SAYFALAR

31 Ekim 2012 Çarşamba

SEN UYU


Günde bir tas hoşaf içip
Türkiye için savaşan
askerlerimiz
Daha önce 'PARMAKLA OLSA !' başlığı ile yazmış ve Türk Milleti'nin bağrından kopan, Almanların kurtuluş savaşımız yıllarında fotoğrafını çekip şimdilerde meydana çıkardıkları, medarı iftiharımız, iki askerimizin resmini yayınlamıştım. İşte bu manzara bizim Cumhuriyetten önceki halimizi, Cumhuriyeti nasıl kurduğumuzu gösteriyor. 

O zaman Türkiye de Cumhuriyeti Avrupalılar veya Amerikalılar kurmadılar. Türkleri onlar kurtarmadılar. Türk milleti onlara karşı savaştılar ve kendileri dişleri ve tırnakları ile savaşarak kurtuldular. Şimdi bizlere akıl verenler o zamanlar bizi esir etmek veya yıkmak için bütün güçleri ile bize saldırmışlardı. Dünyanın her tarafından Abolcin'lere varana kadar, toplanmış kapımıza dayanmışlardı. Türk Milletini tarih sayfalarından tamamen silmek için kesin kararlılıkla bizimle savaşıyorlardı. Irak'a yaptıkları gibi vatanımızı istila etmek istiyorlardı. 

Tarih tekerrürden ibarettir. Daha önceleri olduğu gibi, daha sonra yine gelip ülkemizi istila etmek isteyeceklerdir. Biz o resimdeki iki asker ve benzerleri sayesinde, Irak gibi olmaktan kurtulmuş, tarihten silinmeyip, daha altın harflerle hiç unutulmayacak bir tarih yazdırmışız.
Irak ta halka tasma
takan ABD askeri
 
O zamanlar tüm yurttaşlarımız; Kürt'ü, Laz'ı, Gürcü'sü, Çerkez'i, Aphaza'sı, Çingene'si, Süryanı'sı, Asüri'si, Gıptı'sı, Türk'ü ve dahası; hepsi birlik olarak savaşmışlar. O altın tarihi bu şekilde yazdırmışlar. 

O zamanlar halktan yardım toplarken, Anadolu da gayri müslim bir bayan, yardım toplayanların huzuruna elinde bir çift çorap ile çıkar "Bu çorabı Yemen de şehit olan oğlum için örmüştüm. Şimdi başka askerler giysin diye hibe etmek istiyorum." der. Mustafa Kemal; Cumhuriyeti işte bu şartlarda, bunlarla ve bu şekilde kurdu. 

Hafızalardan silinmesin diye bizler için tarihler yazdıran O iki askerin resimlerini tekrar yayınlıyorum. Yanında  Irak'a getirilen DEMOKRASİ den de bir resim yayınlayarak örnek sunuyorum. Herkes iyi baksın. Kahramanlarını tanısın. Tanımayan satılmışlara da yazıklar olsun. 

Şu dünya da her şey şahsı menfaat içindir. Her zaman söylüyorum "Hiç kimse başkası için bedava nefes almaz." Başkasının demokrasi si için kılını bile kıpırdatmaz. Avrupa ve Amerika dan gelip te sana iyi rüya görmezler. Demokrasi deyip gelirler fakat Irak ta yaptıkları ve o resimde görüldüğü gibi  insanların boynuna tasma takıp işkence yaptıktan sonra yarım canda böyle gezdirirler. Bir de dünya da yaşayan diğer insanların gözlerini korkutmak içinde böyle resmini çekip medyada gösterirler. Sen uyu EY MİLLET !









30 Ekim 2012 Salı

TÜRK DEĞİLMİYİZ

1980 yılında İsveç te Stokholm Büyükelçiliğinde görevli iken tam gece nöbetimin biteceği sırada sabah erken saatlerde Elçiliğe bir telefon geldi. Telefon açan kişi Türkiye de yaşayan, Hirıstıyan bir Ermeni idi.
Kendini bana iş adamı Bedros olarak tanıttı. Telefonla görüştük, birbirimizi tanımayız. Saygı değer Bedros'un canı çok sıkılmış, benim ile  biraz dertleşti.
Ticaret adamı imiş, bir alış veriş için İsveç'e gelecekmiş. İsveç Hükümeti Türkiye de yaşadığı için vize vermemiş. Hatta 'Türkler bize Türkiye de çok kötülük yapıyorlar' de, sana vize verelim demişler. Çok ağırına gitmiş, gece uyuyamamış. Almanya dan İsveç Türk Elçiliğini bu sebeple aramış ve bu vesileyle görüşmemiz gerçekleşmişti.
Bana şöyle diyordu Bedros "Lo ben ülkelerine gitmek için vize istoor, İsveç Hükümet'ten. Bana vize vermoor. Türkler Ermeni lere kötülük yaptı de deor. Bilmoorki bende Türk. İstoorki Türk bana yalvaroor. Biz Türk, bunlar bizi ne sanoorlar? Biz ülkemizi düşmanlardan nelerle koruor. Biz kimseye bir kötülük etmoor. Herkes bizi öldürmek istoorlar. Türk yalvarmoor, ben de yalvarmoor, vizede istemoor." diyordu.
Demek ki BedrosTürk lerle yaşamaktan, Türk olmaktan gurur duyuyordu ve bu uğurda herşeyi göze alıyordu. Bizde böyle Ermeni komşularımızla yaşamaktan gurur duyuyoruz.
 

ENİŞTE

çarık
İlk başlardan yazmıştım 'OLA O NERDEN GEÇTİ' de ki nişanlılar kız Nermin ve erkek Muhittin aileleri arasında nifak çıkmış tam ayrılacaklarken, Muhittin Nermin'i kaçırmıştı.
Nermin bizim akrabamızdır. Kaçıran Muhittin ise başka akrabadır. İşin içinde kaçırma olayı olunca iki aile arasında biraz soğukluk olur tabi. Zaten nişanlı olmalarından dolayı arada ki soğukluk uzun sürmemiş, araya adamlar girerek barıştırmışlardı.

O zamanlar bende 8-10 yaşlarında çocuktum. Alipaşa Ağabeyim Ankara'dan yeni gelmişti. Birlikte Halamın evine İsmet ağabeyi görmeğe gittik.
Kış günlerinden biri olması nedeniyle milletin işi gücü yok, çevreden de komşular 10-12 kişi evin içinde açık ateşin başında otururmuş muhabbet ediyorlardı. Bizler de onların yanlarına oturup muhabbetlerine ortak olduk. Biz den sonra yukarıda bahsettiğim Muhittin geldi. İri yarı, izbandut gibi, ileri geri sallana sallana yürürken, ayağında kıl çorap ve çarık giymiş, görenlerin gayrı ihtiyarı dikkatini çekiyordu. İngiliz kilot pantolonu giymişti. Üstüne ne giydiğini hatırlamıyorum. Selam verdikten sonra açık ateşin yanına yanımıza bir iskemle çekti ve oturdu. 
Ben kendisini tanıyorum, o da bizleri çok iyi tanıyor fakat Alipaşa Ağabeyim köylerde pek durmayıp genelde gurbetlerde durduğu için Muhittin'i tanımıyordu;
"Ben bu delikanlıyı tanımadım, kimlerdendir?" diye sordu.

Daha kimse cevap veremeden hemen Muhittin;
"Bimbela versun Alipaşa, çe sen beni mı tanımadun? Ben sizun eniştenguz Muhittinim da" dedi. Herkes, gülmekten yerlere yattılar. Ve o mecliste bulunanlar hala daha bu şekil de hatırlayıp anlatırlar. 

29 Ekim 2012 Pazartesi

BAŞKA KURTARAN

Bektaşı giderken ayağı kayar yolun altına düşer ve zayıf bir dala tutunur.
Tutunduğu dalda kopmak üzere ve koparsa kesin ölecek.
Bektaşı bağırmağa başlar:
- İmdaat, kurtaran yok mu?.
Sesi karanlıkta yankılar yapar fakat kimseler duymaz.
Bektaşi yine bağırır:
- İmdaaaat, kurtarın beni. Kurtaran yok mu?
Karanlıkta bir ses duyar:
- İsteklerimi yerine getirirsen seni kurtaracağım.
Bektaşi sorar:
- Sen kimsin ve isteklerin nelerdir?
Ses yine cevap verir:
- Ben Tanriyim.
-İçkiyi, kumarı, zamparalığı bırakırsan seni kurtarırım.
Bektaşi biraz düşündükten sonra tekrar bağırmağa başlar:
- Tanrıdan başka kurtaran yok muuuu?

28 Ekim 2012 Pazar

KARDEŞİN OLSA

1974 yılı. Yer Adana Kanalköprü. Yıl başının üçüncü gecesi çok tenha olan sulama kanalının yan tarafındaki dar yolda Mersin istikametine doğru Adana Cinayet Masası Ekip arabamızla gece saat 01.00 sıralarında ilerlerken karşı tarafta karanlıkta insiz cinsiz bir yerde duran bir otomobil fark ettik. 

Kanalın karşısında olduğundan araba ile geçmemiz imkansızdı. Yaya geçmemiz de imkansızdı. Çünkü geçmek için yakınlarda bir köprü yoktu ve aramızda bir buçuk metre derinlikte sekiz on metre genişlikte kanal suyu Mersin'e kadar hızla akıp gidiyordu. Beş altıyüz metre ileri gittikten sonra adam geçebileceği kadar dar bir köprü bulduk. Arabamız orada bekldi. Ahmet Ağabey ile ben karşı tarafa geçtik. Karşı yolda 15 dakika kadar geri yürüdükten sonra bu duran aracın yanına geldik. 

Gece saat 01.00-01.30 sıraları ve zifir karanlıktı, hafiften de yağmur yağıyordu. Kendi emniyetimizi sağladıktan sonra arabadan dışarı çıkmaları için ikaz ettik. Şehir dışı olduğundan çevrede aydınlatma lambaları yok, el fenerlerimizin pili bittiğinden adamlar zor fark ediliyordu. Otomobilden dört kişi indiler. Bu şahısları ikaz ederek teslim aldıktan sonra  üstlerini aradık. Her hangibir suç aleti yoktu. Sonra ikişer ikişer kelepçeledik ve yere çöktürdükten sonra ben arabalarının yanına giderek az yanan el fenerimi açık olan arka kapısından içeri doğdurduğum zaman, arka koltukta çuval gibi bir şey gördüm. Çekerek arabadan çıkardım. 18 yaşlarında bir bayan ayakta duramıyor yatıyordu ve ben bu bayanın üzerinde ki elbiselerini sönük el fenerimin ışığıyla çuvala benzetmiştim. Halbuki bazı yerleri beyazlanmış kot giyen yarı baygın bir küçük hanımefendiydi. Arabadan çıkar çıkmaz ayakta duramadı ve yan tarafta ki yağmurdan oluşan su birikintisinin içine düşerek hep çamur oldu.

Sarhoş olduğunu sandım ve; "Bu yaşta bu kadar çok içecek ne var? Utanmıyor musunuz?" dedim ve omuzuna elim ile vurdum. Sendeledi, tekrar yere düşmemek için bana tutundu, sonra boynuma sarıldı ve ağlayarak "Niçin vuruyorsun ağabey, senin kız kardeşin, anan bacın yok mu?" dedi. Allah Allah acaba bana ne demek istemişti? "Benim kız kardeşim var fakat o şimdi evde uyuyor." dedim. Gidene kadar düşündüm. Kız da devamlı ağlıyordu. İlk defa çok büyük bir hata mı işlemiştim, acaba kız bana ne demek istemişti?

Ne ise elleri kelepçeli dört şahsı kendi arabaları ile, arabayı Polis Memuru Ahmet ağabey kullanmak suretiyle, ben de kızın elinden tutup zorla yürüterek bizim arabanın karşısına kadar getirerek orada kızı arkadaşa verip bizim otomuzla yolun karşısından, ben de bu kelepçeli dört kişinin arabalarına binerek hızla vakit kayıp etmeden Büromuza geldik. Sabıka kayıtlarına baktık bizce hiç biri aranmıyorlar ve sabıkaları da yoktu. O yakaladığımız dört kişiyi nezaret altına alıp kızı arabamızla saat 03.00 sıralarında hastaneye getirdik. Hastanede kızın midesinde ki haplar tespit edildi. Esas hayret edilecek olay yeni başlıyordu. Ailesi yılbaşında kız için kayıp baş vurusu yapmıştı. Kız sarhoş değil, kötü yolda değil, ticaret lisesinde okuyan temiz bir aile çocuğu, Köymenler'in kızı idi. (Olurda bu yazım kulağına giderse anıları yenilenmesin diye kimliğini açıklamıyorum.) intihar etmek için bir kutu hap içmişti. Ayrıca yakaladığımız yanında ki dört kişi, kötü maksatla, sarhoş diye alsalar bile, esas suçlu onlar değildi. Esas suçlu başkası, olay faili meçhul du.

Hastanede kızcağızın midesini filan yıkadılar. İki üç saat kadar sonra az da olsa kendine geldi. Bu olayın failini bulmak boynumuzun borcu olmuştu.
Kız olayı şöyle anlattı: "Yılbaşında berbere giderken akşam üstü bir ticari taksiye bindim. Adam tabanca ile tehdit ederek beni Karaisalı yoluna getirdi. Ne olduğunu bilmiyorum, bayılmışım. Uyandığım zaman dağın başında bir tarla içerisinde yapayalnızdım ve çok karanlıktı. Bir ağacın altında öyle büzülerek sabah ettim. O sabah bir saat kadar yürüdükten sonra bir otobüs durağı gördüm. Neresi olduğunu bilmiyorum. Otobüse binerek şehre geldim. Kolyemi satarak eczaneden bir kutu ilaç alıp hepsini birden içtim. İntihar etmek istiyordum. Oradan İnönü parkına gittim. Benimle yakaladığınız dört kişi, beni yarı baygınken İnönü Parkından aldıklarını ve bilmediğim bir yerlere götürdüklerini henüz hatırlıyorum. Sonra da sizler yakaladınız ve karanlıkta yürüterek arabanıza bindirdiniz" dedi.

Yanında yakaladığımız dört kişinin ifadesi ile kızın ifadeleri uyuşuyordu. İlk arabasına bindiği ticari taksi kullanan ve kızı tabanca ile tehdit ederek kaçıran kişinin detaylı bir şekilde eşgalını ve taksinin tam olarak tarifini aldık. İki kişi yakaladık, hastane de kıza göstererek teşhis ettirdik. "Bunlar değil fakat çok benziyorlar" dedi. Bu yakalanan şoförlere sanığın arabasını tarif ettik ve bu kişi yakalanmadan sizleri bırakmayız dedik. Bu kişilerden bir tanesi biri 'Kanal' taksi de çalışan bir taksi, şoförün kendisine çok benzediğini ve sahibini bildiklerini söylediler. Bu ticari taksi sahibini de yakaladık. Onlar nezarette iken taksinin sahibi bizi kendi şoförünün evine götürdü. Baktık dikiz aynasının yanında asılan mavi boncuklu aradığımız ticari taksi bahçe içinde tek katlı bir bağ evinin kapısında duruyordu. Biraz uğraştıkça kolayca olayda kullanılan ticari taksiyi bulmuştuk. Gecekondu evin kapısını sabah saat 05.00 sıralarında çaldık. Elinde poğaça ve pijamalarla kapıyı açtı. Uyanıkmış, işe çıkacakmış. Şahsı hiç bekletmeden olduğu gibi yakaladık, aldık. Bir arkadaşta arabasını aldı. Evinde arama yaptık. Eşi ve üç tane de çocukları vardı. Hepsi de hiç ses etmeden olanları izliyorlardı. Kırıkkale tabancasından başka suç unsuru yoktu. Şahsı kelepçeledik ve tabancasını zapt ettik. Şahıs gece bekçisi imiş ve ek iş olarak şoförlük yapıyormuş. Tabanca da devlet verdiği yasal tabancası imiş.

Şahısla birlikte direk Karşıyaka Hastanesine gittik. Kız bu adamı görür görmez "İşte bu şerefsiz" dedi ve düştü bayıldı. O zamana kadar adama niçin yakalandığını ne olduğunu söylememiştik. Durmadan sorular soruyor, biz cevap vermiyorduk. "Ben gece bekçisiyim." diyordu. O ilk yakaladığımız zaman ısırdığı yarım poğaça da kelepçeli elinde öyle duruyordu. Kız kendisini ve arabayı teşhis ettiği zaman durumu anladı ve  "Ağabey boğazımdan geçmiyor. Bu poğaçayı atabilir miyim?" dedi. 

Çöp kutusuna götürdüm ağzında ve elinde ki poğaçaları çöp kutusuna attı. Şahsı doktora muayene ettirdik ve rapor aldık. Boynunda olay esnasında oluşan tırnak ve darp izleri tespit edildi. Öbür zanlılarla birlikte şahısların beşi de beş sene kadar hapis kalarak mahkemeleri devam etti. Bir kaç defa şahit olarak mahkemelerine gittik. Ne ceza aldıklarını bilmiyorum.

26 Ekim 2012 Cuma

BİLİİ Mİ

Temel tren ile İstanbul'dan Ankara'ya gidecek.
Yanlışlıkla Gaziantep trenine binmiş.
Yolda kondüktör biletleri kontrol ederken, bakmış ki Temel'in bileti Ankara'ya kesilmiş, bindiği tren Gaziantep'e gidiyor.
Temel'e anlatmış;
"Biletin Ankara'ya, bu tren Gaziantep'e gidiyor." diye.
Temel kondüktöre sormuş:
"Peçi, maçinist bu durumi biliimi?"
 

25 Ekim 2012 Perşembe

ÖZLEDİKLERİM

Bugün; 25 Ekim 2012 Müslüman aleminin Kurban Bayramıdır. Bu bayram herkese kutlu olsun. Tanrı inşallah geleceğimizi barış içinde yaşatır ve dünyadan savaş tehlikesini kaldırır.
Nedendir bilmem tüm gençliğimi, geçmişimi ve geçmişlerimi özlüyorum ve çok ta duygulanıyorum. Tanımadığım Atalarımı çok merak ediyorum. Tanıdıklarımı da şu anda nerede olduklarını çok merak ediyorum ve özlüyorum.
Evet maddiyat bir meşgaledir, ihtiyaçtır fakat ona fazla bağlanmamak lazım. Büyük meziyet geçmişlerini unutmamaktır. Aslında çok gariptir ki bugün birlikte oluyor, yarın ebediyen ayrılıp unutuyoruz ve unutuluyoruz. Unutmasak ta elimizden hiç bir şey gelmiyor, unutmağı mecburen kabulleniyoruz. Eşyaları ve resmi var, kendisi yok. Resimlerine bakıyor ve 'bir zamanlar bu da vardı' diyoruz.
Neredeler? Nasıllar? Acaba sevip te ebedi ayrıldığımız o çok sevdiklerimiz can yoldaşlarımızla bir daha buluşabilecek miyiz? Onlar eskileri ile buluşmuş, birlikte mutlu mudurlar.
Ben beni unutmalarına üzülmem fakat geçmişlerimi unuttuğum için çok üzülüyorum.
                                                         Lütfen resim üzerine tıklayınız..
 
 
 
 
 
 
  
 
















































































24 Ekim 2012 Çarşamba

EVVELA KAÇANLAR

Bir kaç deliyi tımarhaneden akıllandıkları için salıvereceklermiş.
Son bir test için çağırmışlar.
Masaya oturtmuşlar ve sabah kahvaltısı için tabağa bir kavanoz zeytin, bir kavanoz da hamam böceği koymuşlar. Kavanozların kapağını açmışlar. Delilerden biri zeytinleri yemek isterken diğer biri ise engel olmuş.
"Önce kaçanları, birader" demiş.

20 Ekim 2012 Cumartesi

ÖNCE SENİN Kİ

Büyük bir alış veriş merkezinde adam eşini kayıp etmiş. Bulmak için koşturup dururken, başka bir telaşlı adam kendisine çarpmış.

Çarpan adam;
"Kusura bakma eşimi kayıp ettim, O nu arıyorum." demiş.

Hemen bu da;
"Bende eşimi kayıp ettim. Ayrı ayrı yerler de arayıp önce hangisini bulursak bir yer bildirip orada buluşalım." demiş.

Çarpan adam;
"Benim eşim sarışın, mavi gözlü, 25 yaşlarında, 1.70 boylarında, 65 kg ağırlığında, kırmızı mini etekli, kırmızı ayakkabı giyiyor. Senin ki nasıl bir bayan?" demiş.

Eşgalı alan adam hızla öbüründen ayrılmış giderken o sormuş;
"Beyefendi sen eşinin eşgalını vermedin."
Adam;
"Sen boş ver benimkini, önce seninkini bi bulalım, kardeş!." demiş.

19 Ekim 2012 Cuma

AZ İÇSENE

Tespit edilmiş, şu kuzgun denen kara kargalar var ya, yedi yaşında bir çocuk kadar zeki imişler.
Rivayete göre ilk zamanlar bunların beyaz renkleri varmış.
Nuh Peygamberin gemisinden haber getirmek için ayrılıp ta geri dönemeyince, ya dert ten, ya da ceza dan siyah olmuşlar.
Dünyada ki her varlığın mutlaka bir problemi vardır.
Hiç biri öbürünün derdini bilmez.
Kanaatkâr olmak ve halimize şükretmek lazım.
Dört-beş karga ağacın dalına oturmuş şarap içiyorlarmış.
Bir maymun da bunları yandan gıpta ile seyrediyormuş.
Kargalardan biri çok sarhoş olunca daldan kaymış ve yere düşmüş.
Hemen bunu fırsat bilen maymun sessizce daldan düşen karganın yerini almış.
Diğer kargalar gibi, kargayım diye, yanlarına oturarak içkilerinden içmeğe başlamış.
Sakilik yapan karga maymunun kadehine içki doldururken, dikkatlice yüzüne bakmış ve
"Len oğlum az içsene, çoktan sarhoş olmuş, maymuna benzemişsin." demiş.

İÇKİYİ BIRAKMIŞ

Temel her akşam meyhaneye gider üç kadeh içki içermiş.
Garsonun dikkatini çekince Temel'e sormuş:
"Neden her akşam üç kadeh içiyorsun?
Temel cevap vermiş:
"Biz üç kardeşiz, kardeşlerimin yerine de içiyorum" demiş.
Bu böyle 5-6 ay devam ettikten sonra Temel iki kadeh içki içmeğe başlamış.
Garson Temel'e tekrar sormuş:
"İki kadehe neden düştün? Kardeşlerinden biri mi öldü?"
Temel'in cevabı:
"Yok, kardeşlerim ölmedi de, ben içkiyi bıraktım, sadece kardeşlerimin yerine içiyorum" demiş.

ANLATAMADI

Sultanahmet
Temel, Dursun ile Sultanahmet'te dolaşırken adres sormak için iki turist yaklaşır.
Turistler bizimkilere sorarlar:
- Du yu spik İngliş?
- No..
- Şprehen zi Doiç?
- No..
- Prata du Svenska?
- Nou..
Turistler ayrılıp gittikten sonra Temel Dursun'a:
- Ula Tursun bir yabancı dil öğrenemedik citti da.
- Ula nere yarayacak ki, bak adam üç dil biliyi, yine derdini anlatamadı da.
 

ÖZLÜ SÖZLER

- Eşeğin keyfi yerinde ise, buz üstün de tek ayak gider.
- Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan, gölgeden çık.
- Başkalarının yolundan gidenlerin izi belli olmaz.
- Tehlike ile karşılaşılmadan, cesur olup olmadığı anlaşılmaz.
- Sorunsuz insan mezarlıkta bulunur.
- Devekuşu; yük taşımağa gelince 'kuşum', uçmağa gelince 'deveyim' der.
- Yaşamak için mücadele şarttır.
- İnsan yenilince işi bitmez, pes ederse işi biter.
- Uzun yolculuklar, ilk bir adımla başlar.
- Çıktığın kapıyı hızlı çarpma, geri dönmek mecburiyetinde kalabilirsin.

18 Ekim 2012 Perşembe

ANAHTER DELİĞİ


Delinin biri devamlı anahtar deliğine bakar dururmuş.
Belki aradığı bir resim var diye doktorlar hastanede bütün kapıların anahtar deliklerine her gün yeni bir resim koyarlarmış.
Bir gün yeni resim koyduktan sonra hastanenin doktoru 'nasıl görünüyor?' diye gözünü deliğe yapıştırmış bakarken, deli arkasından gelmiş ensesine bir tokat vurmuş.
Doktor irkilip geri dönünce:
"Ben 40 senedir bu delikten bakıyorum, hiç bir şey göremedim de, sen bir bakmakla ne göreceksin be adam?" demiş.

16 Ekim 2012 Salı

RAHATLARSIN

Bir avukat arabası ile giderken doktorun arabasına çarpar.
Avukat arabasından iner ve doktorun yanına gider.
- Geçmiş olsun bir şeyiniz var mı?
Doktor:
- Sağ olun, sıyrıklar işte.
Avukat arabasından bir şişe viski getirir.
- Al biraz iç, rahatlarsın.
Doktor biraz içtikten sonra, viskiyi geri avukata uzatır;
- Sende içsene!
Avukat:
- Yok. Ben şimdi içmeyim. Polisler gelip, gittikten sonra içerim. demiş.

14 Ekim 2012 Pazar

şiir ÇABUK GEÇİYOR

Herkes geldi toplandı, eski dostlar burada,
Benim nemli gözlerim, bir tek seni arıyor.
Yazdığımız isimler, silinmemiş banklarda,
Beraber gezdiğimiz, o yollar seni soruyor.

Seni yolcu ederken, arkandan bakamadım,
İnan ki senden sonra, sanki hiç yaşamadım,
Hayalın yetmez bana, ben hep seni aradım,
Sensiz geçen bir dakika, bana sene oluyor.

Masum kaldım burada, derdin beni yaralar,
Sensiz duramıyorum, tatsız tuzsuz, buralar,
Bilsen öyle çok özledim, seni ben bu aralar,
Gözlerim yollara bakıp, senin için doluyor.

Baktım da sarmaşıklar, ayrılmaz ağacından,
Bu hasrete dayanılmaz , koparır taşı, taştan,
Aramızı açan yollar, hasreti başlatır baştan,
Sana geç kalma derim, ömür çabuk geçiyor.
                                        Recep Ali Öztürk

12 Ekim 2012 Cuma

VURAMAYILER

Kraliçe Elizabet İstanbul'a geldiği zaman beş dakika ara ile, 40 defa top atışı yapacaklarmış.
Temel de tam o zaman da  İstanbul'a yeni gelmiş, arkadaşları İstanbul'u gezdiriyorlarmış.
Bir kaç top atışından sonra Temel arkadaşlarına sormuş:
"Ola habu toplaru neiçün atayiler?
Arkadaşları cevap vermişler :
"İngiltere Kraliçesi Elizabet gelmiş, onun içün atayiler."
Bir saat sonra bakmış top atışları hala devam ediyor, tekrar sormuş:
"Ola ha bunları çimün içün atayıler?"
Arkadaşları yine aynı cevabi vermişler:
"Yine Kraliçe Elizabet içün atayiler"
Temel sinirlenmiş ve
"Ola üç saattur top atayiler da, bi karıyı mı vuramayiler? da" demiş.

KAYNINI VURDU


Yıl 1974 Adana Cinayet Masası, Anadol marka ticari taksisi olan bir adam kış aylarında Büromuza gelerek ihbarda bulundu:
"İki gün önce Sümer mahallesinden bir erkek, bir bayan arabamı kiraladılar. Adıyaman'a gittik. Arabanın bagajına battaniye ile çok ağır bir şey koydular. Sonra baktığımda az miktarda kan akmıştı. kendilerinden şüphelendim. İhbar ediyorum." dedi.

Şahısların adresini gösterdi. Kendisinin ifadesini adresini aldık, gönderdik. Şahsın gösterdiği bu evi de tanımak için önce çevreden araştırdık, evi göz hapsine aldık. Eve giren çıkan yoktu. Evin kapısının üzerinde bir kaç kurşun izleri vardı. Evde oturan şahsın Polis Memuru olduğunu, eşinin ve kendisinin Adıyaman lı olduklarını, Adana da Bankalar Karakolunda çalıştığını, 20 gün senelik izin alıp Adıyaman'a gittiğini öğrendik. Memurun izin dönüşünde bir hafta daha kontrol altında tutup durumlarını inceledik. Evde okula giden Polis Memurunun bir de kayını olduğunu fakat izin dönüşü kayınını getirmediğini çevreden öğrendik. Başka her şey normal sadece memur biraz içki müptelası idi.

Nihayet bir gece karar verdik memuru Büromuza davet ettik. Konu anlaşıldı. Memurun 14 yaşlarında bir kayını var. Yanlarında kalıp Adana da okulda okuyor. Çocuk gizli sigara içtiği için kapının önüne çıkıyor ve kapının arkasına durup sigara içerken, polis memuru da içerde bir arkadaşı ile içki içiyor ve aşka gelip beylik tabancası ile evin içinde kapıya doğru birkaç el ateş ediyor. Kapının arkasında sigara içen 14 yaşında ki kayınına kurşunlar isabet ediyor ve çocuk oracıkta kazaen vurulup ölüyor.

Cenazeyi gizlice memleketleri Adıyaman'a götürüp defnediyorlar. Her şey tespit edildi, Polis Memuru Mehmet hakkında 'Kazaen Adam öldürme' suçundan işlem yapıldı ve cezaevine girdi. Olayı saklayan akrabaları da cezalar aldılar. İşte içkinin telafi edilmez zararlarından biri daha.

10 Ekim 2012 Çarşamba

YAKALANDIK

Bizim Karadeniz de her çeşit meyve yetişir. Yollarda kapılarda ağacın dallarında asılı durur. Kimsenin bilmediği, tanımadığı meyveler bile vardır. Sahipleri "Niçin kopardın, yedin?" diye kızmazlar. Koparıp yemezsen 'Neden yemiyorsun,?' diye kızarlar. Hatta kendileri toplayıp insana zorla verirler. Her halde bu davranışlar yöresel farklı davranışlardır.

Geçen sene Öce  Köyün den Cengiz Atagün'ün kızının düğünü için Balıkesir Akçay'a Eylül ayında bir gurup Öce'li ler birlikte gittik. Otele yerleştikten sonra saat 16.00-17.00  sıralarında kadınlı erkekli 15-20 kişi bu şirin yerleşim yerini dolaşmak için caddeye çıktık. Deniz solumuza gelecek şekilde düz uzun cadde de yürürken; Münir Bey ile ben etrafı daha iyi incelemek için bu topluluktan ayrıldık. Gezerken  tek katlı bir evin arka tarafında siyah meyveli, bir incir ağacı gördük. Münir Bey "Ya üstünde var, bir iki tane koparsak, diğer arkadaşlara sürpriz ederdik." dedi. Galiba bizim o tarafları sandı. Bende yanda ki yüksek duvarın üstüne çıktım ve alttan iki adet incir kopardım, Münir Bey e verdim. İki incir daha kopardım. Onlar avucumda dururken, Münir Bey de aşağıdan "Falan yerde de var, o nu da kopar." diye gösteriyordu. Açıkçası ben o inciri sevmem, Münir Bey de sevmez fakat 'üstünde topladık' diye diğer arkadaşlara gösterecektik. Yolun sol tarafından 50 yaşlarında bir adam "Hırsız vaar. Yakalayın" diye bağırarak bizim tarafa doğru koşuyordu. Ben önce bizim Öce'li arkadaşlar şaka yapıyorlar sandım. Yanına iki adam ve üç te bayan eklendiler, bizim tarafa doğru koşuyorlardı. Ben hırsızı görmek için sağa sola bakarken, doğruca yanımıza geldiler ve yerde ki arkadaşım Münir Beyi yakaladılar. Elinden iki inciri aldılar. "Bunlar kravatlı hırsızlar bırakmayın" diyorlardı. Ey Allahım şaka filan değildi. Gerçekten bizi 'hırsız' diye yakalamışlardı. Hem de incir çalarken.

Ben de elimde iki tane incir ile duvarın üstünden aşağı atladım. “Vay kaçıyor” falan deyip beni de yakaladılar ve incirleri elimden aldılar. O ilk koşan adam öbür lere anlatıyor. “Biri yukarı çıkmış, öbürü de aşağıdan eli ile gösteriyor ve incirleri çalıyorlardı. Bunları salmayın polis çağıracağım” diyordu. Benim soluğum kesildi, şoke oldum. Münir Bey cebinden bir sürü para çıkarmış “Ne hırsızı? Parasını verelim. Bizim hırsıza benzer bir yanımız var mı?” Diyordu. O sırada her şey gözümün önünden geçti. Yılların Başkomiseri incir çalarken suçüstü yakalanmıştı. Acaba meslek hayatımda bende böyle tırı vırı işlere bakıp adam yakalamış mıydım. Hırsızlık Büro Amirlik zamanlarımda belki olmuş muydu? Düşündüm. Her olay gözümün önünden geçti. Hayır hiç böyle bir şey olmamıştı. Baklava çalanı da yakalamadım. Ya getirip baklava yedirdim, yahut ta cebine 5-10 kuruş koyup yolladım. Acaba Gaziantep te yarım kilo baklava çalıp ta yakalanan o iki çocuk, iki sene hapislik cezasını böyle mi almışlardı.
Baktım çevreden de toplananlar oluyor. “Hiç yemedik. Topladığım dört inciri geri aldınız. Bir sepet incirin parasını vereyim ve bizi bırakın” dedim. Bizi yarım saat kadar uğraştırdıktan sonra bıraktılar. Bu olaydan habersiz önümüzde giden gurup arkadaşlarımıza yetişmek için hızlı hızlı yürürken, onlar arkamızdan hala bakıp bir şeyler diyorlardı. Kimseye anlatmayalım diye Münir Bey le sözleştik fakat dayanamadık,  gurubumuza yetişince birbirimizden kapa kapa anlattık. Ertesi gün korka korka gizlice Akçay'ı terk ettik.


 

9 Ekim 2012 Salı

DÜŞÜNCE YİYECEK

Tımarhanenin bahçesinde iki deli; biri ağacın altında yerde, diğeri ağacın üstünde dalda oturuyorlarmış.
Doktor yerde ki deliye sormuş:
- O yukarıda ağacın dalında ne yapıyor?.
Deli:
- O kendini armut zannediyor.
Doktor:
- Peki sen ne için burda oturuyorsun?
- Onun olgunlaşmasını bekliyorum, yere düşünce yiyeceğim.

7 Ekim 2012 Pazar

GÖZÜM GÖRMEZ

Doktor muayene ederken gözlüklü bir deliye sormuş:
- Bir kulağını kessem ne olur?
Deli cevap vermiş;
- Canım yanar.
- İkinci kulağını da kessem ne olur?
- Gözlerim iyi görmez.
- Neden?
Deli cevap vermiş:
- İki kulağım olmazsa gözlüğümü takamam da ondan.

5 Ekim 2012 Cuma

YARGITAY DA HIRSIZLIK

1989 yılı güz ayları, Ankara Hırsızlık Bürosuna Yargıtay dan bir telefon geldi. "Hırsızlık oldu inceleme için ekip yollayın" diyordu, Genel Sekreterleri. Bende ekibimle birlikte İdari Büro Amiri Hüseyin Beyi de alarak Kızılay ın göbeğinde Yargıtay binasına inceleme yapmak üzere gittik.

Çift kapıların üzerine takılı 22 adet 70cm lik uzun pirinç kapı kollarını bütün katlarda sökmüş çalmışlardı. Zemin katta dinlenme yerlerinden de televizyon ve video alınmıştı. Ayrıca kapılarda hiç bir zorlama yoktu. Bizler oarada çalışanlardan bilgi alırken Komiser Hüseyin de birinin yakasından tutmuştu. Bu adam Emekli Hakim ve Yargıtay ın Genel Sekreteri idi. Hemen özür filan diledikten sonra şüphelileri sorduk. İki isim verdiler, bunlar çaycılık yapıyorlardı, hatta bir kararın bozulması için iki hakimi tehdit etmişler.

Aldık götürdük Kısma. Adamlar çetin ceviz. Millet vekilleri aradılar. Ne ise kimse ile görüştürmedik. Gece oldu bunları nasıl konuşturacaktım? Gece bir baktım emekli hakim Yargıtay Genel Sekreteri de geldi yanımızda oturdu "Çocuklar bir çay yapında içelim." dedi. Anlaşılan gözaltına aldığım adamları dövmesinler diye gelmişti. Göz altına aldığım Yargıtay Çaycılarından yaşlı olan Kadir'i başka bir oda da bir memur ile birlikte oturttum. Cengiz isimli sesi gür, polis memurumu yan oda da yüksek sesle yalvararak bağırtırken, yanımda ki polisleri arada bir diğer suçlunun olduğu odaya yollayıp konuşup, konuşmadığını soruyordum. Memurum Cengiz gerçekten iyi rol yapıyordu. Bazen ben bile gerçek diye inanabiliyordum. Yargıtay Genel Sekreteri "Sen adamları dövüyor musun? Bunlar niçin bağırıyorlar?" dedi. "Efendim siz olsanız bu olayı nasıl çözer siniz? Adamları nasıl konuşturur sunuz?" dedim. Adam yerinden kalktı ve şoförünü çağırdı orayı terk edecekti. Hemen önüne geçtim ve "Bir dakika sayın Genel Sekreterim." dedim, elinden tutarak doğruca Polis Memuru Cengiz'in bağırdığı odayı usulca açarak yanına getirdim. Polis Memurunun numaradan suçluları kandırıp korkutmak için bağırdığını anlayınca "Pes doğrusu. Recep Bey bu akşam ne iyi etmişim de buraya gelmişim." dedi. Yanı anlayacağınız suçluyu konuşturmak için Yeşilçam artistleri gibi hareket etmek lazım. Dayakla suçlu pek konuşmaz. Çünkü sen dayak attıkça o gittikçe dayağa alışır

Genel Sekreter artık rahatlıkla oturup çayını içerken ben arada bir suçluların yanlarına girip çıkıyordum. Çaycı Kadir bir-iki saat sonra bana sordu: "Ağabey o adam niçin  bağırıyor?" "Merak mı ettin? Sıra sana da gelecek sabırlı ol, öğrenirsin" dedim. "Ağabey yoksa dövüyor musunuz?" dedi. "Merak etme biraz sonra anlarsın. Zaten arkadaşın öbür tarafta konuştu, sen boşuna yerden sopa yiyeceksin. Sana zevk için işkence yapacağım" dedim. "Her şeyi anlatırsam gene döver misin?" dedi. " Evet ben sadist im. Seni gene döveceğim. Fakat bana anlatma öbür adama anlat ki ben sinirlenmeyim" dedim. Bir polis memuru içeri yolladım ifadesini aldı. Gittik televizyon ve videoyu eniştesinin evinden, ertesi gün de pirinç kapı kollarını sattıkları hurdacı Kirli Mevlüt'ün dükkanından zapt ettik. 

Olay aydınlandı. Ertesi gün Yargıtay Genel Sekreteri Büromuza geldi. "Hala şoktan kutulamadım. Bir ara beni de dövecekler diye korktum. Fakat gerçeği anlayınca da şaşırdım." diyordu. Çaycı Kadir de ona anlatıyordu; "Bizi hiç dövmediler, fakat başka bir suçtan başka bir adamı öyle dövdüler ki, sesi yeri göğü inletti." diyordu. Polis Memurum Cengiz'i söylüyordu. 

4 Ekim 2012 Perşembe

MESAJ

1999 yılı Asayiş Şube Ahlak Büro dan ayrılarak Eğitim Şube Müdürlüğü Atış Poligonu Büro Amirliğine ikinci defa tayın edildim. Ahlak tan ayrılmış, Atış Poligon Amiri olduğum için bir çok arkadaşlarım da hayırlı olsun için yanıma gelmişlerdi.

O zamanlarda cep telefonları yeni çıkmış, çok popülerdi. Herkes elinde taşırdı. Benim cep telefonum da masanın üzerinde dururken bir mesaj geldi. Açtım okudum ve çok duygulandım. Gelen mesaj beni etkiledi. Mesajda aynen şöyle yazıyordu;
"İslamin nurlu güneşi kalbine dolsun. Mekanınız Cennet, Hz Muhammed komşunuz olsun. Yolunuz açık ömrünüz uzun ve hayırlı olsun. Allaha emanet olun" diyordu. Böyle bir şey ile şimdiye kadar hiç karşılaşmadığım için çok heyecanlandım. Gönderen numaraya baktım, bende kayıtlı değil, tanımıyordum. Dışarı çıktım ve gelen telefon numarasını aradım. Bir bayan cevap verdi. Başkasına çektiği mesajın yanlışlıkla bana geldiğini söyledim.
"Hayır yanlış değil beyefendi, sen eski Ahlak Amiri filanca değil misin? Ben de genelev kadını filancayım. Sen bizleri tanımazsın fakat bizler seni çok iyi tanıyoruz. Sana toplu olarak gelecektik fakat yanlış anlaşılır, iyilik yaparken sana zararımız dokunur diye gelmedik. İki sene sayende rahat bir ömür yaşadık. Senin korkundan hiç bir pezevenk, hiç bir dost, post bizleri rahatsız edemedi. Sen bizlerin bir kravatını dahi takmadın. Hiçbir menfaat temin etmedin. Sana şimdiye kadar seni sevdiğimizi bildiremedik. Artık amirimiz değilsin, yanlış anlaşılmaz. Sana saygılarımızı ve hürmetlerimizi bildiriyoruz. Allah seninle beraber olsun" dedi.

Hiçbir şey diyemedim. Konuşamadım daha doğrusu. Telefonu kapattım. Lavaboya giderek gözlerimi kuruladım ve kendi kendime "Hayret yahu, benden memnun olanlar da varmış ta, benim haberim yokmuş" diye düşündüm. Bilseydim Ahlak Amirliğinden ayrılmaz, Müdür ayırana kadar çalışırdım. Arkadaşım boks antrenörü Celal Sandal "Nedir" diye çok ısrar etti. Konuyu anlattım. Mesajı okudu. O ve diğer misafirlerim de çok duygulandılar. Mesaj yüksek sesle okunurken ağlayanlar oldu. Biz o konuyu konuşup mütalaasını ederken bir mesaj daha geldi. O da telefonda konuştuklarımız mesaj halinde çekilmiş, bana bildirilmişti. Ve bir çok genelev kadını benim için göz yaşları dökmüşlerdi.

2 Ekim 2012 Salı

şiir GEÇECEK

Özlesem de gidemem ki, doğduğum yere,
Galiba ömrümüz hep uzaklar da geçecek.
Çok isterim hep orada olsam, ama ne çare,
Kader ayırdı bizi, hayatım zorda geçecek.

Resimlerine bakıp ta kendimi avutacağım,
Senden uzaklar da, bil ki seni arayacağım,
Fırsat olursa sana, kavuşmağa koşacağım,
Bilki seni özlerim, ömrüm darda geçecek.

Asla unutamam, hatıran, aklımdan çıkmaz,
Öten kuşlarının sesi, buralardan duyulmaz,
Sende geçen hayatım, bence hiç unutulmaz,
Özledim her şeyini, bu hasret nasıl geçecek.

Çamurlu yollar hala, izlerimi saklıyor ama,
Sakın 'ben yokum' diye, öyle virane kalma,
Bir gün gelir ki, hasret biter, sakın unutma,
Sonra belki kalan günlerim, sende geçecek.
                                        Recep Ali Öztürk
(Rize, Fındıklı, Ihlamurlu Köyü)