SAYFALAR

31 Aralık 2013 Salı

SEN AĞA, BEN AĞA

alıntı
Vaktiyle Türkiye İşçi Partisi Başkanı Behice Boran Diyarbakır da bir kahvede konuşma yapar. Halka sömürüldüklerini, Türkiye İşçi Partisine oy verdikleri takdirde, iktidar oldukları zaman, ağalığı kaldıracaklarını, her kişinin bir ağa olacağını, herkesin eşit olacağını, milleti aydınlatmak için veya kandırıp oy almak için anlatır. Behice Boran'ın bu anlattıklarını büyük bir hayretle ve ilgiyle dinleyen yaşlı bir adam Behice Boran'a soruyor: "E.. Kızım sen ağa, ben ağa, bizim sığırları kim sağa?" 

30 Aralık 2013 Pazartesi

ATLARA GÖRÜNME

1966 yılında biz Rize Lisesinde okurken Adamın birinin bir faytonu vardı. Bu faytonla müşteri taşır, nafakasını çıkarırdı. Zamanla faytona koşulu atlar çok ihtiyarladılar. Adam biraz fakir ya atları da değiştiremiyor, aynı yaşlı ve zayıf atlarla müşteri taşımağa devam ediyordu. Müşterilerde genelde yokuş yukarı Rize Kalesine çıkar geri inerlerdi. Birde atların arkasına pislikleri yere düşmemesi için branda gibi bir şey bağlamıştı. Bir gün Adam faytonla yine müşteri beklerken, yanına çok şişko ve ırı yarı bir adam geldi. "Ağabey beni Rize Kalesine kadar çıkarır mısın?" dedi. Adam bir atlara, bir de çok şişko olan bu adama baktı ve eğilerek adamın kulağına "Tamam ağabey götüreyim de, arabaya şöyle arka taraftan bin, atlara görünme." dedi. 

27 Aralık 2013 Cuma

YAN VİTES


Karadenizin Temel'i varsa Erzurum'unda Temel’e benzeyenleri var.

Erzurumlu bir vatandaş 12 Eylül den önce Almanya’dan izinli geldiği sırada getirdiği Ferrari Bugatti arabasıyla İstanbul da dolaşırken başından geçen bir olayı kahvede bakın nasıl anlatıyor?


"İstanbul Taksimde Ferrari arabamla dolaşırken birden önüme solcular çıhtı.
Bağtım bağıra çağıra ellerinde taş ve sopalarla bana doğrı gelirler. Hemen geri fitese tağtım ki gaçacam.
Geri geri giderken bir bağarım, arhamdanda sağcılar gelir.”

Dinleyenlerden biri heyecanlanır ve; "Eeee sen neyettin Ağabey?"

"Heç sorma gardaş, bahtım olacağı yoh. Hemen yan fitese tağmişem, yan yan elemi gaçirem, elemi gaçirem, görme gitsin." der.

25 Aralık 2013 Çarşamba

BU KOLTUK

alıntı
Temel binmiş uçağa İstanbul'dan Trabzon a gidiyormuş. Hostesler gelmiş bakmışlar ki Temel başkasının koltuğuna oturmuş. O koltuk sahibi de gelmiş. Ne kadar rica etmişlerse Temel'i bu koltuktan kaldıramamışlar. Temel direnmiş yanı inat etmiş. "İlle bu koltuktan kalkmam." demiş. Öbür adam da "Ben ille bu koltuğa oturacağım." demiş. Bu sebepten uçak yarım saat havalanamamış. Kaptan gelmiş Temel'in kulağına bir şey söylemiş. Temel yerinden hemen kalkmış başka koltuğa oturmuş. Adam da yerine oturmuş ve uçak kalkarak Trabzon'a gitmiş. Biliyorum hepiniz merak ediyorsunuz 'Kaptan Temel'e ne söyledi?' Cevap: uB kutlok a'nozbarT zemtig (kelimeleri soldan sağa okuyunuz) 

24 Aralık 2013 Salı

DÜŞERSE DÜŞSÜN


alıntı
Temel, Türk Hava Yollarının uçağı ile Trabzon'a uçuyor. Uçak hava boşluğuna girince içinde yolcular bir sarsıntı yaşarlar. Bu sarsıntı esnasında büyük bir panık olur. "Ey vah uçak düşüyor." diye yolcular korkularından birbirlerine sarılırlar. Temel soğuk kanlılığını hiç bozmaz. O panik havası yaşayanlara yüksek sesle bağırır. "Hah hah uçak düşecekmiş. Düşerse düşsün. Sanki uçak babanızın malı mıdur...da?"

20 Aralık 2013 Cuma

KESERLE VURMUŞLAR

1982 yılında Adana Dağlı oğlu Mahallesinde bir adres belirtilerek cinayet işlendiği ihbarı geldiğini bildiren Haber Merkezi, bu yere mıntıka polislerini sevk ederek, inceleme yapmalarını bildirir. Hatta o sırada görevli olan Cinayet Büro arkadaşlarımız da giderek inceleme yapmışlar. O evin sahibi Ramazan'ın cesedi bulunmuş. Ceset morga kaldırılmış. Olay faili meçhul olarak kalmış. 

Olaydan üç gün kadar sonra Antepli Polis Memuru yovrum Ahmet arkadaşımla olay yerine gittik. Daha doğrusu cesedin bulunduğu evin avlusuna gittik. Ev bahçe içerisinde etrafı güllerle çevrili müştemilatı kömürlük, köpek yuvası, kuş yuvaları vs reden oluşan tek katlı çevresi yüksek duvarla çevrili müstakil çok güzel bir evdi. Ziraat Bankası Müdürü oğlunu evlendirdiği zaman bu evi oğlu ile gelinine satın almış ve evde ikisi birlikte kalırlarken bir gece evine gelirken tam evin önünde oğlu Zekai öldürülmüş veya ölü olarak bulunmuş. O anda evde ölen şahsın bir yıl kadar önce evlendiği genç ve güzel bir bayan olan Meryem tek başına kalıyordu. 

Olayı anlattırdık. "Ceset bulunduktan üç gün önce kocasının eve gelmediğini. Başka bir mahallede oturan ve Ziraat Bankasının Müdürü olan babasının evine gitti sandığını. Ertesi gün kayın pederini iş yerinden arayarak durumu kendisine bildirdiğini. Bütün hısım akrabalarından araştırarak olumsuz netice aldıklarını. Bu arada kendisinin de kayın pederi ile birlikte bulunduğunu. Üçüncü günün gecesi bu belirttiğim evlerine kayın pederi ile gelirlerken, duvarın cümle giriş kapısı ile evleri arasında duvarların içinde ki yol üzerine döşenmiş taşların üstünde kocası Zekai'nin cesedini, kafası parçalanmış olarak bulduklarını. Çok sayıda polislerin gelerek burada inceleme yaptıklarını ve katılı yakalayacaklarını" söyledi. 

Kendisine 'etrafa bir göz atacağımızı ve bize refakat etmesini' usulen söyledik. Meryem bizleri pek beğenmediği veya polise benzetemediği için 'esas polislerin araştırma yaptıklarını ve bu olayı çözeceklerini, bizlerin bir şey yapamayacağımızı fakat madem istiyoruz bakmamızı' söyledi.

Meryem oldukça güzel ve birazda şımarık daha 25-28 yaşlarında bir genç kadındı. Güya çok üzüntülü olan Meryem ile, O önümüzde biz arkasında bahçenin her tarafını iyice kontrol ettikten sonra bu küçük şirin eve girdik. Eve girmeden önce dikkatimi çekti, kömürlükte kömür kovasına kan sürünmüş, temizlenmesine rağmen yine de belli oluyordu. 'Çok öncelerden tavuk kestiklerini ve o zaman sürünmüş olabileceğini' söyledi. Evde her oda ya hiç karıştırmadan bir göz attık. Her şey normal fakat yatak odasının duvarları yeni boyanmışa benziyordu. Ne zaman boyattığını sordum. Tek yatak odasının boyanması dikkat çekiciydi. Çift kişilik kocası ile birlikte yattığı yatağı açtım. Herhangi bir şey yoktu. Yatağın üzerinden yorganı aldım ve ters çevirdiğim zaman yatağın alt tarafında yıkanmış veya silinmiş, eski kan lekeleri vardı. Hemen yukarı tavana baktım. Odanın tavanına bakınca, yastık tarafında tavan üzerinde 70 adet irili ufaklı kurumuş kan damlası lekelerinin olduğunu gördüm. Tavanda ki kanları Meryem hiç görmemişti. Çünkü duvarda ki ve yerdeki kanları hep temizlemiş tavandaki kan olduğu gibi duruyordu. Ben gösterdiğim zaman tavana baktı ve kan lekelerini görünce yere yıkıldı, bayıldı. Hemen koluna kelepçe taktık. Tekrar evin bahçesine çıkarak yaptığımız incelemede  kömürlük içerisinde kurumuş kan lekeleri, yıkanmış kan lekeleri ve kömürlük dışında cesedin bulunduğu yere doğru sürükleme izlerini görmemiz üzerine olay meydana çıktı.

Meryem Hanıma döndüm ve "Olayı anlat yardımcı olayım." dedim. Kaşı ve gözleri ile bir kaç işaretler etmeğe başladı ve "Ne olur kimseye anlatmayın sizi ihya ederim."dedi. Çoğu zaman bizleri sivil gördüklerinden polise benzetemiyorlar, dolayısıyla da gafil avlandıkları oluyordu. Meryem olayı anlattı: "Bekarlığımdan beri aşık olduğum Nedim isimli eski komşumu gizlice çağırdım. Kocam Zekai uyurken gizlice içeri aldım. O uykuda iken yatağın içinde kafasına keserle vurarak öldürdük. Aradan beş altı ay geçtikten sonra Nedim ile evlenecektik. Ben kayın pederime kocamın kayıp olduğunu söyledim. Cesedi üç gün kadar kömürlükte sakladık. Sonra ben kayın pederimde iken Nedim cesedi kömürlükten giriş kapısının önüne getirdi ve kayın pederimle güya ben bilmiyormuşum gibi göstererek bulmamıza sebep oldu. Yatak odasını akan kanlardan sebep yıkadık ve duvarları boyattık. Tavanı düşünüp bakmadığımız için oraya sıçrayan kan lekelerini göremedik ve bilmiyorduk. Ta tavana kan nasıl sıçrar hala daha anlamış değilim. Yatağa akan kanı yıkadık fakat azda olsa belli oluyordu. Onun için onu ters çevirdik. Allah ayağımıza dolandırdı sizleri atlatamadık. Yakalandık." dedi.

Arkadaşım Ahmet hemen iki ev ötede ki Meryem'in sevgilisi Nedim'in evine gitti. O da zaten kulağı kirişte öyle bekliyormuş. Meryem'i kolu kelepçeli koltuğa oturtmuştum ve öyle bekliyorduk. Bizi azarlarcasına bir şeyler söyledikten sonra Meryem'in elinde ki kelepçeyi gördü. Meryem de ona tavanda ki kan lekelerini gösterdi ve "Boşuna inkar etme. Her şeyi anladılar. Olayı biz yaptığımızı biliyorlar." dedi. Nedim de artık inkar edemedi. Kendi evlerinin kömürlüğünde sakladığı sapının bazı yerlerinde hala kan izleri bulunan, olayda kullandıkları keseri gösterdi ve olay aydınlandı Her iki sevgili de bir bir ellerini tutarak Adliyeye çıktılar ve tevkif oldular.

Böylece her ikisi de işledikleri suçun karşılığı cezayı çekmek üzere cezaevine gönderildiler.
     

19 Aralık 2013 Perşembe

V.I.P.

'very important person' Bu İngilizce bir terim. Kelimelerin baş harfleri alınarak 'VIP' şeklinde kısaltılmış. Türkçesi : 'çok önemli insan' Hava alanlarında hep duyarız. VIP salonu filan diye yukarıda bunun adını yazdık işte.
Bir daha yazıyorum 'very important person = çok önemli insan'
Buradan anlaşılıyor ki insanlar üç çeşittir.
1- Hiç önemsiz insan,
2- Az önemli insan,
3- Çok önemli insan.
Bu ayırımı yapanlar kesin çok önemli insanlardır. Fakat bu ayırımı neye göre yapıyorlar. Hanı insanlar eşitti. Bu VIP salonlarında 'çok önemli insanlarız' diye her türlü konforu yaşayıp yeyip içtikten sonra, benim gibi 'hiç önemsiz ve az önemli' insanlara paralarını ödetmeleri adaletli midir?

Bir unvan daha var. CIP Salonu 'commercially impotant person' Türkçesi; 'ticari önemli kişi' Bu bence normaldır. Ticaret adamlarının ayrıcalıkları olabilir. Bir kulüp gibi ticaret adamları bu kulübe üye olur ve gidiş gelişlerde kendilere daha avantaj sağlayabilirler. Bu isim de normal dır. Öbürünü bir daha okuyun ve düşünün 'çok önemli insan'

18 Aralık 2013 Çarşamba

NEYİDİRSEN?

Ermenilerin Türkleri katlettikleri o yıllarda, Erzurumluları toplayıp Narman taraflarına götürerek tenha yerlerde kurşuna diziyorlarmış. 

Tek sıra halinde çökerterek beklettikleri kişileri tek tek alıp hemen orada bir kayanın arkasına götürüp, güya bir şeyler sorduktan sonra kafasına bir kurşun sıkıyorlar mış. 

Sırada sırada çömelip te öldürülmeği bekleyen Erzurumlulardan biri götürdükleri adamlara ne soruyorlar diye merak ederek, çöktüğü yerden ayağa kalkıp ta onları izlerken, arkasında ki Erzurumlu hemen uyarmış. "Dadaş neyidirsen ? Ayağa niye kalkıısen başımıza iş açacahan ha." demiş.   

12 Aralık 2013 Perşembe

İÇİ KIRMIZI

19778-79-80 lı yıllarda, o zaman yaşayanların hepsi bilirler ki okullar ve Türkiye kamplara bölünmüş, sağcı, solcu ve dinciler gibi üç gurup vardı. Ayrıca bu guruplar da kendi aralarında bölünmüşler, fraksiyonlar vardı. Bildiğim kadarı ile dincilerde bölünme olmazdı. Sağcılara ülkücü veya faşist, solculara komünist veya kurtarıcı, dincilere de doğru yoldan gidenler veya müslüman olarak bilinirlerdi.

En kötü şey 'TÜRK' olmaktı. Onlar 'Faşist' idiler. Hatta kısaltılmış olarak 'Faşo' derlerdi. Kemal Ilıcak'ın Tercüman gazetesi elinde ve cebinde görülürse çok kötü şeydi ve taşıyan kısa sürede dövülür veya öldürülürdü. Güya Türkler okurdu bu gazeteyi. Cumhuriyet gazetesi taşıyanın da akıbeti aynı olurdu. Onu da solcular okurdu. Mesela solcuların attıkları sloganlardan biri aklımda. Sağcıların çoğunluğu ülkücü oldukları ve onlardan çok korktukları için, veya onların önlerinde engel olduklarını düşündükleri için, hep onlarla uğraşırlar ve "Oşt oşt köpekler, vatan sizden ne bekler?" diye slogan atarlardı. Sağcılarda "Komünistler Moskova'ya" diye bağırırlardı. Dinciler ise hiç bir şeye karışmaz, öyle arada gider gelirlerdi. Bizler de "Bakın Müslümanlar ne iyi, hiç bir şeye karışmıyorlar." derdik. Müslüman olduğumuz için bu durum hoşumuza gider, bu guruba karşı biraz sempati duyardık. Görevde asla taraf tutmak gibi bir olgu veya eğilimimiz olmazdı. Sadece bir yere gittiğimiz zaman birinin dinci olduğunu anlarsak, zarar gelmez diye, gider yanına otururduk. Her mahalle bölünmüş, hatta kurtarılmış bölgeler vardı. Herkes birbirinden korkar, caddede gezerken kendini kollardı. Resmi polis sokakta hiç gezemezdi.

Her gün veya her akşam 'sağcı' 'solcu' diye gençler öldürülürdü. Hatta Öğrencileri taşıyan belediye otobüsleri silahlarla taranırdı. Eylem yapmak için kendi arkadaşlarını, yanı kendi örgüt üyelerini dahi kendileri öldürüp karşı tarafın üzerine atarlardı. Güvenlik görevlilerini sokak ortasında öldürürlerdi. Kamu görevlilerini öldürürlerdi. Her gün en az üç banka soyulurdu. Öğrenciler gurup olur, önlerinde ve arkalarında polis ekipleri olduğu halde, onlar marş söyleyerek ve slogan atarak, guruplar halinde, gergin bir hava içinde okullarına giderlerdi. Bazı sabahları Adana Valisi Tahir Gençağa rastlar, Emniyet Müdürü Alpaslan Bilginer'e anons ederdi.
-Bir, Merkez, iki (Bir: Valinin telsiz Kodu. İki: Emniyet Müdürünün telsiz Kodu)
-Dinliyorum Sayın Valim.
-Alpaslan Bey, ben Vali. Sen misin?
-Evet Sayın Valim.
-Şu anda 200 kişi kadar bir öğrenci gurubu ekiplerle cadde de yürüyorlar. Bunlar bizimkiler midir?
-Doğrudur. Sayın Valim. Onlar solculardır.
-İyi, iyi, bayağı da çokturlar. Çocuklar incinmesin. Ha.
-Anlaşıldı Sayın Valim. Bunlar Vali ile Emniyet Müdürünün telsiz konuşmaları.

Bir gün yukarıda anlattığım şekilde üç gurup öğrenci polis ekipleri eşliğinde okullarına gittikleri sırada, Adana Balcalı da ki Üniversitenin tam girişinde, Çevik Kuvvet Şube Müdür Vekili Emniyet Amiri Mehmet Aksu telsizle anons etti. "Merkez guruplar birbirine girdi. Kavga başladı." dedi. Ve bir spiker gibi olayı nakletmeğe başladı. Bizlerde olay yerine süratle intikal ettik. Sivil olduğumuz için hem polislerden, hem de öğrencilerden korkardık. Bazen polis olduğumuzu bilseler bile karambolden her iki tarafta biz sivil polisleri dövüyor veya yaralıyorlardı.

Bir sefer arkadaşımız Şahin Ağan'ın kaşını Hidayet isimli Polis Memuru "Sen misin avukat" deyip copla vurmuş patlatmıştı. Meğer polis arkadaşları bizim Şahin'i göstermişler ve "O gözlüklü avukattır ve yeni yakalandı Faşo'dur." demişler. O da gelmiş vurmuş gözlüğü bile kırılmıştı. Onun için böyle olaylarda biz biraz uzak dururduk. İlk gördüğümüz şey bazı resmi polislerin solculara yardım ettikleriydi. Bunlar 'Pol-Der' li polislerdi. Ne ise sağcılar ve solcular birbirine girmiş kan gövdeyi götürüyordu. Biz hiç karışamadık, yanı içlerine giremedik. Solcular sayıları az olan sağcıları dövdüler, püskürttüler. Arkadan dinciler geldi. Hanı onlar Müslüman ya, sağcılar da Müslüman, yardım edip kurtaracaklar sandık ve bazıları da sevindi. Hiç te öyle olmadı. Ve orada o zaman anladım ki dinciler, o zamana kadar benim bildiğim bizim Müslümanlardan değildiler. Dincilerin de fraksiyonları varmış. Aczimendilerden tutun da, Süleymancısı, Nurcusu ve daha bilmediklerim. Meğer bunlardan başka tamamen sahte dinciler de varmış. Sonra anladım ki bir çoğu ayet ve süreleri bile bilmiyor. Sadece oturup kalkarak hiç bir şey okumadan namaz kılıyorlardı. Ve daha sonraları sünnetsiz imam bile gördüm. Onun için söylerim. Dini, başkalarını kandırmak için alet edenlere inanmayın. Daha doğrusu Allah ile aranıza kimseyi almayın.

Ne ise arkadan gelen dinci gurup vardı ya, onlar da geldiler solcuların tarafına geçti ve iyice dayak yiyen sağcıları tamamen perişan ettiler. O zaman ki cahil halım ile ben tamamen şoke oldum. Müslümanlar komünistler ile bir olmuş başka bir Müslüman gurubu dövmüşlerdi. Olayda bir kaç tane de yaralılar vardı. Dinci gurup ta olup ta tanıyabildiğimiz bir öğrenci daha sonra banka soygunundan yakalanınca, ilk defa kendisine şöyle bir soru sordum: "Geçen ki o olayda, siz komünistlerin tarafını tutup, onlarla birlikte sağcıları, yanı diğer Müslüman kardeşlerinizi niçin dövdünüz?" İster inanın ister inanmayın bana verdiği tek cümle cevap: "Ağabey, bizim dışımız yeşil, içimiz kırmızıdır. Yeşil ve kırmızıyı hepiniz bilirsiniz. Şimdi ise daha şoke olacak şeylere şahit oluyorum.

O komünist bildiğimiz solcularla, o zaman aralarında kan davası olan ve faşist dedikleri sağcılar birlik olmuşlar, vatanı savunuyorlar. Ha bir de bazı solculardan duymuştum "Ağabey biz CHP yı beğenmeyiz. Yasal bir parti olduğundan, sadece kendimizi saklamak için ona katılmışız." derlerdi. O zaman ki o aşırı CHP liler nere gittiler? Belli ki beğenmedikleri için ayrılıp beğendikleri kendi partilerini kurdular. Hem de yasal olarak. Geri kalan CHP liler de Atatürk'ün partisi diye vatanı savunuyorlar. Ne mutlu tehlikeyi anlayıp ta kendine gelenlere. Ne mutlu şehit kanlarıyla yoğrulmuş bu toprakları savunanlara.

11 Aralık 2013 Çarşamba

CAN GELDİ

Çok sıcak bir gün Bektaşi oruçlu iken çok susanmış. Çeşmenin yanından geçerken kimseler var mı yok mu? diye sağa sola baktıktan sonra, gürül gürül akan sudan ağzını dayatarak kana kana içmiş. Tam o sırada yanından geçen bir adam görmüş. Adam kendisine "Ne yaptınız erenler orucunuz gitti." demiş. Bektaşi de "Orucum gitti ama, bu fakir kula da can geldi." demiş. 

10 Aralık 2013 Salı

DUANI İSTEMEM

Bektaşinin biri dilenciye para vermiş. Dilenci de dua etmeğe başlamış. Bektaşi hemen parasını geri istemiş ve "Ben senin duanı istemem. Bana dua yapma" demiş. Dilenci "Erenler niçin öyle dersin?" diye sormuş. Bektaşi cevap vermiş "Duanın hayırı olsa kendine olurdu, dilenci olmazdın." demiş.

9 Aralık 2013 Pazartesi

TARİH TEKERRÜRDÜR


alıntı
İngiliz devlet adamı Winston Churchill, tarihi bilmenin önemini belirtmek için, "Ne kadar geçmişim ise, o kadar da geleceğim" demiştir. Ünlü tarihçi İbnü`l-Esir ise, tarihin uzun kış gecelerini dolduran bir eğlence aleti olmayıp tarihten ibret alınması gereğinden söz etmiştir. Kuran-ı Kerim, geçmiş kavimlerin başlarından geçenleri, ibret ve ders almamız için bizlere anlatmıştır. Şu halde tarihi bilmek, yanı geçmişimizi bilmek, bugünü anlayıp yarını kurmak için mecburidir. Biz; bize öğretilen Yunanlıların yazdığı tarihi değil, gerçek kendi tarihimizi öğrenmek mecburiyetindeyiz. Eğer bunu sağlayabilirsek ancak ayakta kalabiliriz. Daha önce de bahsetmiştim. Biz Türk Milletine her zaman on senede bir aynı oyunu oynuyorlar. Eğer geçen tarihi gelecek nesillerimize teferruatıyla doğru olarak öğretebilirsek o zaman oynadıkları oyunları gelecek nesiller anlar ve bozarlar. Neslimiz kazanır. Herkes gelecek nesline, milletine refah bir ülke bırakmak için çaba sarf ederler. Bu sebeple de Ülkemizi almak istiyorlar. Bizim gelecek neslimizi ülkeyi alarak esir etmek istiyorlar. Bizi kuvvet ve savaşla yenemedikleri bir gerçek. Sadece oynadıkları oyunlarla yenmeğe çalışıyorlar. Çünkü çok duygusal bir Millet olduğumuzu biliyorlar. Onun için halkların kurtuluşu filan diye benzetmelerle sanki ezilen bir halk varmış gibi gösterip, tarihimizi bilmeyen bir kesimi kandırıp yanlarına çekiyorlar ve yıkmağa çalışıyorlar. Bu durum her on senede bir yeni gibi aynı senaryo ile tekrarlanıyor. İnşallah bu oyunlara gelmeyiz fakat bu da tarihimizi bilmekle mümkün olur. Etrafımıza bakıp ders almamızla mümkün olur. Ezilen halkları kurtarmak için girdikleri İslam ülkelerine bakın. Her zaman söylüyorum, IRAKI HİÇ UNUTMAYIN. Bu ülke de kıyamete kadar intihar saldırıları devam edecek. Bu ülkeye böyle olması için tohum ektiler. Böyle programladılar.

7 Aralık 2013 Cumartesi

SENİN YAŞINDA

Çocuk karnesini alır. Kırık notları çok vardır. Karne elinde eve geldiği zaman babası karnesine bakar ve çok üzülür. Oğluna "Bak yavrum, Mustafa Kemal senin yaşındayken sınıf birincisi idi. Hatta Kemal ismini Mustafa'ya Matematik Öğretmeni, sınıf birincisi olduğu için verdi." der. Çocuk gülerek babasına cevap verir. "Baba, Mustafa Kemal senin yaşında iken de Cumhurbaşkanı idi. Buna ne diyeceksen?" der.

6 Aralık 2013 Cuma

ARTIK BİR YAŞINDA

Demir Can Öztürk 28 Kasım 2013 te bir yaşında. Doğum gününü sadece annesi, babası ve arkadaşları ile kutladı. Dedesi, Babaannesi, Amcası ve Halasından uzaklarda kutladılar. Öbür Dedesi ve Anneannesi ile Dayısı da yanlarında değildi. Sadece birazını skype den izledik. Fotoğraflarından sadece bir kaç tanesini yayınlıyacağım. Baba annesi ve Ben; DAHA NİCE SAĞLIK VE SİHHAT DOLU, ANNE VE BABASI İLE BİRLİKTE ÇOK MUTLU BİR HAYAT YAŞAMASI DİLEKLERİMİZLE, DEMİR CAN ÖZTÜRK'ÜN DOĞUM GÜNÜNÜ kutladık. Amcası İstanbul dan ve Halası da Londra dan kutlamışlardır. Buradan bir kez daha 'ÇOK UZUN ve MUTLU YILLAR YAŞAMANI DİLİYORUZ,  DEMİR CAN !' Hepimizde seni çoook öpüyoruz. Allah nazarlardan, kazalardan ve belalardan ömür boyu korusun.




5 Aralık 2013 Perşembe

ALLAHIN ADALETİ

alıntı
Bektaşi bir gün kayıkla denize açılarak orada içki içmek istemiş. Kıyıdan açık denizde şarabını içerlerken birden hava bozmuş. Bektaşi bakmış kayık beşik gibi sallanıp duruyor, çok korkmuş ve telaşa kapılmış.
Kayıkçıya "Çabuk beni kıyıya geri götür." demiş.
Kayıkçı "Erenler ne korkuyorsun? Allah adaletlidir. Size bir şey olmaz." demiş.
Bektaşi da "Allah adaletlidir de bende onun için korkuyorum işte. Şu anda altımızda günlerce ac kalmış ve üstelik hiç insan eti yememiş binlerce köpek balığı vardır. Allah onları da düşünür." demiş.

4 Aralık 2013 Çarşamba

SANA ELİŞMEZLER

alıntı
Kayserili bir arkadaşım ile lokantada otururken, yanımıza çok geveze bir adam geldi. Ben adamı tanımıyordum. Arkadaşım da adamı tanımadığını sonradan öğrendim. Kayserili arkadaşım ile adam uzun süre samimi bir hava içinde konuştular. Arkadaşım adamı masamıza davet etti. Adamda oturdu. Kendi aralarında epeyce konuştular. Bir ara mevzu bitince adam Kayserili arkadaşıma: "Memleketiniz Kayseri de eşek etinden pastırma yapıyorlar mış. Bu doğru mudur?" diye sordu. Kayseri li de hiç istifini bozmadan cevabı yapıştırdı: "Eğer Kayseri'ye gideceksen, korkma sana elişmezler." dedi. Adam daha yemek te yemedi. Masamızı ve lokantayı terk etti.

3 Aralık 2013 Salı

NE YAPIYOR


alıntı
Bir gün yolda yaya giden yaşlı bir yolcunun arkasından atlı bir yolcu gelmiş. Atta ki yolcu yaya ya sormuş "Çok merak ediyorum. Şu anda Allah ne yapıyor acaba?" Yaya yolcu "Bu soruya ben cevap verebilirim. Fakat alçaktan olmaz. Kısa süreli de olsa atını bana vermen lazım. Ancak senin atının üzerinden cevap verebilirim." demiş. Adam kabul etmiş, attan inmiş. Yaya olan yaşlı yolcu onun atına binmiş. Attan inen, ata binene tekrar sormuş "Şimdi söyle bakalım. Allah şu anda ne yapıyor?" demiş. Ata binen yaya yolcu da "Ne yapacak ? Senin gibi aptal bir yolcunun yaya kaldığını, benim gibi akıllı bir yolcunun da senin atın ile gittiğini seyrediyor." demiş ve atı dört nala koşturarak oradan uzaklaşmış.  

2 Aralık 2013 Pazartesi

GEZİYE GİTTİK

Ankara da Şenyuva İlkokul Öğretmenleri '24 Kasım Öğretmenler Gününü' kutlamak için her yıl araba tutar bir yerlere gider eğlenirlerdi. 1987 yılında da Bolu'nun Gölcük gölüne geziye gittiler. Eşim de aynı okulda öğretmen olduğundan ben de geziye katıldım. Zaten öğretmenlerin hepsini tanırdım ve hepsi de iyi arkadaşlarımdı.

Çamların içinde mangallar yakıldı. İsteyenler için rakılar açıldı ve en iyi bir şekilde Öğretmenler Günü kutlanıyordu. Sazlar çalındı, türküler söylendi. Öğretmenler bu konularda faal olduklarından günümüz çok eğlenceli ve mutlu bir şekilde devam ediyordu. Kendi aralarında bazı sportif faaliyetler ve yarışlar da tertiplendi. Şentürk Bey öğretmen değildi. Öğretmen Sevim Hanımın Eşiydi ve sigortacılık yapıyordu. Orada yapılan spor ve yarışlardan sonra "Hadi Recep Bey koşarak bu gölün etrafını dolanalım." dedi. Ben baktım çok uzun olacak gibi değil. "Hayır. Ben bu işte yokum" dedim. Beni biraz dolduruşa getirmek istediler fakat ben yutmadım. Yanı kabul etmedim. Ertan Bey vardı, biraz rakı içmiş çakır keyif olmuştu. Şentürk Bey ile gölünün çevresini koşarak dolaşmak için iddialaştılar. Ne kadar etmeyin gitmeyin dedikse de dinletemedik. İkisi kulübenin yanından start verdiler, koşmağa başladılar.

Biraz da sarhoş olmasına rağmen ilk başlarda Ertan Bey çok iyi koşuyordu. Görünürlere kadar arkalarından gözlerimizle takip ettik. Onlar gözden kayıp olup gittiler. Bir saatten çok zaman geçmesine rağmen hiç biri geri dönmedi. Sağ taraftan koşmağa başladılar ve gölün etrafından dolanıp sol taraftan geleceklerdi. Bizler tedirgin olduk ve ben bir arkadaşla gölün sol tarafından onlara karşı iki arkadaşta arka taraflarından kendilerini bulmak için gölün kıyısından yürümeğe başladık. Biz biraz gittikten sonra Şentürk Bey kan ter içinde karşımızdan bize doğru yalnız başına koşarak geliyordu. Ertan Beyi sorduk "O göle atladı." dedi. "Uzaktan dolanmaktansa ben yüzerek karşıya geçerim." dedi ve "Ne kadar uğraştımsa engel olamadım. Suya atladı. Şimdi gelmiş olması gerekirdi. Mutlaka başına bir şey geldi." dedi.

Her tarafta aramamıza rağmen Ertan Bey yok, bulamadık. Onu aramak için iki defa gölün etrafında dolandık. Suyun içine giremedik. O koskoca göl. Kenarlarından karşı kıyıya doğru bakarak bulmağa çalıştık. Artık akşam olmak üzereydi. Ertan Bey ortalıkta yok. Artık bulunması için polise baş vuracaktık. Küçük bir iskele olan yer vardı. Onun önünde, kıyıya yakın bir yerde, suyun içinde otların arasında uzanmış duruyordu. Bizlerde kurtarmak için suya daldık. İyice yorulmuş, bazı otlar ve elbiseleri vücuduna sarılmıştı. Karaya çıkardık. Konuşamıyordu. Yarı baygındı. Çimenlerin üzerine uzattık. Ağzından yuttuğu sular aktı. Yarım saat kadar yattıktan sonra kendine geldi. Kendine gelir gelmez de ilk işi bize kızmak oldu. "Benden sebep suya niçin atladınız? Beni niçin kurtardınız?" diyordu.

Ertan Beyin suya atladığı yerden, bulduğumuz yere kadar suyun içinden sağ olarak gelmesi çok büyük bir mucizeydi. Sonradan anlattılar ve ben de anladım ki Ertan Bey eşinden ayrılmış. Öyle normal ayrılma değil, doğum esnasında eşi ölmüş. O bir hafta kadar hiç evine gelmemiş. Eşinin mezarının üstünde yatmış. Onun için hayata küsmüş ve ölmek istiyormuş. Kendisine her ne kadar nasihat ettiysek te o artık hayattan kopmuştu. Allah yardımcısı olsun.