SAYFALAR

30 Kasım 2011 Çarşamba

şiir ÜZÜLMEDİN Mİ ?

Soruyorum, görmemişler, gökte kuşlarda,
Adlarımız duruyor, yosun tutmuş taşlarda,
Bunca sene aradım, gözlerim de yaşlarda,
Sen saklandın, durdun da, üzülmedin mi?

Geçmişi hep hatırlarım, o yerleri görünce,
İkimiz de durduk, dönüp baktık doyunca,
Sonra sen ki koştun gittin, o yol boyunca,
Ben arkandan baktım da, üzülmedin mi?

Başında mor eşarbın, görsün tanısın diye,
Yokuşlardan çıkarken, el sallardın geriye,
Aklımı benden aldın, beni çevirdin deliye,
Garip oldum, dolandım da, üzülmedin mi?

Verdin dertlerini de, bakmadın arkamdan,
Ben afetsem seni, kabul etmez ki yaradan,
Diyelim, acı haberimi, alamadın postadan,
El beni ağlarken sordun da, üzülmedin mi?
                                       Recep Ali Öztürk



şiir KURTULAMADIM

Yürüdüm uzaklardan, giderim diye,
Esir olmuş yavrum, gelemez köye,
Kardaşım imdadıma, yetişmiş güya,
Köprüler yıkılmış da, kavuşamadım.

Dere içinde kaldım, soğuk sularda,
Yattım uzun süre, durdum uykuda,
Oluk gibi kanlarım, aktı yollarda,
Çektim silahımı da, kullanamadım.

Gittikçe kanar yaram, gitmez iyiye,
Dört çocuğum var, benden geriye,
Kimse ağlamasın, arkamdan diye,
Gördü dostlarım da, konuşamadım.

Doğrusunu öğrenmek, istersiz eğer,
Düşmanlarım kurmuş, pusuyu meğer,
Bilmem ki yavrularım, şimdi ne eder,
Geldiler yanlarıma da, sarılamadım.

Cuma günü evden çıktım zamansız,
Tuttular kollarımdan, yolda apansız,
Yerde sürüklendim, gün boyu halsız.
Gittim doktorlara da, kurtulamadım.
                             Recep Ali Öztürk

21 Kasım 2011 Pazartesi

şiir HATIRALAR AŞKINA

Biz daha beter olduk, gülerken başkasına,
Görürsen el salla da geç, hatıralar aşkına,
Kimse acımaz bana, bırakma tek başıma,
Halımı arada sor da geç, hatıralar aşkına.

Sana geldim uzaktan, neler oldu bilmedik,
Beraber mutlu olduk, daha sonra olmadık,
Bir gurur yaktı bizi, sevdamıza doymadık,
Rastlarsan bir bak ta geç, hatıralar aşkına.

Görüşemedik yıllarca, halbuki hep istedik,
Anılarımızdan kaçıp, biz maziye gizlendik,
İstersen kabul etme, ikimiz de çok özledik,
Sen kapımdan gel de geç, hatıralar aşkına.

Merak ettim hep seni, acaba hayatta mısın?
Kenar mahalleler de, kendince yaşar mısın?
Aklına gelir miyim, beni hiç hatırlar mısın?
Önce bir haber sal da geç, hatıralar aşkına.
                                       Recep Ali Öztürk

20 Kasım 2011 Pazar

DİLİ TUTULDU


Karı-Koca ikisi de Gazi Üniversitesinde profesör Ankara'da mutlu bir yaşam sürüyorlardı. Erkek, eşini bir konferans için Esenboğa Hava alanına bırakıyor. Yanı İstanbul aktarmalı olarak Almanya'ya yolcu etti. 

On beş gün kadar yalnız kalacak. Evine döndü ve bir Rus Kadın çağırdı. Nataşa yatak odasında beklerken kendisi de banyoya girdi.

Gelelim Almanya'ya gidecek olan eşine. İstanbul a indi fakat telefonla arkadaşları konferansın ertelendiği haberini verdiler. Ankara da ki eşini bilgilendirmek için aradı fakat telefonu kapalıydı bir türlü ulaşamadı. 

Kocasından habersiz geri döndü, Ankara'ya evine geldi. Kapıyı çaldı fakat açan olmadı. Çünkü kocası banyodaydı, il sesini duymadı. Anahtarı ile evin kapısını açtı ve üzerlerini değişmek için doğru yatak odasına gitti. 

Gördüğü manzara müthişti, gözlerine inanamadı, yatağında sarışın bir bayan vardı. Durumu hemen anladı ve bu bayanın eline 100 dolar sıkıştırarak onu kapıya kadar getirip yolcu etti. Kendisi soyunarak yatağa girdi, başını yorgan ile kapatarak beklemeğe başladı. 

Anladınız değil mi? nataşa gitti yerine Profesörün Almanya'ya gidecek olan esas karısı konferans iptal olunca geri geldi ve nataşanın yerine yatağa girdi. Banyodan çıkan kocası, üzerinde bornozla türküler söyleyerek yatak odasına geldi. Yorganı çekip almak ve nataşa bildiği kadına ulaşmak istese de bu biraz zor oldu. Nataşa bildiği kadın yorganı bırakmıyordu. Epey bir boğuşmadan sonra yorganı açtı, keşke açmaz olaydı. Nataşa yerine yatakta karısını görünce hiç konuşamadı. Orada yere yığıldı kaldı.

Hanımı evi terk etti gitti. Kendisini komşuları yarı baygın doktora yetiştirdiler. Tedavi oldu, fakat bu ani şok etkisiyle uzun süre konuşamadı, dili tutulmuş. Karısını da kayıp etti tabi. Bu olay gerçektir. 

On sene kadar önce yaşandı. Kader midir, nedir? Okuyanlar karar verin. Bir dakika içinde adamın bütün dünya varlıkları yok oldu gitti. Hayatı, sağlığı her şeyi değişti, sıfırlandı. Allah bazen ölümü aratıyor insana. Hangi akıllı bu tuzağa düşmez ki?

KADAVRADA TOKAT


Tıbbıyede okuyan bir öğrenci; bir gün önce hocasının anlattığı bir kadavra dersinin uygulamasını yapmak ve meraklarını gidermek için, gece mum ile gizlice kadavra odasına girerek çalışma yapmak ister. Büyük bir çember üzerine yerleştirilmiş olan ve her tarafa döndürülebilen ilaçlı insan cesedini incelemeğe başlar. Bu öğrenci ölüye şırıngayı takar. Kan alma tatbikatı yaparken, bilen yok, tahminlere göre mum ateşi ile ölünün elinin bağlı olduğu ip yanar ve kesilir. Aşağı düşen ölünün sağ eli öğrencinin suratına denk gelerek, öyle bir tokat atar ki, öğrenci orada düşer bayılır. Ertesi gün tekrar ders yapmak için odaya girenler öğrenciyi baygın, kadavrada ki ölünün elini de aşağı sarkık vaziyette bulurlar. Öğrencinin akli dengesi bozulsa da tedavi edilerek tekrar hayata döndürülür.

18 Kasım 2011 Cuma

şiir GEL GENE

Hep o gamzelerinle, görmek istedim seni,
Beni görürsen eğer, ne olur, sen gül gene.
Gün geçer ben sayarım, yine gelirsin diye,
Daha beni bekletme, ne olur, sen gel gene.

Bu ömrümü sana verdim, pişman değilim,
Yine dünyaya gelsem, belki seni bulurum,
Yazık göz yaşlarıma, ağlatma kör olurum,
Bu gönlüm seni arar, ne olur, sen gel gene.

Kader demişler güya, hep oyun etti bizlere,
Duyamadın sesimi, ben çağırdım kaç kere,
Hatıralar bekliyorsa, buluştuğumuz yerlere,
Ben orda olmasam da, ne olur, sen gel gene.
                                         Recep Ali Öztürk

16 Kasım 2011 Çarşamba

şiir BELKİ

Sevdiğim uzaklardan sitem ediyor,
Çok özledim yeter hadi gel diyor,
Haberleşmek artık fayda vermiyor,
Bahar vakti seller ile gelirim belki.

Kaldık ayrı yerlerde canımız darda,
Mektubun biri gelmiş öbürü yolda,
Herkes merak edip beklermiş orda,
Seher vakti kuşlar ile gelirim belki.

Çok sürdü bu ayrılık perişan olduk,
Kaç yıldır uzaktan özledik durduk,
Farzet ki güzelim sabah kurtulduk,
Akşam üstü güller ile gelirim belki.
                           Recep Ali Öztürk

15 Kasım 2011 Salı

PARASI BENDE

Yıl 1992 yer Ankara Öğlen üzeri Cebeci de Mehmet ve Uğur iki arkadaş Red-kid birahanesinde içki içerlerken yanlarına bir şahıs yaklaşır. Önce bu iki kardeşe gayet saygılı davranarak selam verir. Ankara'nın yabancısı olduğunu, Adana dan geldiğini, hiç arkadaşı olmadığını, kendileri ile arkadaş olmak istediğini, bu nedenle yanlarına oturup muhabbetlerine iştirak ederek içki içmek için müsaade ister. Onlar da müsaade ederler, tanışırlar, kendini iki kardeşe İsmail diye tanıtır ve üçü birlikte muhabbetle içmeğe başlarlar.

Yeni gelen arkadaş İsmail Mehmet'e derki "Ben Adana'dan geldim. Bir araba sattım. Üzerimde bir miktar para var, Ankara da yatırım yapacağım ne önerirsin? Sence ne yapayım?" Diye sorar. Mehmet ve Uğur bazı öneriler de bulunurlar yeni arkadaşlarına ve zamanda bir hayli geçer. Üçü de kör kütük sarhoş olurlar. Saat 18.00 sıralarında kalkarlar fakat ayakta duramıyorlar. Lokanta sahibi bir taksi çağırır ve üçünü de bindirip yollar. Yolda İsmail cebinden çıkardığı lastikle tomar edilmiş bir miktar parayı Mehmet'e verir ve "ben Ankara nın acemisiyim çarparlar, param sende dursun." der. 

Taksiden Anafartalar da inerler bir birine sarılmış şekilde zor yürüyerek bir kuyumcuya girerler. Mehmet ile Uğur'un içkisine ne katılmış sa kendinden geçmiş durumdadırlar. Kuyumcuda oturdukları yere yanı kuyumcunun koltuğuna yığılır kalırlar. İsmail kuyumcu ile sıkı bir pazarlık eder ve 900gram altın tarttırır. Aldanmamak için başka bir kuyumcuya da tarttırmak istiyorum der. Kuyumcu ile altınlar elinde başka bir kuyumcuya giderken Adana lı bildiğimiz Ankara'nın acemisi olarak kendini tanıtan İsmail hemen bir taksiye atlar ve kaçar gider. Caddenin karşısından altınların sahibi sadece taksinin plakasını alabilir. Polis çağırdılar. Gittik olayı dinledik. Orada koltukta yatan ve abuk sabuk konuşan iki arkadaşını aldık Kısma getirdik. Zaten birazcık ayıkmışlar, akılları başlarına geliyordu. İki kardeş ten sakallı olan Mehmet "Biz şahsı tanımayız. İsmail olarak biliriz. Bugün tanıştık. Fakat saklamam için parasını bana vermişti. Endişelenmeyin parası bende" dedi ve Mehmet cebinden bir tomar para çıkarıp bize uzattı.

Kuyumcu da çok sevindi hatta gözleri fal taşı gibi açıldı. Öyle ya giden altınlarının hiç olmazsa bir kısmını kurtaracaktı. Para tomarının üzerindeki lastikleri çıkardık ve bir açtık ki para tomarının arkası ve önünde birer tane 50.00tl vardı, içi muntazam para boyunda kesilmiş gazete kağıtları ile dolu idi. Anlaşıldı ki ünlü bir dolandırıcı ile karşı karşıya kalmıştık. Ben on sene Ankara Hırsızlık Masasında çalıştım. Ne o hırsızı ne yakalayabildik, ne de o çalınan altınları bulabildik? Adam ruh gibi kayıp oldu gitti.

14 Kasım 2011 Pazartesi

ÇEK İLE ÖDEME

Yankesicilikten bahsedince yine enteresan bir dolandırıcı aklıma geldi.
1989 yılı yer Ankara Kızılay da Beymen Mağazasına giden karı-koca 4.000,00tl lık alış veriş ederler.
Top sakallı ve temiz giyimli olan beyefendi çek keser ve mağazacıya; "Bize çay söyleyin biz çayı içene kadar siz de çeki Yapı Kredi Bankasından tahsil edin gelin." der. Beymen Müdürü de çekin arkasını kaşeler ve tastık eder. Bunlar çay içerken mağazada çalışan görevli çeki az aşağıda kı Yapı Kredi Bankasına götürür. Banka da bakarlar çek in karşılığı olmadığını söylerler ve çek i olduğu gibi kesen adama geri verirler.

Bu çeki kesen müşteri güya bankadakilere kızar ve satın aldığı paketlenmiş eşyaları orada sahiplerine emanet bırakır, "Bunlar burada ben gelinceye kadar dursun. Ben çeki bozdurur gelir alırım." der ve çek i geri alır Beymen mağazasından ayrılır. Yine Atatürk Bulvarında az aşağıda bulunan İGS Mağazasına gider. Buradan 600,00tl lik alış veriş eder ve para yerine Beymen den tasdikli
karşılığı olmayan çek i verir. Onlar da kabul ederler ve çek in üstü 3.600,00tl parayı ve satın aldığı eşyaları da adama verirler. Adam kayıplara karışır. Her zaman söylerim dolandırıcılar çok zeki insanlardır.

HIRSIZIN ANISI

1976 yılında siyah beyaz televizyonlar yeni çıkmış sanatçılar tarafından çeşitli programlar yapılıyor ancak pek fazla da mevzu bulamayınca spiker sanatçıya veya program yaptıkları adama sorardı; "Unutamadığınız bir anınız var mı, anlatır mısınız? diye. Biz de Cinayet sanığı olarak bir kap-kaççı yakalamıştık. İfadeleri filan alınıp her işlemi tamamlandıktan sonra Adliyeye çıkarmak için bekletirken, herhalde bu televizyon programlarından etkilenmiş olacak ki bir polis arkadaşımız bu hırsıza öyle dalga geçerek sordu: "Unutamadığınız bir anınız var mı? Anlatır mısınız?" dedi. Adana da nezaretteki Veysel isimli bir dolandırıcılıktan sabıkalı şahıs unutamadığı anısını anlattı.

On-on beş yıl kadar önce ben çok hızlı bir yankesici idim. Bir gün üstü başı düzgün bir adam gözüme takıldı ve o adamı çarpmak için tanımadığım bu adamı takibe aldım. Bir kaç saat sonra adam Ziraat Bankasına gitti ve 10.000,00tl para çekerek mendile bohça etti. O para bohçasını da kese kağıdına koyarak elindeki çantaya yerleştirdi ve bankadan ayrıldı. Ben de arkasından ayrıldım tabi. Hakikaten çok doğru bir hedef seçmiştim ve her halükarda adamı çarpıp 10 bin lirasını alacaktım ve benim de param olacaktı. Pavyonlara gidip kadınlarla filan para yiyecektim. Akşama kadar uğraştım parayı bir türlü çarpamadım. Adam Lüks otele gitti tek yataklı oda yoktu, iki yataklı bir oda tuttu. Hemen arkasından bende giderek tek yataklı bir oda istedim. Otel katibi "Tek yataklı odamız kalmadı." dedi ve yürüyüp gitmekte olan bu paralı adama seslenerek "Şu beyefendiyi yanınıza vereyim kabul eder misin?" dedi. O da kabul etti. Çünkü ben kendimi polis tanıtmıştım. Artık adamın parasını çalmak çantada keklikti. Gece aynı odada birlikte yatacaktık. Adamı yine de göz hapsinde tutarak yemeğimizi filan yedikten sonra saat 23.00 sıralarında adam odaya girdi. Bende on beş dakika sonra odaya girdiğim zaman adam yatağına yatmıştı. Çantayı cam tarafında yere koymuş soldaki yatakta yatıyordu. Çok az konuştuk, yorgun olduğunu söyledi ve yattı.

Ben hiç uykuya geçmedim. Hep 10 bin liranın hayalını kuruyordum. O uykuya geçtikten sonra yerde bıraktığı ve daha önce parayı içine bıraktığı çantasına baktım para içinde yok kuru bir küçük parça ekmek vardı. Adam gece tuvalete kalktı. Yatağının altını, yastıklarının altını ve içini aceleyle yokladım oralarda da para yok. Geri yattım fakat çıldıracaktım. Sabaha kadar parayı düşündüm. Sabah adam önce kalktı lavaboya gitti. Ben her tarafı adamın cepleri bile dahil olmak üzere ikinci defa didik didik ettim, aradım parayı bulamadım. Yattığım yatağın üzerine oturdum adamı bekledim.

Adam geldi, kendisine yankesici olduğumu, bankadan para çektiğini bildiğimi ve takip edip kendisinden çalacağımı, fakat bulamadığımı, nerede sakladığını merak ettiğimi sordum. Adam hiç telaş filan etmedi. Sanki olacakları biliyormuş gibi gayet sakin davrandı ve bana "Kaç senedir yankesicilik yapıyorsun?" diye sordu. "Üç-dört sene" dedim. "Ben de yankesiciliği bırakalı on bir yıl oluyor. Emekli oldum. Ayağa kalk ve bu gece üzerinde yattığın yatağı kaldır." dedi. Olduğu gibi kese kağıtı ile para benim yattığım yatağın altında karyola demirlerinin üstünde duruyordu. Ben akıl edip kendi yatağımın altına bakmamıştım. Ve cebinden 50 lira çıkarıp bana uzattı "Git bununla karnını doyur. Bir daha da bilir bilmez adamlara bulaşma." dedi,
diye anlatmıştı. 

12 Kasım 2011 Cumartesi

KİMSEYE SORMADIM

Namık Kemal bir gün lokantaya gider.
Garsonlardan biri sorar "Ağabey sen Namık Kemal mısın?"
"Evet"
cevabını alınca "Ben şair olmak istiyorum, kaç üniversite bitirmem lazım?" diye sorar.

Namık Kemal de "Beş üniversite bitirmen lazım" diyerek cevap verir.
Garson biraz sitem varı tekrar sorar: "Ne yani sen şimdi beş üniversite bitirdin mi?"
Namık Kemal "Ben beş üniversite bitirmedim fakat nasıl şair olunur? diye de kimseye sormadım." der.

Bende kendimce bir şeyler şiir diye yazıyorum fakat nasıl oluyor, bilemem?
Şair olamam tabi, fakat yazdığım şiirleri hiç kimse okumasa da, en azından ara sıra ben okuyorum ve hoşuma gidiyor.
Aslında başka şairleri de okumağı çok severim. Defalarca okuyup vaz geçemediğim şairler var. Serbest vezin şiirleri pek yazmam. Bence en güzel şiir hece vezni ile yazılan şiirlerdir. 

Serbest vezinleri de okurum fakat pek anlamıyorum kafiyesi nerde? ölçüsü nerde?
Açıkçası bazı serbest vezin şiirlerin yorumlarına bakıyorum, ben defalarca okumama rağmen anlamadığım halde 'çok güzel olmuş, ağzınıza sağlık' gibi yorumlara rastlıyorum.
Neye göre değerlendiriyorlar bilemem.
Herkesin işi rast gelsin tabi.

şiir GELDİM

Bizi, eller konuşur, kaldık dillerde,
İkimize türküler, yazmağa geldim,
Kokundan anladım, kalmış güllerde,
Ben de uzaklardan, bulmağa geldim.

Kötülemişsin beni, etmiş sin sözler,
Gönül birisini sevdiyse ille ki özler,
Bilsem ki sevdiğim, yolumu gözler,
Sana ne yaptım ki, sormağa geldim.

Uzak kaldın benden, gücendin yanı,
İstemem, olmazsan, dünya da, malı,
Anladım ki sensiz, yaşanmaz gayrı,
Seni çok özledim, görmeğe geldim.

Haberin geldi ki, geçmişsin benden,
Hep üzdün beni, ummazdım senden,
Bil ki çok aradım, gittiğin yerlerden,
İzini buldum da seni, almağa geldim.
                             Recep Ali Öztürk

11 Kasım 2011 Cuma

OĞLUNU TANIMADI

Yıl 1974 yer Adana; Cinayet Masasında görevli Polis Memurları Hırsız Ahmet, Miçi Mustafa ve ben Negatif Recep görev yapıyoruz. Pavyonlar civarında kontroller yaparken Murat 124 marka ticari bir araç elimizden kaçtı. Biz altı silindirli Amerikan hibesi otomatik Pleymut marka arabamızla bu aracı takip ederken, telsizle anons ederek diğer ekiplerden de yardım istedik.

O zamanın tüm Adana motorize ekipleri bu aracın peşine düştü. Yakalayamadık. Araçta tek bir kişi sadece araç sürücüsü vardı ve önümüzde kaçarken birden el frenini çekerek geri dönüyor, yolun tersinden, biz ileri giderken o geri gidiyor ve kaçıp kayıp oluyor yakalayamıyorduk. Böyle bir şey o zamana kadar hiç görmemiştik. Bizim arabayı çok usta şoför Hırsız Ahmet kullanıyordu. Uzunca bir kovalamacadan sonra bizler anons ederek güzergah bildirdik. Çevik Kuvvet Polisleri Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü önünde arabalarla barikat kurmuşlar. Önümüzde kaçmağa çalışan araç durmakta olan bir polis otosuna ve bir polis memuruna çarptıktan sonra yaya kaldırıma çıkarak, arabanın asfalta sürtmesinden ateşler çıkararak kaçtı gitti. Orada bekleyen polis arkadaşlar ateş açmalarına rağmen o oto kaçtı ve kendini kayıp etti. Artık gözden kayıp oldu, bizlerde ümidi kestik.

Bir saat kadar sonra araç Narlıca Mahallesinde tekerleri patlamış olarak Çevik Kuvvet Ekibi tarafından bulundu. Anonsla bildirilir bildirilmez inceleme için hemen aracın yanına gittik. Evet aracın dört tekeri de patlak jant üzerine buraya kadar gelmiş. Araçta göğsün üstünde bir erkeğin pavyon kadını ile çekilmiş fotoğrafı vardı. Suç teşkil edecek herhangi bir şey yoktu. Araç Trafik Şube Müdürlüğü önüne çekildi. Ruhsattan aracın esas sahibini bulduk. Adam aracını görünce şok geçirdi. Elimizde ki resimden şoförünü tanıdı ve doğruladı. Denizli Mahallesinde on kadar ev bulunan bir gecekondu çıkmaz sokağını gösterdi ve şoförün bu sokakta oturduğunu, kesin evini bilmediğini söyledi. Saat 04.00 sıralarında bu çıkmaz sokağın başındaki üçüncü kapıyı çalarak açtırdık. Kapıyı açan on oniki yaşlarında bir çocuktu. Elimiz deki resmi göstererek tanıyıp tanımadığını sorduk. Çocuk resme baktıktan sonra ağabeysi olduğunu, hasta ziyareti için Tarsus'a gittiğini, aslında terzilik yaptığını söyledi. Bu sırada evde uyuyan babaları anneleri ve bütünü kalktılar resme her bakan yüzünü bir ekşitiyordu. Babaları "Bu benim çocuğum fakat kesinlikle böyle bir şey yapmaz." dedi. Tarsus'tan getirtmek için öbür oğlunu Tarsus'a yolladı.  Biz evde bir arama yaptık. Polisten o türlü kaçan bir adam zaten evine gelir mi? Yalan söylüyordu, fakat o kadar yalanı birden kurup ta söyleyecek insanlara da pek benzemiyorlardı. Adamı getirip 'oğlun gelene kadar yatacaksın' dedik ve Eski İstasyon Karakolunda nezarete attık.

İki saat kadar sonra yine Narlıca taraflarında başka bir yerde Asayiş Ekipleri bir apartman boşluğunda saklanan bir şüpheli yakalamışlar. Anons ettiler. Şahsı aldık nezarette beklettiğimiz şahsa gösterdik. Yakalanan şahıs, babası diye nezarete attığımız şahsı tanımadı. Nezaretteki ise, yanı babası diye nezarete attığımız şahıs yakalananın oğlu olduğunu söyledi ve "Yazıklar olsun oğlum bu halin nedir?" diye sitemler ederken Babasını salıverdik. Adam sevinerek çekti gitti fakat sevinecek gibi de değildi. Çünkü oğlu polisleri sabaha kadar peşinden koşturmuş, ne halt işlemişse suçluydu. Nezaretten bıraktığımız adam bir saat kadar sonra Tarsus ta olduğunu söylediği esas oğlu ile taksiden inip Karakola geldiler. Şüpheli olarak yakalanan esas bizi koşturan şahısla yan yana durdurduk. Esas suçlu öbüründen biraz daha uzundu. Başka da hiç fark yok tıpa tıp birbirlerine benziyorlardı.

Babası oğlunu ayağındaki yara izine bakarak tanıdı ve tövbeye gelerek "Bu benim oğlumdur, diğeri değil" dedi. Sadece ayrı yanları birisi Mersin'li, ehliyeti yok. Hiç araba kullanmamış. Terzilik yapıyor. Diğeri ise Adana Kadirli İlçesi'nden, Fransa'da Eroin ile yakalanmış dört yıl hapisliği var. İnterpol tarafından aranıyor ve onun için kaçıyor. İlk yakaladığımız yaşlı adamdan özür dileyerek oğlu ile birlikte evlerine yolladık. Ve ben o günden sonra tüm mahiyetimde çalışanlara 'Kesinlikle ön yargılı olmayın. Gördüğünüzün yüzde kırkına, söylenenlerin yüzde dördüne inanın.' derim.

10 Kasım 2011 Perşembe

AĞLADIM

Aklımdan çıkmaz, doğduğum yerler,
Dün gece rüyamda, gördüm ağladım.
Sıladan ayrılanlar, gülmezmiş derler,
Ben de uzaklardan, baktım, ağladım.

Terk ettim sılamı ben, seneler önce,
Eskilerden eser yok, değişmiş eyice,
Aldığım havadisler, yetmez gelince,
Dün gece mektuba baktım, ağladım.

Hatıralar silinmiş, hep yok olmuşlar,
Nerde benim köyüm, nere gitmişler,
Eski arkadaşlarım, pek az kalmışlar,
Çoğunun mezarını gördüm ağladım.                                    

İçimde korku sardı, umudum silindi,
Ne yapsak boşuna, dönüş yok şimdi,
Çocukken gördüklerim, aklıma geldi,
Ellerimi dizlerime, vurdum ağladım.

Yaşanan bir rüya gibi, gelir de geçer,
Yenisi geldikçe, eskiler nereye gider,
Beklerim geçenden, gelmez ki haber,
Gördüğüm herkese, sordum ağladım.
                   Yazan:Recep Ali Öztürk

9 Kasım 2011 Çarşamba

OLMAĞA

Bir an ayrı kalırsak, yollarımı gözlersin,
Bilirim sen de beni, benim gibi özlersin,
Geldi geçti ömrümüz, acı, tatlı, günlerle,
Örnek olduk herkese, ikimiz de, bilirsin.

Bu gün tanışmış gibi, taze kaldı aşkımız,
Hep neşeyle doldu, o küçücük yuvamız,
Bizler mutlu oluruz, görünce birbirimizi,
Ayıramazlar bizi, biz birimize düşkünüz.

İkimizde alıştık, birlikte gülüp ağlamağa,
Ona mutluluk derler, bir olup yaşamağa,
Artık kenetlenmişiz, kader bağlamış bizi,
Biz ölünceye kadar, hep beraber olmağa.
                         Yazan: Recep Ali Öztürk

8 Kasım 2011 Salı

HANGİSİ PATLADI

Üniversite finallerinde üç öğrenci geç kaldıkları için bölüm hocası tarafından sınava sokulmazlar. Öğrenciler itiraz ederek mahkemeye verirler ve 'Üçü de aynı arabada gelirken tekerin patlaması nedeniyle geç kaldıklarını, bu nedenle sınava yetişemediklerini ,kendilerinin yeniden sınava alınarak mağduriyetlerinin giderilmesini savunurlar. O üç öğrenci davayı kazanırlar. Hoca kendilerini yazılı sınav edecek. Bulundukları sınıfta hoca diğer öğrencilere ders verirken o üç öğrenciyi sınıfın üç köşesine yüzleri köşeye dönük olarak oturtur ve soruyu sorar;
"Geçen hafta geç kaldığınız sınava gelirken otomobilinizin hangi tekeri patladı? Yazınız" Nasıl? Mahkemeyi kazandılar ama davayı kayıp ettiler değil mi?.

4 Kasım 2011 Cuma

KARABİLAL

karabilal
Alanya'nın Alaçam Köyü'nde çok ilginç bir olay yaşanır.
Bu köyde Nisan, Mayıs aylarında danaları yaylaya götürüp başı boş bırakırlar, sonbahar da hayvanlar kendileri geri evlerine döner sahiplerini bulurlarmış.
Gelip evini bulan siyah renkli bir tosun sahibi Emel Hanım tarafından başka bir köy de Ahmet'e kurbanlık satılır. Fakat Emine isimli bekar bir bayan tosunun kendine ait olduğunu iddia ederek geri almak ister.
Tosunu satın alan komşu köylü Ahmet Bey bakar ki tosunun geleceği karanlık, almaktan vaz geçer ve geri satın aldığı Emel Hanıma tosunu iade ederek işin içinden çıkar.
Emel Hanım eniştesi Turgut Beyi çağırır ve tosunu kimsesizler yurduna götürüp bağışlaması için verir.

Bu arada Emine Hanım da Jandarma Karakoluna giderek "Tosunumu Çaldılar" diye şikayette bulunur. Emel'in eniştesi Turgut Bey kamyoneti ile tosunu Alanya'ya kimsesizler yurduna getirirken yol da tosun ile birlikte yakalanır ve jandarma olaya el koyar. Hepsini Karakola getirirler.
Tosunun ve diğer adamların yakalandığını duyan Emine Hanım da Karakola gelir.
Emine Hanımın tosununun adı 'Karabilal'dir.
Emine Hanım tosunu karakolun bahçesinde görünce;
"Vay benim Karabilal im, sen soygun mu yaptın? Sen kız mı kaçırdın? Sen ırakı mı içtin? Sen karakollara niçin düştün? Vay kara talihli Karabilalim? diye karakolda öküzüne ağıtlar yakar.
Konu mahkemeye intikal ettirilir. Avukatlar tutulur.
Tosun yedi emin olarak muhtara teslim edilir. Bir veteriner tayin edilerek heyet oluşturulur.
Tosun takibe alınır.
Emine Hanım köy meydanında 'Karabilal im'diye her çağırışında tosun bakmadı diye tutanaklar tutulur. Bunlarda yetmez ve DNA tespiti istenir. Dava üç sene sürer.

Sonunda tosun Emel Hanıma ait olduğuna, yanı onun ineği doğurduğuna karar verilir ve kendisine teslim edilir. Hatta Emel Hanımın altı yaşındaki oğlu da bir konu olduğunda veya tosunu gördüğünde "Çaldığımız öküz geliyor anne" diye bahseder.
Emel Hanım teslim aldığı tosunu eniştesi Turgut Beye verir. Şu anda tosun Turgut Beydedir.
Satın almak isteyenler var fakat Turgut Bey: "Tosun hapis yatmış meşhur bir tosundur. Asla satıp kayıp etmem" diyor.

Emine Hanım ise "Herkes birlik oldu Karabilal'imi elimden aldılar. Bizi ayrı kodular, asla mücadelemi bırakmam. Karabilal lımı geri alıncaya kadar devam edeceğim." diyor.
Dava Temyiz Mahkemesinde bakalım ne olacak.

3 Kasım 2011 Perşembe

KİM BİLİR

Barut icat olduğu zamanlar kral ağaçtan bir top namlusu yaptırmış ve düşmanlarına karşı kalenin üzerinden ateş emri vermiş. Büyük bir gürültü ile patlama olmuş, ağaç namlu da paramparça olarak ateşlemeyi yapan yirmi kadar kralın askerlerini öldürmüş. Kral da "Burada yirmi kişi öldüyse kim bilir karşı tarafta düşmanlarımızdan kaç kişi öldü?" demiş.