SAYFALAR

31 Ağustos 2013 Cumartesi

HEYECANLANMA !

İnönü Bölükbaşı ile
Yıl 1960 filan, böyle seçimler yapılacak her parti miting düzenliyordu.  Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi vardı, bu partinin genel başkanı nükte ve hazır cevaplılığı ile tanınan ve eşine bile daha hiç rastlanamayan Rahmetli Osman Bölükbaşı vardı.

Hatta anlatırlar, yine böyle seçim çalışmalarında Anadolu da Konya dan dönerken, Bölükbaşı Ankara ya yer bulamayınca Rahmetli İsmet İnönü’nün uçağıyla döner. Uçakta İsmet İnönü’nün ailesi ve bir de Osman Bölükbaşı vardır. İnönü’nün torunu Hayri İnönü de aynı uçaktadır ve o zamanlar on yaşlarındadır.  Çocuk uçakta yukarıdan aşağa baktığı zaman tarlalarda çalışan Anadolu halkını görür. Koşarak Dedesi İsmet İnönü’ye gider ve “Dede bana 10.00 lira verir misin?” der.
Dedesi de “Uçakta parayı ne yapacak sın?” diye sorar.

Torun ”Uçaktan aşağı atacağım, tarlada çalışan köylüler bulursa sevinsinler.” der.

İsmet İnönü Torunu Hayri ye Osman Bölükbaşı’yı gösterir ve “Git Torunum parayı Osman Amcandan al da at ki, o daha çok hayır severdir. Hoşuna gider” Der.
Bu Dede-Torun arasında ki diyaloğu dinleyen Osman Bölükbaşı hemen sözü alır ve Torun Hayri’ye

“On lira atarsan bir kişi bulup sevinecek yavrum, sen en iyisi Deden’i uçaktan at ki, bütün millet sevinsin.” Der.
O zamanlar da ki bir seçim propagandaları sırasında Fındıklı Orta okulundan çıkmış evlerimize gidiyorduk. Kaymakamlığın önünde eski bir sandalyenin üzerine çıkmış, Osman Bölükbaşı konuşma yapıyordu. Halktan 40-50 kişi hemen önünde durmuş dinliyorlardı. Biz okuldan çıkan öğrenciler de hem Bölükbaşı’yı tanımak hem de ne konuştuklarını  anlamak için çevresine toplandık.

Fındıklı’nın tamamen kambur bir çöpçüsü vardı. O zamanda yaşayanlar ve zekasını zorlayanlar mutlaka hatırlayacak ismi Hasan. Soyadını bilmiyorum. Hem de bu adama herkes takılır, bu da herkese küfür eder hatta peşlerinden kovalarlardı.
Osman Bölükbaşı konuşurken, bu Çöpçü Hasan en önde durmuş, kambur, ince uzun boylu, elinde kova ve süpürgesi ile tanıdığımız ve herkesin kendisine takıldığı Hasan isimli bu temizlik işçisi uzun saplı çalı süpürgesini ve kovasını da arkasına tutmuş, kamburu iyice çıkmış olarak, konuşma yapılan sandalyenin tam altında kalabalığın en önünde durmuş, Osman Bölükbaşı'yı çok büyük bir dikkatle dinlediği uzaktan fark ediliyordu. Konuşmanın tam heyecanlı yerinde birden ‘Aah’ edip kalkar gibi yapıyor, öne doru gidiyor, hemen sonra eski halını alıyor. Biraz sonra tekrar belinden düzlenir gibi yapıp elinde ki süpürge ve kovayı 'AH' deyip havaya kaldırıp duruyordu. Nerde ise kafasını ve elinde ki malzemelerini Osman Bölükbaşı’ya vuracaktı. Her seferinde de Osman Bölükbaşı Çöpçü Hasan'a elini sırtına vurup “Sen heyecanlanma! Beyefendi. Sen heyecanlanma.” Diyordu. Bu durum benim dikkatimi çekti fakat Çöpçü Hasan'ın bu hareketleri niçin yaptığını bir türlü anlayamadım. Arkadaşıma söyledim. O olayı anlamış ve çözmüş. Arkadaşım kolumdan tuttu yanlarına gittik ve ben de anladım.

Meğer, Çöpçü Hasan’in tam arkasında duran birisi elinde bir toplu iğne tutmuş, konuşma nın tam heyecanlı yerine gelindiği zaman, o toplu iğneyi arkadan Hasan'ın kalçasına bir batırıyor, Hasan acısından gayrı ihtiyarı ‘Ah’ edip ileri doğru fırlıyor, kamburunu düzeltmeğe çalışıyor. Kim yaptığını da bilmediği için kimseye bir şey diyemiyor. Osman Bölükbaşı da konuşmamdan etkilendi, heyecanlandı sanıyor ve “Heyecanlanma.” Deyip sırtına vuruyordu.

BABANI AT !

 

30 Ağustos 2013 Cuma

ÖNCE KURBAN BAYRAMI

Eski Başbakanlarımızdan Sayın Tansu Çiller bir ramazan bayramında Samsun da bulunuyor ve hem konuşma yapıyor, hem de vatandaşların bayramını kutluyor. Fakat ufak bir yanlışlık oluyor. O gün ramazan bayramıdır. Tansu Çiller kutlama yaparken 'kurban bayramı' diye sehven söylüyor. Arkadan danışmanları hatırlatma yapıyor. 'Sayın Başbakanım. Kurban bayramı değil, ramazan bayramı diyecektiniz' diyor. Sayın Tansu Çiller de konuşmasını hiç kesmeden ve kimseye çaktırmadan yanlışlığını şöyle kapatıyor. " Sevgili Samsunlular mübarek kurban bayramınızı (kurban değil ramazan diyorlar.) daha önce buradan kutlamıştık. Şimdi ise en az onun kadar mübarek ramazan bayramınızı da kutlarım." diyor.  

29 Ağustos 2013 Perşembe

DÜĞÜN

1974 yılı Adana, Cinayet Büro da çalışan arkadaşımız Giresunlu Polis Memuru Kart Ahmet eşi ile kaçırarak evlendiği için düğün yapamamış. İki çocuğu kendisine devamlı düğün fotoğraflarını sorup dururmuş. Ahmet Ağabey da izinli olduğu bir gün eşine "Kalk hanım, hadi fotoğrafçıya gidelim. Orada düğün elbiseleri filan bulunur. Sen o elbiselerden giy. Bende siyah bir takım giyeyim ve yapmacık düğün fotoğrafları çektirelim." der.

Hanımı da sevinir ve doğruca birlikte Adana Yağcamı cıvarında bir fotoğraf studyosuna giderler ve durumu fotoğrafçıya anlatırlar. Salon sahibi kendisini tanır, fakat hiç belli etmez. Gelin elbisesi ve damat elbisesi temin edilip Yenge ile Ahmet Ağabeye giydirildikten sonra bizi aradı ve durumu anlattı. Biz de o zamanlar çok meşhur olan şavrole marka bir arabayı kabadayıların birinden geçici olarak aldık, gelin arabası olarak süslettik ve arkasından da 25-30 taksi araba hazır olarak fotoğrafçının önünde beklettik. Ahmet ağabey olanlardan habersiz içerde gelin damat resimlerini eşi ile birlikte çektirdikten sonra gelin ve damat elbiselerini çıkarırken fotoğrafçı "Ağabey bu elbiseler ile evine kadar git. Senin olsun ve sana hatıra kalsın. Bu günleri unutma." der ve kandırır.

Çünkü biz öyle yapmasını istemiştik. Ahmet Ağabey habersiz, yenge gelinlikli ve kendisi damat elbisesi ile dışarı çıktılar. Merdivenlerden inerken Kısım Amirimiz Cihat Bey ve beni baş tarafta şavrole arabanın içinde görünce ne anladıysa yengeyi bıraktı ve geri içeri fotoğraf studyosuna kaçtı. Kendisini zorla stüdyodan çıkardık ve yenge ile gelin arabasına bindirdik. Arabalar hareket ettiler. Bu sırada gelin konvoyuna her taraftan başka arabalar da katıldılar ve araç sayısı 100 ü geçti. O gün akşama kadar Adana sokaklarında ve baraj tarafında dolaşıldıktan sonra çok sayıda fişekler atılarak düğünleri kutlandı. Akşam üzeri Lale Palas yanında Emniyet Müdürlüğü önüne geldik. Her taraftan sılahlar sıkıldığına dair Emniyet Müdürlüğüne ihbarlar yağıyor. Yakalamak için gelen her ekipte durumu anlayınca silahlarını çıkarıp havaya ateş ediyorlardı. Asayiş Şube Müdürü Adil Bey'e daha önce Kısım Amirimiz bilgi vermişti. Neler oluyor diye odasından çıkarak kalabalığı ve kalabalığın başında bizleri görünce bağırdı "Silahlar sıkılıyor. Arıyorum cevap vermiyorsunuz. Neler oluyor?" diye fırça atarken Amirimiz durumu kendisine anlattı. O da Müdüriyet bahçesinde silahını çekerek bir şarjör fişek boşalttı ve "Bende suçunuza ortak oldum. Çocuklar." dedi.

Asayiş Şubenin ve tüm Müdüriyetin Büro memurları da pencerelerden silahlarını boşalttılar. Eeh ne demişler, imam ne yapınca cemaat bilmem ne yapar. Baş Müdür Nihat Ertürk ve Müdür yardımcıları hiç görünmediler. Ve nasıl değerlendirdiler hiç bilemedik. O günün şartlarına göre tatlı bir anı olarak hafızalarımıza kazındı. Bende bu anının saklı kalmaması için herkesin öğrenmesi için yazıyorum.

27 Ağustos 2013 Salı

LORA VE FİGARO

Bakmayın öyle küçük olduklarına her konuda süperdirler. Onlar çöl aslanlarıdırlar. Bulundukları bölgeye yabanı hayvanlar ve kötü insanlar giremezler. Şu anda kendi aralarında eğitim yapıp daha sonra bu öğrendiklerini başkalarına uyguluyorlar. Benden size tavsiye Dubai ye giderseniz bulundukları bölgeden uzak durunuz. 

25 Ağustos 2013 Pazar

FİRAR ETTİ

Yıl 1980 lı yıllarda Rize de çok enteresan bir olay yaşandı. Bu olay gazetelere intikal etmedi. Daha doğrusu saklı tutuldu.

Rize Ceza ve Tutukevinde yatmakta olan Ali, kan davasından iki kişiyi öldürür. Müebbet Hapislik cezası alır. Ali aldığı cezaya itiraz eder. Olay esnasında yaşının küçük olduğunu beyan ederek Adli Tıp Kurumunda incelenmesini ve bu durumun tam tespit edilmesini ister. Bunun üzerine Rize Ağır Ceza Mahkemesi de Suçlu Ali'nin İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilerek doku örnekleri alınıp gerçek yaşının tespiti için kemik incelemesine karar verir. Bu nedenle Ali Rize Cezaevinden iki jandarma koruması altında şehirler arası otobüs ile İstanbul'a gönderilecektir. Mahkumu İstanbul'a götürecek olan jandarmalar hem kaçmasını önlemek hem de saldırılara karşı korumak için tam teçhizatlı ve resmi elbiselidirler. Müebbet Mahkum Ali elleri kelepçeli olarak her üçü de Rize den şehirler arası bir otobüse bindirilerek İstanbul'a gönderilirler.

Adli Tıp Kurumunda işlemler yapıldıktan ve işleri bittikten sonra; yine Mahkum Ali'nin elleri kelepçeli olarak iki aynı jandarmalar eşliğinde İstanbul dan Rize ye gelmek üzere yine şehirler arası bir otobüse binerler. Bolu da otobüs ihtiyaç molası verir. Müebbet Mahkum Ali tuvalet ihtiyacı için yanında ki askerlerden izin ister. Jandarmalar ellerinden kelepçeyi çıkarırlar ve mahkum tuvalete girer. Kaçmaması için de jandarmalar dışarıda beklemeğe başlarlar. Rize li müebbet mahkum Ali yaklaşık on dakika kadar sonra tuvaletten çıktığı zaman garip bir durum ile karşılaşır. Dışarıda kendisini kaçmaması için bekleyen iki jandarma askerleri yok. Hemen otobüse koşar bakar orada da yok. Askerleri marketlere filan bakıp biraz daha aradıktan sonra çevreyi dolaşmağa ve neler olup bittiğini anlamağa çalışır. Hemen yan tarafta benzinliğin arkasında, kuytu bir yerde, sadece asker elbiseleri ve teçhizatlarını bulur. Askerler yok. Duvara diklenmiş olarak duran iki adet G-3 tüfeklerini ve üzerinden teçhizatları ve asker elbiseleri asılmış olarak tesadüfen bulur. Etrafta kendisinden sorumlu askerleri iyice aradıktan sonra bulamayınca, benzinlikten iki çuval tedarik eder ve G-3 tüfekleri, teçhizat ve asker elbiselerini bu çuvala koyarak yanına alır, gelir otobüste ki yerine oturur, beklemeğe başlar. Bu sırada verilen mola süresi biter. Otobüs hareket etmeğe hazırlanır fakat askerler hala ortada yoklar. Tüm aramalara rağmen askerler gelmez. Herkes ümidi kesince otobüs hareket eder.

Her zaman mahkumlar firar etmez ya bu sefer de askerler firar etmiş. Hem de silahlarını mahkuma bırakarak. Otobüs gelmeyen askerler için bir-iki saat beklemişler. Bakmışlar gelen giden yok, hareket ederek ertesi gün sabahtan Rize'ye gelmişler. Müebbet Mahkum Ali Rize de otobüsten inmiş. Sırtında çuvalları ile doğruca Rize Jandarma Alay Komutanlığı önüne gelmiş. Önce kendini tanıtmış. Müebbet mahkum olduğunu söylemiş. Sonra Bolu da otobüs mola yerinde firar edip silah ve teçhizatlarını bırakan iki askerin malzemelerini ve kendisine takılan kelepçeyi sırtında ki çuvaldan çıkararak orada ki nöbetçiye teslim etmiş. Jandarma Alay Komutanlığı kapısında ki nöbetçi silsile yoluyla durumu Alay Komutanına bildirmiş. Alay Komutanı ve bütün subaylar Müebbet Mahkum Ali'nin etrafını çevirmişler. Askerlerin Bolu da firar edip mahkumun onların malzemelerini getirdiğini öğrenince, olay tutanaklarla tespit edilmiş ve Alay Komutanı Mahkum Ali'ye "Oğlum Ali, sen yalnız başına git ceza evine teslim ol. Seni asker eşliğinde göndermek istemiyorum. Ne mutlu sana. Sen harika bir adamsın" demiş. Müebbet Mahkum Ali bu sefer bu teklifi kabul etmemiş. "Efendim ben görevimi yaptım. Devlete ait olan ve tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan askeri malzemeleri buraya kadar getirip size teslim ettim. Ben o malzemeler kayıp olmasın diye kaçmadım. Şu andan itibaren fırsat bulursam kaçabilirim. Beni yalnız göndermeyin. Kendiniz götürüp cezaevine teslim edin." demiş. Firari askerlerin yakalanmaları için bütün illere faks çekilmişti.

Bu olay Adli mercilere tekrar bildirilmiş ve müebbet mahkum olan Ali'nin cezasında indirim yapılması talep edilmiş. Müebbet Mahkum Ali nın cezası Rize Ağırceza Mahkemesi tarafından 12 yıla indirilmiş ve gündüzleri izinli sayılarak, sadece geceleri yatması için Sivas Yarı Açık Cezaevine gönderilip kalan cezasını, sekiz seneyi orada tamamlayarak özgürlüğüne kavuşmuş.
Her zaman Temel ile Dursun'u anlatmayacağız ya. Örnek alınması için bazen böyle Alileri de anlatmak lazım işte.

23 Ağustos 2013 Cuma

BABA NASİHATİ

Benim bir tamirci arkadaşım var. Şaşmaz da oto tamirciliği yapar. Bir zamanlar bir oto tamircisi arkadaşımın dükkanında oturuyorduk. Bu arkadaşım gazeteye ilan vermiş veya oturduğu mahalleye duyurmuş. Dükkanında çalışmak üzere bir çocuk arıyordu. Ben de orada oturup muhabbet ederken bir çocuk dükkana geldi ve çalışmak istediğini, ailesine bakacağını beyan etti. Dükkan sahibi çocuğa bir kaç soru sormakla işe başladı. Önce kendi adı, sonra anne ve babasının adı. Ve daha sonra bir imtihana dönüştü. On yaşlarında ki bu çocukta patron bozuntusu bu dükkan sahibinin bütün sorularını cevaplandırıyordu. İstanbul'un fethi, kurtuluş savaşı ve bir çok sorulara şıp diye cevap veriyordu. Adamın bildiği sorular bitti. Çocuğu soruda tutamayınca adam da sinir oldu. Ve en son olarak "Bugün dolar kaç liradır?" dedi. Çocuk biraz düşündü. Ben anladım. Bu sorunun cevabini bilmiyordu fakat cevap verdi. "Ağabey babam bana 'Oğlum hayatta dolar, mark işlerine girme. Girersen her zaman zararlı çıkarsın' demişti. Ben de onun için ilgilenmiyorum." dedi. Ve işe girmeği de kazandı tabi. Oto tamircisi olacaktı.

22 Ağustos 2013 Perşembe

ŞİMDİ YAP

Eve duşa kabin sipariş verdim. On gün sonra getirip takacaklarını söylediler. On beş yaşlarında iki çocuk duşa kabini getirdiler. Ben ustalar arkadan gelip takacaklar sandım. Bu iki çocuk kollarını sıvadılar, duşa kabini takmağa başladılar. Her işimde titiz olduğum için aşırı ilgilenir, çok iyi olması için uğraşırım fakat o yaptığım işte en kötü olur, çıkar canım sıkılır. Bu işin de çocuklar tarafından iyi yapılamayacağını düşündüğüm için başlarında durmuş her şeye karışıyordum. Yanı onlar yaparken bende güya onlardan iyi bildiğim için, kendimce bir şeyler yapıyordum. Hakikaten de ufak tefek tamiratlar için evime usta girmez. Bir çok işlerimi kendim yaparım. Onun için çocukları bir şeyden saymadım ve ben de onlarla ustalık yaparak duşa kabini birlikte takmağa çalıştım. Yalnız bu arada benim karışmamı pek istemediklerini hissediyordum. Bana da bir şey diyemiyorlardı. Her şeyi ayarladılar. Duşa kabini çok iyi bir şekilde kurdular. Sıra silikonlama işlemine geldi. Silikon tabancası ile silikonları sıkıyorlar, bir taraftan da parmaklarına bir bez sararak silikonları düzeltiyorlardı. Bende boş durmuyor onların yaptığı gibi yapıyordum. Daha doğrusu yapamıyor, her tarafa bulaştırıyordum. Benim bulaştırdığım yerleri onlar yeniden düzeltiyorlardı. İşlerini bitirdiler. Ben hala güya noksan bulduğum yerleri yapıyordum. Onlar biraz daha banyonun önünde durdular ve bir tanesi "Amca beğenmediğin yerleri biz burada iken yap ki, bozarsan düzeltelim. Biz gittikten sonra yaparsan tekrar gelip düzeltmemiz zor olur." dedi. Bu yerinde söylenen söz o kadar hoşuma gitti ki; çocukların alınlarından öperek bahşiş verip yolladım. 

21 Ağustos 2013 Çarşamba

şiir GEÇTİ

Tükettim yollarımı, yorgun ve argın,
Bu hayat bir rüya gibi, geldi de geçti.
Üzülme recep, seni de anarlar bir gün,
Derler ki hep doğruyu, seçti de geçti.

Bir çoğu hak verir, senin yaptıklarına,
Haklı haksız diye, ayırıp baktıklarına,
Suç işleyenlerin tabiri ile yaktıklarına,
Bilsinler ki kanunlara, sordu da geçti.

Suçlu suçsuz hepsi, sanki aynı kefede,
Suç işleyenlerin, sebebi vardır elbette,
Aslında kimse suçunu, kabul etmez de,
Suçunu inkar edenleri, çözdü de geçti.
                                Recep Ali Öztürk

20 Ağustos 2013 Salı

YEMEDUM ONI

Temel bir gün lokantaya giderek iyice karnını doyurur. Karnını doyurur fakat hesap biraz fazla gelir. Temel itiraz eder. Lokanta sahibi Temel i karşısına alır ve Temel'in elinde ki ödeme fişine göre tek tek sorar;
- Bir porsiyon taze fasulye,
- Yedum onı,
- Bir porsiyon et haşlama,
- Yedum onı.
- Bir porsiyon pilav,
- Yedum onı.
- Bir porsiyon kadayıf,
- Yedum onı.
- Yüzde on garsoniye,
- Yemedum onıııı. der.
 

10 Ağustos 2013 Cumartesi

şiir OLMAYINCA

Bulutlarda hüzünlendi, yağdı yağacak,
Göz yaşım kurumuyor, sel olmayınca.
Sanma ki gündüzlerim, gündüz olacak
Dünya benim neyime, sen olmayınca.

Bırakırsın beni düze, aceleyle gidersin,
Dönmemek üzere, belki de terk edersin,
Beni hiç acımazsın, ateşler de yakarsın,
Ben sensiz duramam ki, sen olmayınca.

Sonumuz kötü olur, öyle ayrılık olursa,
Oturup te ağlarız, ara da hasret kalırsa,
Yalvaralım Allaha, ikimizi bir almazsa,
Ben yalnız ne yaparım, sen olmayınca.
                                 Recep Ali Öztürk

7 Ağustos 2013 Çarşamba

ÖZLÜ SÖZLER

1- Akıllılar istediği şeyi öğrenir ve yapar. Akılsız ve ahmaklar başkalarının önerdiği şeyi öğrenir ve yaparlar.
2- İnsanın özgürlüğü, kendi hareketleri ile şekillenir ve kendi hareketleri ile sınırlıdır.
3- Yanlış trene bindiyseniz, hedefe varmak için inmek zorundasınız.
4- Yanıldığını kabul etmeyenler, aptallar ve en çok yanılanlardır.
5- Yemin eden insana inanılmaz, hele yeminine hiç inanmayınız.
6- Aç insan herkes tarafından kolayca kandırılır ve yönetilir.
7- Düşünmek kolay uygulamak zordur. En zoru ise düşünüleni uygulamaktır.
8- İnsanlar elbiselerine göre karşılanır, bilgi ve kafa yapılarına göre uğurlanırlar.
9- İnsan kendini asla zorla sevdiremez. Yapacağı tek şey, sevilebilecek biri olmaktır.
10-Kimseye olduğundan fazla değer vermeyin. Eğer gerçekten değerli ise onu erken kayıp edersiniz. Değersiz ise en büyük darbeyi ondan yersiniz.
 

6 Ağustos 2013 Salı

BU GÖRDÜ

Üç maskeli kişi bir bankaya girerler ve silahlarını çekerek soygun yaparlar.
Para çantası ellerinde dışarı çıkarlarken soygunculardan birinin maskesi açılır. 
Orada bulunan yaşlı bir kadına sorar; 
"Sen bizi gördün mü?"
Kadın
"Evet tabii ki gördüm" deyince bir mermi atarak kadını öldürür.

Soyguncu kapının önünde bekleyen karı koca çiftine dönerek;
"Peki siz bizi gördünüz mü?" diye onlara da sorar.

Az önceki olayı gören erkek cevap verir
"Vallahi ben sizi hiç görmedim." 
Diyerek yanında ki eşini gösterir ve;
 "Ama bu bayan gördü." demiş.

2 Ağustos 2013 Cuma

PROVA

Temel ile İdris cezaevine düşmüşler.
İçerde şartlar çok ağırdır.
İkisi birlikte bir plan yapmışlar ve cezaevinden kaçacaklar.
Ertesi gün cezaevinden kayıp olmuşlar.
Cezaevi yöneticilerinin her tarafta aramalarına rağmen o gün akşama kadar bulamamışlar.
Her yere firarları bildirilmiş, Temel ile İdris aranmağa başlanmış, fakat bir türlü bulunamamışlar.
Gün akşam olmuş bir bakmışlar ki aa Temel ile İdris ikisi de cezaevinde yatıyorlar.
Cezaevi müdürü ikisini de yanına çağırtmış.
"Kaçtığınızı düşündük ve yakalanmanız için firarınızı bildirdik. Siz bugün nereye gittiniz?" diye kendilerine sorar.
Temel cevap verir
"Müdür Bey, biz bugün prova ettik. Yarın bu cezaevinden kaçacağız." der.

1 Ağustos 2013 Perşembe

BÜYÜK KONUŞMA

Bir mecliste söz yankesicilerden açılınca, mahalle sakinlerinden biri "Ya siz nasıl insanlar siniz? Hiç başkası tarafından kandırılıp insan aldatılır mı? Beni hayatımda daha hiç bir yankesici kandıramadı. Kandıran yankesicinin de alnını kayışlarım." der ve çok büyük konuşur.
Fakat büyük tesadüf yankesicilerin kralı da bu mecliste bulunmaktadır ve bu adamın konuştuğu çok ağırına gider.
Ertesi gün bütün yankesicileri toplar. Adamın adresini söyler ve o mahalleye bakan yankesiciyi öğrenir ve;
"Bu adam hepimize kötü konuştu. Bu adama iyi bir ders ver" der.

Adama ders vermek için görevlendirilen yankesici önce adamı iyice takip eder. Evini iş yerini anlar. Bir akşam adam işten çıkar evine giderken manava uğrar ve bir kilo elma alır.
Yankesici de arkasından gider ve bir kilo soğan satın alır. Yolda yürürlerken adamdan habersiz elinde ki elmalarla soğanları yer değiştirir. Yanı adamın torbasında ki elmaları kendine alır, kendi torbasında ki soğanları adamın torbasına doldurur.
Adam evine gider ve hanımına;
"Hanım getirdiğim elmalardan komposto yap ta pilavın yanında içelim" der.
Hanım bakar ki adamın getirdiği kese kağıdının içinde elma yok, soğan var.
"Efendi, sen elma almamışsın ki torbada soğan var." der.
Adam sinirlenir. Manavın verdiği torbayı alır ve doğru geri manava koşar.
Bu sırada kendisini evin kapısında bekleyen yankesici tekrar peşine takılır ve yolda soğanları geri alır, elmaları tekrar geri adama verir.

Adam manava gider, durumu anlatır ve soğanları verip elma almak ister. Manav torbayı açar bakarlar ki pakettekiler elma. Bu sefer adam hanımına sinirlenir ve paketi kaptığı gibi tekrar evine gelir. Hanımına bağırıp çağırdıktan sonra elmaları komposto yapmasını tekrar söyler. Fakat bu sırada kapıda bekleyen yankesici elmalarla soğanların yerini tekrar değiştirmiştir.
Kadın pakette bakar ve içinde yine soğan olduğunu görünce, kocasına korkudan söyleyemez. Biraz bekledikten sonra adam içerden bağırır;
"Hanım, hanı komposto ne oldu?"
Kadın korka korka;
"Herif elma yok ki, yine soğan getirmişsin." der.

Adam tamamen sinirlenir. Hanımını da yanına alır. Ellerinde torbaları ile manava giderler. Yankesici tekrar gizlice elmaları onların elinde ki torbaya koyar, soğanları kendine alır. Manav kadın ve kocasının yanında getirdikleri torbayı açınca torbadakilerin yine elma olduğunu görürler ve iyice şaşıran adam elmaları geri manava iade eder. Komposto içmekten vaz geçip evlerine giderlerken yankesici gelerek onlara yaklaşır. Olayı kendilerine anlatır ve kadının kocasına bir daha büyük konuşmamasını nasihat edip ayrılır.