SAYFALAR

29 Haziran 2013 Cumartesi

SORMADUNUZ

Temel vapur ile yolculuk ederken, Vapur Okyanusta çok büyük bir tehlike atlatır.
Gemiyi kurtarırlar fakat insanların bütün yiyecekler denize dökülür, yok olurlar.
Kaptan ve yolcular birlikte bir karar alırlar. İnsanların açlıktan ölmemesi ve kurtulmaları için, kura çekilecek. Kime çıkarsa o kişinin eti yenilecek.
On gün geçmiş. Kura da çıkan üç kişiyi kesip etini yemişler.
On birinci gün kura Temel'e çıkmış. Temel'i kesip etini yiyecekler.
Temel yapmayın, etmeyin diyerek ellerinden kaçarken, öbürüler de yakalamak için Temel'in peşinden koşarlar.
Temel yakalanacağını anlayınca sırtında ki çuvalından bir sürü yiyecek çıkarır ve "Ne olur beni yemeyin. Aha bu yiyecekleri yeyin." der.
Herkes şaşırır ve Temel'e sorarlar.
"Bu güne kadar üç kişiyi kesip etini yedik. Sen bu yiyecekleri bize niçin söylemedin?"
Temel
"Uşaklar haçan bana sormadunuz da" diye cevap verir. 

28 Haziran 2013 Cuma

şiir BEN MİYİM

Sakın öyle bakma, dertli ve üzgün,
Söyle canım, sıkıldığın ben miyim?
Kaderdir değişmez, alnında yazgın,
Söyle canım, şikayetin ben miyim?

Haline baktım da, mutsuz gözlerin,
Sitemle karışmış, o şekerli sözlerin,
Tanınmaz hal almış, çiçek yüzlerin,
Söyle canım, cefa veren ben miyim?

Küçücük yüreğinin içinde yaraların,
Omuzunda yükü var, koca dağların,
Aşkımdan büyük mü, kabahatlarım,
Söyle canım, sevmediğin ben miyim?

Hayatına girmiş sem, yalnız başıma,
Kalpten kalbe, yol var derler boşuna,
Bir gün gelirsen, eğer mezar taşıma,
Söyle canım, ağladığın ben miyim?
                           Recep Ali Öztürk

27 Haziran 2013 Perşembe

ANLAŞMA

Kayseri linin biri kendi memleketinde bir bankanın önünde, meydanda simit satmağa başlar.
Çok kısa zamanda çok zengin olur. Fakat işini bırakmaz.
Başka işlere yatırım yapmasına rağmen simit satmak işine de devam eder.
Önceleri bu işten dolayı kendisini eleştiren kişiler, sonraları kendisine muhtaç olurlar.
Bu kişilerden bir tanesi simit sattığı yere giderek biraz borç para ister.
Borç isteyen adama Kayseri'li simitçi şöyle söyler:
"Çok üzgünüm. Ben buraya simit tezgahımı kurduğum zaman, şu gördüğün banka ile bir anlaşma yaptım. Bu anlaşmaya göre; ben kimseye borç para veremem. Banka da simit satamaz. Kusura bakma. Bu anlaşmayı bozamam." der. 

26 Haziran 2013 Çarşamba

PSİKO TEDAVİ

1978 yılında Gaziantep'li bir gurbetçi arkadaşım İsveç'te anlattı. Huddinge de Karolinska Hastahane sinde çalışan Bahadır Yılmaz'ın dediğine göre; çok yakın akrabalarından birinin on altı yaşlarında ki Hatice Yılmaz isimli kızı felçlidir. Tedavisi için Türkiye, Almanya da bütün doktorlara giderler. Uzun süre tedavi görmesine rağmen hasta kız Hatice iyi olmaz. Kendisi vasıtasıyla İsveç teki doktorlara da baş vururlar fakat İsveç te de bir netice çıkmaz. Netice olarak ta bu hastalığın tedavisi mümkün olmadığını. Yaşamına bu şekilde felçli olarak yatakta devam etmesi gerektiğini öğrenirler.

Tekrar Türkiye ye geri dönerek bu hayatı benimsemeğe çalıştıkları sırada  çok enteresan bir gelişmeye şahit olurlar. Bu hasta için doktorlardan tamamen ümidi kesince Ankara da bir hoca ismi öğrenirler. O hocaya okutmak ve belki bir faydası olur düşüncesi ile Ankara'ya gitmeğe karar verirler. Tren ile Adana dan Ankara ya giderken, kompartımanlarında yedi-sekiz kişilik pekte yabancı olmadıkları simalarla karşılaşırlar. Bu kişilerle biraz yolculuk ettikten sonra kim olduklarını sorarlar. İçlerinden biri ses sanatçısı Mustafa Sağyaşar olduğunu, diğer kişilerinde saz arkadaşları olduğunu, konser için ekibiyle birlikte Adana'ya gelip geri döndüklerini söyler.

Bu konuşmayı duyan ve yanlarında yatmakta olan felçli kız Hatice söze karışır; "Ağabey sen Mustafa Sağyaşar mısın?" diye sorar. Mustafa Sağyaşar da "Evet" der. Felçli kız Hatice; "Ağabey, benim için 'Her yer karanlık' şarkısını okur musun?" der. Mustafa Sağyaşar çalgı aletlerinin bagajda olduğunu, çalgısız okuyamayacağını" söyler. Kız ısrar eder; "Ağabey çalgısız olsun lütfen benim için okur musun? Bu felçli kızın son arzusunu yerine getirir misin?" der. Mustafa Sağyaşar çalgısız olarak şarkıyı okumağa başlar. Bütün herkes kendinden geçer, kendilerini bu şarkının akışına bırakırlar. Daha şarkı sözleri yarı olmadan sanki uykudaymışlar gibi kendilerinden geçerler.

Tam o sırada Hatice'nin babası kendine gelir bir bakar ki felçli kızı Hatice'yi yanında görür. Akıl alacak gibi değil. Yatakta yatan felçli kız Hatice o şarkının etkisiyle ayağa kalkmış ve yanlarına kadar gitmiş. Ondan sonra da bir daha yatağa düşmemiş, tamamen iyileşmiş. Hocaya filan gitmekten de vaz geçmiş evlerine gitmişler ve artık Mustafa Sağyaşar ile manevi kardeş olmuşlar. Buna benzer daha önceden de gazetelerde okumuştum; Amerika da Elvis Presleyin mezarına giden felçli hastalar iyileşir ayağa kalkarlarmış. Bunlar mucize sayılmaz mı?   

25 Haziran 2013 Salı

TORPİLİM YOK

1999 yılında Asayiş Şube Ahlak Büro Amiri iken, tekrar Eğitim Şube Müdürlüğüne atandım. Daha doğrusu Eğitim Şubeyi ben kendim istemiştim. Aslında bizim teşkilatta adamı istediği yerde değil, istenilen yerde çalıştırırlar. Fakat benim emekli olmam yakın olduğundan galiba istediğim Şube Müdürlüğüne verdiler. Zira daha önce Eğitim Şube Müdürlüğü Poligon Amirliğinden Asayiş Şube Müdürlüğüne zorla almışlardı. Eğitim Şube Müdürü Kemal Bey "Polis Aday Bürosundan hiç memnun değilim. Oraya sen bak." dedi ve kısa bir süre için Polis Aday Büro Amiri oldum.

On, on beş polis ve sivil memurlarla polis olmak için müracaat eden gençleri kurallara uygun olarak seçip polis olmalarını sağlıyorduk. Müracaat edenlerin önce polislik vasıfları var mı, şartları uygun mu? Ona bakıyor sonra yakınlarını ve kendisinin sabıka durumları ve bazı gizli soruşturmaları yapılıyordu. Çalışma odamız aşağıda, arşiv odamız yukarıda idi. Bir gün Polis Memuru Arif ile yukarı arşiv odamıza çıktık. Raflarda bir çok dosyalar dizilmiş, üzerleri de bayağı toz kaplamıştı. Arif'e sordum "Bu dosyalar nenin nesi?" diye. Afif cevap verdi; "Başkomiserim ben buraya geleli 4-5 sene oluyor, o dosyalar hep duruyor. Benden önce ki dosyalar da var. Sen yeni geldin zamanla alışacaksın. Burada müdürlerden torpilli kişilerin, haftada 450-500 dosyaları tamamlanır ve mülakata girip polis olmaları için ilk onayı alıp imtihanlara katılmaları sağlanır. Diğer torpilsiz dosyalar böyle şansına bekler işte." dedi, Trabzonlu hemşerim Arif. Daha önce haftada dört yüz elli, beş yüz kişinin dosyalarını hazırlanıp imtihana sokuluyormuş. Onlarında yüzde 95 i müdürlerden torpilli olanlar.

Polis Aday Büro Amirliğinde çok yoğun bir çalışma sistemi vardır. Hafta içi mesai dahilinde polisliğe müracaat edenlerin boy, kilo ve fiziki yapıları, ölçümleri yapılıp yüzünde ve vücudunda bazı izlerin olup olmadığı tespit edilerek kanunlara uygun bir şekilde seçme yapılır. Bu seçilen kişilerin soruşturmaları olumlu olduğu taktirde, hafta sonu Cumartesi günü rütbelilerden bir Emniyet Müdür Yardımcısı başkanlığında heyet oluşturulur ve mülakat yapılır. Hak kazananlar esas imtihanlara alınarak başarılı olurlarsa Polis Okullarına giderek okulu bitirenler polis olurlar.

Aşağı çalışma yerimize indik. Yanımda çalışan memurlara fedakarlık yapmalarını ve bana destek olmalarını istedim. Hepsi de gece evlerine gitmeyip bana destek oldular. Arşivde bulunan eski tarihli bütün dosyaları yere indirttim. Her dosya sahibi ile telefonla irtibat kurmağa çalıştık. Bazıları taşınmış gitmiş. Bazıları başka işlere girmişler. Bütün eski dosyaları inceledikten sonra hepsini Büromuza çağırdım. Evraklarını elden vererek çabuklaştırdım. Bir çokları polis oldular.

Bu adaylardan bir tanesi dört sene kadar önce müracaat etmesine rağmen, hakkında hiç bir tahkikat yapılmamış, dosya ilk günkü gibi duruyordu. Ocak aylarında çocuğu Kısma çağırdım ve biraz konuştuk. Başka da hiç bir işe girememiş zavallı. Sebze halinde taşıyıcılık yapıp alın teri ile geçimlerini kıt kanaat sağlıyorlarmış. Demek ki kimsesizlerin, elinden tutanı yok. Çocuk babası ölmüş annesi ile yaşıyormuş. Bazı işler süfli işler sayıldığından, bu işlerde çalışanlar polis olamazlar. Yaptığı işi kimseye söylememesini tembihledim ve çocuğun dosyasını yeniden tanzim ederken dikkatimi çekti. Çocuk sol kolunu hiç oynatmıyordu. Öyle koltuğunu sıkıştırmış hep öyle duruyordu veya hareket ediyordu. Acaba sakat filan mı diye açmasını istedim. O yine açmıyordu. Zorla kolunu açtığım zaman gördüm paltosu yırtık ve iğne ile kendisi diktiği için göstermek istemiyordu. Üstü başı giyimi de pek iyi sayılmazdı. Polis parkemi, rütbelerini çıkardım ve ona verdim. Bütün evraklarını tamamlaması için elden kendisine teslim ettim ve tamamlayıp bana getirmesini, bir zorlukla karşılaşırsa yanıma gelmesini söyledim. Gizli evrakların bazıların da memura vererek elden yaptırıp getirmesi için yolladım. Çocuğun GBT si temiz ve polis olmasına mani olacak bir durum yoktu.

Bu genç artık yanımızdan ayrılıyordu. Yetiştirebilirse o hafta sonu ilk imtihana girecekti. Kapının önüne kadar gitti ve geri dönerek bana yüksek sesle; "Ağabey benim torpilim yok. Sen beni torpilli biri ile mi karıştırdın? dedi. Bütün arkadaşlarım ellerinde ki işi bırakmış bu çocuğun konuşmalarını dinliyorlardı. "Senin torpilin Allah ve ondan sonra da benim. Hadi git, çabuk." dedim. Bir iki adım daha attıktan sonra tekrar geri döndü. Oturduğum masanın önüne kadar geldi ve; "Ben aleviyim ağabey" dedi. "Ne olursan ol kardeşim." dedim. Çocuk geldi boynuma sarıldı ve ağlamağa başladı. Peşinden kapıya kadar gittim. Biraz da para uzattım almak istemedi. Şimdi o delikanlı polis memurudur. Polis olduğunu biliyorum. Çünkü İstanbul dan polis okulundan Ankara ya bana yaş pasta yollamış ve 'ilk maaşımdan' diye de üzerine yazdırmıştı.

O hafta geceleri de çalıştık. Hafta sonu Cumartesi ve Pazar günleri dört bin kişiyi imtihana soktuk. Personelim "Başkomiserim bu haftadan sonra vicdanımız rahat, uyuyabiliyoruz." dediler. Eski dosyalar temizlendikten sonra yeni dosyalar daha hiç beklemedi. Adaylar günü gününe imtihana girdiler 

24 Haziran 2013 Pazartesi

KEKLİK

Avcılar kulübünde oturmuş iki avcı anlatıyorlar:
Bir tanesi  "Benim bir köpeğim var. Böyle bir şey olamaz. Geçen ava gittim. Köpeğim asfaltın kıyısında durdu havlayarak ayaklarını yere vurdu. Ne yaptıysak oradan ayıramadık. Ayağını vurduğu yeri kazdık. Bir keklik kanadı çıktı. Asfalt dökülürken bir keklik kanadı karışmış. Köpeğim elli santimetre asfaltın altında ki bu keklik kanadının kokusunu aldı. Böyle köpek olamaz." demiş.
İkinci avcı "O da iş mi be kardeşim? Biz geçen arkadaşlarla ava gittik. Bir baktık köpeğim dağda ki çobanı tutmuş sürükleyerek getiriyor. Hepimiz hayret ettik. Çobanı köpeğin elinden aldık. O hala daha saldırmağa devam ediyordu. Çobana sorduk"
- Sen yakın zamanda keklik filan yedin mi?
- Hayır.
- Peki hiç keklik filan yakaladın mı?
- Hayır.
- Adın nedir?
- Hasan
- Soyadın nedir?
- KEKLİK diyor. Köpek adamın soyadının keklik olduğunu anlamış ve yakalamış.

23 Haziran 2013 Pazar

KOKULU ÜZÜM

Rize ve çevresinde aşısız, doğal olarak yetişmekte olan kara üzüm. Kokusu ile de meşhurdur ve kokulu üzüm diye de bilinir. Şerbeti filan içildiği zaman insana canlılık verir. Anlatılanlara göre bu bölge Rumlara bağlı iken, bu üzümün şarabı çok etkili olduğundan, bir zamanlar yasaklandığı söylenir. Bu nedenle halk yukarı köylerde gizli olarak ormanda yetiştirir ve böylece günümüze kadar gelir.

Asması çok uzar gider onun için ya geniş çardaklar yapılır, yahut ta meyvesiz ağaçlara verilerek yüksek ağaçlar üzerinde meyvelerini verirler. Ağustos ve Eylül aylarında olgunlaşır ve yenir. Öyle dalında yendiği gibi pekmezi de yapılır. Pekmezi biraz ekşi olmasına rağmen, insanı başta kanser ve, çeşitli hastalıklara karşı koruduğu, mide ilacı olduğu söylenir.

İki çeşittir. Biri siyah, diğeri kırmızı renkte olurlar. Çok hoş kokusu hemen kendini belli eder. Ben de gerçekten insana çok faydalı olduğunu bildiğim için, beş yıl kadar önce memleketten asmasını getirdim. Ankara da oto parkımızın kenarında diktim. Demirlerin üzerinden pelit ağacına verdim. Ağacın her tarafını sardı gitti. O sene den beri çok miktarda meyve vermektedir. Geçen sene komşumuz Hasan Bey kapımı çaldı. Elinde bir salkım bu üzüm vardı. "İlk gördüğüm zaman hiç beğenmemiştim. Bu ne biçim kokuyor? Arabayı park edip inince çok hoş bir kokudan mest oldum. Sonra üzüm koktuğunu anladım. Allah aşkına bu nedir? Nerden buldun? Beni aydınlatır mısın?" diye sordu.

Ben de kendisine anlattım. Şimdi çok fazla miktarda meyve vermesine rağmen bana hiç kalmıyor. Komşular toplayıp yiyorlar. Hatta yaprağını da koparıp sarma yapıyorlar. Normal üzüm yaprağından çok daha iyi olduğunu söylüyorlar. Onların istekleri üzerine sitemizin içinde yeni üç asma daha diktik.

22 Haziran 2013 Cumartesi

DÖNÜŞÜ YOK

İnsan yaşarken çok dikkat etmesi gerekir.
Alışkanlık haline gelip te; dönüşü olmayan, bir daha istemesen de hiç terk edilemeyen ve pişman olunan şeyler.
Eğer 'bu dünyada ağız tadıyla gerektiği gibi yaşayım' derseniz, şu aşağıda yazılanlardan uzak durunuz.

1 -UYUŞTURUCU (esrar, eroin, kokain, baz morfin ve benzerleri),
2 -SİGARA İÇMEK, (bir tane, bir tane ile başlar)
3 -SABIKA KAYITI, (Bir sabıka kayıdı alırsan, toplum seni hep suç işlemeğe iter.)
4 -CİNSİ SAPLANTI ALIŞKANLIKLARI. (erkek kadın kandırma veya kandırılma)
5 -KUMAR OYNAMAK

İnsan hayatında, bunların haricinde ki olgular deneme yanılma yoluyla kazanılır.
Bu saydıklarımızın deneme yanılması da sakıncalıdır.
Mesela 'EROİN' bir defa kullanmakla hemen alışkanlık yapar. Onun için yaşarken bu saydıklarımdan uzak durmağa özen gösteriniz.

21 Haziran 2013 Cuma

İŞİ BÜYÜTTÜ

Demir Can Öztürk iyice işi büyüttü. Daha altı aylık fakat piyano çalıyor. Olur mu demeyin. Bir dinleyin hak vereceksiniz. Yürüyüp gidemiyor. En kötüsü oturmakta oturamıyor. Fakat babası ne güne duruyor. Bir yere gidecekse götürüyor. Bir de kucağında oturtuyor. Kendisi de Piyano çalıyor işte. Evet yanlış duymadınız piyano çalıyor. Mozart kaç yaşında piyano çalmağa başlamıştı. Ben bilmiyorum altı yaşında mı ne. Siz Mozart'ı boş verin. Demir Can Öztürk nasıl piyano çalıyor? Ona bakın. Videoyu başlatırsanız görürsünüz. Kırk bin kere MAŞALLAH.

20 Haziran 2013 Perşembe

POLİSTE EMİR

Kamu Hizmetlerinin yapılabilmesi için, kolluk kuvveti olarak Emniyet Teşkilatı kurulmuş. Kuruluş ve Teşkilatlanması 3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu ile sağlanmış. 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile de bütün görevleri ayrı ayrı saptanmıştır. Poliste Emir ile ilgili bazı söylentiler olduğundan çok kısa olarak EMR i anlatmağa çalışacağım.

Emir, "poliste emir sivilde emir" diye ayırmak pek doğru değildir. Emir bütün kamu çalışanlarında aynıdır. Sadece Polisin 'Disiplin Tüzüğü' çok ağırdır. Ayrıcalık buradan gelir. Amiri sakıncalı görürse o polise görev vermez veya görevden geri çeker. Veya açığa alır. Aylarca çalıştırılmaz. Polislikten ihraç olan birisi başka bir devlet dairesinde de çalışamaz. Bu ceza tüzüğü herkese de uygulanmaz. Hatta biz polis olduğumuz zaman ağabeylerimiz "Dikkatli olun ha Disiplin Tüzüğümüz, herkese değil gıcık olunana uygulanır." derlerdi. Misal: Bir memur tıraş olmamışsa, amirinin iki yevmiye maaşı kesilir. Bu kadar bir ön bilgiden sonra:

EMİR: Yapılması istenen hizmetin sözle veya yazı ile beyanıdır. Konuyu biraz açalım. Vatandaşa bir hizmet yapılacak bu emirle yerine getirilir. Askeriye dahil bu kural bütün devlet dairelerinde aynı şekildedir. Emir baştan aşağı doğru silsile yoluyla bildirilir astlar tarafından yerine getirilir. Emiri verenlerde verdikleri emirin uygulanıp uygulanmadığı veya neticelerini takip ederler.

EMİR iki şekilde verilir
1) Yazılı emir (Genelde genelge ve tamimler vs.dir.)
2) Sözlü emir (Amirler tarafından verilen günlük emirlerdir.)

EMİR üç çeşittir:
1) Normal Kanuni Emir. (Harfiyen yerine getirilir. Getirmeyenler derecesine göre ceza alırlar.)
2) Kanunsuz Emir. (Kanunsuz olduğu, emri verene bildirilir. Emri veren ısrar ederse emir yazılı istenir. Yazılı emir verilirse emir yerine getirilir. Ve daha üst amire bildirilir. Misal: Amiri memura "yerleri süpür" diye emir veremez.)
Poliste bu tür emirlerde değişiklik vardır. Tehirinde mazeret olan hallerde yazılı emir verilmezse emir yerine getirilir ve daha üst makama durum bildirilir. Misal: toplum olayları.
3) Konusu Suç Teşkil Eden Emir. (Kesinlikle ast tarafından yerine getirilmez. Konusu suç teşkil eden emiri verende, yerine getirende sorumluluktan kurtulamaz. Emrin neticelerinin derecelerine göre ceza alırlar. Misal: Amiri "filan adamı öldür" diye memura emir verse, memur da öldürse ikisi de " Adam öldürme" suçundan ceza alırlar. Hatta amiri inkar eder memur ceza alır.

19 Haziran 2013 Çarşamba

AHIR ZAMAN


İşidün ey ulular,
yunus emre (alıntı)
Ahır zaman olusar
Sağ müslüman seyrekdür,

Ol da güman olusar

Danışman okur tutmaz,

Derviş yolun gözetmez
Bu halk öğüt işitmez,

Ne sarp zaman olısar

Gitti beyler mürveti,

Binmişler birer atı
Yediğü yoksul eti,

içtiğü kan olısar

Ne acayip sergüzeştler,

Bağrım dolu serzenişler
Durmaz akar kanlı yaşlar,

Aksa gerek şimden gerü.
         Söyleyen : Yunus Emre
 
Söyledim, söyledim beni dinlemediniz. Şimdi ben de YUNUS EMRE'den yazıyorum. Belki onu anlarsınız.
 

18 Haziran 2013 Salı

DERS OLSUN

Karadenizli Temel arkadaş kurbanı olmuş.
Arkadaşına uyarak çok ağır bir suç işlemiş.
Konu adliyeye intikal etmiş.
Mahkeme Temel'i suçlu bulmuş ve idam edilmesi için karar vermiş. Esas suçlu olan arkadaşı da beraat etmiş.
Bu durum Temel'in çok zoruna gitmiş tabi. Temel'i sabahın erken saatlerinde kurulan dar ağacının önüne getirmişler.
İdam etmek için ipi boynuna takmışlar.
Adettendir sorarlar ya;
"Son olarak ne söylemek istersin?"
Temel'e de sormuşlar.
Temel ne söylemiş biliyor musunuz?
"Ne deyim ki hakim bey? Ha bu bana büyük bir ders olsun da" demiş.

17 Haziran 2013 Pazartesi

UYUMA TÜRKİYELİM

(resimler alıntı)
Mesela ilk zamanlar Abdullah Öcalan'a 'sayın' demek suçtu. 'Sayın' diyen herkes ceza alıyordu.
Çıktılar televizyonlar da bu  Millete dediler ki "Üniversitede iken, Abdullah Öcalan namaz kılıyordu. Hem de cemaatle sabahları falan kişi ile camiye gidiyordu. O iyi insandır."
Bir de yalancı şahit buldular. Halkı yumuşattılar. Sonra uyuttular. Ve otuz bin kişinin katılı. Mahkemeler tarafından suçlu bulunup idama mahkum edilen kişi, en masum insan oldu çıktı.
Şimdi 'sayın, mayın' kalmadı. Üstelik te hapiste iken örgütü yönetmiş ve yüzlerce cinayet daha işletmişti.
İnsanları kandırmak öyle kolaydır işte.
Gazete yazısına lütfen bakınız. Burada Abdullah Öcalan galiba papazı Müslüman edecek. Yoksa ne işi var yanında?
Ha bir de ben kanmam filan demeyin. Şimdiye kadar hepimiz kandırılmış ve kanmışız.
Hatta uyutulmuşuz.
 Bu güne kadar Türkiye de kurulan Dev-Genç ten tutun da Hizbullaha kadar ki örgütlerin hepsi PKK tarafından kurulmuş ve PKK için faaliyet göstermişlerdir.
Hatta bazı siyasi partileri bile PKK kendi çıkarları için kullanmıştır.
Kızıldere de 1972 yılında öldürülen Cihan Alptekin benim çocukluk arkadaşımdır. Ortaokul ve Liseyi birlikte okuduk. Yanında bulunup ta kendisi ile birlikte eylem yaptıkları sırada öldürülen arkadaşlarına bakınız. Hepsi Güneydoğulu. Aynı olayda yanlarında bulunup ta tek başına sağ olarak kurtulan Ertuğrul Kürkçü ise şimdi BDP den PKK Millet Vekilidir. Uyuma Türkiyem, uyuma Türkiyelim.!

16 Haziran 2013 Pazar

EYLEMİN EYLEMİ

internetten alıntı
Taksim Gezi parkı olaylarına destek amacıyla Ankara Kızılay da mitingler düzenlendi. Bu mitinglerde 1 Haziran 2013 tarihinde Çorum lu alevi yurttaşımız 'Ethem S. polis kurşunu ile öldürüldüğü iddia edildi. Olay sanki filim çevirir gibi videoya alındı. Boy boy internette gösterildi. Açık seçik belli halk galeyana getirilmek istendi. Millet sağduyulu davrandı, olay büyümedi.
Bu günkü Habertürk ve bir çok gazetelerin (www.haberturk.com/. ./852665-iste-ethem-sarisulukun-olum-nedeni) haberine göre Ethem S.'ün otopsi si tamamlandı. Kafasından bir adet 7.65mm çapında mermi çıkartıldı. şeklinde internette haberler yayınlandı. Şimdi gelelim mantık yürüterek olayı düşünmeğe:

1-Evet Polis Memuru üç el havaya ateş edip aralarından kaçıyor. İkinci ateşi esnasında Ethem S. yere düşüyor. Ateş havaya doğru korkutmak amaçlı olduğu çekilen videodan bellidir.
2-Polisin ateş ettiği silah kendi silahı olduğu yine videoda elinde görünmektedir. Çünkü 9mm lik fişek atan silah, 7.65mm lik silaha göre büyüktür. 7.65mm lik silah o sırada elde görünmez bile.
3-İşin en garip tarafı polis 7.65mm çapında silah kullanmaz. 7.65mm lik mermi insan vücudunu geçemeyebilir. Çünkü gücü azdır. Kemiğe filan denk geldiği zaman vücutta kalır. Bütün polislerin silahı 9mm çapında parabellüm mermisi atar. Bu mermi çok daha güçlü olduğundan iki insanı yan yana koyup bu silahlarla ateş etsen, bir çırpıda ikisini birden deler geçer. 500-600 metreden de bir insanı öldürebilir. Yanı bu mermi polisin attığı mermi olsa Ethem S.'ün kafasını deler geçer, mermi hiç bir zaman bulunmazdı. Fişekte bozukluk olup ta kalsa, kafasından çıkarılan mermi 9mm çapında olurdu. Ayrıca vücutta ki yara ölçülerek mermi çapı tespit edilebilir. Ayrıca mermi bir yere çarpar, takla atarak gelir kafaya çarparsa yaradan tespit edilir.
4-İkinci bir haber ile bu sabah merminin 9mm olduğu beyan edildi. Velhasıl kimin ne yaptığı ve neyin nasıl nasıl olduğu tam olarak belli değil. Böyle konularda yanlış beyanlar olayı saptırmaktır. Çok ciddi bir suçtur. Olay balistik inceleme ve Adli Tıp çalışmaları neticesinde aydınlanacak.
5-Mermi 9mm olsa da temkinli olmak lazım. Polis kurşunu olmayabilir. Daha önce 1970-80 lı yıllarda bu tür olaylar çok vukua gelmiştir. Ankara ve İstanbul da yapılan büyük mitinglerde; olayların daha da büyütülmesi, isyanlara dönüştürülmesi için, öldürülen kişilerin, kendi arkadaşları veya prövakatörler tarafından öldürüldükleri tespit edilmiştir. Umarım bu olay da onlara benzemez. Benzer bir olayı (www.harduma.blog) da 'ÖRGÜT NEDİR 5' başlığı altında anlatmıştım. Zira eğer olay böyle ise çok profesyonelce tertiplenmiş bir olaydır. Kolay kolay tespit edilemez. Her zaman da memleket aleyhine malzeme olarak kullanılır. İnşallah günahsızsa O polis memuru da yanmaz.


14 Haziran 2013 Cuma

AĞZINI AÇAR

Köylünün biri ahırda ki öküzünü satmak için pazara götürmüş. Öküzü almak için gelen her müşteri, iki eli ile alt ve üst çenesinden tutup zorla ağzını açmak suretiyle öküzün dişlerine bakmışlar.
Güya öküz yaşlı mı, genç mi onu anlayacaklar.
Dişleri dökülmüşse öküz yaşlı, dökülmemişse gençtir.
Ne ise adam öküzü satamamış geri getirip tekrar ahırına bağlamış. Sonraları öküz ne yaparmış biliyor musunuz?
Bir adam yanına yaklaştığı zaman, ağzını sonuna kadar açar ve kafasını adamdan tarafa çevirir beklermiş.

13 Haziran 2013 Perşembe

İÇERDEN

Lozan görüşmeleri sırasında ara bulucu Yahudi.
Lozan görüşmeleri sırasında İsmet Paşa'nın başkanlığında ki Türk heyeti ile Avrupa heyeti arasında büyük anlaşmazlıklar olur.
Anlaşma artık kilitlenme noktasına gelir.
Hatta tarafların masadan kalkma ve savaşın tekrar başlama durumu hasıl olur.
İşte tam bu sırada İstanbul da Hahambaşı yapmış olan, Mısır Hahambaşı Osmanlı vatandaşı, Hayim Nahum isimli Yahudi devreye girer ve Lozan'a gider.
Ve düğümlenen bu anlaşma da tarafları uyuşturur.
Avrupa heyetine aynen şöyle der:
"Gördüğünüz gibi topla tüfekle sonuca ulaşamıyorsunuz. Daha uzatmayın. Anlaşmayı yapın. Ancak Anadolu yu alma işini zamana bırakarak daha sonra siyasetle halledin. O zaman sonuç alabilirsiniz. Şimdi, burada yapılacak olan kilidi içerden siyasi yollardan açmak en güzel çözümdür. Sabırlı ve planlı bir şekilde Türkleri ancak içlerinden yıkabilirsiniz." der. Ve sözleri kabul görür anlaşma sağlanır.

Yine yorumu sizlere bırakıyorum. Hayim Nahum'un Avrupa heyetine 90 yıl önce ki tavsiyeleri ile, Avrupa ülkelerinin bugün kü uygulamalarında bir değişik var mı? Yok.

12 Haziran 2013 Çarşamba

AMAN DİKKAT

Bir insana kırk defa 'delisin' deseler, o insan delirir. Peki bir insana kırk defa 'biber gazı' deseler acaba o insan biber gazı olur mu?
Veya bugün on altıncı gün. Kırk gün biber gazı verseler, biber gazı kolik olur mu?
(resimler internetten alıntı)
Yanı bu gençler bu eylem sonunda biber gazı bağımlısı olurlar mı? Olurlar. Gerçekten olurlar. Tiner bağımlısı var. Esrar dünya dolu. Eroin, baz morfin, extacy, sigara v.s bu maddeleri kullananlar, analarından bağımlı olarak mı doğdular?
Hayır.
Böyle zaman zaman kullanarak alışkanlık haline getirdiler.
Varsın gaz bağımlısı da Türkiye de bulunsun derseniz mesele yok. Bu olaylara katılan bizim komşunun genç çocuğu annesine söylerken duydum;
"Anne ben eyleme katılmağa gidiyorum. Canım biraz biber gazı almak istedi." diyordu.
Kırk gün daha dolmadan bizim gezi parkı eylemci gençlerinden bazıları, geçen gün Başbakanlık Konutu önünde güvenlik nedeniyle bekleyen Çevik Kuvvet Polislerinin önünde topluca duruyorlar;
"Biber gazı, biber gazı, Oleeeey" diye bağırıyorlar.
Ve gitmiyorlar.
İlle polis gaz sıksın diye bekliyorlar.
Poliste gazları yok muydu, ne ise gençlere gaz sıkmıyor.
Gençler;
 "Vallahi gitmem, billahi gitmem. Gaz istiyoruz" diye bağırıyorlar.
Eğer bu gençlerin hepsi gaz bağımlısı olursa ne olacak? Gazda yetmez.
Ve bundan sonra ki olaylara herkes gönüllü katılır. Gaz almak için.
Türkiye de olaylar da hiç eksik olmaz.
Dua edelim de bu eylem kısa zamanda gençler gaz kolik olmadan bitsin. Devamı kimin işine yarar? Gaz satıcılarının. Eğer biber gazı yasaklanmazsa gaz satıcıları köşeyi dönerler. Biber gazı da öyle kolay kolay yasaklanamaz. Çünkü duyduğuma göre bu gazı çok zatı muhterem insanlar ithal ediyorlarmış. Eee gençler birer tüp alıp sokaklarda kendi yüzlerine sıksa ne olur sanki?




11 Haziran 2013 Salı

ÖZLÜ SÖZLER

1 -Başkasının seni yönetmesine izin verme. Kendini ve gerekirse başkasını sen yönet.
2 -Başkalarını herkesin yanın da öv. Eleştirilerini yalnızken yap.
3 -Tecrübe bir insanın başından geçen olayların bıraktığı izlerdir.
4 -Düşmanın en kötüsü ve tehlikelisi, düşmanlığını gizleyendir.
5 -Biri ile sarıldığın zaman önce ayrılan sen olma.
6 -En iyi alışkanlık, söylediklerimizi önce kendimiz duymamızdır.
7 -Pencereden bakan sadece önünü görür, minareden bakan her tarafı görür.
8 -Sabırla bekleyen insan istediğini elde edebilir.
9-Bir el sana uzatılırsa daima kabul et, asla geri çevirme.
10 -Özel biri ile karşılaşmak, onu değerlendirmek, bir saat içinde gerçekleşir. Onu sevmek işi bir gün içinde olur. Ama sonra onu unutabilmek için, bir ömrün geçmesi gerekir.

10 Haziran 2013 Pazartesi

ÖVGÜ


Fatih Sultan Mehmed
Fatih Sultan Mehmed İtalyan ressam Bellini ye resmini yaptırırken yanlarına bir dilenci yaklaşmak ister.
Korumalar müsaade etmezler.
Padişah "Bırakın gelsin Ağalar" der. 
Dilenci Padişaha yaklaşır ve "Sen ki Ol Sultanlar Sultanı, Neyi Bahşi Hüsrevani" (Sen ki, yerin göğün ve bütün alemin O Sultanlar Sultanısın) diye methiyeye başlayınca..
Fatih Sultan dilencinin sözünü keser ve
"Ağalar bu adama bir kese altın verin, ve gönderin, gitsin" der. Kendisini met eden sözleri dinlemez. Bu duruma hayret eden ressam Bellini;
"Hünkarım, bu adam sizin için iyi şeyler söylüyordu. Size övgüler yağdırıyordu. Neden dinlemediniz" diye sorar.
Cihan Padişahı şöyle cevap verir;
"Övgü dolu şeyler söylemesine söyledi. Lakin akılsızın övgüsü, akıllıya hoş gelir mi Bellini?" der.

8 Haziran 2013 Cumartesi

BU EVE TAŞISAK

Osmanlı döneminde gazetecilik yapan ve hicviyeleri ile tanınan Kazim Musa Paşa, Sadrazam Ali Paşa ile karşılaşırlar.
Sadrazam Ali Paşa gazeteci Musa Paşaya tavsiyelerde bulunur.
Yazdığı yazıların, çizdiği resimlerin bir gün gelecek kendi başını yakacağını, Hanedanı Osmaniye yi bu şekil tenkitlerden vaz geçmesini söyler.
Tam o sırada da bir yabancı misyoner yanlarına yaklaşır.
Sadrazam Ali Paşa da elçinin hal hatırını sorar.
Elçi de dertlerini bir bir sıralar:
"Sormayın Paşam tuttuğum ev bana çok uğursuz geldi. Evi kiraladığım gün eşim öldü. Ertesi gün büyük oğlumu kayıp ettim. Bir kaç gün sonra da küçük oğlum ve kızım öldü" deyince.
Gazeteci Musa Paşa Sadrazamın daha önce yaptığı nasihatleri unutuyor ve
"Vay anasını bey efendi bütün bunların hepsi o eve taşındıktan sonra mı oldu?" der.
Döner Sadrazam Ali Paşa ya "Paşam müsaade etseniz de hanedanla birlikte sarayı bu eve taşısak" der. 

5 Haziran 2013 Çarşamba

KORSAN POLİSLER

(gezi parkı eylemi dokuzuncu gün)
AMAN DİKKAT ! TAHRİKLERE KAPILMAYINIZ ! ŞU ANDA HER YANINIZ AJAN KAYNIYOR ! DÜŞMANLARINIZIN SEVİNECEĞİ HAREKETLERİ YAPMAYINIZ ! KİMSEYE UYMAYINIZ !
bu benzetmeleri türk polisine
yakıştıranları kınıyorum. bu şahsın
polis olduğuna inanmıyorum. dikkatle
bakarsanız tabancası bile yok.
(internetten alıntı)
Kim kimi tanıyor? Bir zamanlar Adana da Cinayet Masasında çalışan Polisleri kızağa çeker, yerimize korsan polisleri göreve çıkarırlardı. Hatta bu polislerin bir kısmı sivil yandaş terörist vatandaşlardan, bir kısmı da aşırı uç polislerden teşekkül ettirilirdi. Bu kişilerde çok korkunç olaylar icra ederlerdi. Daha sonra bu olayların bir kısmı aydınlandı. Bir kısmı da hala daha faili meçhul kaldı.

Bu zaman da bir kaç genç komiserler de fiilen bazı ağır suçlara katıldılar. 1978-79-80 yıllarında Adana Emniyet Müdürlüğü bünyesinde bulunan bir çok MP-5 makineli tabancaların ekspertiz incelemeleri yaptırıldı. Bir kısmının olaylarda kullanıldığı tespit edildi. Yakalanan silahlar 'Olayda kullanılmamış' raporu alındıktan sonra aşırı polisler tarafından mühürleri sökülerek olaylarda kullanıldı. Tekrar mühürleri takılarak Adliye ye 'temiz' diye gönderildiler. Bu olaylar anlaşıldıktan sonra bu zamanlarda Adliyeye gönderilen silahların hepsi Adli Emanetten geri alınarak yapılan balistik incelemelerde, bir çoğunun ağır suç (Cinayet ve kundaklama) olaylarında kullanıldıkları tespit edildi. Asayiş Şube İdari Büroda görevli Konyalı Himmet Deniz adında bir Polis Memuru ile iki adet tabanca ekspertiz raporu için, bir perşembe günü Ankara ya Genel Müdürlük Laboratuvarına gönderildi. Cuma günü 'silahlar olayda kullanılmamıştır' raporu ile aynı memur tarafından Adana ya getirildi. Cumartesi ve Pazar günleri İdari Büro Amiri A. K. silahları tatil olması nedeniyle memurdan teslim almadı. Memur da İdari Büro da çekmecesine koyduğu bu silahlarla Cumartesi günü İzmir de bir cinayet, Pazar günü de Adana da bir ev kundaklandıktan sonra tarandı. Pazartesi günü silahlar önce alınan temiz ekspertiz raporu ile mühürlü olarak Adliye ye gönderildi. İzmir ve Adana da olay yerlerinde bulunan boş kovanların, Adli emanetten getirtilerek tekrar incelenen bu silahlardan atıldığı tespit edildi. Silahları götürüp getiren Polis Memuru Himmet'in böyle bir iş yapamayacağını herkes biliyordu. Dört İlde ayrı ayrı ekspertiz heyeti bu kovan ve silahları inceledi. Hepsi aynı raporu verdi.

Olaylar bu silahlarla işlenmişti. Silahlar üzerine kayıtlı bulunan Polis Memuru Himmet Deniz tutuklandı ve dört yıla yakın hapis yattı. Ne ceza aldı bilmiyorum. Silahları İdari Büro da bırakmayıp evine götürseydi bu olaylar olmayacaktı. Silahları kimin kullandığı aşağı yukarı tahmin ediliyordu. İçimizde PKK lı polisler ve amirler vardı. Fakat delil yok şahit yok, kimse ispat edemiyordu. Şimdi hala merak ediyorum. Bu işi yapan vicdanen rahat mıdır? Himmet gitti suçsuz yere hapis yattı. O suçu işleyen adam işlerine devam etti. Şimdi de dünkü olaylarda bir resim gözüme ilişti. Maskeli bir göstericinin biri Çevik kuvvet Polisine ait bir pantolonu tutmuş ve "Bir otobüs içerisinde bu resmi polis elbiselerinden çok sayıda olduğunu" söylüyordu. Şimdi polisin vatandaşa karşı tutumunu da gördükten sonra benim bu eski olaylar aklıma geldi. Acaba vatandaştan intikam alır gibi üzerine nişan alıp gaz bombası ve plastik mermi atan bu polisler gerçek polisler midir? Yoksa korsan polisler midir? Gerçek polis vatandaştan intikam alır gibi davranmaz. Bu olayları seyrederken vicdanım sızladı. Polis olayları önlemeğe çalışır. Her zaman vefakar ve fedakar davranır. Ben dilim varmıyor fakat söylemeden de geçemeyeceğim. Acaba bu memurlar yukarıda anlattığım gibi gerçek polis değil, korsan polisler midir? Kasklarında ki numaralar da kapatılmıştı. Sonra eli sopalı o sivil adamlar polis filan olmadıkları ayan beyan bellidir. Bu memlekette ne yapılmak isteniyor. Irak ı gördünüz her zaman söylüyorum. Sakın ha sakın Irak ı unutmayınız. Suriye yi görüyorsunuz. Bütün İslam ülkelerini görüyorsunuz aklım almıyor insan bile bile ateşe girer mi? Böyle bir şey olursa yine Türk, Kürt, Alevi, Çerkez, Laz, Gürcü, Abaza, yanı Türkiye halkı üzülür, Hıristiyan alemi sevinir. Halk yürüyüş yapmalı, sesini duyurmalı, fakat aşırı uçlara uymamalı, sağa sola zarar veren provokatörlerin cezalarını kendileri vermelidirler. Poliste müşfik davranıp herkese aynı mesafede kalıp halkını ve mevcut düzeni korumalıdır. AMAN DİKKAT EDİNİZ ! TAHRİKLERE KAPILMAYINIZ !  AJANLARA UYMAYINIZ !

4 Haziran 2013 Salı

PEN ELDUM

Of'lu hoca öldüğü zaman okunmak üzere, sağlığında kendi salasını ve ölüm ilanını bir kasete hazırlayıp oğullarına vermiş ve birde vasiyet etmiş.
'Ben öldüğüm zaman bu kaseti kullanarak öldüğümü millete duyurun' demiş.
Bir zaman sonra imam efendi ölmüş.
Oğulları ellerinde ki vasiyet kasetini cami minaresinden hoparlör ile halka duyurmuşlar.
"Ey Of lıler. Pen Merkez Caminuzun İmami Tursun Hoca. Pen hakkun rahmetine kavuşmak üzere aranuzdan ayrılmış bulunuyorum.
Bol bol rahmetlerunuzi pekleirum ha. Peni unutmayın."

3 Haziran 2013 Pazartesi

NE İŞİNİZ VARDI


Londra köprüsü
(alıntı)
Bir Türk Londra da lokantada yemek yerken İngiliz garson, Türk olduğunu anlar ve eğilir kulağına "Çanakkale de çok askerimizi öldürdünüz. Onun için siz Türkleri biz İngilizler hiç sevmeyiz." der.
Türk te kendisine şöyle cevap verir:
"Sizler bütün dünyayı arkanıza takıp Çanakkale ye niçin gitmiştiniz? Kilisede ibadet ederken mi öldürüldünüz?" der.
Tarihin her sayfasında İngilizler her zaman sahnede.
Sahi, Türklerden ne istiyorlar?
Tüm tarihi inceleyin. Hiç bir zaman Türkler İngilizlere saldırmamışlar. Her zaman İngilizler Türklere saldırmış boylarının ölçülerini almış geri gitmişler.
Yenilen pehlivan güreşe doymaz derler. Acaba onun için mi saldırıyorlar?
Bazen de tüm dünya devletlerini arkalarına toplayarak saldırıyorlar. Yine de kalleşlik etmeseler, havalarını alıyorlar.
Kalleşlikte de çok ustadırlar.
İçten bölme, isyan, casusluk oyunları ve yok etme oyunlarının babalarıdırlar.
Aslında tuzaklarına düşmemek çok kolaydır.
Fakat milleti ipnotizma ile uyutuyorlar. Tek bir oyunu beş senede bir sahneye koyuyorlar. Bizler de eskiyi unutup, yeni diye onlara katılıyor, kendi cezamızı kendimiz veriyoruz.
Hâlbuki tek bir oyun, her uygun ortamda, yeni gibi gösterilip bir çok kere oynanıyor.
Bizler de hiç görmemiş gibi heyecanla bu eski oyunu, yeni diye defalarca seyredip, onlara yardım ediyoruz. Ve içten yıkılmağa mecbur kalıyoruz. Sonra da dünyayı peşlerine takıp Çanakkaleye geliyorlar.
Sadece Türkiye ye değil, bütün Müslümanlara bakın. Güya hepsine demokrasi gelecek. Ne zaman? 'Irak ta bomba patlamış 90 kişi ölmüş. Suriye de iç savaş çıkmış.' Hıristiyan aleminin kılı bile kıpırdamaz. Gizliden gizliye kıs kıs gülerler. Olayların çoğalması için körüklerler.
Olayların olmasını istemiyorlarmış gibi görünürler. Aslında olayları kendileri çıkartırlar. Aynı oyun misli ile her zaman oynanır. Bazı Müslüman ülkeler tamamen aptal, çünkü aynı oyunu her sene yeni oyun diye algılayıp kandırılıyorlar, birbirleri ile savaştırılıyorlar. Kendilerini Müslüman gösterip çok kolaylıkla halkı kandırıyorlar. Sonra da 'milli irade' diyorlar.
SAKIN HA OYUNA GELMEYİNİZ. NE YAPACAKSANIZ KENDİNİZ YAPINIZ. BAŞKALARININ FİKRİ İLE 'VATAN, MİLLET, DEMOKRASI, HÜRİYET' deyip, EKMEKLERİNE YAĞ SÜRMEYİNİZ.
Şu anda ülkemizde ne kadar çok ajanın cirit attıklarını bilemezsiniz. Bunların içerisinde satın alınmış vatandaşlarımız da vardır. İyi düşünüp ona göre hareket ediniz.

2 Haziran 2013 Pazar

ÖĞRETİYOR

Murat Selim - Demir Can
Bir fotoğraf yayınlıyorum.
Öyle sıradan bir fotoğraf değil.
Ben üç-dört yaşlarında iken rahmetli Babaanneme bazı şeyler öğretir, kendi yaptığı şeylere beğenmezdim.
O da
"Kıyamete yakın torunu dedesine akıl verecekmiş. Acaba kıyamet yakın mıdır?" derdi.
Aradan altmış yıldan fazla geçmesine rağmen hala kıyamet kopmadı. Fakat şimdi gerçekten kıyamete yakın olduğuna inanıyorum.
Şu resme bakarsanız sizler de hak vereceksiniz. Yedi aylık çocuk babasına bilgisayar öğretiyor. Hem de öyle enteresan ki, öğretmen çocuk. Öğrenci bigisayar mühendisi. Rabbim kolaylık versin ve nazardan korusun. 

1 Haziran 2013 Cumartesi

EŞEK

Osmanlı döneminde Kamil Paşa, Valilik yaptığı zamanda Şair Eşref'i makamına çağırır.

Eşref Bey Valinin makamına geldiği zaman Kamil Paşa nın toplantıda olduğunu ve biraz beklemesini söylerler.

Şair Eşref Bey Kamil Paşayı beklerken gayrı ihtiyarı içerde konuşulanlara kulak misafiri olur. Valinin görüşülen bir konu hakkında
"İnsanlar eşek gibidir. Anlamazlar. Sizde o meseleyi fazla incelemeyin." dediğini duyar.

Kamil Paşa nın sarf ettiği bu sözler çok ağırına gider Şair Eşref'in.
Cebinden bir kağıt kalem çıkararak, üç satır karalar ve Kamil Paşa ya verilmek üzere oraya bıraktıktan sonra ayrılır.
Bu notta şöyle yazılıdır:

Reddolunmaz emri ama, eşşoğlu can sıkar,
Millete eşek diyen, eşek herif, bilmez mi ki,
Sadrazam, Vali ve Paşa da millet ten çıkar.