SAYFALAR

31 Mayıs 2013 Cuma

OKUSUN

Bir ilçeye yeni tayın olan kaymakam karakol komutanı ile köyleri dolaşmağa çıkmışlar.
Bir köye tam girecekleri sırada, köylünün birini eşek yavrusunu kucağında götürürken görmüşler. Kaymakam arabasını durdurmuş ve selam vererek köylüye şaka olsun diye sormuş
"Kucağında ki yavrunu nereye götürüyorsun?"
Köylü biraz durup düşündükten sonra cevap vermiş.
"Bu yavruyu mektebe götürüyorum. Kaydını yaptırayım ki okusun. İyi okursa kaymakam; iyi okumazsa Başçavuş olsun. Kerata" demiş.
Lüzumsuz yere olur olmaz konuşup, başkasının ağzına lafı vermeyeceksin.
 

TIPASINI ÇEKEREK

Vali İl de bulunan akıl hastanesini ziyaret eder.
Hastane içerisinde Baştabiple dolaşırken bazı öğrenmek istediği soruları da Baştabibe sorar. 
Mesela der
"Siz hastaneye hastaları yatırmak için, yanı bir adamın deli olup olmadığına karar vermek için ne yaparsınız?"
Baştabip te cevap verir:
"Efendim, Küveti su ile doldururuz. Kişinin eline bir kaşık, bir fincan, bir de kova veririz. Küveti boşaltmasını isteriz." der.
Vali hemen sözü alır ve;
"Tabii ki kova ile boşaltması gerekir. Kaşık ve fincan ile boşaltırsa adam delidir. Yatırırsınız değil mi?" der.
Doktor;
"Hayır efendim. Normal bir insan küvetin tıpasını çekerek suyunu boşaltır." der.
Biliyorum sizlerin de bir çoğu, daha sonunu okumadan 'KOVA ile boşaltırız' diye düşünmüştünüz. Onun için hiç bir zaman peşin hükümlü olmayınız. Anlatılan bir şeyi biliyor olsanız bile sabırla sonunu bekleyiniz.

30 Mayıs 2013 Perşembe

ZARFI OKUMUŞ

Yıl 1986 Ankara Hırsızlık Bürosu; Bahçelievler de Emekli bir askerin iş yerine girilerek hırsızlık yapılmış. Olay yerini incelemek üzere ekibim le birlikte 4. cadde de ki adrese gittik. Akşam üzeriydi ve pek çok meraklılar da olay yerine toplanmıştı. Depo olarak kullanılan yerin arka kapısı levye kullanılarak kırılmış ve içerden mücevherat olmasa da bayağı çok bir eşya ile bir adet te Kırıkkale marka tabanca çalınmıştı. Böyle durumlarda genel de kapıcıya şüphe edilir fakat ben sağlam delillere dayanmadan kimsenin günahını almazdım.

Her tarafı iyice kontrol ettikten sonra gerekli notlarımızı aldık ve ev sahibine yüksek sesle "Sen hiç merak etme. Tabancanın çalınması çok iyi olmuş. Çünkü tabanca çalıp ta yakalanmayan hiç bir hırsız görmedim. Mutlaka bu tabanca yüzünden senin iş yerine giren hırsız da yakalanacak. Tabancayı çaldığı çok iyi olmuş." dedim ve ayrıldık.

Ertesi gün öğleye yakın Asayiş Şube Müdürümüz Saygı değer Bahri Baykal Bey bu olay yerine giden ekibi arıyor. Kısım Amirimize 'o ekip amirini acele yanıma getirin' diyor. Başkomiser Turan Güder telsizle alel acele çağırdı. Hemen Kısma geldik. Kısım Amirimiz Başkomiser Turan Bey bizi merdivenlerin başında bekliyordu. "Arkadaşlar, yine ne yaptınız? Dün bir kabahat işlediniz mi? Müdür Bey sizi çağırıyor. Siz beni öldürecek misiniz. Ne yaptınız" dedi. Biz kendimizden emindik. Fakat hiç te belli olmazdı. Bazen ekibin de biri bir suç işlerse, sürpriz olur cezasını amiri çekerdi. Veya haksız yere şikayet konuları da olabilirdi. "Başkomiserim, siz niçin ölesiniz? Bir iş yaptıysak onun hesabını biz veririz. Siz hiç korkmayın." dedim ve biraz kuşku ile Başkomiser ve ben birlikte makama girdik.

Dün iş yerinde hırsızlık olan ve benimle konuşan emekli general de orada oturuyordu. Biz girer girmez General hemen heyecanlı bir şekilde ayağa kalktı ve "İşte bu komiser, Müdür Bey" dedi. Biz daha ne olduğunu anlamadan hemen Turan Bey benim için "Recep bey öyle kötü şey asla yapmaz Müdürüm." dedi ve güya beni savundu. Hiç te beklemiyordum. Ben de şaşırdım. Müdür Bey; "Hemen Komiserini savunma Turan Bey. Recep Bey bu sefer kimseyi dövmemiş. Üstelikte çok iyi bir şey yapmış. Dünkü hırsızlık olayında olay yerinde bir zarf atmış. Tabanca çalındı ise hırsız kesin yakalanacak demiş. Hırsız da Recep Beyin attığı zarfı okumuş, tabancayı geri getirmiş. Kapının önüne atıp kaçarken hırsızı mahalle sakinleri yakalamışlar. Kendisini tebrik edeceğim. Bu sefer onun için çağırdım. Korkmayın bir şey yok" dedi ve güldü.

Bu ev sahibinin Emniyet Genel Müdürlüğüne hakkımda yazdığı teşekkür dilekçesinden dolayı ben, ekibim ve Kısım Amirim Turan Bey birer maaş ikramiye ile taltif edildik. Merak edersiniz onu da söyleyim. Hırsız kapıcı değil de kapıcının kayın biraderi idi. 

29 Mayıs 2013 Çarşamba

ÖZLÜ SÖZLER

1- Hayatta kayıp ettiklerini, ağlayarak veya üzülerek kazanamazsın.
2- Kişinin değeri dilindedir, O nu sözleri ele verir.
3- Bir şeyi söylemeden önce üç defa düşün, sonra pişman olmazsın.
4- Düşman istersen dostlarını geçiniz, dostlarınız sizi geçerse siz düşman olursunuz.
5- Hayatta hiç bir zorlukla karşılaşmıyorsanız, asla doğru yaşamıyorsunuz demektir.
6- Ayak üstü yaşamak diz üstü yaşamaktan daha onurludur.
7- İnsan oğluna en acı şey, kaçırmış olduğu fırsatlardır. Zira ömür boyu bir daha eline geçmez.
8- Yerinde ve zamanında konuşmasını bilen, birde ne konuşacağını bilen, başkasından özür dilemez.
9- Hayatı seviyorsanız zamanı boşa geçirmeyiniz, zira hayat zamanın kendisidir.
10- Konuşurken insanların gözlerinin içine bakınız, onları hem etkiler, hem de güvenlerini kazanırsınız.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

KİM TAKACAK

Bir kedinin şerrinden usanan fareler toplantı yapmışlar. Konu bu kediden nasıl kurtulurlar? Hepsi aklına gelen fikirlerini söylemişler. Hepsini incelemiş, tartışmışlar fakat bir netice alamamışlar. Genç bir fare "Kedinin boynuna çıngırak asalım. Hareket edince çıngırak sesini duyar yanımıza yaklaşıp yaklaşmadığını anlarız ve böylece kaçar kurtuluruz" demiş. Başka bir fare "Çok güzel bir fikir. Hemen uygulamaya koymamız lazım. Fakat kedinin yanına kim yaklaşıp, boynuna çıngırağı tabilecek?" demiş.

24 Mayıs 2013 Cuma

şiir OLMAĞA

Pişmanım sevdiğime, tövbeler olsun aşka,
Ben sevgini ararken, sen kalbimi çalmağa,
Kötülüğüm olmadı, seni sevmekten başka,
Mahküm ettin beni, senden uzak kalmağa.

Sevda geçici olmaz, seven seveni kırmaz,
Sen terk etsen de, bende ki sevdan bitmez,
Ayrıldın gittin ama, benim için fark etmez,
Gel yeniden denesek, aşkı tekrar bulmağa.

Bir sebebi olmadan, düşman oldun aniden,
Hiç umut daha yok mu, aşkımıza yeniden,
İnan çok seviyorum, yemin olsun seni ben,
Gel yıkma sevdamızı, dön seninle olmağa.
                                       Recep Ali Öztürk

20 Mayıs 2013 Pazartesi

EJDERHA KONUŞUR

Fındıklı merkezden bizim köye çıkarken geçmemiz gereken bir yer var. Bu yere Zeni nin yokuşu derler. Çok eskilerden beri patika ve araba yolu başka geçit olmadığından bu yerden geçer. Yol aşağıdan dere içinden gelir ve gittikçe yükselerek hafif virajlarla yukarı çıkar. Sulak Köyü oradan da bizim köye çıkılır. Sulak Köyü girişin de sağ tarafta, okulun yanında sahipsiz bir mezar vardır. Zeni nin yokuşu fazla tehlikeli bir yer idi. Eskiden bu yokuştan çıkarken, çok sayıda arabalar kayarak dereye düşerler ve ölümlü trafik kazaları olurdu. O zaman o eski arabalarda fren tutmaz kazalar kaçınılmaz olurdu. Bu nedenle de burası biraz uğursuz bir yer sayılırdı. Benim asıl anlatmak istediğim tam bu yerin aşağısın da ki 'Ejderha' rivayeti dir. Köyden Fındıklıya giderken Zeni nin yokuşunu inip dere içinde yol alırken, önünde tam karşıda, sol tarafından yol geçen çok büyük bir kaya kütlesi vardır. Bu kaya dere kenarından başlayarak sağ tarafa doğru bir kilometreden fazla kale duvarı gibi yükselerek uzar gider. Hatta bu taşın dere kenarı kırılarak geçit sağlanmıştır. Taşın yola yakın yerinde öyle uzunca, ayakları ve kafası belli olan, taa ilerden görülen büyük bir şekil vardır. Bu şekil ayaklı ejderhaya benzer. Ne zamandan beri orada bulunduğunu bilen yok. Belki kayanın oluşumundan beri veya belki sonradan yapılsa da yosun tuttuğundan tam olarak bilinemiyor. Yalnız bu resmin hakkında ki söylentiyi herkes bilir. Güya çok eski zamanlarda burada bir ejderha beklermiş. Bu yoldan gelip geçen insanlardan her gün bir kişiyi yakalar yermiş. Orada görülen şekil de o ejderhanın resmi imiş. O zaman ki şartlara göre bir çok silahşor bu ejderhayı öldürmek için dünyanın dört bir tarafından gelmişler. Hiç biri bu ejderhayı öldürememiş. Üstelik hepsini o ejderha öldürüp yutmuş.

Gelen silahşor kılıcını çıkarır ejderhaya vurur yaralar fakat ejderha dile gelir 'Bir kılıç daha vur' dermiş. Eğer ikinci kılıcı vurursa ejderha yedi başlı olur, silahşoru öldürürmüş. Eğer kılıç vurmaz konuşursa silahşor düşer ölürmüş. Yanı kurtuluş için; iki defa kılıç vurmayacak. Hem de hiç konuşmayacak mış. Bir gün Trabzon dan atının üstünde bir Bey gelmiş. Atı ile ejderhaya yaklaşmış bir kılıç darbesi ile ejderhayı ikiye bölmüş. Ejderha dile gelirdi ya bu beye seslenmiş "Bana bir kılıç daha vur" Daha kılıç vurmamış ve yılana "Beni anam bir defa doğurdu. Onun için tek kılıç vururum." demiş. Fakat konuştuğu için orada bu bey de düşmüş ölmüş. Ejderha da ölmüş. Bu kahramanın atı kişneye kişneye insanların yanına gelmiş ve ayaklarını yerlere vurarak onlardan yardım istemiş. Atı takip etmişler. Bu kahramanı ejderhanın yanında ölmüş olarak bulmuşlar. At ta hemen oracıkta düşmüş ölmüş. Ejderhayı öldüren adamın; cesedini, ölen atı ve bütün eşyaları ile hemen ilerde Sulak Köyüne girişte okulun yanına defnetmişler. Orada otların arasında sahipsiz diye bahsettiğim mezar bu zatı muhteremin mezarı imiş. Bu hikaye anlatıla anlatıla günümüze kadar gelmiş. 1966 yılında Trabzon dan 18 yaşlarında bir imam Sulak Köyü Camisine geldi. 4-5 sene burada lojmanda kalıp camide imamlık etti. Bu imamın ismi yanılmıyorsam Muhammet ti. Kendisi çok dini bilgiye sahipti. Cana yakın ve ilgi çekici vaızları olduğu için kısa sürede o muhit te çok sevilir bir kişi oldu. Zaten bu sahipsiz mezarda camiye yakındı. Bir Cuma da cemaate "Pu müpareği tün gece rüyamda kördüm. Üzerümi kapatun pen çok üşüirüm." dedi. Diyerek, köylüye bu sahipsiz mezarın çevresini tuğla ile duvar ettirdi. Bir gece bu duvarın içine girerek, ışık sızmaması için üstünü battaniye ile kapatıp, mezarı kazdılar. İçinde ne gömülü ise hepsini çıkarıp, alarak, ertesi günü bile beklemeden o gece kaçıp gittiler. Ondan sonra da tabi bu imamı gören daha hiç kimse yok. Kim di? Esas nereli idi? Bilende yok.
 

19 Mayıs 2013 Pazar

KEDİ KADAR

Bir adam sekiz yaşlarında ki oğlu ile yolda giderken, küçük oğlu Ali babasına söylemiş
"Baba ben bu sabah bir kedi gördüm. Bir apartman kadar büyük tü."
Babası da küçük Ali ye
"Oğlum ilerde yolumuzun üzerinde, geçmemiz gereken bir köprü var. Yalan söyleyenler o köprüden geçemez. Dereye düşerler su alır, hiç bilinmeyen yerlere götürür" demiş.
Biraz daha gittikten sonra Küçük Ali
"Babacığım o gördüğüm kedi bir ev kadar vardı." demiş.
Babası hiç ses çıkarmamış. Biraz daha gittikten sonra Ali
"O gördüğüm kedi at kadar büyük tü." demiş.
Babası yine seslenmemiş. Köprü de uzaktan görünmüş. Küçük Ali biraz telaşa kapılmış ve "Babacığım o gördüğüm kedi bir inek kadar vardı." demiş.
Biraz daha gidince köpek kadar olduğunu söylemiş.
Tam gelmişler köprüye ayak basacakları zaman Küçük Ali
"Dur baba o gördüğüm kedi, kedi kadar büyük tü." demiş ve ikisi de köprüyü kazasız belasız geçmişler. Ali de en sonunda işin doğrusunu anlamış ve bir daha hiç yalan söylemiş.  

18 Mayıs 2013 Cumartesi

BİR KÜP ALTIN

Vaktiyle Kralın biri kim yalan söyleyip beni kandırırsa bir küp altın vereceğim der.
Bütün yalancılar sıraya girerler.
Bir yalancı
Bir kuş aslanı kaptığı gibi yuvasına götürdü demiş.
Kral
Kuş kartal olur, aslanda yavru olur. Normaldır götürür demiş. Yalancının yalanını çürütmüş.
İkinci yalancı
Komşu ülkede eşeği kral yapmışlar demiş.
Kral
Eşek altta dururken, kral üstten bakar. Başında ki taç eşeğin başına düşer. Normaldır. Kısa süre için eşek kral olur demiş.
Ve böylece kendisine söylenen bütün yalanlara bir sebep uydurarak gerçek olabileceğini, yalan olmadıklarını iddia etmiş.
Fakat günün birinde bir adam karşısına gelmiş ve Kral a
Benim babamdan bir küp altın borç almıştınız. Geri almağa geldim. Yalansa ödül olan bir küp altını, Esseh se borcun olan bir küp altını ver der ve bir küp altın kazanır.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

TAVAYA YAPIŞMIŞ

Avrupa dan gelen doktorlar deliler hastahanesinde koğuşları geziyorlarmış. Bir odaya girmişler ki on kadar deli durdukları yerde sürekli olarak sıçrıyorlar. Bir tek deli de ortalarında hazır ol vaziyetinde duruyor. Doktorlardan biri öyle görünce 'bu galıba akıllı, bizi görünce hazır ola geçti' diye düşünüp yanına yaklaşır ve sorar:
- Bu adamlar niçin zıplayıp duruyorlar?
Hazır ol da ki adam cevap verir:
- Bunlar kendilerini 'mısır patlamışı' sanıyorlar. Onun için zıplayıp duruyorlar.
Doktor tekrar sorar:
- Peki sen bunlarla birlikte niçin zıplamıyorsun?
Cevabı:
- Ben tavanın dibine yapıştım da ondan zıplayamıyorum.

14 Mayıs 2013 Salı

POZ VERİYOR

Savcı morgda cesetleri incelerken, üç cesetin de sırıttığını görmüş. Cesedin sahiplerine niçin sırıttıklarının sebebini sormuş.
1. Ceset için; "Efendim piyangodan para çıktı, sevincinden kriz geçirdi öldü. Onun için gülüyor" demişler.
2. Ceset için; "Efendim ömrü memurlukla geçti, amirliğe terfi etti, dayanamadı, krız geçirdi öldü. Onun için gülüyor." demişler.
3. Ceset yandığı için tamamen siyahlanmış fakat o da hala sırıtıyor. "Buna da yıldırım çarptı yandı fakat o şimşekleri görünce 'fotoğraf çekiyorlar' sandı ve onun için gülüyor, poz veriyor." demişler.

12 Mayıs 2013 Pazar

HOCAM NEYETTİM Çİ

Erzurum Lisesinde; Erzurum lu öğretmen, Ezurum lu öğrencileri sözlü sınav eder:
- Eyy arhadaçi!
- Buyurun hocam neçi?
- Kalk ayağa, senin adın neçi?
- Hocam Osman Zeçi.
- Numaranı söyle çi?
- Hocam üç yüz on içi.
- Sorıyı bilirmisen peçi?
- Hocam sorı neçi?
- Türkiye nin nufusi kaç çi
- Hocam bilmirem çi
- Eleyse bilmirsen, otur içi.
- Hocam neyettim çi? İçi

11 Mayıs 2013 Cumartesi

TEKERLEGİSİ

Vaktiyle Elazığ da bir şahıs yaşamış. Ali Şeker  herkes bilir ve anlatırlar. Karadeniz in Temel'i var. O hayal ürünüdür. Fakat Elazığ'in Ali Ş. 'in olduğu doğrudur. Elazığ da ilk defa eski bir kamyon alıp bu kamyon ile bir çok maceralar yaşamıştır. Bence insanı en saf olan bölge Elazığ dir. İşte Ali Ş. in bir macerası:

Ali Ş. nin kullandığı kamyonun motoru arıza yapmış. Arabanın kasasını bir meydan da dört takoz üzerinde bırakarak, ön kısmını alıp tamire götürmüş. Aradan epey zaman geçtikten sonra Ali Ş. in parası kalmayınca, bu takoz üzerinde ki kasanın yanına gitmiş. Arka kapısını açarak, önünde durmuş ve başlamış bağırmağa "Palu'ya bir, iki. Palu'ya bir, iki" diye. Millet sıraya geçmiş ve herkesten bir lira alarak kamyon kasasına doldurduktan sonra, Ali Ş. kayıplara karışmış. Parayı verip binenler "Hadi Ali Ş. bulunda gidelim. Beklemekten sıkıldık" demişler. 

Bir kaç kişi inmiş Ali Ş. 'i ararlarken yolculardan birinin dikkatini çekmiş "Bizim arabanın tekerlegisi yoktur." demiş. Bakmışlar gerçekten yok. Takoz üstünde duruyor. Hepsi inmişler incelerken iyice bakmışlar ve görmüşler "Aaaa.. Bizim arabanın şoför mahallısı da yoktur." demişler ve birde o zaman Ali Ş. in kendilerini kandırdığını anlamışlar.  

9 Mayıs 2013 Perşembe

BABA-OĞUL


baba-oğul
İyi uyuşuyorlar MAŞALLAH. Fakat baba-oğul ikisi de ayrı ayrı yerlere bakıyorlar. Babanın nereye baktığını sorup öğrenebiliriz. Oğlunun nereye baktığını nasıl öğreneceğiz? Biri bir tarafa, öteki başka bir tarafa bakıyorlar. Acaba bakış açısı şimdiden değişiyor mu? Yoksa baba oğul ilginç bir olaya mı şahit oluyorlar? Ne ise büyüdüğü zaman nereye baktığını, Demir Can'a sorar öğreniriz.

8 Mayıs 2013 Çarşamba

SAKLI SALON

1998 Ankara Ahlak Bürosu, kumar makineleri ve tombalanın yasak edildiği ilk zamanlardı. Ben hiç zengin biri değildim fakat kimsenin de parasında gözüm yoktu. Ben para yemediğim içinde mekan sahipleri güvenip te gayri meşru iş yapamazlardı. Bu nedenle benden çekinirlerdi. Zaten bu göreve geldiğim ilk gün yanımda çalışan arkadaşlarıma söylemiştim. "Ben bir kimseden 10 lira para yersem sizler de 100 lira yeyin. Ben yemezsem sizler de yemeyeceksiniz." diye. Emekli arkadaşlarımdan bana akıl verenler olurdu "Recep, çeşme akarken musluğu açık tut ve bidonları doldur. İki mekancıya yol ver. Haftada 20.000 dolar kazan" diyorlardı. Ben o kirli paraya içinde fakir insanların hakkı olan o kumar paralarını almağı hiç istemedim ve almadım. Ben teklif eden arkadaşlarımı kıramadığım için sadece güler geçerdim. Ve kesinlikle yolsuzluklara ve başkasının hakkını yiyenlere göz yummazdım.

Esat Caddesinde yan yana iki kafe vardı. Bu iki kafe çok dikkatimi çeker fakat hiç bir zaman da içerilerinde doğru dürüst adam olmaz her zaman bakmama rağmen hiç bir şey yakalayamazdım. Bu lüks yerin suyu nereden geliyordu? Bir türlü anlamıyordum. Bir akşam üzeri bu yerlerin bir tanesine girdim. Genç bir delikanlı vardı ve biraz şımarıkça "İşte gördüğün gibi amirim sayende müşterimiz yok. Biz de bir şey kazanamıyoruz. Nasıl canın rahat etti mi?" dedi. Mekan sahibinin de Asayiş Şube Müdürü Mustafa Bey'in yakın arkadaşlarından olduğunu dışardan bazı sivil arkadaşlarımdan duyuyordum. Ben de biraz şüpheli idim. Çünkü o civarda ki mekanlara baskın yapıp kapatmamı istiyordu. Bu işte bir ali cengiz oyunu var, fakat ne idi ve nasıl anlayacaktım? Bir kaç tane pavyon garsonuna görev verdim. Oralara takılıp bana bilgi vermelerini, ben de bazı önemsiz suçlarında onlara göz yumacağımı söyledim. Bir bilgi sahibi olurlarsa her an için beni direk aramalarını iyice tembihledim. Beş on gün ses seda yok, hiç bir şey öğrenemedim. Bir gece cadde de bu adrese yakın yerde yürürken birisinin benden saklanarak kaçtığını ve o cıvar da kayıp olduğuna şahit oldum. Saat 01.30 da ancak bu yere girmiş olabilirdi, çünkü girilecek başka bir yer yoktu. Dışarıdan kontrol ettim, arka tarafta sönük bir ışık yanıyor, fakat ne kadar uğraştımsa kapıyı açtıramadım. Ertesi akşam bir ticari taksi vererek, sadık memurlarımdan birini müşteri bekliyormuş gibi, bu yerin karşısında ticari taksinin içinde beklettim. Gece saat 02.30 da telefon açarak mülaki olmak istedi. Maltepe de çorbacılara çağırdım. Çok sayıda kumarcının buraya girdiğini fakat ışıkların yanmadığını, dışarı da çıkmadıklarını söyledi.

Saat 03.30 da ne kadar uğraştıysam yine kapıyı açtıramadım. Zaten dışarıdan hiç bir ışık veya faaliyet fark edilmiyordu. O anlaştığım pavyon garsonlarından biri gündüz yanıma geldi ve kendisinin de şaştığı o inanılmaz oyunu bana anlattı. Her gece çok sayıda kişinin kumar aletleri ve ruletlerle  bu yerde kumar oynadıklarını anlattı.

Ertesi gece hiç kapıyı çalmadım. Arka taraftaki yüksek duvara merdiven dayayıp çıktım. Arka pencereden içerde iki kişi gözüküyordu. Loş bir ışıkta oturuyor arada bir de kalkarak duvarda ki hedefe oklar atıyorlardı. Biri o şımarık çocuk. Cama vurduktan sonra zorla kapıyı açtırdık. İki kişi oldukları için onlar çok rahattılar. O şımarık çocuk yine bana "Amirim geldiniz ama yine kimse yok. Gözlerinle gördün işte niçin çıkıp gitmiyorsun?" dedi. Sağ ayağımla göğsünün ütüne bir tekme vurdum ve olduğu yere oturdu. Onun sesini öylece kestim. Ve başka da kimseye bir şey sormadım.

Pavyon garsonunun verdiği bilgiye göre sağ tarafta büyük bir kitaplık vardı. O kitaplığa yöneldim. Sağını solunu inceledikten sonra sağ tarafta ki gizli mandalı buldum ve çeker çekmez o koca kitaplık bir kapı gibi açıldı ve içerde ki kadın erkek 30-35 kişi ile karşılaştık. Hemen adamları teslim aldık. Bir kaç tane de amir sınıfından polis vardı. Onların kimliklerini alıp bıraktım. Diğer kumarcılar, kumar aletleri ile Büromuza götürdük. Amerikan filmlerin de bile olmayan kumar aletleri vardı. Tombala oyunu da oynanıyordu. 40 bin lira civarında para yakalamıştık. Ondan sonra da daha burada hiç bir faaliyet gösteremediler.
 

6 Mayıs 2013 Pazartesi

EVRAKI BULDUK

Geçen seferlerde anlatmıştım. Süleyman Sırrı Prodan Adana Belediye Başkanı Ege Bagatur ve yardımcısı Ahmet Albay'ı yaraladığı zaman firar etmişti. Her tarafta yakalamak için çalışmalar yapıyorduk. Böyle durumlarda bazı vatandaşlar düşman oldukları kişilerin isimlerini yazarak, o kişileri polisle karşılaştırmak ve intikam almak için isimsiz olarak ihbar mektubu yollarlar. Fakat polis suçluyu yakalamak için çare aradığından mecbur bu ihbarları da değerlendirirdi.

Hele bazı ihbarlar Cumhurbaşkanlığına Veya Başbakanlığa yapılır. Başbakanlık kayıt alıp İçişlerine havale eder, İçişleri de kayıt verir ve Emniyet Genel Müdürlüğüne Bu şekilde kayıt ala ala ta o bildirilen yer Emniyet Müdürlüğüne gelir. Burada ilgili Şube ve Büroya gönderilerek her yerde kayıt görür. Bu evrağın neticesini polis ta gelen yere zincirleme tekrar bildirir ve evrak kapanır. Kim bildirmemişse evrak orada açık kalır ve o birimin üzerine görünür. Hesap sorarlar mesuliyetli işlerdir. Bazen Amirimize kızdığımız zaman bir evrak kayıp olsa da hesap sorsalar derdik. Arkadaşlar kendi aramızda tabi.

İşte Süleyman Sırrı Prodan Adana Belediye Başkanını ve Yardımcısını ağır yaraladığı zaman Böyle bir ihbar mektubu geldi. Taa Cumhurbaşkanlığına gönderilmiş. Hatay da bir isim ve adres verilerek güya Süleyman Sırrı Prodan'ı evinde saklıyormuş. Başbakanlık İçişleri Bakanlığına, İçişleri de Emniyet Genel Müdürlüğüne, Genel Müdürlük te gereğinin çok acele yapılması isteğiyle olay Adana da işlendiği için Adana Emniyet Müdürlüğü ne göndermişler. Gerekli havalelerden sonra çok acele ve gizli olarak Cinayet Masasına geldi. İhtimal vermememize rağmen yine de tedbirli davranarak hazırlık yapıldı ve başta Kısım Amirimiz Cihat Yalım başımızda olmak üzere beş kişilik ekip arkadaşlarımıza ve Kısmımıza ait Reno Toros arabamıza Valilikten onayı alındıktan sonra, gece Hatay-Samandağı'na doğru yola çıktık.

Başkomiserimiz ile hep birlikte olduğumuz için pek serbest davranamıyorsak ta O bir şeyler anlatıyor bizler de yeri geldiği zaman gülüyorduk. Çok sıcak olduğu için arabamızın bütün camları açık, havada püfür püfür esiyordu. Ön tarafta oturan Başkomiser imiz Cihat Yalım Cumhurbaşkanlığından  gelen bu havaleli ihbar mektubu belgesini araba ışığı ile elinde tutmuş okuyordu. Tam Ceyhan köprüsünü geçeceğimiz sırada, birden rüzgar elinden aldı ve birbirine zımbalanmış iki üç adet kağıtlı bu resmi belgeyi uçurdu gitti. Az ilerde tam köprü ayağında şoförümüz Komando Emir Aybı arabayı durdurdu. Hepimiz arabadan aşağı döküldük. Başkomiser “Yandık arkadaşlar.” Diyordu. 

Malatyalı Pinkerton Şahin Ağan çok iyi yazışma bilirdi. “Bir şey olmaz, korkmayın Başkomiserim. O evrağın aynısını yaparız.” Dedi. O biraz başkomiseri ve bizi rahatlattı. Karanlıkta çakmaklarla o uçan evrağı aramağa başladık. Fakat o evrağı bulmak hiç imkansız gibi bir şeydi. Gece karanlık. Doğru dürüst ışığımız yok. Köprünün altlarından yanlarından her tarafı aradık. Sonra suya düşmüş su da götürmüş olabilirdi. Oraya kadar ki olan neşemiz ve moralımız her şeyimiz bir anda bozuldu. 

Ben ümidimi kestim ve arabanın yanına geldim. Başkomiser de az evvel gelmiş pişman bir vaziyette arabada oturuyordu. Bulunma ihtimalı hiç yoktu. Ve o evraksız da bizim işimiz çok yaştı. 'Ne yapacağız' diye dertleşirken bütün arkadaşlardan sonra en son Komando Yaşar geldi, Yaşar Turgut. Elinde bir şey yoktu. Başkomiser "Yok değil mi arkadaşlar? Mahvolduk" dedi. Ağrılı Komando Yaşar; "Niye mahvolalım ki ben evrağı buldum Başkomiserim." dedi ve cebinde saklamıştı, gülerek çıkardı. Gerçek o evrak mıdır? Diye, hepimiz de aldık baktık. Doğru o evraktı fakat nasıl buldu? Acaba Başkomiserin elinden çekti aldı da bizler rüzgar mı aldı bildik diye de düşündüm fakat o da imkansızdı. Çünkü Yaşar korkar öyle yapamazdı. Sanki bir mucize olmuştu. Nasıl bulduğunu hala anlamış değilim. 

Orada kendi aramızda bir bayram havası yaşandı ve neşeyle, fıkralarla yolumuza devam ettik. Evrağı Başkomiser torpido gözüne koydu ve bize de tembihledi geri Kısma gelene kadar hiç çıkarmadık. İhbar asılsız çıktı. Tutanaklar ve ifadeler eklenerek aynı belgeyi geri Cumhurbaşkanlığına gönderdik. O olay bana öyle bir ders oldu ki ondan sonra ki meslek hayatımda ben mesul olduğum birimlerde öyle önemli belgelerin aslını kesinlikle Kısım dan dışarı çıkartmadım. Gerekli olursa yanıma fotokopisini aldım.

5 Mayıs 2013 Pazar

DUVARA VURDU

1970-72 yıllarında 45 günlük acemi eğitiminden sonra er öğretmen olarak kendi köyüm Ihlamurlu Köyünde askerlik yaptım. Yanı anlayacağınız ben sivil olarak öğretmenlik yaptım fakat askerliğime sayıldı. Amasya Carcurum Piyade Alayında çektiğimiz kurada bana Rize İli çıktı, tekrar Adacami ye almak isteseler de benim tercihim kendi köyüm oldu ve kendi Köyümde görev yaptım. Köyde herkes bilir ki faydalı olmak için ne gerekirse onu yaptım. Okuma yazma bilmeyen 5. sınıf öğrencilerine okuma yazma ve matematik öğrettim.

Tabi bu sırada ufak tefek tembel veya haylaz çocukların kulaklarını çektiğim de oldu. Hepsi komşularım ve akrabalarım olduğu için her ne kadar canla başla uğraşsam da, en ufak bir şeyi çocuklar abartır, anne babalarına kötü aksettirmeğe çalışırlardı. Bu her yerde böyledir. Daha öncede Rize Güneysu Adacami Köyünde de böyle şeyler başımdan geçmişti. Ödev yapmadıkları için bazı çocuklara sabahtan cezalar versem. Onlar akşamdan evlerine giderlerken yüksek sesle ağlarlardı. Anne babalarına bildirmek için böyle çeşitli yollara baş vururlardı.

Bir Cuma günü akşam üzeri okul tatil olunca 5. sınıf öğrencim komşumuz olan Neriman yüksek sesle ağladığını duydum ve yol boyunca evlerine doğru o sırada ki arkadaşları ile birlikte gittiklerini gördüm. Ben de zaten hemen arkalarından aşağı evime iniyordum. Çocuğa 'bir şey oldu' diye korktum ve kendilerine yetişebilmek için koşmağa başladım. Biraz gittikten sonra mesele anlaşıldı. Onlar 5. sınıf öğrencileri idi ve akılları kesiyordu. Meğer kulaklarını çektiğim için bana gönül koymuşlar ve beni cezalandıracaklarmış. Sebep sabahtan derse girerken kulaklarını çekmişim. Akşama kadar beklemişler ve akşamdan ağlamakları gelmiş. Tam bu sırada Neriman'ın annesi Nuriye karşıdan evlerinin altında ki bahçeden kızının ağladığını duyunca ve kendilerini yolda görünce çağırdı. "Neriman, Neriman, ne oldu, Güli niçin ağlıyorsun?" diye sordu. Neriman'ın kendisi meşgul ya, ağlıyor onun için konuşamadı, güya. Arkadaşı Halime Neriman'ın yerine cevap verdi. "Recep Ali Öğretmen kafasını duvara vurdu. Neriman onun için ağlıyor" dedi. Ve bekliyorlar ki 'Neriman'ın annesi Recep Ali Öğretmen için kötü bir şeyler söylesin.' Güya anne ve babasını tahrik edecekler.

Annesi de bu durumu anlamış olacak ki, karşıdan o öğrencileri alaya alarak büyük bir ustalıkla şaka yollu soruyor. "Recep Ali Öğretmen kafasını duvara vurdu ise, Neriman'a ne, O niçin ağlıyor? Öğretmenin kafasına bir şey oldu mu? Neriman şimdi öğretmeninden sebep mi ağlıyor? Recep Ali Öğretmenin başına bir şey oldu mu? Güli" diyor. Ve bu hıçkıra hıçkıra ağlayan kızının sesini kesiyor. Yanı Neriman ağlamaktan vaz geçiyor. Tabi oynadıkları oyunu annesi yutmuyor. Her ya memlekete gittiğim zaman bu olayı anlatırlar ve defalarca dinleriz.

4 Mayıs 2013 Cumartesi

ARACI KİM

Bektaşi her gittiği yerde; "Her şey Allah tan, her şey Allah tan" diye söylenir gezermiş. Bu Bektaşi yı o civarda tanımayan yokmuş. O 'her şey Allah tan' dedikçe herkeste alay edip gülermiş. Bir gün yine Bektaşi Her şey Allah tan diye diye giderken mahallenin gençlerinden biri arkadan Bektaşi ya yaklaşarak ensesine kuvvetli bir tokat vurmuş. Çok sinirlenen Bektaşi hışımla geri dönerek ensesine vuran gence vuracakmış, fakat gözü kesmeyince vuramamış, ters ters bakmış. Gençte "Hayrola baba erenler, hani her şey Allah tandı. Niye ters ters bakıyorsun?" diye sorunca. Bektaşi cevap vermiş "Tabii her şey Allah tan da, ben hangi deyyusu aracı etti, tanımak istedim" demiş.

2 Mayıs 2013 Perşembe

SAF TEMEL

Temel gurbete giderken yolda canı sıkılmış. Yanında ki yolcular ile arkadaşlık kurmak isterken. Uyanık bir adam devreye girmiş. Bu kerizi kandırıp parasını alayım diye düşünmüş. "Bak Temel bu uzun yol çekilmiyor. Hem para kazanmak, hem de yolculuk yapmak ister misin?" demiş. Temel de "Nasıl olacak" demiş."Bir birimize sorular soracağız, bilmeyen bilene 100,00tl verecek" demiş. Temel de "Kabul fakat iki şartım var. İlk soruyu ben soracağım. Birde ben cahilim onun için bilmediğim soruya paranın yarısını veririm" demiş ve anlaşmışlar..
Temel ilk soruyu sormuş; "Bana üç bacaklı, dört kafalı, iki kuyruklu bir hayvan ismi söyle."
Adam düşünmüş, düşünmüş, bu nasıl bir hayvan "Valla ben böyle bir hayvan bilmiyorum" demiş. Temel adamın100,00tl sını almış. Bu sefer adam Temel'e sormuş "Bana sorduğun bu hayvanı sen bana söyle" demiş. Temel de "Vallahi bende bilmiyorum. Al şu 50,00tl ni geri. Bu oyundan da sıkıldım daha oynamıyalım" demiş.

1 Mayıs 2013 Çarşamba

ÇIRAK

Bir çocuk yetim kalınca annesi 'Sanat öğrensin, sanatçı olsun' diye kasabada bir keçeciye çırak vermiş. Çocuk on gün keçe yapılan yere gitmiş gelmiş. On gün sonra daha keçeciye gitmemiş. Annesi biraz üzülmüş ve "Oğlum ne güzel sanat öğrenecektin. Keçeciye gitsene demiş. Oğlu annesine "Anne ben artık keçe nasıl yapılır? Öğrendim." demiş. " e.. nasıl olur, on günde keçe yapmak nasıl öğrenilir? Oğlum" demiş. Oğlu ise bir şey yok ki ana. Keçe yapmak çok kolay. Yünü yere sereceksin. Üzerine su serpip tepeceksin. Keçe olur." demiş. Annesi dükkan sahibini kasabada görmüş. Keçeci çocuğun niçin gelmediğini sormuş. Annesi de "Çocuk keçe nasıl yapıldığını öğrenmiş. Yere yün serilir. Üzerine su serpip tepilince keçe olurmuş. Öğrendiği için de daha gelmiyor." demiş. Dükkanın sahibi "Vay itoğlu it çocuk, on günde keçe yapmağı öğrendiği gibi, birde annesine öğretmiş." demiş.