SAYFALAR

30 Haziran 2012 Cumartesi

BABASI BİLİNMİYOR

Yine eskiden olduğunu anlatırlar. Adana Sarıçam Karakolu bölgesinde oturan vatandaşlardan biri günün birinde bir çocuğa çarpar.

Telsız konuşmalarını birlikte dinleyelim:
Ekip
-Çocuğa at arabası çarpmış, hastaneye kaldırılmış, biz seyir halindeyiz.
Merkez
-Nereye seyir halindesiniz?
-Bilmiyoruz efendim. Siz söyleyin.
-Siz at arabasını yakalamağa çalışın. Ben hastaneye başka ekip yollarım.
-Anlaşıldı efendim, at arabası yıldırım gibi giderken yakaladık.
-At arabasını yakaladınız. Doğru mudur?
-Evet efendim.
-Aferin çocuklar siz harikasınız. Alkollu mudur. İyi bir üst araması yapın ve atın kimliğini verin, siz gelene kadar ben alkol muayenesi için baytara yazayım.
-Efendim atın kimliği üzerinde yok. Sahibinin beyanına göre; siz 'kır at' yazabilirsiniz. On iki yaşlarında, annesi safkan , babası bilinmiyor, Adana doğumlu, Kiremithanede bila no'lu ağırda kalır,  tamam.

-Anlaşıldı, at ve arabası bir de sürücüsü ile karakola intikal edin.

29 Haziran 2012 Cuma

ÖLDÜRMEK KASTİYLE

Bütün suçlar kanunla tarif edilmiştir. Kanunda tarifi olmayan suç olmaz ve olduğu iddia edilse de suç sayılmaz, ceza verilemez.
Mesela "Hırsızlık" suçunu ele alalım.
Beş unsuru var:
1) Başkasına ait olacak.
2) Sahibinin rızası olmayacak.
3)Taşınabilir mal olacak.
4)Faydalanmak kastıyla alınmış olacak.
5) Sahibinden habersiz alınacak.

Bu unsurlar mevcüt ise işlenen suç hırsızlıktır. Yoksa hırsızlık olmaz. İşlendiği duruma göre de cezası artar veya eksilir. Gece hırsızlık yapılırsa daha çok ceza alır. Gündüz hırsızlık yapılırsa daha az cezası olur. Duvar delme ve çatı delme gibi usüllerle hırsızlık yapılırsa sanığın alacağı cezalar da daha artar. Onun için hakim önce hırsıza nasıl hırsızlık yaptığını anlatmasını ister. Hatta bir seferinde hakimin huzuruna getirdiğimiz hapçı bir hırsıza hakim sordu; "Anlat bakalım hırsızlığı nasıl yaptın?" dedi. Hırsız ise; "Hoop, hoop hakim bey, buraya ifade vermeğe mi, yoksa meslek sırrını anlatmağa mı geldik. Ben nasıl hırsızlık yaptığımı, yanı meslek sırrımı sana anlatmam." dediydi ve hakimi de güldürdüydü.

Gelelim esas anlatmak istediğim konuya. Şimdi bilmem de eskiden suç işlendiği zaman taraflar, şahitler, deliller tamamlanır. Eğer suç yeni işlenmişse, sıcağı sıcağına 'Suç üstü' veya 'Meşhut Suç' olarak yukarıda ki tutanak tutulur ve hepsi birlikte hemen adli mercilere yollanır. Eğer eski bir olayın faili yeni yakalanmışsa, bir fezleke yapılarak yine adli mercilere intikal ettirilir adli merciler durumlarını değerlendirirdi.

Bu suç üstü veya fezlekeler de; Olay tarihi, olay yeri, sanıklar, müşteki ve şahitler v.s. gibi bölümler birinci sayfaya yazılır ve olay hakkında ilk bakınca bilgi sahibi olunurdu. İşte burada 'Suçun Nev'i' veya 'Suçun Turu'diye bir yer vardı, bu yere suçun adı ne ise o yazılırdı. Eğer bir evden hırsızlık olmuşsa 'Hırsızlık' zorla parasını almışlarsa 'Gasp' , bir adam zorla kaçırılmışsa 'Zorla Alıkoyma', olay kavga ve başkasını dövme gibi durumlar varsa 'Darp' vesaire.

Çok eskiden, her akşam karakollarda yatıp ta hafta izinli iken, hafta da bir gün evlerine giden, bizim ağabey polislerimiz, basit suçlardan, yanı münakaşalardan filan taraflar geldiği zaman, karşı tarafa hoş görünmek veya şikayetçinin gönlünü hoş etmek için, o hafif suçu, ağır suç gibi göstermeğe çalışırlarmış ve yapılan 'Fezleke' veya 'Suç Üstü' tutanaklarında "Suçun Nev'i" nin karşısına 'Hakaret' değil de; 'Öldürmek Kastıyla Yüzüne Tükürmek' diye yazarlarmış ve olayı cürüm haline getirir  kendi kafalarına göre ağırlaştırırlarmış. Aslında böyle bir suç yok tabi. Öyle anlatırlardı, bizden eski ağabey polisler.

Son zamanlarda birlikte çalıştığımız Ahmet Dada Ağabey anlatırdı. O öyle iki üç yıl kadar eski usul çalışmış eski polislerdendi. "Bir hafta karakolda kaldıktan sonra bir gün eve giderdim ki, iki çocuğum da bana hasret olurlar, yanımdan hiç ayrılmaz hatta uyumazlardı bile, bizde hanımla kardeş gibi yaşardık. Çocukların eline elek verip 'Gidin karınca toplayıp bu eleği doldurun gelin.' diye dışarı yollardım. Yarım saat kadar sonra 'Baba üstten koyuyoruz, alttan çıkıyorlar, elekte durmuyorlar' deyip geri gelirlerdi çocuklar." diye anlatıyordu.


KİM İTELEDİ

Kışın bir akşam üzeri İstanbul da yüzme bilmeyen bir vatandaş Galata Köprüsünden denize düşer. Herkes kurtarmak için çareler arayıp sağa sola koşuştururken, iyilik sever vatandaşın biri elbiseleriyle suya atlar ve boğulan vatandaşı kurtarır.
Herkes bu vatandaşa sevgi gösterisi ile tezahürat yaparken, bu denize atlayan, boğulan adamı kurtaran vatandaş elini kaldırarak söz ister. Herkes tezahüratı keser ve bu kahramanı dinlemeğe başlarlar.
Kahraman ne der biliyor musunuz? Hayır bilmiyorsunuz. Çünkü siz orda değildiniz. Ben söyleyimde öğrenin. Sıkı durun;
"Siz bu kuru tezahüratları bırakın da bana onu söyleyin, beni denize hangi eşşekoğlu eşşek iteledi? O'nu bana gösterin" der.

28 Haziran 2012 Perşembe

ALET DEĞİL CİHAZ

Asayiş Ekip Amirliğine yeni bir Komiser Yardımcısı verirler. Eski ekip amirliğine bakan polis memurları bu Komiser Yardımcını çekemez onu çok işletirler. Bir gün komiser Yardımcısına; "O alet devamlı çalışırsa ısınır, arada bir kapatmak lazim" diye kandırırlar. Komiser Yardımcısı da basar mandala "Merkez alet çok ısındı dinlenmesi için on beş dakika kapalı" der.
Merkez "Anlaşılmadı" der ve tekrar ettirir.
Komiser Yardımcısı " Merkez otomuzdaki aleti dinlendireceğiz, kapatıyorum, tamam" der.
Merkez "Onun adı alet değil, cihaz veya telsiz dir. Dinlendirilmez, kapatılmaz, devamlı açık tutulur." der.
Komiser "Merkez aletin cihaz olduğu ve devamlı açık tutulacağı, anlaşıldı, tamam" der.

SAFLIK

Ekibimize amir olarak bir Komiser Yardımcısı verdiler. Oto içerisinde ilk göreve çıktığımız zaman çok saf biri olduğunu anladık. Staj zamanlarını anlatıyordu. Polis Akademisinde okuyup ta amir olarak teşkilata katılacak olan her öğrenciye yazın izinli zamanlarında staj görevi verilir. Yanı okul bittikten sonra karşılaşacağı olayları daha öğrenci iken karşılaşıp ta yabancı kalmaması sağlanır. Bu nedenle bir emniyet müdürlüğüne gönderilir ve her birimlerde az da olsa bir süre çalıştırılır.

Kendisi Eskişehirli Ankara Emniyet Müdürlüğü İnfaz Büro Amirliğinde stajini yaparken bir sabah çok erkenden görev yerine gelir. Bakar ki İnfaz Büro Amirliği kapısının önünde bir adam bekliyor fakat o saatlerde de Müdüriyette kapıcılardan başka kimse yok. Osman Bey az çok bir şeylerde öğrenmiş girer İnfaz Büro da oturur. Bu kapı da bekleyen adam yanına gelir ve bir not uzatarak yardımcı olmasını ister. Osman Bey e uzattığı not ta "Yarın Ankara Emniyet Müdürlüğü İnfaz Bürosuna geliniz." diye yazılıdır. Adamın kimliğini alıp fihriste bakar. Eskişehir Adliyesinden kesinleşmiş dört sene ceza aldığı mahkeme kararı var. Görüldüğü yerde yakalanıp cezaevine gönderilecek.

Adamın bütün evraklarını çıkartıyor. Eskişehir Emniyet Müdürlüğüne diye iki satır yazı yazıyor ve yazının altına Asayiş Şube Müdürü yerine imza atarak; "Bak hemşerim ben de Eskişehirliyim. Seni polisle göndermek lazım, fakat hemşeri olduğumuz için sana güveniyorum. Sakın yüzümü kara çıkarma. Bu evraklarla birlikte yarın Eskişehir Emniyet Müdürlüğüne git teslim ol. Senin dört yıl hapisliğin var." diyor ve yazdığı yazının bir süretine, evrakları kendisine teslim ettiğine dair adama imza attırdıktan sonra bütün evrakları verip adamı gönderiyor.

Adam iki gün sonra Eskişehir'e evrakları ile birlikte gidip teslim oluyor. Bizim Osman Bey de ciddi bir cezadan kurtuluyor.

27 Haziran 2012 Çarşamba

MAZOTU BİTMİŞ

Kamyon şoförü otoyolda giderken “Dikkat alçak köprü!” yazısını görmesiyle köprünün altına girmesi ve sıkışması bir olmuş. 
İkaz levhasının daha köprüye gelmeden önce konulmamasına çok sinirlenmiş, ama olay olmuş bir defa yapacak birşey yok. 
Otoyol kapanmış, arkasında kilometrelerce araç birikmiş, haber vermesine rağmen saatler sonra ekip gelmiş. 
Polis arabasından ağır adımlarla sırıtarak bir polis inmiş, kamyonun yanına gelip ellerini beline koymuş ve " Burada sıkıştın ha!" demiş. 
"Hayır memur bey! Bu köprüyü taşıyordum, mazotum bitti. Mazot getirecekler, bekliyorum." demiş, şoför.

25 Haziran 2012 Pazartesi

SUÇUMUZ NEÇİ

Erzurum'da trafik polisi, kenarda duran bir kamyona yaklaşır.
 Polis Şoföre;
-Hooop hemşerim burada durmak yasaktır. Çek arabanı.
-Aman tepretme, gurban olirim, firennerim dutmiir.
-Senin farlarında kırık.
-Mehlenin pijleri kırıır..
-Sileceklerde yok..
-Vis, ahan bende yeni gördüm.
-Ehliyet ve ruhsatı verin lütfen.
-Vallah ruhsat yoğ, ne yalan diyim; ehliyette heç almadım.
-Valla aracı bağlaycağım, sana 50.00tl de ceza yazıyorum.
-Gurban olim polis bey, ahah vermesina cezayı verah ta; suçumuz neçi?

24 Haziran 2012 Pazar

VURDUM ONİ

Temel askere gitmiş. Talim terbiyeden sonra komutanı emretmiş, Temel arkadaşlarının arasından üç adım ileri çıkmış.
Komutanı imtihan ediyor, Temel'e sormuş:
-Sağ taraftan düşman geliyor, ne yaparsın? Temel.. demiş.
Temel hemen cevabi yapıştırmış;
-Vurdum Onı Komutanım....
-Sol taraftan düşman gelişyor..ne yaparsın?
-Vurdum Onı da komutanım..
-Arkadan düşman geliyor...ne yaparsın?
-O nı da vurdum komutanım..
-Ön taraftan düşman geliyor.. ne yaparsın?
-Vururum O nıda komutanım..
-Oğlum dört bir tarafından düşman geliyor..ne yaparsın?
- Eee.. habu ordunun benden başka askeri yokmidur? Komutanım. demiş.

23 Haziran 2012 Cumartesi

MOTOR DURDU

Trafik Polisi BMW Motorsikleti ile görev yaparken, her gün başka bir BMW motorsikletli adama ceza yazarmış. Ceza her gün yazılınca adam da illellah demiş ve Motoru ile birlikte Almanya ya BMW fabrikasına giderek motorun hızının yükseltilmesini rica etmiş.

Fabrikada motora bir düğme ilave edilerek, en son sürat ta bu düğmeye basılınca motor roketleyip iki kat hıza çıkıyormuş. Tekrar Türkiye ye gelerek bu motosikleti ile dolaştığı sırada o kendisine ceza yazan Trafik Polisine rastlamış. Polis te kendi kendine "Bizim yemlik yine geliyor" diye düşünmüş.

Tam yanına gelince durması için işaret etmiş. Adam durmamış kaçarken poliste motoru ile arkadan kovalamağa başlamış. Tam yan yana gelmişler bakmış adam yakalanacak yeni taktırdığı o düğme aklına gelmiş ve basmış düğmeye. Kendi motoru roketlemiş gitmiş, polisin motoru tabi geri de kalmış.

Ertesi gün adam gazetelerden polisin kaza yaptığını, hastahanede yattığını öğrenir. Bir demet çiçek yaptırarak geçmiş olsun ziyaretine gider. Bakar ki polis memurunun kolu bacağı alçıda öylece yatıyor. "Geçmiş olsun, çok üzüldüm, kaza nasıl oldu?" diye sorar. Trafik polisi "Sen kaçıyordun, bende seni kovalıyordum. İkimizde son surat giderken tam yan yana geldik ya. Senin motorun birden fırlayınca, benim motorum durdu sandım ve son surat giden  motordan inerken bu kaza oldu" demiş.

KÖPEKLE KONUŞMUŞ

Adam köpeğinin tasmasından tutmuş yolda giderken, bir komşusuyla karşılaşır.
Komşu sorar:
- Bu eşekle nereye gidiyorsun?
- Yahu bu köpek be adam sen niye eşek diyorsun? diye tersler köpeğin sahibi. Köpekle eşeği birbirinden ayıramıyor musun? sen der.
Komşusu aldırış etmez ve adama şöyle söyler:
- Ben köpek ile konuşuyorum. Sen ne diye söze karışıyorsun ki?

22 Haziran 2012 Cuma

TANRİ NEREDE

İki kardeş çocuk, yaramazlıklarıyla ün salmış. Mahalleli her ne olursa bu çocuklardan bilirler, her olayda çağırır sorular sararlar. Çocuklarda bir türlü islah olup yaramazlık yapmaktan vaz geçmezler. En sonunda mahalleli papazdan yardım isterler.
Papaz çocukları çağırır. Önce büyük olanı odasına alır.

Ona; "Tanrı yukarıda göktedir ve bizleri her zaman gözetler. O her yaptığımızı görür. Ve ona göre bizleri cezalandırır." der ve çocuğa sorar:
"Şimdi söyle bakalım evladım, şu anda Tanrı nerede?" der.
Çocuk susar... Papaz tekrar sorar:
"Evladım söylesene, Tanrı nerede?"
Çocuk susmaya devam eder. Papaz ısrarla sorar. Çocuk yine susmaya devam eder. Papaz sonunda sinirlenir:
"Konuşsana be çocuk, Tanrı nerede?" diye bağırır.
Çocuk, aniden papazın yanından dışarı fırlar.
Kardeşini de yanına alarak oradan kaçarlar ve bir yerde saklanırlar.
Küçük oğlan, büyüğüne sorar:
-"Neden saklanıyoruz? Ağabi" 

Ağabeyi cevap verir:
  "Bu kez durum çok ciddi. Tanrı kaybolmuş, bizden biliyorlar." der.

URFALI'NIN DUASI

Urfa'lının biri yüksek bir tepeye çıkıp ellerini açmış dua ediyor.
"Allah'ım biye para ver ev alıyam, araba alıyam..." O anda yer sallanmış adam paldır küldür yere yuvarlanmış.
Sonra ayağa kalkmış ve demiş ki.
"Ey Allahım , vermisen vermisen niye kızısen? Hele kızısen kızısen niye beni iteklisen..?"

21 Haziran 2012 Perşembe

BABALAR GÜNÜ

17 Haziran 'Babalar Günü' imiş. Ben unuturum zaten ve öyle şeyleri hiç takip etmem. Hepsi sağ olsunlar herkes kutladılar. Gönlümüzü yaptılar hepsine çok çok teşekkürler ederim. Fakat kelimelerle anlatamayacağım çok önemli bir olay oldu. 17.06.2012 tarihinde kurs öğretmenim "Yarın(Pazartesi günü) saat 10.00da kurs yerine gitmemi ve orada bilgisayarla ilgili çok önemli bir detay öğreneceğimi" söyledi. Saat tam 09.45 te gittim. Daha sonra diğer kurs arkadaşlarım; Erol Bey ve Mehmet Bey'de geldiler, üç kişi olduk, konuyu onlarda bilmiyorlardı. Hatta Mehmet Bey çok çalışkan öğrenci ya leptap ı ile birlikte gelmişti. Öğretmenimiz Ofisinde yoktu. Ben Allah var kimseye bir şey söylemedim fakat 'Öğretmenimle konuştum da babalar günümü kutlamadı' diye düşünüyordum. Birden kapı açıldı. İçeri Kurs öğretmenimiz Nalan Arslan önde, arkada kanun elinde Başar Bilge isminde bir müzisyen ve Gençlik Merkezinin Halkla İlişkiler Danışmanı Selvihan Tekin içeri girdiler. Arkadan yaş pasta gazoz getirdiler. Kanun çalıp, yaş pasta kesildi ve orada bizim BABALAR GÜNÜMÜZ kutlandı. Birer de hediye verdiler. Ben kendilerine teşekkür edemiyorum. Çünkü o yaptıkları ince düşünce ve hareket hiç bir teşekkür ile karşılanmaz. Teşekkür bazen böyle konularda çok aciz kalıyor. Keşke daha başka bir kelime olsa da kendilerine söyleyebilsem. Arkadaşın biri içerde kendimi zor tuttum dedi ve gözleri yaşardı. Her ne diliyorsa Yüce Rabbim kendilerine versin, o saf temiz yüreklerini kötülerle karşılaştırmasın.

20 Haziran 2012 Çarşamba

KOVDULAR

1972 yılında er öğretmen olarak köyde askerliğimi bitirdim. Üniversite tahsili için tayınımı Ankara ya istedim. Fakat beni kervan geçmez kuş uçmaz bir köye verdiler. Nallıhan İlçesi Yukarıtepe Köyü. Göreve başlamak için gittiysem de durum iç açıcı olmayınca geri Rize’ye geldim. Torpil nasıl olur bilmediğimden başka çareler aramağa başlamıştım.

Bir gün Rize de Mustafa isimli öğretmen arkadaşımla dolaşıyorduk. Rize Emniyet Müdürlüğü önünden geçerken, Mustafa bana "Recep sen çok iyi polis olurdun" dedi. Hiç aklımda olmadığı halde polisliği aklıma düşürdü. O gece sabaha kadar düşündüm. Hem polislik yapar hem de yarım kalmış üniversite tahsilimi bitiririm düşüncesiyle ertesi gün bilgi almak için saat 16.30-17.00 sıralarında Rize Emniyet Müdürlüğüne gittim. 

Alt kat koridorda yürürken sağ tarafta ‘Müdür’ diye yazan bir oda vardı. Nasıl olacağını bilmediğim için ulu orta hemen kapıyı iki tıklattım ve içeri girdim. İçerde sivil bir şahıs oturmuş önünde ki evraklarla ilgileniyordu. "Efendim polis olmak için bilgi alacaktım." dedim. Adam bana tahsilimi ve ne iş yaptığım gibi birkaç şeyler sorarak biraz konuşturdu ve "Çık yukarı Başkomiser Ahmet Bey var, O na söyle hemen işlemlerini yapıp dosyanı tamamlasınlar ve bugün imtihana girenlere yetiştirsinler" dedi.

Yukarı çıktım. Üst katta geniş bir salon ve bu salonda daktiloların başında oturup yazı yazan ve sohbet eden 10-15 tane resmi ve sivil elbiseli polisler vardı. İçlerinde belki amirlerde vardı fakat ben bu mesleğe yabancı olduğum için kim amir, kim memur bilmiyordum. Şimdiye kadar hiç ilgi de duymuyordum.

Orada oturan resmi giysili bir memura başımı uzatarak gizlice Ahmet Bey’i sordum. Yan tarafta oturan ve benim kimi sorduğumu duyan sivil elbiseli, şişkomu şişko, oturduğu koltuğa sığmayan, dişleri som altın bir adam sorduğum adamın cevabını beklemeden bana; "Ne var ne yapacaksın, Ahmet Beyi? Ahmet Bey benim” dedi, sert bir şekilde. “Ağabey polisliğe müracaat” dedim ve daha sonunu getiremeden bana “Senden polis molis olmaz defol git. Beni ayağa kaldırma ha" diye bağırdı. O sorduğum poliste öyle durgun durgun yüzüme bakarak sanki çaresiz olduğunu anlatır gibi bir tavır takındı. Eyvah öyle korktum ki. Ben nereye gelmiştim? Daha kimseye bir şey sormadım. Geri döndüğüm gibi o merdivenlerden aşağı koşarak indim. En kısa yoldan kapıyı bulup kendimi nasıl dışarı atarım onu düşünüyordum.

Tam koridor da hızlı adımlarla biraz gitmiştim ki, beni Ahmet Bey'e yollayan o ilk yanına girdiğim adamı gördüm. Omuzunda bir havlu ile gömleğinin kollarını kıvırmış olarak bana doğru geliyordu. Galiba sağ tarafımda ve arkamda bulunan lavaboya gidecekti. Ben yukarıdan kaçıyorum ya, az kalsın kendisine çarpacaktım. Ona çarpmadan biraz geçmiştim ki o beni tanıdı ve biraz şaşkınca; "Dur bakalım, Ne var? Ne oldu? Neden kaçıyorsun delikanlı?" diye sordu. 

Ben korku ile arkama baka baka "Efendim benden polis olmazmış. O Ahmet Bey öyle dedi. Elinden zor kurtuldum, kaçıyorum" dedim. "Gel bakıyım benimle" dedi ve daha lavaboya gitmekten vaz geçti. Geri döndü, öyle boynunda ki havlu ile merdivenlerden yukarı yürümeğe başladı. Aha da sana iş şimdi. "Çıkmayın efendim, O çok sinirli. Üstüne gitmeyin. Ben sebep olmayım, polis olmazsam da olur, siz benden sebep kötü olmayın." filan dedim. 

Adam hafif gülümser gibi yaptı ve "Gel bakalım kardeşim, gel, biz bu polislerin kültür seviyesini işte onun için yükseltmek istiyoruz." dedi. Beni zorla geri çevirdi ve O önde ben arkada yukarı çıktık. Ben sağa sola bakıyor, acaba ne olacak, ben ne yapacağım diye düşünüyordum. Çünkü görmüştüm Ahmet Bey’in masasının üzerinde bir tabanca duruyordu. Yanımda ki adam gömlekçe ve üzerinde hiç tabanca filan yoktu.

Düşündüğüm gibi olmadı. Bu adamı gören herkes ayağa fırlıyor. Esas duruşa geçiyorlardı. Benim kalbim küt küt diye atıyordu. Adam önümde ben arkasında, bankonun önüne kadar gittik. İçerden bir memur koşarak kapıyı açtı. Oturdukları yere içeri tarafa girdik ve Ahmet Beyin oturduğu yere doğru gittik. Ahmet Bey bu adamı daha kapıdan görür görmez çabalıyor fakat şişmanlıktan bir türlü ayağa da kalkamıyordu. Kalkarken tökezledi ve zor bela ayağa kalktı, esas duruşa geçti. “Buyurun Müdürüm. Emirleriniiiz!” diye bağırdı. Bir taraftan da beni süzüyordu. 

Beni getiren adam önce Ahmet Bey’e bir şey demedi. Orada ki diğer memurlara beni göstererek; "Bu çocuğun işlemlerini hemen bitirin. Bugün imtihana giren adaylara yetiştirin. Yarın rapor için hastaneye yollayın." dedi. Ve döndü Ahmet beye; "Emekli ol defol git. Ben seni koparacağım fakat çocuklarına acıyorum." dedi. Allah Allah o sinirli canavar gibi adam Ahmet Bey ve diğerleri bu adamın karşısında sadece "Baş üstüne. Emredersiniz." diyorlardı. Bu adam acaba kimdi? Yoksa adam filan değil, başka bir alemin korkulacak bir yaratığı mıydı? Hiç öyle korkulacak bir adama da benzemiyordu. Bu adamdan niçin böyle korkmuşlardı? O gün hiçbir şey anlamadım.

O akşam bütün işlemlerim bitti. Hatta Trafik Şube Müdürü yoktu. Evrakları ve tuttukları raporları gece onun evine götürüp imzalattılar. Ertesi gün Sağlık Raporu için Erzurum'a Askeri Hastaneye heyete yolladılar.

Meğer o adamla gittiğimiz yer Üçüncü Şube imiş. Ahmet Bey de orada Başkomiser ve Üçüncü Şube Müdürlüğüne bakıyormuş. Polis Aday Bürosu Üçüncü Şubeye bağlı olduğundan orasının da Amiri imiş. Sonradan kendisi ve oradaki memurlar beni karşılarına oturttular. Üst üste çay içiriyorlar, sigara kahve ikram ediyorlar, o kadar sevdiler ki gitmemi hiç istemiyorlardı. Doğru olayı ne kadar anlattıysam da hiç kimseyi inandıramadım. "Madem o kadar torpilli idin, niçin baştan bize söylemedin, kardeşim? Diye bana sitem ediyorlardı. Bana zorla sicil numaralarını veriyorlar, torpil yapmamı istiyorlardı.

Sonra öğrendim ki kaçarken rastladığım, benim elimden tutup ta yanın da yukarı getiren ve polis olmamı sağlayan O adam; Rize İl Emniyet Müdürü Yusuf Aksu imiş. İlk defa bilmeden yanına girmişim. Kendilerine buradan bir kez daha hürmet ve saygılarımı iletiyorum. Ölmüşse rahmetler diliyorum. Ömrümde nasıl olduysa bilerek veya bilmeyerek yaptığım tek torpil budur. İşlerimin yürümesi için sahtelik yaptım fakat hiç torpil yapamadım. Çünkü benimle ilk karşılaşan adam, beni hiç sevmez, nedense gıcık kapar. Belki de Ahmet Bey de benden gıcık kaptığı için kovmuştu. Ona da sağ ise saygı, ölü ise rahmetlerimi yolluyorum.





18 Haziran 2012 Pazartesi

SUÇLULAR NEZARETTE

1974 yılı Ağustos Ayları. Adana Cinayet Masası. Tek arabamız olduğu için sabahları araba Kısım Amirini almağa Denizli Mahallesine gider ve o güzergahta oturan arkadaşlar ile Kısım Amirini alır, Kısma getirirdi. Diğer arkadaşlar  kendi imkanları ile Büroya gelirlerdi. Bir sabah göreve gitmek için Topel dolmuşları son durağa geçtim. Durak Göğüs Hastanesinin hemen altında evime de çok yakındı. Dolmuşla Emniyet Müdürlüğüne giderken Küçük saatın ilerisinde büyük bir kavga gördüm. Hemen dolmuştan indim.

Kavga da değil bir kaç kişi bir adamı öldüresiye dövüyorlardı. Adamların hiç birini tanımıyordum. Biraz seyrettikten sonra dayanamadım, ayırmak istedim. "Sana ne lan" deyip bana da saldırdılar. Polis filan dediysem de "Polis sen Allah mı oldun lan!" dediler ve bana da vurmağa başladılar. Ben de onlara vurmağa başladım. Orada bulunan herkes seyrediyorlar hiç kimse bizlere yardım etmiyorlardı. Meğer bunların belalı adamlar olduğunu o civarda bilmeyen yokmuş.

Ne ise bende kavgaya ister istemez girmiş oldum. Orası Kış taksi durağının önü ve kalabalıktılar. Beni ve tanımadığım o adamı iyice benzettiler. Bizler de dövdük fakat onlar kalabalık ağız burunlarımızı kırdılar. Bir baktım resmi bir polis jipi geldi. O mıntıkanın Karakol amiriymiş. Dört tane polis memuru ile birlikte geldiler. Tam kurtulduk diye sevinirken Karakol Amiri Başkomiser o adamlardan birisine "Necmi Ağabey bu şerefsizler kim, size mi saldırdılar?" dedi. O Necmi dediği adam da "Evet Amirim." dedi. Baktım Kış Taksi durağı çalışanları, yanı kavga ettiğimiz adamların hepsi Adnan Başkomiserin adamları. İçlerinden bir polise gizlice sordum; "Neler oluyor kardeşim?" diye. "Sen polis misin? Polis isen sakın söyleme. Karakolda barıştırıp hepinizi bırakır. Eğer söylersen, bu Başkomiser seni yakar kardeşim." dedi.

O benden önce dövdükleri adam Erzurumlu imiş. Ben de olaya karışınca ben de dayaktan nasibimi almışım tabi. Başkomiser o Erzurumluyu ve beni polis arabasına aldı. Durak sahibi Necmi'ye "Sonra karakola gelin." dedi ve oradan ayrıldı. Karakol da bizleri öyle kanlı filan nezarete attılar. Ben nezaretten seslerini duyuyordum. Duraktan bir kaç adam geldiler. Bizden davacı oldular. Çay bardakları, ifade, daktilo ve gülüşme sesleri nezaretten duyuluyordu. Baktım pabuç pahalı. Yaptığı fezlekeye göre belki de meslek hayatım sönecek.

Nezaretin küçük penceresinden koridora bakarken sivil bir adamın süpürge ile yerleri yavaş yavaş süpürdüğünü gördüm. Alçak sesle çağırdım. Bir sert yaptı bana, bağırdı ve pencereye de usulca yaklaştı. Sonraları kendisini tanıdım. Antepli Şahin isimli gece bekçisi imiş. Her gün Karakolda bulunup, temizlik ve getir götür işleri yaparmış. Avucumun içinde elli lira para uzattım ve "Bu senin hakkın, kimseye söyleme. Koy cebine. Şu on lirayı da al, yol parası yap. Bir taksiye bin. Bu notu götür Asayiş Şube Müdürü nün kendisine veya kapısında bekleyene ver" dedim. O zaman Murat 124 lerle şehir içi beş lira idi. Zaten Emniyet Müdürlüğü de oraya yakındı. Yürüyerek on dakikaya gidebilirdi. Paraları aldı. "Dakikada bir tuvalete çıkılmaz lan. Daha yeni girdiniz buraya." diye bana bir daha  bağırdı ve kayıp oldu, gitti. Ben kendisine yine dikkat ederken daha hiç göremedim.

Ben ve şoförlerin dövdükleri O Erzurum lu adam nezarette endişeli beklerken, sanıklarla muhabbet ve çay bardak sesleri hala nezaretten duyuluyordu. Bir saat kadar sonra Asayiş Şube Müdürü nün sesini nezaretten duydum. Yardımcısı Emniyet Amiri Sami Bey ile Karakola gelmişlerdi. Beni belki de tanımaz fakat ilk etapta olayı benden duyması iyi olurdu. O bekçi notumu kendisine iletmiş anladım. Yoksa gelmezdi sabah o saatlerde Karakola. Notta aynen şöyle yazmıştım; "Sayın Müdürüm, şu anda haksız bir nedenle Hürriyet Karakolunda nezaretteyim. Gerçeği anlamanız için bizzat kendinizin gelmenizi ve durumu incelemenizi bilgilerinize arz ediyorum. Cinayet Bürosu Polis Memuru Recep"  Saygı değer Asayiş Şube Müdürü Adil Bey Karakol Amirine sordu. "Herhangi bir olay var mı?" "Yok Müdürüm basit bir darp olayı var. Durakta şoförleri dövmüşler. Sanık iki kişiyi yakaladım, nezarettedirler." dedi.

Asayiş Şube Müdürü Nezaretin kapısına kadar geldi ve; "Açın bakıyım nezareti." dedi. Açtılar. Hep birlikte içeri geldiler. Diğer o duraktan gelenlerin sesleri kesilmiş, ayağa kalkmış öyle bekliyorlardı. Yanımda ki dayak yiyen Erzurum lu da hayretler içerisinde olup bitenleri seyrediyor bir taraftan da titriyordu. Müdür Karakol Amirine tekrar sordu "Suçlular bunlar mı?" "Evet Müdürüm" dedi. "Üstlerini aradın mı?" "Aradık suç unsuru yok Müdürüm" dedi. Müdür Bey bana döndü ve elini uzatarak; "Recep tabancanı ver." dedi. Hemen 38 kalibre, iki inçlik Simit Wesson marka tabancamı çıkardım ve avucumun içinde tutarak kendisine uzattım. Karakol Amirine "Bu ne Adnan Bey? Bu adamı nezarete silahı ile birlikte niçin koydun?" dedi. Adnan Bey kem küm ederken Müdür Bey geri bana döndü ve "Silahını beline koy Recep." dedi. Konuyu dinleyip iyice anladıktan sonra bir ekibe anons ederek Karakola çağırdı. O ilk dayak yiyen Erzurum lu garibanı onlara teslim etti. Hastanede sağlık kontrolunden geçirilip haklarında yasal işlem başlatıldı. O kendisini dövenleri teşhis etti ve olaya karışan kendisini döven şoförleri hepsini yakaladılar. 

Başkomiserin de ortak olduğu önemli bir suç tespit edildi. Karakol Amirini açığa aldılar ve hakkında soruşturma başlattılar. Yaşı dolmuştu emekli oldu. Sonra hapislik cezası aldı. Benim notumu Müdüre götüren o gece bekçisi Antepli Şahin " Yolladığın notta okudum,  sen madem polismiş sın verdiğin şu elli lirayı geri al. Ne olursun rahat edemiyorum, ağabey" dedi. Kendisine elli lira daha verdim, "Helal olsun. Korkma sana bir şey olmaz." Dedim.

15 Haziran 2012 Cuma

FRENİ NERDE

Adamın biri pejo marka bir araba alır. Ertesi gün yolcu taşırken araç çok fazla hızlanır.
Yolculardan biri:
-"Kaptan yavaş..bir yere çarpacaz!" der.
Şoför:
-"Sen Pejo'yu biliyon mu?" der.
Yolcu:
-"Hayır!" der.
Şoför:
-"O zaman susacan" der ve devam eder.
Minibüs daha da hızlanır.

Yaşlı bir yolcu daha seslenir:
-"Oğlum ben hastayım, biraz yavaş git!"
Şoför yine sorar:
-"Sen Pejo'yu biliyon mu?"

Amca ne bilsin?
-"Hayır!" der.
-"O zaman susacan blader"der şoför..
Bu kez bir kadın seslenir:
-"Hamileyim! Lütfen biraz yavaş, çocuğumu düşürecem !!"
Şoför yine sorar:
-"Sen Pejo'yu biliyon mu?"
Kadın:
-"Yok!" der.
Şoför yine aynı cevabı verir.."O zaman susacaan"
Arkadan kızgın bir ses tonuyla bir genç ayağa kalkar ve bağırır:
-"Yavaş git be kardeşim, öldürecen bizi !"
Şoför yine sorar:
-"Sen Pejo'yu biliyon mu?"
Genç:
-"Biliyorum lan, ne olacak?" der.
Şoför:
-"O zaman çabuk söyleyeceyen blader, bunun freni nerede?"... der.

14 Haziran 2012 Perşembe

EŞEKTEN FARKI

Bir millet vekili şoförüne sorar:
-Şoförle eşeğin farkı nedir?
Şoför sıkılarak:
-Bilmiyorum vekilim der.
Vekil “Eşeğe çüş, şoföre dur deyince durur.” der
Şoför çok içerler, fakat belli etmez, içine atar.
Ertesi gün Vekile:
-Vekilim, millet vekili ile eşeğin arasında ki fark nedir? diye sorar.
Vekil düşünür, düşünür “bilmiyorum, sen söyle nedir?” der.
Şoför: "Valla vekilim ben de bilmiyorum... "diye cevap verir.

12 Haziran 2012 Salı

ÇEKİLİŞTE ÇIKMIŞ

1990 yılı yer Ankara, Oto Hırsızlık Bürosu; Anafartalar Caddesinde bir beyaz eşya dükkan sahibinin arabasından hırsızlık olmuş. Hırsız yakalandı, mallarının bir kısmı çıkartılıp sahibine teslim edildi. 

Tahkikatını saflığı ile tanınan Komiser Erdoğan yapmıştı.

Buraya kadar her şey normal, asıl anormallık bayramda Büromuza gönderilen bayram kutlama tebrikleri ile başladı. Dükkan sahibi memnun kalmış olacak ki bayramda Kısımda bulunan bütün amir ve memurlara tebrik yazmış. 

Kısım Amiri Başkomiser Muharrem Bey gelen tebriklerden Erdoğan Komiser'in zarfını açmış ve tebriğin alt kısmına "Geçen ki çekilişte bir adet dikiş makinesi kazandınız. İyi günlerde kullanın" diye yazmış. 

Erdoğan Bey zarfı alır, bakar ki kendisine dikiş makinesi çıkmış. Hemen bir kamyonet tutarak Anafartalar da ki dükkana gider. Otururlar çay kahveden sonra bakar ki makine filan veren yok. "Hadi bana çekilşten çıkan makineyi verin de gideyim." der. 

Çıkarır cebinden zarfı ve üzerinde ki yazıyı gösterir. Dükkan sahibi "Malesef arkadaşlarınız size tatsız bir şaka yapmışlar. Biz öyle çekiliş yapacak düzeyde bir mağaza değiliz. Özür dileriz." der. Komiser Erdoğan Bey bu tatsız şakadan sebep tayin istedi ve başka bir birime geçti.

8 Haziran 2012 Cuma

ON DÖRT Lİ DA AĞLAI

1989 yılı Ankara Emniyet Müdürlüğü Hırsızlık Bürosu, Avni isminde bir hırsız yakaladık. 45 yaşlarında ki bu hırsız çaldığı eşyaları PTT kargosu ile memleketi Kastamonu ya yolluyor ve kendisi de arkadan giderek orda satıyor. Sattığı hırsızlık malları toplamak için mavi Ford minibüs içerisinde dört memur arkadaş ve suçlu Avni olmak üzere, beş kişi kışın karda Ankara dan Kastamonu'ya doğru yola çıktık.

Ilgaz Dağının altında tekerimiz patladı. Arkadaşlara "Tekeri acele tarafından değiştirin. Gece olmadan varalım." dedim. Başta şoför Hamdullah olmak üzere hiç biri bir şey söyleyemiyor, aval aval gözlerime bakıyorlardı. En son mesele anlaşıldı hiç biri de arabaya kriko takmağı bile bilmiyorlarmış ve kışın kar kıyamette araba ile uzun yola Kastamonu ya gidiyormuşuz.

Akşam karanlık olmuştu. Yolun kenarında o ıssız gecede bir şeyler yapmağa çalışırken, yolda yavaş yavaş karda zor yürüyen bir adam gördüm. Ben adama seslenirken adam bana seslendi. "Ağabey ben Kastamonu'ya gideceğim. O tarafa gidiyorsanız beni de alır mısınız?" dedi. 'Kul darlanınca hızır yetişir.' derler ya "Hele gel gel." dedim. Adam geldi. Kendisi tır şoförü imiş ve tırları varmış. Yanı arabacılık mesleğiymiş. Bizimkilerinde yardımı ile az zamanda arabamızın tekerini değişti ve onu da arabaya aldık, o sırada gece olmuştu birlikte yola koyulduk Çankırı tarafından Kastamonu ya doğru.

Her taraf kar fakat yollar temizlenmiş olsada yinede yer yer buzlanmalar vardı. Adam arabamıza binince hiç beklenmedik bir olay oldu. İçerde arkada polislerin arasında oturan hırsız Avni yi tanıdı. Bir birine sarmaş dolaş oldular. Nerden tanıştıklarını sordum. "İçerden Ağabey" dedi. Önce O da hırsız diye düşündüm fakat yanılmışım. Adam bizim Avni gibi hırsız değilmiş, iki kişi öldürmüş ve hapise düşmüş. Bizim Avni da hırsızlık yapmış içerde imiş, orada tanışmışlar. Hem ikisi de Kastamonu lu hemşeri. Biri hırsız, öbürü katil.

"Ooo Avni böyle nereye gidiyor sunuz?" dedi. Ben Avni'yi konuşturmadan hemen sözü aldım ve "Avni'nin arkadaşlarıyız. Bir kız beğenmiş, onu kaçırmağa Kastamonu'ya gidiyoruz" dedim. 14 lü tabancamda arabanın göğsünde duruyordu. Hemen onu gördü ve "Ağabey 14 lü de ağlayı ha" dedi. "Senin tabancanı ver bakıyım" dedim. "Üzerimde değil, evdedir Ağabey" dedi.

Yollarda arabamız kaldı. Adam olmasa biz Kastamonu'ya zor gidebilirdik. O gece vaktinin ayazında kah indi araba dayandı, kah direksiyona geçip gaza bastı. Çok zor şartlarda yolculuk etsekte yeri geldi yolda çok uzun muhabbetler de ettik. Evleri Kastamonuya girişte yol üstünde ve iki tane 14 lü silahı olduğunu söyledi. Kastamonu ya girmeden evini gösterdi. Biz kendisini indirip tekrar yolumuza devam edecektik fakat ille bırakmadı. Bizi evine götürdü. Annesi gece o saatte yataktan kalkıp yemek hazırladı ve bizlere yedirdi. Çay yapıp içirdikten sonra ille kalmamız ve sabahtan işimize devam etmemiz için ısrar ettilerse de biz kalmadık yolumuza devam ettik. Evden ayrılmadan önce tabancasını getirdi, baktık ve kendisine bir kutu fişek ile bir de kartımı verdim. "Ankara ya gelirsen mutlaka bana uğra!' dedim ve evlerinden ayrılarak Kastamonu ya gidip işlerimizi halledip geri Ankara ya döndük.

Ben unuttum gitti. Aradan zaman geçmiş. Adam hiç bakmadan verdiğim kartı cebine koymuş. O hala polis olduğumuzu bilmiyormuş. Bir ay kadar sonra Büroya bir telefon geldi. Benimle görüşmek istediğini söyledi. Önce tanımadım. Sonra baktım o adam, Kastamonu lu Kemal. Kartıma bakmış ki ünvanım ve rütbem 'Komiser' yazıyor hemen beni aramış; "Oy ağabey sen ne yaptın? Bana verdiğin kartta 'Komiser, hırsızlık, bir şeyler yazıyor. Ağabey sen kimsin? Beni kötü oyuna getirdin. Ankara'ya tedavi olmağa gelecektim. Senin korkundan daha gelemiyorum." dedi.

Çağırdım Ankara'ya geldi. Kemal ı Terminalden alıp Ankara Hastaneye götürüp yatırdım. Bel fitiği hastalığı varmış. "Sana silahım var diye yalan demiştim" dedi. "Peki o gösterdiğin neydi? Eğer bir yatırırsam köyünüzde ki bütün silahları getirirsin." dedim. "Sakın haa.. Ağabey, ben sana baba dedim." dedi. Her Ankara'ya geldiği zaman bana uğramadan geri gitmezdi Kastamonulu Kemal.

7 Haziran 2012 Perşembe

BEN ADAMI

1975 yılı Ekim Ayında bir suç işlememden dolayı Asayiş Şube Ekipler Amirliğine tayin edildim. Ertesi gün resmi elbiselerimi giyerek Asayiş Ekipler Amiri nin yanına gittim. Saygıdeğer Emniyet Amiri Sami Bey "Recep seni iyi tanırım. Yerin Cinayet Masasıdır. Resmi elbise giyme. Müdür Beyin sözü yerine gelsin, birkaç gün sonra sen tekrar geri Cinayet Masasına gideceksin. Sivil gel buralarda bulun şimdilik" dedi.

Bende bana yapılan bazı haksızlıklardan dolayı bayağı bir dolmuştum ve "Hayır, Amirim. Ben artık Asayiş Şubede çalışmak istemiyorum. Beni başka bir Şubeye verdirin." dedi. Bu sefer Sami Bey sertleşti ve "Bu teşkilatta istediğin yerde değil, istenilen terde çalıştırılırsın. Sen daha öğrenemedin mi?" diye bana fırça attı. Her gün gündüz gelip gidiyorum ve Emniyet Müdürlüğü cıvarında bulunuyor, arada bir de Büro da  yanında bir sandalyede oturuyordum. Bana hiç kimse bir görev vermiyorlardı.

Ertesi gün Bey Mahallesinde taksi durağı çalıştıran İbrahim isminde, polisin iyi tanıdığı sabıkalı bir adam geldi. Meğer Hırsız Ahmet isimli polis memuru amir beyin şoförlüğünü yaparken Amir Bey ile durağına gitmişler araba filan yıkatmışlar ve Amir Beyle tanışmışlar. Amir Bey sabıkalı olduğunu bilmiyor, şahsı öyle tanıyor. Durak sahibi İbrahim Amir Beyle tanışınca arayı hiç soğutmuyor, ziyaretlerine geliyor, bazen de Amir Beye bize gel diye ısrar ediyordu. Adam beni hiç sevmez, ben de adamı hiç sevmezdim. Çünkü üç kağıtçı uyuşturucu bağımlısı, kendini beğenmiş ukala damın biriydi. Bilmiyorum belki benim Cinayet Masasından tayin olduğumu duymuş ve sevindiği için de oraya gelmişti. Bizim polis arkadaşlardan çok yanına giden gelenler olurdu.

Adam beni orada görünce hoşuna gitti ve arada bir bana da bakarak olur olmaz konuşmalara başladı. Baktım kendime hakim olamayacağım, dışarı çıktım. Bir saat kadar sonra gittim ki hala oturuyorlar. Ben de oturdum. Bu patavatsız adam yine başladı konuşmağa ve Amir Bey e sordu: "Sen kaç lira maaş alıyorsun?" Amir Bey de "1.800,00tl"dedi. Fakat hareket ve konuşma tarzlarından Amir Beyin de bu adamdan sıkılmağa başladığını sezinlemiştim. "O paraya çalışılır mı kardeşim, gel benim taksi durağımda araba yıka sana 5.000,00tl maaş vereyim" dedi. Amir Bey pek hazmedemedi fakat bir şey de söyleyemedi. Benim çok ağırıma gitti. Gerçi Amir Beye diyordu fakat olsun hiç bir meslek taşıma söyleyemezdi. Hemen yerimden kalktım. Amir Beyin yanında adamı yakasından tutup ayağa kaldırdım ve "Sen kimsin ki şerefli bir Emniyet Görevlisi Türk Polisi Amirine sulfi iş teklif edip aşağılarsın, kaç paralık adamsın" dedim ve adama elimi kaldırdım daha vurmadan adam yere yattı. Çünkü beni daha önceden de çok iyi tanırdı.

Gözüm döndüğü zaman gözüme hiç bir şey gelmediğini, hiç bir şeyden korkmadığımı bilirdi. Benim için vurmasın diye yerden kalkmıyordu. Öylece yatarken Amir Bey de geldi baş ucunda dikildi ve adama tekmelerle vurarak "Ben adamı böyle perişan ederim. Böyle ders veririm işte. Bir daha yanıma gelme sakın. Şerefsız herif" diyordu. Adam üzeri hep toz toprak çıktı gitti. Amir Bey döndü bana, ben kızacak fırça atacak diye düşünürken "Eline sağlık, bir daha böyle bir şey olursa sakın korkma ben arkandayım. Bir tokat ta benim için vur Recep" dedi.

6 Haziran 2012 Çarşamba

OPERA

Temel yeğeni ile operaya gitmiş, on yaşında ki çocuk bakmış ki bir adam elindeki çubuğu sallıyor, diğer insanlarda hep birlikte bağırıyorlar. On yaşında ki Ahmet Amcası Temel'e soruyor;

-Amca emica ha o adamlar, bu adama niçun bağırayı? Temel de;

-Onlar bağırmayı, şarkı söyleyi.

-O ki o adamlar O adama bağırmayı, O adam elindeki çubuğı niçun sallayıp onları korkutayı?


5 Haziran 2012 Salı

CİNAYET İHBARI

1978 yılı Adana yaz ayları bunaltıcı sıcaklar var. Gece saat 02.00 sıraları, Haber Merkezi; Reşatbey mahallesinde ara sokaklardan birinde ticari taksi içerisinde bir şahsın öldürülmüş olduğunu. İntikal etmemizi ve konuyu incelememizi anons ederek bize bildirdi. Biz adresi ve ticari taksiyi ararken önümüzde resmi bir polis ekibi de koşturup duruyordu. Meğer bir kaç gün çalıştıktan sonra Cinayet Masasından Asayiş Ekipler Amirliğine tayin edilen Sebahattin adında Diyarbakır lı Polis Memuru arkadaşımız, bizden evvel bu yeri bulmak ve olayı Haber Merkezine anlatmak için koşturuyormuş.

Yanı dedektif ya başka yere tayin edilmekle kendisine haksızlık edildiğini bu şekilde ispat edecekmiş. Bir taksi arka kapısı açık, şoför ayakları arabanın dışında uyurken bu Polis Memuru tarafından "Hış, hış, yaşıırsın?  Ölmüşsün? Hele kalk hele kalk. Senin için öldürülmüş diiler. Sen nasıl canlı olırsan?" diye şoföre çekişiyordu. Biz anladık ve yanlarından gerçek öldürülen taksi şoförünü bulmak için başka tarafa giderken arkadan bizim haksızlığa uğramış dedektif anonsu patlattı; "Merğez, doğridur, buyurduğunuz yere yakın yerde  biz Asayiş Ekibi tağsiyi bulduğ. Arka koltuğlarda ölü gibi yatup kanduran şahus vardur. Şağıs ölmemiş sağdur. Bilgilerinize. Bülmem ğırğız, bülmem anarşist, bülmem suçsuz merğez. Bu şağis elumuzdedur merğez. Cinayet Masasına teslum edelum mı? Merğez" Merkez defalarca anons ettirip anonsları kayıda almışlar canları sıkılınca dinlerler ayrıca bizlerin de her gidişimiz de de özellikle dinletirler, hatta bazı geceler geç saatlerde telsizlerden de korsan olarak diğer bütün ekiplere tekrar tekrar dinletirlerdi. 

4 Haziran 2012 Pazartesi

KENDİNİ ARADI

1989 yılı yer Ankara Emniyet Müdürlüğü Hırsızlık Bürosu, yeni binaya taşındık. Hiç hırsız yakalanmıyor, her gece hırsızlıklar gırla gidiyor. Asayiş Şube Müdürü Sayın Bahri Baykal ateş püskürüyor. Büro Amirimiz Başkomiser Turan Güder toplantılar yapıp "hırsız istiyorum" diyor. Hırsızlık Masasının bütün personeli gece gündüz hırsız peşinde fakat bu işlerinde genel de şansla olduğuna inanıyorum. Çünkü bazı zaman ne kadar istesen de hırsız yakalayamazsın.

Bir gün Esat Caddesinde giderken bizim hırsızlık ta çalışan çok sevdiğim saf fakat kendini kurnaz sananlardan aynı zamanda Trabzonlu olan Mahmut isimli bir memurunu dilenci kıyafetinde gördüm. Kendisi ile konuşmak istediysem de konuşmaktan kaçındı ve benden uzaklaştı. Ekiplerinin Amirini Polis Memuru Sadettin'i aradım. Bir kahvede buluştuk. Hemen bu polis memurunu Mahmut'u sordum çünkü yanlarında yoktu. Güldü ve "Görev vermişim hırsız yakalayacak. Yakalamış mı gördüğün zaman bir sor ve aradığı resime de bir bak?" dedi. İki gün sonra Mahmut'u görünce yakalayacağı hırsızı sordum. Çok azılı olduğunu, dikkatli davranmamız gerektiğini, hatta polislerin bile kendisine bilgi verip kaçmasını sağladıklarını söyledi ve benim nasıl haberim olduğunu sordu. Sağa sola baktıktan sonra bizleri izleyen olup olmadığını kontrol ederek cebinden bir resim çıkarttı ve bana gösterdi. "Sen bu hırsızı tanıyor musun? İşte bunu arıyorum, ço eski sabıkalı." dedi. Hayret şoke oldum. Ve gülmemek için kendimi toparladım.

Bana gösterdiği resim, kendisine ait eski bir vesikalık resim idi. Yanı hırsız diye kendi resmini vermişler ve arattırıyorlardı. Hem de başka bir ekipte ki memur da dalga geçiyor; "Ben geçen Ulus ta heykelin önünde resim çektirirken gördüğünü, giderse orda bulabileceğini söylüyordu. Hepsini azarladım fakat yine de olay durulmuştu. Sonra kendisi de konuyu anladı fakat iş işten geçmişti. Kendi kendini yakalamak için dilenci kılığına girmişti.

1 Haziran 2012 Cuma

ÇAKAL İLE KURT

Çakal aslanın yanına gider ve 
-Aslan ağabey geyik nasıl yakalanır bana öğretir misin?
Tam o sırada ilerde bir geyik varmış. Aslan geyiğe odaklanmış bakarken çakala sormuş,
-Bak bakıyım gözlerime kan geldi mi?
Çakal gözlerine bakar
-Evet, gözlerin kanlandı.
-Arkama bak, kıçım alıp veriyor mu? der aslan.
-Evet, alıp veriyor.
Aslan hızla koşarak geyiği yakalamış ve afiyetle yemiş.
Çakalın ağzından salyalar akarken doğruca kurtun yanına gitmiş. "Sana av nasıl yakalanır öğreteyim mi?" demiş. Kurt ta "öğret" demiş. İlerdeki geyiği göstererek odaklanmış ve kurta sormuş;
-Bak bakıyım gözlerime kan oturdu mu? Kurt "Hayır" demiş.
-Arkama bak, kıçım alıp veriyor mu? Kurt yine hayır deyince "Sen anlamazsın. Şimdi seyret geyiği yakalamağa gidiyorum" demiş. Geyik karşıdan çakalın kendisine doğru koştuğunu görünce o da çakala doğru koşmuş ve öyle bir tos vurmuş ki, çakal dört takla atarak, beş metre uzağa kayalıklara atılmış. Kurt koşa koşa çakalın yanına gitmiş ve çakal yarım canda yerde yatarken;
-Şimdi hem gözlerin kanlandı, hem de kıçın alıp veriyor. demiş.