiyordu.

Hapishane müdürü de, milli eğitim müdürü gibi, hayretler içindeydi.
O, kavgacı, o geçimsiz, o canından vaz geçmiş mahkumlar, genç öğretmeni hem sevmeye, hem saymaya başlamışlardı.
Kadınlar hapishanesinde ilk defa böyle bir hava esiyordu.

İşinde inanılmaz bir başarı gösteren bu genç öğretmen kızın, bir süre sonra acayip bir suçla adliyeye götürüldüğü görüldü. 
Suçu Misyonerlik.

Hakkındaki suçlamalar gittikçe çoğaldı bir dosya oluşturuldu.

Neler de neler yapmamıştı ki:
Kadınlar hapishanesi derken, Kinder Garten Teşkilatında çalışmalar,
çocuklara iyi insan olmak hususunda ki birtakım telkinler. 
Bütün bunlar misyonerlik olarak sayılmıştı, bu dosyada.

İş o kadar dallanıp budaklanmıştı ki, bu olay Ankara'ya kadar intikal etmiş ve onca mühim işi arasında Mustafa Kemal Atatürk ta meseleyi merak etmişti.

Bir gün
- Bana misyoner öğretmenin dosyasını getiriniz, dedi. Dosyayı getirtip Mustafa Kemal'e verdiler.
Bütün bir gece o dosyayı inceledikten sonra, ertesi günü öğretmen Sıdıka Avar'ı yanına çağırttı. Genç öğretmen Atatürk'ün karşısına çıktığı vakit bir yaprak gibi titriyordu.

Atatürk, bu ufak tefek kıza hayretle baktı.
- Misyoner öğretmen sensin, öyle mi? diye sordu.
Avar şaşırmıştı. Yavaşça,
- Efendim, ben öğretmen Avar, diye fısıldadı.
Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle şöyle dedi:
- Hayır, sen misyoner Sıdıka Avar'sın. Bana, senin gibi misyonerler lazım.

Ondan sonra da Atatürk düşüncesini açıkladı:
'Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla
kazanılabilir. Genç öğretmen Doğu'ya gidecekti. Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile toplayacaktı. Onları, bu toplumun potasında yetiştirecekti, sonra bu çocuklar birer ışık huzmesi altında köylere gönderecekti.'

Amerika ve İngiltere bunu uzun yıllar önce, 1700 lü yıllarda yapmıştı. Doğu ve Güneydoğu İllerimize bir sürü misyonerler yollamış, Saiti Nursi, Şeyh Sait ve Şeyh Riza gibi isyanlar çıkartan vatan haini insanlar ve bir çoğu, işte onların yetiştirdikleri insanlardı.

Atatürk sözlerinin sonunda:
- Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan; orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini göreceksin, dedi, bu genç öğretmene!
Genç öğretmen, içi içine sığmaz bir halde Atatürk'ün yanından duygulandığı için gözleri yaşlı çıktı.

İşte yıllar boyunca Avar, doğu illerinden birinde Kız Enstitüsü Müdürlüğünde, bu inanılmaz işle meşgul oldu. Yıllarca kendi kaderlerine bırakılan o insanların eğitilmesi ve Türk toplumuna kazandırılması için çalıştı. Şimdi; Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk, bu ufak tefek kadından bir azize gibi bahseder. Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinde sayısız Avar şarkıları vardır.

O, yol vermez, geçit tanımaz dağlara at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür.

Avar, Doğu'da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ tepesindeki köylere bu masal kadının, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler:
- Kızımı da götür, Avar.! diye atın üzengisine yapışıyorlar. Şehre, Avar'ın okuluna gelen kızı, bir kere de üç-dört yıl sonra görünüz.

Ben, bir insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm.
Hikmet Feridun Es Hayat Dergisi 1957 Alıntı.

Tek kelime ile işte Türk Kadını, sizleri kutlamayan ve hakkınızda kötü düşünenler nankördür. Ne mutlu Türk kadınına, ne mutlu annelerimize ki, bizleri dünyaya getirdiler! Bütün kadınlara saygılar.

Gazeteci Banu Avar da işte bu kadın Sıdıka Avar'ın kızıdır.

Atatürk’ün yazdığı, o zamanlarda orta okullarda “Yurttaşlık Bilgisi” olarak okutulmuş, çok kolay anlaşılabilecek, bir başka kitap daha var; 'Yurttaşlar İçin Medeni Bilgiler.' 

Bu kitabı okursanız, küresel emperyalistlerin yıkmaya çalıştıkları ulus devletin ne anlama geldiğini öğrenir ve her ağzınızı açtığınızda 'Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Süryani, Alevi, Sünni vs.' sayma alışkanlığından da vaz geçersiniz! Ulus devlet döneminin kapandığı savını emperyalistler, her zaman olduğu gibi, kendi dışındaki devletleri parçalayarak sömürmek için öne sürmekte; fakat kendi ulus devletlerini sıkı sıkı korumaya çalışmaktadırlar. 

Fransa’nın eski Adalet Bakanlarından Ermeni asıllı Patrik Deveciyan, Sıdıka Avar'ın kızı Gazeteci Banu Avar ile yaptığı röportajda kendisine 'Ermeni' dediği zaman bakın nasıl itiraz ediyor ve karşı çıkıyor? 

“Fransa bir ulus devlet ve ben de Fransız yurttaşıyım. Yani Fransız’ım” diyor. Banu Avar’ın, “Ama Türkiye’de insanlara Kürt, Laz, Çerkez, Süryani diye hep ayrım yapıyorsunuz.” dediği zaman, 
“O BAŞKA!" diye cevap veriyor. 

İşte “O BAŞKA” sözünü anlamayanlar ya aptal, ya da Türkiye’yi parçalamak isteyen emperyalistlerin ajanı veyahut ta haindirler! Bilgilerinize!!!