SAYFALAR

31 Mart 2013 Pazar

CERİ CETUR

Bir uçak kazasında Amerika'lı, Fransız ve Karadeniz'li üç kişi bir adaya düşerler.
Üçü birlikte bir zaman yaşadıktan sonra, bir gün bir bulut kümesi süzülerek yanlarına gelir.
"Sizleri bir aydan beri takip ediyorum hoşuma gittiniz. Bir defaya mahsus ne dilerseniz yapacağım. Benden dilek dileyin" der. Amerika'lı Önce beni Waşington'a götür, uzaya gideceğiz beni bekliyorlar" der.
Bulut Amerika lıyı aldığı gibi Waşington'a bırakıp geri gelir. Fransız da bir an evvel kurtulmak için "Benim işim çok acele, beni de Paris'e bırak" der.
Bulut kümesi yüklendiği gibi Fransız'ı Paris'e götürüp bırakır. Karadeniz'li tek kalmıştır bu ıssız adada,
O nun için tekrar geri adaya gelir ve Karadeniz'liye
"Sende dileğini dile bakalım" der.
Kendini en sona bıraktıkları için biraz kızan Karadeniz'li dileğini diler "Haçan pen O Uşakları çok sevmişidum, ha onları ceri buraya cetur da..." der, bulut kümesine. Ve hepsi geri gelirler.

28 Mart 2013 Perşembe

DEMOKRASİ

1965 yılında; Rize Erkek İlk Öğretmen okulunda lavabo da aynanın yanına bir orak, çekiç SSCB bayrağı çizilmiş tı. O zamanlar bu konularda konuşmak çok yasaktı. Hemen adama 'Komünist' damgası vurulur ve daha hiç silinmezdi. Valilik yetkililerince incelemeler yapıldı ve Bir komünist ajanın çalışmalarını SSCB ne bildirmek için kullanılan bir yol, metot olduğu kanaatine varıldı.

O zamanlar herkes gizliden gizliye çalışma yaparlardı. Şimdi ise durum çok farklı. Eskiden resim çizenler şimdi bayraklarını taşıyor ve adam öldürüyorlar. Onlarda ilerledi. Bir Hizbullah örgütü geldi. Herkes akşam olsa da haberleri dinlesek diye iple çekiyorlardı. Hiç görülmemiş usullerle insanlar avlanıyor. Domuz bağları ile bağlanıyorlar ve sonrada öldürülüp kaldıkları evde cesetler üç beş gün misafir edildikten sonra, kömürlükte veya evlerinde müsait bir yere gömülüp, uzun süre öldürdükleri adamların cesetleri ile birlikte yaşıyorlardı. Hatta cesetleri buz dolabı içerisinde bir yerden başka bir yere naklediyorlardı. Peki kurbanlar Hizbullahçılara ne yapmışlardı? Niçin öldürülüyorlardı? Şimdi burada esas mesele onların yaptığı, ettiği değil. Aldıkları örgüt emirlerini, örgüt uyguluyordu. Bütün örgütler aynıdır. Önce ülkeyi kutuplara ayırırlar. Başka ülkeleri boş verelim. Kendi Ülkemize bir göz atalım; 'Solcu-Sağcı' yok tutmadı. 'Alevi-Sünni' Gene tutmadı. Ufak tefek olaylarla geçişti. 'İlerici-Gerici' dendi. O da tutmadı. Şimdi 'Kürt-Türk' deyip denediler. O da hiç tutmadı. Zorla tutturmağa çalışıyorlar. Bütün örgütlerin hedefi aynıdır, yolları ayrıdır. Örgütlerin tek hedefi var, olan vatanı bölmek, parçalamak ve yıkmaktır. Bir asır kadar önce aynı usullerle Osmanlı İmparatorluğunu parçalayıp, Irak, Suriye, Libya, Mısır, Cezayir, Yemen v. s. böyle bölünerek kurulmadı mı? Şimdi hepsi tek tek sindirilip yok edilmiyor mu? Hepsinin başında bir musibet, bir bela yok mu?

Usul hep aynı 'PARÇALA YOK ET.' Peki parçalamak nasıl olur? Terör yaratarak. Terör nasıl yaratılır? Terör yaratmak için kurbanlara yaklaşırlar. Önce onlara dost olarak yaklaşılır. Kandırdıktan sonra çeşitli olaylarda kullanırlar. Tehlike arz ettiği zaman onlardan da yok ederek kurtulurlar. Hatta terör için en yakın arkadaşlarını bile göz kırpmadan öldürtürler. Terör yaratarak iyice halkı bezdirirler. Ülkeyi birbirine düşürüp yaşanmaz hale getirirler. Sonra, kamu oyunu 'DEMOKRASİ' diye kandırarak, o ülkeye güya DEMOKRASI getirmek için girer ve o ülkeyi yok ederler. Tek kurtuluş yolu tarihi iyi öğrenmek, unutmamak ve ondan ders alarak bir daha aynı hataya düşmemektir.     

27 Mart 2013 Çarşamba

HİPNOZUN ETKİSİ

Hırsızlar içeri girebilmek için bir evin kapısını testere ile kesmeğe uğraşırken apartman sakinlerinden bir kaç adam görürler. Hırsız olduklarına hiç ihtimal vermezler ve bakarlar ki evin kapısını güpe gündüz kesiyorlar "Siz ne yapıyorsunuz?" diye sorarlar hırsızlara. Hırsızlar "Hiiç, saz çalıyoruz?" diye cevap verirler. Adamlar "Hanı biz hiç saz sesi duymuyoruz. "derler. Hırsızlar "Biz şimdi çalıyoruz, siz sesini biz gittikten sonra, yarın duyacaksınız." derler. Ertesi gün hakikaten duyulur. Bu evden büyük bir hırsızlık yapılmış.

Bazı insanlar başkalarını kandırıp işlerini yürütürler. O kandırılan insanlar çuvala girdiklerini çok zaman sonra anlarlar, fakat iş işten geçmiş olur. Çuvaldan da daha hiç çıkamazlar. O çuvala koyan da koyulanın haline belli etmeden gizli gizli güler. Her şey yavaş yavaş alıştıra alıştıra kolaylaştırılarak kabul ettirilir.

El-Kaide ile PKK aynı değil midirler? İkisi de terör örgütü. ABD El-kaide örgüt üyesini, ufak bir şüphe ile gördüğü her yerde sorgusuz sual sız öldürüyor. Hatta liderleri Usame Bin Ladin i Okyanusun dibine gömdü. Kimseye gösterdiler mi? Hayır. Kimseye sordular mı? Hayır. Hani bizim PKK ya niçin öyle değil? Ona üç bin tır silah ve mühimmat veriyor. Savaş araçlarına kendi bayraklarını çekiyorlar. Yanı PKK iyi örgüt, El-Kaide kötü örgüt müdür? Böyle herkes uyutulur işte. Sonra bilinmesi gereken bir husus daha var. PKK hiç bir zaman Kürtleri temsil etmiyor. Ve üstelikte vaktiyle şimdiki PKK lılar bir çok Kürtleri yine Türkiye de katlettiler. İnsanlar çok kolay kandırılırlar. Örgüt elemanları bile işlenip, uyutularak öyle bir hale getirilirler ki, gider babasını öldürür veya intihar ederler. Herkes kandırılabilir. Bu usuller le bir ulus, bir kitle bile kandırılıp yok edilebilir. Bırakınız eskileri kafanız karışır. Irak'a bakınız; ABD OKYANUSU GEÇİP NE ÇİLELERLE, NE MASRAFLARLA NİÇİN GELDİ IRAK'A? SÖZDE DEMOKRASI GETİRMEK İÇİN GELDİ. IRAK'I KURTARMAK İÇİN GELDİ: KİMDEN? GALİBA SADDAM DAN. IRAK HALKI NE YAPTI? YOLDA KARŞILADI. "AMAN NE OLUR GEL, BİZİ SADDAM dan KURTAR" dediler. O NE YAPTI? GELDİ fakat KURTARDI MI? DEMOKRASI GETİRDİ Mİ? HAYIR. DAHA FENA HALKI BİRBİRİNE DÜŞMAN ETTİ. Ama herkesi baştan ne güzel kandırdı. Sonra birbirine düşürdü. Ülkeyi kan gölüne çevirdi ve çekildi gitti.

Daha her şey gözünüzün önünde. Aradan beş sene bile geçmedi. Suriye ye de öyle yaptı. Hiç kimse ses çıkardı mı? Yok. İşte bu sihirbazlıktır. Bir oyunu karşında ki ne defalarca yapıyorsun. Karşı taraf uyanmıyor. Oyun olduğunu anlayamıyor. Biz şimdi tam o durumdayız. Tam uyuduğunuz ve yanlış iş yapacağınız zaman IRAK' ı düşünün yeter. Gözünüzün önünde canlandırın. O masum insanların köpeklere boğdurulmaları. Çıplak olarak bir bir üzerlerine yığılmaları. Binlercesine tecavüz olayları.  Ebu Gureyb hapishanesin de yapılan akıllara durgunluk veren işkenceler ve tecavüzler. Sizler IRAK'ı hiç ama hiç unutmayınız. O zaman belki sihirbazın etkisinden kurtulur, kendi vatanınızı savunabilirsiniz. Belki diyorum çünkü kurtulmak çok zor.

Hem daha zaten kurtulmanıza müsaade etmez izin vermezler ki. Bu duruma getirene kadar düşünün ne kadar çile çekmiş ve ne kadar masraf etmişlerdir? Onu öyle yarım bırakmazlar. Ve inşallah kendimize gelip kendi irademizle doğrusunu düşünerek karar verebiliriz. ÖLÜM ve KALIM kendi kararlarımızda saklıdır. Eğer hipnozun tesirinden uyanıp kalkabilirsek! Unutmayınız. Kimse başkası için iyi rüya görmez. Ve uzaklardan gelip başkasını kurtarmazlar. Daha doğrusu hiç kimse menfaatsiz başkası için elini bile kaldırmazlar. Ve başkaları diğerlerinin omuzlarına basarak yükselirler.

26 Mart 2013 Salı

NASIL GEÇİNİR

Alman, Fransız ve Türkiye Başbakanları bir arada iken gazeteciler başbakanlara sorular sorarlar.
Sıra memur maaşlarına gelir:
Alman Başbakanı "Biz memurumuza dört bin mark maaş veririz. İki bin beş yüz markı ile geçinirler. Artan bin beş yüz markına hiç karışmayız. Ne yaparlarsa yaparlar." demiş.
Fransız Başbakanı "Biz memurumuza beş bin frank maaş veririz. Geçimlerine dört bin frank yeter. Geri kalan bin frankına karışmayız. Diledikleri gibi kullanırlar." demiş.
Bizim Başbakanımız da anlatmış;
"Bizim memurun geçimi için normalde dört bin tl yeter. Biz kendilerine iki bin tl maaş verebiliyoruz. Gerisi iki bin tl yı nerden bulurlar, nasıl geçinirler? Ben hiç karışmam" demiş. 

25 Mart 2013 Pazartesi

KIYASLAYIN


katledilen Osmanlı askerleri
Avrupa Ülkelerin de kadınlar küçük çocuklarına süt verirken 'Eğer İstanbul'u Türklerin elinden geri almazsan, şu içtiğin süt sana haram olsun.' derlermiş.
Bütün dünya devletlerinin Ülkemize saldırdığı 1917 lı yıllarda İngilizlere Mısır da esir düşen 15 000 Osmanlı Askerlerine; İngiliz askerleri ve Ermeni askerleri tarafından akıllara durgunluk veren işkenceler yapıldıktan sonra bir çoğu hunharca katledilmiş.
15 000 Osmanlı Askeri de 'Fenni temizlik' adı altında 'CERASOL' lu havuzlara zorla sokulmuş ve kasıtlı olarak kör edilmişlerdir. 'Savaş suçu' işlendiği için Türkler tarafından dava açılmış, fakat Winston Churchill (Çörçil) "Savaş suçu insanlara karşı işlenir. Türkler insan değiller. Onun için suç işlenmemiştir." demiş ve hiç bir kimse ceza almamıştır.
Sonraları da 'Soy Kırımı' diye Türkleri suçlamışlardır.
Bu konuda; internetten alıntı video ve resim yükledim. Vaktiniz olursa videoyu lütfen seyrediniz. Türk düşmanı iseniz ve vicdanınız da yoksa 'OH OLSUN' dersiniz.
Vicdanınız azıcık varsa, Türk düşmanı dahi olsanız 'VAH,YAZIK' diyeceksiniz ve içiniz sızlayacak. Çanakkale Savaşında seyrettiniz mi bilmem. Türk Askeri yaralı düşman askerine matarasında ki suyunu verip, kurtarmak için sırtında taşıyor. KIYASLAYIN!
İnsan olup olmadığımıza da Çörçil karar veremez. Zira O nun ataları ve tarih, Türklerin nasıl insan olduklarını iyi biliyorlar.
Bizleri kıskanıyorlar ve Türk olmadıkları için kahrediyorlar.
Geçen sene Başbakanları "Türk Ulusu gibi olmağa ve onlar gibi yaşamağa çalışınız" diye vatandaşlarına tavsiyede bulundu.
Sizler asla Türk Milleti gibi insan olamazsınız! Çünkü sizin DNA nız bozuk.

24 Mart 2013 Pazar

GELDİĞİ GİBİ

Eski tarihlerde Abhazalar yabancılardan kız almaz, yabancılara kız vermezlermiş.

Hele hele hırsızlık yapmayan bir kişiye hiç mi hiç kız vermezlermiş.

Bir Abhaza başkasına ait ahırın kapısını kırarak bir at çalar.

Ertesi gün çaldığı atı satmak için oğlu ile pazara yollar.

Atın yanına alıcı olarak başka bir Abhaza yaklaşır. Sağını solunu iyice inceledikten sonra "Bu atın ayağında biraz sekme var. Bir deneyebilirmiyim." der ve izin aldıktan sonra atın üzerine atladığı gibi atı alır kaçar gider. 

Yanı anlayacağınız baskın hırsız da çalıntı atı, onlardan çalar.

Çocuk akşamdan eve atsız gidince babası sorar;
"Atı sattın mı oğlum?" diye.
Çocuk ta;
"Evet sattım baba." der. 

Babası kaça sattığını sorunca;
"O geldiği gibi gitti baba." der. 

23 Mart 2013 Cumartesi

DESENİZE ÖLDÜ


1974 yılı Adana Kiremithane Mahallesinde Cinayet ihbarı aldık. Olay yerine gittik. Elazığ dan kan davası nedeniyle göçen bir vatandaşımızı, düşmanı takip ederek bulmuş ve tabanca ile vurarak ağır yaraladıktan sonra kaçmış. Alel acele Bey Mahallesinde bir akrabasını tespit ettik. Bu şahıs Tarsus'ta saklanabileceği bir yer olduğunu söyledi. Hemen adresi aldık ve bir bağ evi olan bu yere üç memur ve Kısım Amirimiz Başkomiser Cihat Yalım birlikte gündüz yakalamak için gittik.

Evin çevresinde önlem aldıktan sonra, kapıyı açmaları için seslendik. Evet biz doğru yere gelmişiz. Cinayet işleyen Kemal bu evde saklanıyormuş. Şahıs polis olduğumuzu anlayınca, tek başına bir elinde sten makineli tabanca, diğer elinde bir bardak çay ile evin balkonuna çıktı. Tam merdivenlerin başında ki balkonun beton kolonuna yaslanarak, niçin geldiğimizi sordu ve arada sırada da çay bardağından bir yudum çekiyordu. Bu sırada biz pek konuşmuyoruz, Amirimiz Cihat Bey konuşuyordu ve kendisine "Vurduğu adamın ölmediğini, biz de kendisine yardımcı olacağımızı, çok az bir ceza ile kurtulacağını" teslim olması için gerekli şekilde anlatıyordu. Adam makineli tabancasını hiç elinden bırakmıyor; "Dinime imanıma hepinizi öldürürüm. Sakın yaklaşmayın" diyordu. Bu diyalog sırasında arkadaşımız Fahrı eve girmek için bir yer bulmuş ve eve habersiz arkadan bir yerden girerek arkasından şahsa sarılmak suretiyle etkisiz hale getirmek istedi. Bu sırada sanığın elinde ki silah seri atışa ayarlı imiş, birden ne kadar fişek varsa hepsi seri bir şekilde ateşlenerek silah havaya boşaldı. Çok şükür kimseye isabet etmemişti fakat şahıs hala teslim olmuyor, boğuşmağa devam ediyordu. Bizlerde merdivenden çıkarak şahsı etkisiz hale getirdik. Silaha takılı şarjör boşalmış, diğer bir şarjörde ters taraftan bantlarla üzerinde ki şarjöre tutturulmuştu. Yanı ikinci şarjörde her ihtimale karşı silahın üzerinde hazır bekliyor, biri bitince hemen çıkarıp tars çevrilerek takılacak ve atışa devam edebilecek şekildeydi. İkinci şarjörde 32 adet fişek vardı. Ayrıca üzerinde de 100 adet fişek vardı. Şahısın üst aramasından sonra üzerinde de bir adet 14 lü tabanca ve dolu iki adette şarjörünü yakaladık. Şahsı kazasız belasız arabamızda arkaya iki memur arasında oturttuk. Şahıs hiç konuşmuyor ve her fırsatta kaçıp kurtulmak için her çareye baş vuracağı belli oluyordu. Hatta yolda ileri doğru uzanırken fark ettim ve ellerini arkadan kelepçeledim. Şahıs şoföre sarılıp kaza yaptıracaktı.

Herkesin sessiz olduğu bir anda Adana'ya doğru yol alırken telsizde 'Cenaze hastaneden yakınları tarafından alındı Kiremithane'de malum adrese götürülecek' şeklinde bir anons geçti.

Şahıs hemen başını kaldırdı ve "Bu cenaze kimdir? Vurduğum adam öldü mü? Ağabey" dedi. O zamana kadar meğer vurduğu adamı yaralı biliyormuş. Başkomiser de "Adam öldü tabi. Onun cenazesi" dedi.

Adama daha engel olup eğleyemedim. Kolları arkadan kelepçeli ya arabanın içinde ayağa kalktı ve başını Cihat Bey'e dayayıp, Zazaca bir şeyler dedi ve yerine zorla oturttuktan sonra "Sizin yaptığınızda iş midir be ağabey. Baştan deseniz de paşa paşa teslim olsam olmaz mıyd? Bana diyorsunuz ki ölmedi. Az kalsın ben kaçıp o nu öldürmek için sizleri hepinizi öldürecektim. Şimdi de sizleri nasıl öldürür kaçarım diye onun planlarını yapıyordum. Fırsat bulunca şoföre sarılıp kaza yaptıracaktım." dedi. Ve vurduğu mezara, kendisi cezaevine gitti.  

22 Mart 2013 Cuma

MUHABBET

İnsanoğlu belki yalnız yaşayabilir fakat konuşmadan yaşayamaz. Muhakkak konuşması birileri ile dertleşmesi ve muhabbet etmesi gerekir. Nasrettin Hoca bir gün hanımına sorar;
- Hanım, bizim şu yan komşu, Terzi Süleyman'ın adı ne idi?
- Kendin söyledin ya...Efendi! 'Süleyman' diye.
- Hee.. dil alışkanlığı. 'Ben ne iş yapıyor?' diyecektim.
- Onu da kendin söyledin ya.. 'Terzi' diye.
- 'Canım nerde oturuyor?'  diyecektim, öyle diyebildim işte.
- Kurban olduğum, ilahi Hoca efendi, ilk baştan kendin söylemedin mi? 'Bizim şu yan komşu' diye.
Nasrettin Hoca;
 "Eee seninle de bir muhabbet edilmiyor ki, Hatun" der.

19 Mart 2013 Salı

NAL IN UĞURU

1968 yılı, Rize Güneysu Adacami Köyünde İlkokulda Öğretmendim. Köyde kuraldır, öğretmen muhtar ve imam ile iyi geçinecek. Hakikaten bizim köyün muhtarı da imamı da çok değerli insanlardı. 

Caminin imamı hem yerlisi hem de yaşını başını almış sözü sohbeti yerinde özü sözü bir oturaklı gerçek bir Müslüman adamdı. Sırf doğru gerçekleri savunduğu için ben kendisini çok severdim ve muhabbetleri çok hoşuma giderdi.

Bir gün Cuma Namazı kılmak için cami kapısında beklerken Anadol araba ile yabancı bir adam geldi. Ben inanmadım fakat Of’lu olduğunu söylemişti. Bu adamın her halinden dolandırıcı olduğu anlaşılıyordu ve fide, tohum gibi şeyler satıyordu. Cami kapısında konuşma yapıp satacağı malları tanıttı. Anlattığına göre; sattığı kabak tohumunun kabaklarını beş adam zor kaldırırmış. Bir yere götürmek için de dört kabağı bir araba zor taşırmış. Sattığı şeftali fidelerinin meyvesini dal kaldırmadığı için altına çardak yapmak gerekirmiş, her bir şeftali 2-3 kilo gelirmiş. 

Orada millete yalan yanlış bir çok şeyler sattı. Hatta ben kabak çekirdeğini inceleyip dediğin şekilde ki kabağın çekirdeği de bir tahta parçası kadar olmalı, sen yalan konuşuyor, milleti kandırıyorsun dedim ve biraz da tartıştık. Ben namaza girdikten sonra milletin güvenini kazanmak için namaz vakti bu adam da arkamdan camiye girdi ve bağdaş kurup oturdu. Cami imamı da tam bu sırada helal, haram, sihir ve büyü hakkında vaaz veriyor herkeste dinliyordu. Bu adam elini kaldırarak "Hoca efendi, hoca efendi" diye bağırdı. Hoca da sustu ve herkes pür dikkat adama dönüp dinlemeğe başladık. Adam "Hoca efendi, hep merak ederim. Onun için sormak gereği duydum. Evlere astığımız nal gerçekten uğurlu mudur, insanlara uğur getirir mi?" diye sordu.

Hoca biraz durdu, düşündü, ‘hasbinellah’ dedi ve o da adam dan şüphelenmiş olacak ki; "Sanmıyorum. Getirmez galiba. Çünkü eşekler ayaklarında dört tane taşır, uğur getirse o zavallı hayvanlar her gün kırbaç yemezlerdi." dedi.


 

18 Mart 2013 Pazartesi

ASLAN

Hayvanlar alemi çok gariptir ve çok ders vericidir.
İnanmayan inanmasın, insanlar çoğu şeyleri hayvanlar alemini inceleyerek bulmuşlardır.
Mesela evin içerisin deki havalandırma sistemini karıncalar biliyor, bizler bilmiyoruz.
Onlardan öğrenerek onların kullandığı evlerine evlerimizi benzetiyoruz. İnsanların aile düzeni arılara ve aslanlara benzer.
Belki de çok eski zamanlarda hayvanlar bizim yerimizde idi, biz onlardan çok daha aciz durumda idik.
Aslan şöyle demiş, kurt böyle demiş diye anlatıyoruz. Yoksa onların ne dediğini nerden bileceğiz. Mesela kendi aralarında kim daha çok yavru doğurur diye tartışırken, "Dişi aslan az doğurur" demişler.
Dişi aslanda cevap vermiş; "Ben bir tek yavru doğururum, fakat aslan doğururum" demiş.
Onlar gerçekten konuşmamış olsalar aralarında ne geçtiğini bizler nerden öğreneceğiz? Heeh.

15 Mart 2013 Cuma

DEMİR CAN ÖZTÜRK





Rize İli, Fındıklı İlçesi, Ihlamurlu Köyü, nüfusuna kayıtlı. B. A. E. Dubai Merkez Marına Mall cıvarı bila no. da oturur. 28 Kasım 2012 doğumlu.
Müzisyen lik yapar.

Ancak 'uaaaa, uaaaa, uaaaaa...,' türküsünü çok güzel söyler. Nennileri ara sıra dinler.
Genelde annesi babası yemek yerken iniler.
Hep ellerinde dursam, beşiğe koymasalar der.
Ne hikmet ise Dedesinin yanında rahat eder.
Herkes onu çok öper, hatta ısırıp yemek ister.
O da herkesi çok sever, daha çok Dedesini sever.
Bilmiyorum tanıdınız mı? Ona aslanların aslanı, akıllıların en akıllısı, Demir Can Öztürk derler.
Gören de görmeyen de 'Allah analı babalı büyütsün' deyip dua ederler.
 Kırkbin kere MAŞALLAH ile resimlerini yayınlıyorum.


14 Mart 2013 Perşembe

şiir O ZAMAN

Sıramız gelince, bizi çağıracaklar,
Kaçış yok gideceğiz, işte o zaman.
Kimsemiz olmayacak, ayıracaklar,
Bir başına kalacağız, işte o zaman.

Ağlanır arkadan, bakıp ölenlerine,
Sarılıp giderler, beyaz kefenlerine,
Sonra bırakırlar, yerin çukurlarına,
Sanma ki çıkacağız, işte o zaman.

Açarlar defterleri, koyarlar önüne,
Beklede görürsün, mahşer gününe,
Merhamet dilersin, her gördüğüne,
Muhakeme olacağız, işte o zaman.

Kurulmuş düzenler, alt üst olacak,
Sevilen, sevenlerine, uzak kalacak,
Hayat denen ömrün, sonu gelecek,
Ateşlerde yanacağız, işte o zaman.
                          Recep Ali Öztürk

13 Mart 2013 Çarşamba

KART SESLİ

1968-72 lı yıllarda Ankara da şehir içi dolmuşları steyşin şavrole arabalardı. Dört kişi arkaya iki kişi öne atıp dolmuşçuluk yapar her tarafa yolcu taşırlardı. Çankaya Yıldız ve Ulus hattında yolcu taşıyan dolmuşun teypi 'Özay Gönlüm'ün Aslan çardaktan' şarkısını çalıyormuş. Cinnah yokuşunun başında dolmuşa bir yolcu daha binmiş ve bu 'çil horoz' türküsünü duyunca şoföre;
"Bu kart sesli adamın türküsünü niçin çalıyorsun? Başka bir türkü çal da dinleyelim kardeşim" diye sitem etmiş. Bazı yolcularda bu şahsı desteklemişler. Tabi Denizlili Özay Gönlüm'ü kart sesli adam etmişler.
Dolmuş şoförü kaseti değiştirmemiş fakat sıkıldığı her halinden belli oluyormuş. Öyle renkten renge girerken, Ankara Radyo Evinin önüne gelmişler. Tam bu sırada ön koltukta oturan yolculardan biri "Şoför efendi burada biraz duruverde gayrı, bu kart sesli adam arabandan insin" demiş.
Meğerse şarkının sahibi ve söyleyen Özay Gönlüm, Yıldız'da dolmuşa binmiş, dolmuşçu kendisini tanıyor ve hoşnut etmek için şarkısını çalıyormuş. Tabi tedbirsiz olur olmaz konuşan o yolcular mahçüp olmuşlar fakat iş işten geçmiş. Özay Gönlüm de Ankara TRT önünde dolmuştan inmiş, gitmiş.  

12 Mart 2013 Salı

DAĞITIN

Avrupa birliği başkan yardımcısı telaşla başkanın odasına girer. Aralarında bu konuşma geçer.
- Efendim Türkiye isteklerimizi yerine getiriyor. Onları Avrupa Birliğine alacak mıyız?
Avrupa Birliği Başkanı;
- Yok canım! Olmaz öyle şey. Türkçe yi yasaklayın. Herkes İngilizce konuşsun.
- Efendim bu uygulama daha önce yapıldı, İngilizce konuşuyorlar.
- O zaman kokoreç yemeği yasaklayalım. Sokaklar hep kokoreç kokuyor diyelim.
- Kokoreçte altı sene önce yasaklandı, artık yemiyorlar.
- Kınayı yasaklayın, ellerine kına yakmasınlar.
- O da yasaklanalı çok oluyor. Kontrol ediyoruz kimse kına yakmıyor.
- Daha ne kaldı? Avrupa Birliğine almamak için neyi şart koşabiliriz?
- Aklıma gelen hiç bir şey yok. Her ne emredersek gözleri kapalı harfiyen yerine getiriyorlar.
- O zaman Avrupa Birliğini DAĞITIN.

9 Mart 2013 Cumartesi

NAÇİZANE

Bir insan beğendiği, taktir ettiği, hatta hayatını birlikte geçireceği kişiyi bir anda bulur. O nu sevmek ve arkadaşlık işi, bir veya iki gün içinde olur. Sonra O nu unutabilmek için bütün bir ömrünün geçmesi gerekir. Yaşarken iyi veya kötü hiç bir şeyin unutulması mümkün olmaz. Hatta kendisine faydası olmadığını bilse bile. Hatta O kişi hayatını kayıp etmiş olsa bile. Onun için karşılaştıklarınızla iyi diyaloglar kurmağa özen gösteriniz. Karşınızdaki iyi niyetli ise asla ona karşı kötü niyetli olmayınız. Karşınızda ki kişinin kötü niyetli olduğunu anlarsanız önce iyilikle yola getirmeğe çalışınız. İnsan yaşlandıkça unutacağı yerde, geçmiş zamanlarını, yaşadığı eski yerleri ve eski arkadaşlarını daha çok özlüyor ve arıyor. Unutamıyor.

TÜRK İŞİ

(Öykünün konusu internetten)

Ülkeler arası kayık yarışları yapılmış. Yarışı Japonlar 500 metre farkla kazanmışlar. Türkiye yarışçıları bitiş yerine yarım saat sonra varmışlar. Yanı en sonuncu dan da sonra. İddialı bir yarışma olduğu ve onurlarına dokunduğu için yarışı 'İnceleme Komisyonu' kurmuşlar.

Komisyon incelemiş ve rapor vermiş. Japonların yarış kayıklarında, yarış esnasında on bir kişi olduğunu, on kişinin kürek çektiğini, bir kişinin de dümen tuttuğunu,
Türk takımında ise; yarış esnasında kayıkta sekiz kişi bulunduğunu, bir kişi kürek çektiği, yedi kişinin dümen kullandığını tespit etmişler. Tabii ki çözüm bulunması gerek.

Bu rapora göre hemen önlem almışlar. Adı 'Yeniden Yapılanma' . Buna göre Türk Kayık Yarış Takımını yeniden yapılandırmışlar. Buna göre yarış kayığı içerisinde on bir kişi bulunacak ve görevleri şöyle olacak:
1. şahıs: Yarış Kayığı Müdürü,
2. 3. şahıslar; Yarış Kayığı Müdür Yardımcıları,
4. şahıs Dümen Müdürü,
5. 6. şahıslar; Dümen Müdür Yardımcıları,
7. 8. şahıslar; Dümenciler,
9. şahıs; Kürek Müdürü,
10. şahıs; Kürek Müdür Yardımcısı,
11. şahıs; Kürekçi. Yanı yine tek kişi kürek çekecek. Gördünüz değil mi? Ne kadar güzel bir yapılanma. Organizasyon çok güzel, bakalım öbür yarış ve bundan sonra neler olacak?

Ertesi yıl ki kürek yarışmasında yine Japonlar büyük bir farkla birinci olmuşlar. Yarışa katılan diğer ülkeleri boş verin. Biz kendi takımımızı inceleyelim. Sonra ne olmuş. Türk takımı sondan birinci olmuş. Bu zaten belli idi fakat gel yetkilileri inandır. Onlar birincilik bekliyorlarmış.

Peki uzattık gitti en sonunda ne olmuş? Buyurun hep birlikte öğrenelim.
Türk takımı; yarışın kaybedilmesinden sorumlu olan kişiyi, yanı Kürekçiyi iyi kürek çekip kazanamadığı için işten kovmuşlar. Sorunun çözümüne katkılarından dolayı Müdürlere ve diğer sorumlulara birer maaş ikramiye vermişler.

Hikaye sanmayın, buna benzer olaylar gerçekten çok var. 1978 yılında artan terör olaylarını incelemek üzere Türkiye ye gelen İngiliz Araştırma adamlarının raporlarında mevcuttur. Türk Polisini inceleyip yazmışlar. Bizim arşivlerimizde var mı bilmem. 

'Masa başında çalışan, teröristlerle karşılaşmayan Amir ve Müdür personelin bellerinde iyi sağlam on dörtlü tabancalar ve ellerinde telsizler olduğu halde, sokakta görev yapan polislerin el telsizleri ve sağlam tabancaları olmadığı' şeklinde raporlarında yazılıdır. 

Aynen doğrudur. Bizzat şahit olduğum olaydır. O rapor yazıldığı zaman polis memurlarının yeni gelen on dörtlü tabancaları alması hiç mümkün değildi. Çünkü amirlerin sayısı tabancalardan fazla idi. Bu kayık yarış meselesine bariz bir örnektir. 
 
Şimdi bu durum düzel dimi? Ben inanmıyorum. Gidin Türk fabrikalarına, öğle yemeğini işçi müdürün makam odasına götürür. Avrupa ve Japon fabrikalarında müdürleri de personel ile kuyruğa girerler. Çünkü bizim memlekette küçük çocuklarımız büyürken 'Oku, mevki sahibi ol ki rahat yaşayasın' derler. Avrupa ve Japonya da çocuklarına 'Oku, kendini yetiştir, mevki sahibi ol ki, vatanına ve milletine faydan olsun' derler. Aramızda ki fark bu bence.

8 Mart 2013 Cuma

GELMEDİ İŞTE

Dursun ile Temel denize yüzmeğe giderler.
Aksilik ya Temel boğulur.
Savcı olayı tespit için Temel in boğulduğu yere gider.
Bakar ki iskelede Dursun ile bir kaç adam duruyorlar.
Savcı Dursun'a sorar;
"Anlat bakalım olay nasıl oldu?"
Dursun da cevap verir;
"Savcı bey düşündüğünüz cibi olay molay yok. Temel 'bi dalup geleceğum' dedi. Haburda bekleyiruz, sende göriirsun ki daha gelmedi işte."der.
 

7 Mart 2013 Perşembe

YOLCUSU MİYEM

Bir Erzurumlu Erzurum da Es dadaş otobüsüne biner ve ilk defa İstanbul'a gidecek.
Otobüs yolda yarım saat ihtiyaç molası verir.
Erzurumlu hemşerimiz de otobüsten inerek ihtiyaç giderir.
Yarım saat sonra otobüsü bıraktığı yere dönünce birde ne görsün.  Geldiği otobüs altı tane olmuş. Yanı aynı benzeyen otobüsler gelip yanına durmuşlar.
Eeeh habire de anons ediyorlar "Es dadaşın 23 numaralı yolcusu otobüsünüz harekete hazırdır.
Lütfen yerinizi alınız."
Bütün yolcular hazır oturmuşlar bir yolcuyu bekliyorlar. Bizim acemi Erzurumlu koşarak gelir otobüse biner ve yüksek sesle otobüste oturan yolculara sorar;
"Gadanız alam dadaşlar, helem bana bir bağan ki, ben sizin otobüsün yolcusu muyem?" der.

6 Mart 2013 Çarşamba

UNU, ŞEKERİ

Adamın biri çok yalan konuşurmuş. Kendisine hiç kimse inanmaz olmuş.
Yanına herkesin güvendiği yalan konuşmayan birini almış ve ben ne dersem sen destekleyeceksin demiş.
Yalancı başlamış kahvede anlatmağa;
"Bir gün ava gittim. Baktım kayaların üzerinde bir geyik duruyor. Bir mermi attım, geyik kebap oldu, yanına gittim yedim." demiş.
Dinleyenler hemen itiraz etmişler, 'olmaz böyle şey' demişler.
Yanında ki destekçisi "Olmaz demeyin, kurşun taşa denk gelir, kıvılcım çıkarır, ateş yanar ve geyik eti pişebilir" demiş.
Herkes 'Yaaa' demişler.
Yanı inanmışlar.
Yalancı bakmış herkes, ne söylerse inanıyor, bu seferde;
"Ava gittim, geyiğe bir mermi attım. Geyik vuruldu. Bir tepsi cevizli baklava oldu. Aldım yedim" demiş.
Dinleyenler "Hayır, bu kadar da olamaz, yalan söylüyorsun" demişler.
Yalancı darlanmış ve yanında ki destekçisinden tekrar yardım istemiş.
Destekçi biraz düşündükten sonra dönmüş yalancı arkadaşına;
"Ben sana at dediysem o kadarda desteksiz at demedim herhalde. Ben şimdi dağın başında unu. şekeri, cevizi ve yağı nerden bulayım da sana baklava yapayım? Be adam" demiş.

4 Mart 2013 Pazartesi

BU ŞEHR

Lale Devrine imzasını atan şair Nedim'den bir olay anlatacağım. Amerika da eskiden kovboylar bir silahşörü öldürüp ün yapmak için, o silahşörle düello etmeğe, ülkenin her tarafından gelir sıraya girerlermiş.

Bizim şair Nedim'i alt edip ününü elinden almak için dünya da şairler de sıraya girmişler ve zaman zaman Nedim ile karşılaşmak için İstanbul'a gelmişler. Hepsi de boylarının ölçüsünü alıp geri ülkelerine dönmüşler. Acemistan dan  (İran) bir şair, kasidelerinin ününü duyduğu Nedim ile yarışmak için şimdiki İran dan İstanbul'a gizlice kimseye haber vermeden gelir. Üsküdar dan kayık ile Avrupa yakasına geçecek ve Nedim'i bulup güzel kasideler söyleyerek Nedim'in ününü elinden alacak. Bu durumu önceden haber alan Şair Nedim Anadolu yakasında bir kaç günlüğüne bir kayık kiralar ve Acemistan dan gelecek olan bu şair rakibini beklemeğe başlar. Acem şair bir sabah nihayet gelir. Karşıya geçmek için Nedim'in kullandığı kayığa biner ve kayıkçı bildiği Nedim'e "Ne kadar güzel bir yer, burası neresidir?" diye sorar. İşte o zaman Şair Nedim söyler:
 
"Bu şehri Stanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır.

Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır.
 
(Türkçesi)
Bu İstanbul şehridir ki, paha biçilmez
Bir taşına bütün İran ın varlığı fedadır

İki deniz arasında öyle tek bir incidir
Dünyanın güneşi ile tartılsa değerdir.

Acem şairi kayıkçıya, geri dönmesini ve kendisini aldığı yere bırakmasını söyler. Adamları niçin vaz geçtiğini sorduklarında "Bir saldalcı böyle kaside söylerse, Nedim kim bilir nasıldır? Onun için karşılaşmak istemiyorum. Geri dönüyoruz." der ve sözde Nedim ile karşılaşmadan geri İran'a giderler. Merak edenler kasidenin tamamını internetten bulup okuyabilirler. Ben bunu lise yıllarımdan hatırlıyorum.

3 Mart 2013 Pazar

'Z' SU YOKTUR

Temel bir gün kavgaya karışmış ve ekipler karakola getirmişler. Komiser ifade aldırırken Temel'e sormuş; "Adın nedir?"
Temel cevap vermiş: "Temel dur. 'Z'sı yoktur." demiş.
Komiser Temel in ismini yazdıktan sonra "Zaten senin isminde 'Z' harfı yok ki" demiş.
Temel "Komiserum işte bende onı diirum saa da" demiş.

2 Mart 2013 Cumartesi

HAVAYA ATEŞ ETMİŞ

Yıl 1977 Adana Reşatbey Mahallesi gece saat 01.30 sıraları, Haber Merkezi bir evin silahla tarandığı hakkında bilgi verdi. Astronot Salih, Sadık Hayrani ve ben süratle verilen adrese gittik. Bahse konu ev, yol üzerinde dokuzuncu katta karı koca Çukurova Üniversitesinde profesörlerin eviydi. Öyle dedikleri gibi taranma falan yok. Rast gele bir olaya benziyordu. Sadece bir kurşun isabet etmiş ve camdan içeri girerek tavana, oradan da sekerek karşı duvara vurmuş, üçgen çizmişti.

Kurşun yatalak olan olan hanımın annesinin 15cm kadar üstünden giderek duvara vurmuş, duvarda genişçe bir oyuk açmıştı. Deforme olmuş 7.65mm çapında ki kurşunu duvarda oyduğu oyuk içinde duruyordu bulduk. O zamanlar şimdi ki gibi sokaklarda değil kamera arabamızda düzgün bir el fenerimiz dahi yoktu. Önce evde bulunanların ifadelerini aldık. Kurşun isabet ettiği cama geçtim. Kurşun izleri olan tavan ve camda ki çatlak kurşun deliğine ip tutmak suretiyle merminin geliş yönünü ve eğimini tespit ettim. Cam da ki kurşun yerinden yere el fenerinin ışığını doğdurdum. Astronot Salih yerde ararken yolun karşı tarafında başka bir apartman önünde bir adet 7.65 mm lik tabanca boş kovanı buldu. Gece çok geç olduğundan çevreden soruşturamadık. Sorduklarımız insanlarda korkularından bildiklerini söylemiyorlardı. Detayları tutanaklarla tespit ettik ve çok yorgun olduğumuzdan dosyayı gündüzcü ekibe devrederek görevden ayrıldık.

Ohoo, ev sahipleri akademisyen ya gündüz sanki kıyamet kopmuş. Savcı ve Asayiş Müdürü olay yerine gitmişler. O evin önünde ve arkasında, civarında oturan 200 den fazla kişinin kimlik tespitini yapmışlar. Bizi de evden aldırdılar. Müdür yardımcıları ve Asayiş Müdürümüz küplere biniyorlar. Sanki olayı biz yapmışız. Bir dakikada herkes aleyhimize oldu. Baş Müdür Sayın Alpaslan Bilginer "Çocukları ellemeyin ve karışmayın onlar işlerini bilirler" diye bizim için bir anons etti, bize arka çıktı. Bizler anonsu duyunca nasıl rahatladık bilemezsiniz. Bizleri ne görmüş, nede tanımışlığı vardır. Sadece telsizlerden seslerimizi duyar ve tanırdı. Onun anonsu sayesinde biz diğerlerinin elinden kurtulduk. O sinir ile daha evlere gitmeden olay yerine gittik ve kendimize göre çevreden soruşturma yaptık. Olayı çözdük.

Bu evin tam karşı tarafında bir evin içinde nişan töreni varmış. Nişan töreni bozulmuş ve bir takım münakaşalardan sonra erkek tarafı dışarı çıkmış. Kız tarafına göz dağı vermek için hemen evin altında ki yolda gelişi güzel havaya bir el ateş ettiğini öğrendik. Bu ateş eden şahıs meşhur kabadayı İnce Cumalı'nın kardeşi Şevki'nin yanında çalışan bir şahıs olduğunu da öğrendik. Bunlar polisçe tanınan bilinen malum kişilerdi. Doğru bu şahsın evine gittik. Çünkü böyle şahıslar gece kulüpte çalışır genel de gündüz uyurlardı. Şahsı evinde dokuzlu Belçika tabancası ile birlikte yakaladık. Olayı tamamen samimi bir havada doğruladı. Balistik inceleme de bulduğumuz kovan ve merminin bu tabanca ile atıldığını doğruladı. Kendisi de zaten olayı tüm detayları ile anlattı.

Sanık Cabbar, nişan bozulduğu zaman adamları ile birlikte dışarı çıkmışlar yolda yürüyüp evlerine gittikleri sırada sinirlenip göz dağı vermek için havaya bir el ateş ettiğini söyledi. Kurşunun bir evin penceresine isabet ettiğinden haberi bile yoktu. Şahıs tutuklanıp cezaevine gitti. Ev sahibi karı koca akademisyenler daha sonra bizi evlerine davet ettiler ve evlerinde yemek yedirerek memnuniyetlerini ifade ettiler.

Asayiş Şube Müdürümüz Sayın Cemalettin Ertem keyfinden 'ha ha ha' diye gülüyor. "Öyle sıkıştırmasam olayı çözemezdiniz, çocuklar." diyordu. Bir vesileyle kendisine ve Başmüdürümüz Sayın Alpaslan Bilginer'e her ikisine de saygı ve hürmetler sunarım. 
 

1 Mart 2013 Cuma

ADALETLİ TAKSİMAT

Aslan, kurt ve tilki üçü birlikte ava çıkmışlar. Geyik, koyun ve tavuk yakalamışlar. Aslan kurta "Şu yakaladıklarımızı adaletli bir şekilde paylaştırda yiyelim" demiş.
 
Kurtta aslana "Çok kolay kıralım, geyik senin, koyun benim, tavukta şu uyuz tilki nin olsun" demiş. Demiş fakat birden aslanın kükremesi ve pençe darbeleri ile karşılaşarak kendini yerde bulmuş. Uzun süre gözleri görürken aslanın darbesi nefesini kestiği için konuşamamış ve kendine gelebilmek için yerde beklerken,
 
Aslan bu sefer tilkiye dönmüş ve "Adaletli bir şekilde bu avları sen paylaştır. Tilki kardaş!" demiş. Olup bitenleri seyreden tilki; "Söze ne hacet Kıralım; geyik kahvaltın, koyun öğle yemeğin, tavuk ta kıraliçemize çerez olsun." demiş
 
Aslan "Aferin sana sen bu adaletli taksimatı kimden öğrendin?" diye sormuş;
Tilki kurtu göstererek "Şu yerde yatan zavallı kurt kardeşten öğrendim, kıralım." demiş.