SAYFALAR

30 Aralık 2014 Salı

BİZUM İÇUN

Dün bir kargo yollayacaktım Metro da ki PTT ye gittim. Biraz geç kaldığımdan aceleyle kuyruğa girdim.
Önümde 10-15 kişi vardı. Görevli Memure Hanım "Saat 16.00 dan sonra taahhütlü mektup ve kargo eşyası kabul edemiyoruz. Sizler yarın sabahtan gelin." dedi.
Tam önümde duran ve bu sırazadelerden olan, zaten burnundan şüphelendiğim O yaşlı adam Karadenizli imiş ki bizlere söyleyen Memure Hanıma sordu;
"E.. Kizum, yarun sabah burayı bizum içun erken mı açacaksunuz?"

29 Aralık 2014 Pazartesi

KAÇKAR DAĞLARI 8

(devam)
Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri en kötü tabiat şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Bazen ac gezip bazen geyik eti yediler. Bazen canlı ayı bazen ölü ayılarla karşılaştılar. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek, bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları amatör kamerasından yerli belgeseli. (devamı var)
                                                              Lütfen videoyu tıklayınız.

11 Aralık 2014 Perşembe

MİLLİ MÜCADELECİLER

Osmanlı İmparatorluğu son zamanlarında bilhassa Damat Ferit Paşa Hükümeti zamanında iyice bozulmuş planlı bir şekilde bilinçli olarak, idareciler tarafından dış güçlerin baskısıyla da başka devletlere teslim edilmiştir. Balkanlarda ki topraklar Bir Yunan hayranı olan Damat Ferit Paşa tarafından Yunan ve Bulgarlara sistemli bir şekilde savaşsız verilmiştir. Zaten Dışişleri ve PTT Bakanları Ermeni, diğer Bakanların bütünü de Ermeni ve Yunanlılardan oluşmaktadır.

Bu durumları anlayıp hazmedemeyen ve ellerinden de bir şey gelmeyen bazı vatan severler bir araya gelerek kurtuluş çareleri aramışlardır. Askeriye de görevli bir çok subay ve paşalar mahiyetleri ile birlikte dağa çıkıp Balkan dağlarında eşkıyalık etmiş vatanı kurtarmak için çareler aramışlardır. Resneli Niyazi Paşa, Enver Paşa gibi paşaları örnek verebiliriz. Hatta Resneli Niyazı Paşa bu macerasında bir geyikle karşılaşıp arkadaş olurlar ve çok uzun bir süre bu geyikle birlikte yaşarlar. Daha önce TEŞKİLATI MAHSUSA da toplanan vatan severler bu durumdan kurtulmak için çareler ararlar. İşte bunlardan bir kaçı bir araya gelerek Osmanlı topraklarının bir azını kurtarmış ve üzerinde devamı olarak Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardır. İşte biz şimdi bu topraklar üzerinde onların sayesinde hür olarak yaşıyoruz. Osmanlı İmparatorluğundan ayırılan diğer topraklar üzerinde Irak, Suriye, Ürdün, İsrail, Lübnan, Filistin, Kuveyt, Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, Yemen, Umman, Kıbrıs, Mısır, Libya, Fas, Cezayir, Tunus; Sudan, Somalı, Fas, Kenya, Uganda, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Rusya. Balkanlarda da Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Hırvatistan Kosova, Romanya, Moldova, Ukrayna, Macaristan, Slovakya, Arnavutluk gibi ülkeler kurulmuştur.

Bu ülkelerden bazılarının akıbetleri malum yok olmuşlar veya iç savaşlar devam ediyor. İşte Milli Mücadele için bir araya gelen ve bu gün kü ülkemizi bize bırakan vatan fedailerinin sadece enteresan olan bir kaç tanesini tanıtacağım. Çünkü bu kahramanların hepsini tanıtmağa ne ömrümüz ne de sayfalar yeter. Hepsine Tanrıdan rahmetler diliyorum.
Mustafa Kemal Atatürk 1881-1938 Mareşal
Selanik te doğdu. 1902`de Harp Okulunu, 1905`te de Harp Akademisini bitirdi. Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarına katıldı. Çanakkale cephesinde büyük başarılar kazandı. 1915`te Albay, 1916`da Tümgeneral oldu. Mondros Mütarekesi sonrası yurdun işgali üzerine 19 Mayıs 1919`da Samsun`a çıkıp Milli Mücadeleyi başlattı. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde Nemrut Mustafa Paşa tarafından 1920 de hakkında idam cezası verildi. 23 Nisan 1920`de Ankara`da TBMM ni kurdu. İlk toplantıda daha önce Nemrut Mustafa tarafından hakkında verilen idam cezası af edilerek kaldırıldı. 5 Ağustos 1921 de Başkomutan oldu. Sakarya ve Başkomutan Meydan Muharebelerini yönetti ve kazandı. Gazi unvanını aldı. 19 Eylül 1921`de Mareşal oldu. 29 Ekim 1923 günü TBMM de Cumhuriyet ilan edildi. İlk Cumhurbaşkanı seçildi. Devrimler yaparak Türkiye Cumhuriyeti`ni lâik, güçlü, modern bir devlet haline getirdi. 10 Kasım 1938 tarihine kadar Cumhurbaşkanlığı yaptı. 10 Kasım 1938 de İstanbul da öldü.
Mustafa Fevzi Çakmak 1876-1950 Mareşal
İstanbul da doğdu. 1896 da Harp Okulunu, 1898 de de Harp Akademisini bitirdi. Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarına katıldı. 1918 de Genelkurmay Başkanı, 1920 de Harbiye Nazırı (Bakanı) oldu. Milli Mücadeleye katılmak üzere 1920 yılında Harbiye Naziri iken Ankara ya geldi. Hakkında idam cezası verildi. Mustafa Kemal ile birlikte vatanın kurtulması için görevler alarak mücadele etti. Yeni Hükümette Milli Savunma Bakanlığına getirildi. 1921 de Genelkurmay Başkanı oldu. Aynı yıl Orgeneralliğe, 1922 de de Mareşalliğe terfi etti. 1924-1944 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı yaptı. Yaş haddinden emekliye ayrıldı. TBMM de 14 Ağustos 1923 e kadar Kozan Milletvekili olarak görev yaptı. Daha sonra İstanbul Milletvekili seçildi. 31 Ekim 1924 te milletvekilliğinden istifa etti. 1946-1947 yılları arasında İstanbul Bağımsız Milletvekili olarak TBMM de görev yaptı. Osman Bölükbaşı ile Millet Partisini kurdu. 10 Nisan 1950 de İstanbul da öldü.
Yakup Şevki Sübaşı 1876-1939 Orgeneral
Harput`ta doğdu. 1896`da Harp Okulunu, 1900`de de Harp Akademisini bitirdi. Balkan ve I. Dünya Savaşları`nda görev aldı. 1916 yılında Tümgeneral liğe terfi etti. 16 Mart 1920 de İngilizler İstanbul'u işgal edilince tutuklanarak Malta ya sürüldü. 1921 yılı sonbaharında İnebolu ya geldi. 2 nci Ordu Komutanı olarak istiklal Savaşı na katıldı. Bir çok zaferler kazandı. 1922 de Korgeneral, 1926 da Orgeneral rütbelerini aldı. 1924 yılında Yüksek Askerî Şûra üyeliğine atandı. Bu görevde iken 20 Aralık 1939 tarihinde İstanbul da öldü.
Fahrettin Altay 1880-1974 Orgeneral
İşkodra da doğdu. 1900 de Harp Okulunu, 1902 de de Harp Akademisini bitirdi. Balkan ve I. Dünya Savaşları nda görev aldı. İstiklal Savaşı na Süvari Grup Komutanı, Süvari Kolordusu Komutanı olarak katıldı ve çok üstün başarılara imza attı. Yunan Ordusu İzmir de iken ilk İzmir e giren Türk Komutanıdır. 'Altay' Soyadı kendisine Atatürk tarafından İngiliz donanma karması ile Altay maçı sırasında ki anılarından dolayı verilmiştir. Cumhuriyet'in ilanından sonra 2 nci Ordu, 1933 ten itibaren de l nci Ordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. 1921 de Tümgeneral, 1922 de Korgeneral ve 1926 da da Orgeneralliğe terfi etti. 14 Ekim 1945 te Yüksek Askerî Şûra Üyesi iken emekliye ayrıldı. TBMM de I. Dönem Mersin, II. Dönem İzmir ve VIII. Dönem Burdur Milletvekili olarak bulundu. İstanbul`da öldü.


Musa Kazim Karabekir Paşa 1882-1948 Orgeneral
İstanbul da doğdu. 1902 de Harbiye Okulunu bitirdi. Jandarma Alaybeyi Mehmet Emin Beyin oğludur. Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşlarına katıldı. Kurtuluş yıllarında yardım için ilk Anadoluya geçen komutandır. Çok büyük fedakarlıklarla canını hiçe sayarak savaştı. Son zamanlarda gerçek dışı da olsa 1926 da Atatürk suikastine ismi karıştırıldığından biraz sönük geçti. Divani Harp te yargılanıp beraat etti. 1948 yılında Meclis başkanıyken kalp krızı geçirerek vefat etti.
Kazım Fikri ÖZALP 1882-1968 Orgeneral
Makedonya Köprülü de doğdu. 1902 de Harp Okulunu, 1905 te de Harp Akademisini bitirdi. Balkan ve I. Dünya Savaşlarında görev aldı. 61. Tümen Komutanı olarak Atatürk'ün yanında İstiklal Savaşına katıldı. Kocaeli Bölge Komutanı, Mürettep Kolordu Komutanı ve 3 ncü Kolordu Komutanı olarak yararlı hizmetler yaptı. 1921 de Tümgeneral, 1922 de Korgeneral rütbeleri verildi. 1922 yılı başında Millî Savunma Bakanı oldu 1926 da Orgeneralliğe terfi ettikten bir yıl sonra askerlikten emekliye ayrıldı. TBMM de 1 ve 8. Dönem Balıkesir, 9. Dönem Van Milletvekili olarak görev yaptı. 1924-1935 yılları arasında TBMM Başkanlığı görevinde bulundu. 1935`te tekrar Milli Savunma Bakanı oldu. Ankara`da öldü.
Nureddin İbrahim Konyar Paşa (SAKALLI) 1873-1932 Korgeneral
Bodrum`da doğdu. 1903`te Harp Okulunu, 1906`da da Harp Akademisini bitirdi. Trablusgarp; Balkan ve I. Dünya Savaşlarında görev aldı. 8 Şubat 1921 tarihinden itibaren İstiklâl Savaşı`na katıldı. 1926`da Tümgeneral 1930`da Korgeneral ve 1940 yılında da Orgeneralliğe terfi etti. 2`nci Ordu Komutanlığı (1940-1945). Yüksek Askeri Şûra Üyeliği (1945-1949) yaptıktan sonra Genelkurmay Başkanlığına getirildi (1949). Bu görevinden 6 Temmuz 1950`de emekliye ayrıldı. 27 Mayıs 1960 hareketinden sonra oluşturulan Kurucu Meclise üye seçildi. İstanbul`da öldü.
Nureddin İbrahim Konyar Paşa (SAKALLI) 1873-1932 Korgeneral
Bursa da doğdu. 1893 te Harp Okulunu bitirdi. 1897 Osmanlı-Yunan, Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarında görev aldı. Irak Cephesi nde Basra ve Bağdat Valiliği görevlerini de üstlendi. 1918 de Tümgeneralliğe terfi etti. Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra 1919 yılında kısa süre Aydın ve izmir Valiliği görevlerinde bulundu. Temmuz 1920 de Anadolu ya geçerek Merkez Ordusu Komutanlığı, l nci Ordu Komutanı görevleriyle İstiklâl Savaşına katıldı. 31 Ağustos 1922 de Korgeneral oldu. 1924 te Yüksek Askeri Şûra Üyeliğine atandı. Bursa Milletvekili seçilmesi üzerine 1925 yılında askerlikten emekliye ayrıldı. İstanbul da öldü.
Mehmet Nihat ANILMIŞ 1878-1954 Korgeneral
Filibe de doğdu. 1896 da Harp Okulunu, 1900 de Harp Akademisini bitirdi. Balkan ve I. Dünya Savaşlarında görev aldı. 1915 te Tümgeneralliğe terfi etti. Elcezire Cephesi Komutanı olarak İstiklâl Savaşına katıldı. Zaferden sonra Askerî Yargıtay Başkanlığına atandı. 1928 de rütbesi Korgeneralliğe yükseltildi. 1942 yılında emekli oldu. Ankara Milletvekili seçilerek 1942-1943 yılları arasında TBMM de de görev yaptı. İstanbul da öldü.
Ali Fuat CEBESOY 1882-1968 Korgeneral
İstanbul-Salacak'ta doğdu. 1902 de Harp Okulunu, 1905 te de Harp Akademisini bitirdi. Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarında görev aldı. 1917 yılında Tümgeneralliğe terfi etti. İstiklâl Savaşının başlangıcında Batı Anadolu Genel Kuva-yi Milliye Komutanı ve Batı Cephesi Komutanı olarak savaşa katıldı. 1920 yılı sonunda Moskova Büyükelçiliğine atandı. 1922 de TBMM ikinci Başkanı oldu. Korgeneral olarak 1923-1927 arası Ordu Komutanlığı ve Milletvekilliği yaptı. TBMM de I ve II. Dönem Ankara, IV ve VIII. Dönem Konya, IX. Dönem Eskişehir, X ve XI. Dönem İstanbul Milletvekili olarak görev aldı. TBMM Başkanı (1948), Bayındırlık Bakanı (1939-1943), Ulaştırma Bakanı (1943-1946) olarak devlete hizmet etti. İstanbul`da öldü.

Halide Edip ADIVAR 1882-1964İstanbul da doğdu.1901 de Üsküdar Amerikan Kız Kolejini bitirdi. Öğretmenlik ve müfettişlik görevlerinden sonra İstanbul Darülfünununda(Üniversitesinde) Batı Edebiyatı dersleri okuttu (1918-1919) İstiklâl Savaşı başlayınca Ankara ya geçti. "Halide Onbaşı" olarak savaşa katıldı. Kadınların savaşa katkısını artırdı. 1926-1938 yılları arasında Avrupa ve Amerika da yaşadı. Yurda döndükten sonra on yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Edebiyatı kürsüsünü yönetti. 1950-1954 yılları arasında İzmir Milletvekilliği yaptı. Roman, hikâye, oyun alanlarında bir çok eserler yaptı. Türk ün Ateşle imtihanı, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Dağa Çıkan Kurt adlı kitaplarında İstiklal Savaşını anlattı. İstanbul da öldü.

Fatma Seher ERDEN (Kara Fatma) 1888-1955Erzurum da doğdu. Subay Derviş Beyle evlenip Balkan Savaşına katıldı. I. Dünya Savaşında bir kaç kadınla Kafkas Cephesine gitti. Eşleri Ermenilerce şehit edilmiş ve Ermeniler in zülmünden kurtulan kadınlarla Ermenilere karşı savaştı. Milli Mücadele döneminde oğlu, kızı ve kardeşleriyle beraber Bursa ve İzmit in düşman işgalinden kurtarılması için çalıştı. 300 kişiyi aşkın müfreze kuvvetiyle Sakarya ve Başkomutan Meydan Muharebelerine katıldı. Üsteğmen rütbesiyle emekli oldu. Emekli maaşını kızılaya bağışladı. 1954 yılında TBMM ce kendisine tekrar aylık bağlandı. Ertesi yıl Erzurum`da öldü.


Mehmet Sait (Şahin Bey) 1877-1920
Antep te doğdu. Asıl adı Mehmet Sait tir. Şahan Bey olarak da bilinir. Rüştiyeden ayrıldı ve er olarak Yemen Cephesine askere giderek savaşa katıldı. Aynel-Cebel Kalesinde mahsur kalıp yok olacağı sırada Askeri Alayını kurtardığı için teğmen rütbesi verildi. Balkan Savaşı ile I. Dünya Savaşında Çanakkale, Romanya ve Filistin cephelerinde savaştı. Mondros Ateşkeş Anlaşmasından sonra, Nizip Askerlik Şubesine atandı. Fransızlar Antep'i işgal edince, Kilis Kuva-yı Milliye Komutanı olarak işgal kuvvetleriyle çarpıştı. Antep teki Fransız işgalci kuvvetlerinin uzun süre Fransa'dan yardım almalarını engelledi. Bostancı sırtlarında Fransız yardım kuvvetlerini Antep'e sokmamak için kahramanca savaşırken şehit düştü.
Sütçü İmam (İmam Ali) 1884-1922Maraşlı olup asıl adı Ali, lakabı Hacı İmam dır. Uzunoluk Mescidinde imamlık yaparken aynı zamanda süt satarak geçimini sağladığından "Sütçü imam" olarak bilinmektedir. İşgalci Fransız kuvvetleri içindeki Ermeni askerlerin Müslüman kadınlara sarkıntılık etmesi üzerine çıkan olaylarda, bir Fransız ve Ermeni askerini öldürüp şehrin dışına kaçarak Maraş ta bağımsızlık mücadelesini başlattı. Fransızlar, Maraş tan kovulduktan sonra şehre döndü. Belediyece kaledeki topun idaresiyle görevlendirildi. Abdülmecit Efendi, TBMM tarafından halife seçilince 101 pare kutlama atışı yaparken barutun ateş alması sonucu yaralandı. 22 Kasım 1922 de öldü. Maraş ta Turbesi bulunmaktadır.

Hasan Tahsin Bey (Osman Nevres) 1888-1919
Selanik te doğdu. Asıl adı Osman Nevres tir. 1916 yılında "Hasan Tahsin" lakabını aldı ve bu tarihten sonra hep bu ismi kullandı. Şemsi Efendi ve Feyziye okullarını bitirdi. Paris Sorbonne Üniversitesinde siyasal bilgiler öğrenimi gördü. Bu üniversiteden mezun olup olmadığı bilinmiyor. 1918 yılında İzmir e gelip ticaretle uğraşmaya başladı. 11 Kasım 1918 tarihinde Hukuk-ı Beşer gazetesini yayımlamaya başladı. Sulh ve Selamet Cemiyetinin İzmir şubesini kurdu. Yunanlıların İzmir e asker çıkardığı 15 Mayıs 1919 günü işgal kuvvetlerine ilk kurşunu sıktı ve orada şehit edildi.

Köprülülü Hamdi Bey 1886 – 1920
Makedonya’nın Köprülü kasabasında doğdu. Kolağası oğludur. Mülkiye Mektebini bitirdi. Çeşitli ilçelerde kaymakamlık yaptı. Yunanlılar tarafından İzmir’in işgalinden sonra Burhaniye Kuva-yı Milliye Cemiyetinin Komutanlığına getirildi. I. Anzavur İsyanı bastırılmasında büyük yararlıklar gösterdi. 26 Ocak gecesi Gelibolu Yarımadasında ki Akbaş Cephaneliğine baskın düzenleyerek buradaki silahları ve cephaneleri karşı kıyıya geçirmeyi başararak orduya büyük güç kazandırdı. 17 Şubat 1920 günü, Biga’da Kuva-yi Milliye yi ve dolayısıyla vatanı yok etmek için çalışan hain Ahmet Anzavur kuvvetleriyle giriştiği mücadele sırasında önce esir düşmüş sonra da alçakça şehit edilmiştir.

Yahya Kaptan 1891-1920Makedonya nın Köprülü kasabasında doğdu. Balkanlarda Bulgar komitacılara karşı savaştı. Balkan Savaşlarında Osmanlı Ordusuna gizli bilgiler sağladı. Teşkilât-ı Mahsusa (Gizli Örgüt) da görev aldı. I. Dünya Savaşında Balkan Yarımadası ve Irak Cephelerinde savaştı. Ankara da TBMM açıldığı sırada İstanbul da Bekir Ağa Bölüğüne baskın düzenleyerek tutuklu bulunan vatansever ve aydınları kurtarıp Anadolu ya geçmelerini sağladı. Gebze de Kuva-yı Milliyeyi oluşturarak komutanlığını üstlendi. İstanbul Damat Ferit Paşa Hükümetinin gönderdiği kuvvetler tarafından yakalandı. Başı kesilerek hunharca şehit edildi.

Yörük Ali Efe 1895-1951
Aydın-Sultanhisar ilçesinin Kavaklı köyünde doğdu. Yunan işgali üzerine, Aydın da ilk Kuva-yı Milliye müfrezesini oluşturarak silahlı mücadeleyi başlattı. Yanına vatan severleri toplayıp dağa çıktı. Kuva-yı Milliye döneminde Menderes ve Havalisi Komutanlığını yaptı. İstiklâl Savaşı nda, kendi milis kuvvetleriyle, ilk defa düzenli ordu gibi savaştı ve sonraları da kızanları ile birlikte orduya katıldı. Nazilli Cephesi nde Yunan kuvvetleriyle kahramanca çarpıştı. Diğer efelerin, zeybeklerin Millî Mücadeleye katılmasına ve vatanı savunmalarına öncülük etti. 23 Eylül 1951 tarihinde öldü.

İsmail Cevat Çobanlı (Cevat Paşa) 1871-1938 Orgeneral
Takma Adı: 18 Mart Kahramanı. Teşkilatı Mahsusa üyesidir.
Müşir Şakir Paşa nın oğludur. İstanbul'da doğdu. 1891'de Harp Okulunu, 1894'te de Harp Akademisini bitirdi. Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarına katıldı. Çanakkale Deniz Muharebeleri`nde üstün başarılar kazandı. Harbiye Nazırlığı (1918), Genelkurmay Başkanlığı (1919) görevlerinde bulundu. 16 Mart 1920`de İstanbul İngilizler tarafından işgal edilince tutuklanarak Malta`ya sürüldü. 1921 yılında yurda döndü ve Çanakkale de Müstahkem Mevkii Cephe Komutanı olarak görev aldı. Istiklal Savaşı`na katıldı. Büyük Zaferlerden sonra bir süre 3 ncü Ordu Komutanlığı yaptı. Atatürk'ten sonra ikinci adamdır. 1923-1924 yılları arasında Elazığ Milletvekili olarak TBMM de görev aldı. Orgeneral rütbesine yükseldi (1926). Askerî Şura Üyeliği, Generaller Askerî Mahkemesi Başkanlığı görevlerinden sonra 1935 yılında emekliye ayrıldı. 1938 yılında İstanbul da öldü.



10 Aralık 2014 Çarşamba

KAÇKAR DAĞLARI 7

Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Bazen ac gezip bazen geyik eti yediler. Bazen canlı ayı bazen ölü ayılarla karşılaştılar. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek, bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları amatör kamerasından yerli belgeseli.
                                                              Lütfen videoyu tıklayınız

9 Aralık 2014 Salı

KAÇKAR DAĞLARI 6

Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Bazen ac gezip bazen geyik eti yediler. Bazen canlı ayı bazen ölü ayılarla karşılaştılar. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek, bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları amatör kamerasından yerli belgeseli.
                                                         Lütfen video üzerine tıklayınız.
 

8 Aralık 2014 Pazartesi

TURSUN ÇİMDUR

Bir adam kahveye girmiş.
- Haburaya Tursun çimdur? Kalksun pakayım ayağa!
Adamın biri hemen kalkmış
- Ula Tursun benim, niçun sorayısen onı da..
Adam Dursun'u bir güzel dövmüş, yüzünü gözünü kan içinde bıraktıktan sonra kaçmış gitmiş.
Kahvede bulunan ve kendisini tanıyan diğer şahıslar, dayak yiyen adama sormuşlar.
- Ula sen Tursun değil, Temel sunda da Tursun'im niçun dedun?
- Penum adum Temel dur ama, O enayıyı kanduriirum da. demiş.

5 Aralık 2014 Cuma

ALLAH KURTARIR

Bir gün adam arabasıyla giderken sizlerden uzak, çok feci bir trafik kazası yapar. Araba uçurumdan atılır ve denizin köpüklü sularında kayıp olur. Araba yoldan çıkınca adam da arabanın içinden havaya atılır. Kendisi de arabası gibi azgın köpüklü sulara karışmak üzere denize doğru düşerken, tam uçurumun başında bir ağaca denk gelir ve ağacın dallarına tutunarak bu azgın sulara düşmekten kurtulur. Bulunduğu yer uçurum olduğu için öyle rahat iyi bir yer değil ve kendi kendine de oradan kurtulması mümkün değil. Kendi kendine 'Allah büyüktür, şimdi beni kurtarır' diye düşünüp dua etmeğe başlar. Kazayı ve adamın durumunu görenler hemen sağa sola telefonlar açarlar adamın kurtulması için yardımlar isterler. Önce bir helikopter gelir, adamı kurtarmak ister. Adam helikoptere binmez. "Allah büyüktür, beni kurtaracak." der, onu yollar. Arkasından itfaiye gelir merdiven uzatır. "Hadı gel..kurtaralım seni." derler. O yok "Allah beni kurtaracak." der merdivene binmez. Yukarıdan ip sarkıtırlar görevli yanına gider "Hadi gel seni yukarı çekelim." der. O gene "Yok beni Allah kurtaracak." der başlar beklemeğe, kolları yorulunca da tutuğu dalı bırakabilir ve O da azgın köpüklü sulara düşer kayıp olur gider. Gider fakat öteki dünyada Allaha biraz küs durur, öyle ya Allah Onu kurtarmadı. "Ben Allahı çok seviyor çok inanıyordum da O beni kurtarmadı." der, orada meleklere. Allah ta ona seslenir "Ey Ademoğlu ben senin oradan kurtulman için ne gerekiyorsa yaptım. Helikopter yolladım, itfaiye yolladım, ip sarkıttırdım. Sen onların hiç birini kabul etmedin, kullanmadın. Ben seni daha başka türlü nasıl kurtaracaktım? Söyler misin? der.  

4 Aralık 2014 Perşembe

TERÖR VE EYLEM


Hep merak ederdim 'Örgüt aynı anda nasıl bir kaç yerde birden eylem koyar?' diye. Çünkü genel de ifadeler hep aynı yönde idi. Bir örgüt mensubundan birine sordum. O zaman ki şartlara göre şöyle anlattı.

1) Televizyonda ki normal bir konuşma. Mesela örgütün lider diye kabul ettiği adam veya bağlı olduğu parti lideri normal bir konuşma yaparsa bunu gören örgüt mensupları ya banka soyarlar veya bir cinayet işlerler fakat biri Adana, biri İzmir, biri de Mersin de aynı zamanda bu eylemleri gerçekleştirirler. O liderin konuşması onlar için bir sinyaldır.

2) Traji yüksek bir gazeteye verilen yalan ölüm veya doğum ilanlarıyla örgüt elemanlarının eylem koyması sağlanır. Mesela çok okunan bir gazeteye verilen yalan ölüm ilanlarından örgüt elemanı liderinin ne yapılmasını istediğini anlar ve hemen eleman görevlendirip bir cinayet veya banka soygunu ile eylem koyar.

3) Doğrudan doğruya lider tarafından verilen emirlerle eylem koyar ve seslerini duyururlar. Bu tür olaylarda posta veya gazeteler kullanılarak kurulmuş olan beş kişilik hücrelere görev verilir ve direk eylem konulur. Eğer çok büyük bir eylem konulacaksa, mesela tanınmış biri veya lider öldürülecekse örgüt içinde 'KOD' adları ile tanınan elemanlar dan biri yakalandığı zaman öbürünü ele verememesi için, başka illerden eylem konulacağı ile çağrılır ve eylem konulduktan sonra herkes asıl kendi iline gider böylece de eylemi gerçekleştiren teröristler birbirlerini tanımazlar. Biri yakalanırsa diğerlerin yakalanması mümkün olmaz. Şimdi ise bütün bunlar internet aracılığı ile yapılır.

Örgüt elemanının soru sorma hakkı yoktur. Alınan emir tartışılmaz sadece yerine getirilir. Hele hele lider tarafından verilen bir emir yerine getirilmez safsaklanır, sorgulanır veya ifşa edilirse o üye kesin infaz edilir.

Sonra örgüt üyeleri öyle başka yerlerin adamları değildirler. Hepsi vatanın kandırılmış ve bazı sorunları olan evlatlarıdırlar. Bir evden iki düşman örgüt elemanı çıkabiliyor. Çünkü kandırılıyorlar. Birini o kandırıyor, diğerini öbürü.

1981 yılında Adana Hürriyet Mahallesinde yaşayan ayrı bir anne ve baba çocukları olan iki kardeşten erkek olan Ali Çökük, Dev-Sol Örgütünün Güney İlleri Silah sorumlusu. Kız kardeşi Mentize Çökük ise Ülkücülerin Adana İli silah sorumlusudurlar. Her ikisi de yakalandılar ve her şeyi samimi olarak itiraflarıyla anlattılar. Saklamak için kamyon lastiklerinin içinde gömüp te gösterdikleri yerlerden çok sayıda çeşitli marka, model ve çapta uzun ve kısa menzilli silahlar ve cephaneler, hatta örgütte kullandıkları daktilolar topraktan çıkarıldı. En son ikisi de, karşılaştırdığımız zaman bir birlerine sarıldılar, koklandılar ve ağlayarak uzun süre birbirlerinden ayrılmak istemediler. Çünkü beş sene kadar birbirlerini hiç görmemişlerdi. Hatta bizler de çok duygulandık. Keşke böyle insanları kurtarmak için bir formül olsa da kurtarabilsek. Fakat suç işleyeni cezasını çekmekten başka kurtarmak için başka bir formül maalesef yok.  

İki kardeş uzun yıllar düşman iki örgüt adına liderlik yapmışlardır. Bunları böyle yapan hangi güçtür ve devlet güçleri nerededir? Bu olayın yegane sorumlusu devlet ve içinde beslediği kişiler değil midir? Bir devletin yasaları ulusal güvenliği için çıkarılır. Halbuki bizde ki yasalar örgütlerin ve yıkıcı güçlerin iyi çalışabilmeleri için yine bu örgüt destekleyicilerin dayatmaları ile çıkarılır. Kesinlikle okullarda MİT elemanları öğrenci gibi okumalı ve bu zihniyette ki ajan hocaları tespit ederek işlerine son vermeli, en ağır bir şekilde cezalandırmalı. 

3 Aralık 2014 Çarşamba

EMİR BÖYLE

1978 yılından sonra bir ara Türkiye de çok büyük olaylar oldu. Esnaf bölündü, çiftçi bölündü, köylü bölündü, kasaba ve şehirler bölündü, asker bölündü, polis bölündü, öğretmenler bölündü, talebeler, köyler, mahalleler bölündü. Hastaneler bölündü. Bütün bunlar kendiliğinden bölünmedi. Böldüler. 'Kurtarılmış bölgeler' oldu. Niçin oldu? 'SOLCULAR-SAĞCILAR' iki düşman gurup yaratıldı. Bazen insanın içinden geçiyor ‘Ey Allahım, nedir bu Türk Milletinin çektiği?’ Ama yine de şükürler olsun tamamen Arap Ülkeleri gibi olmadık. Allahın inayetiyle hepsini ufak tefek kazalarla atlattık.

O dönemde Adana da görevim esnasında yaşadığım bir olayı anlatacağım, ülkenin ne hale geldiğini daha iyi anlayın diye:

Adana Ziyapaşa Mahallesinden 1,5 metre derinlikte ve 10-15 metre kadar genişlikte Seyhan Barajı sulama kanalı akar geçer, Mersin’e hatta daha ilerisine kadar gider. İnsanların karşıya geçebilmeleri için bu kanal üzerinde birkaç yaya köprüler, üç tane de uzun aralıklarla araba geçebileceği köprüler vardır. Bir olay olduğu zaman karşı tarafı görünür fakat olaya müdahale etmek için mutlaka köprüden geçilmesi gerekir.

Kanalın hemen karşısında, yaya ve araba geçişli yerin orta yerinde orta okul ve liselere öğretmen yetiştiren güya kültür yuvası Eğitim Enstitüleri vardı. Hatta Adıyaman lı arkadaşım Mustafa bu okulu bitirmiş, bir yıldız takmış, Komiser Muavini olmuştu. Okul Dekanı da hemşerisi mi neydi, ha bire beni çağırıp duruyordu. İşte ne imiş; "Ben çok çalışkan imişim de yanlarına gidersem ben de bir yıldız takıp Komiser Yardımcısı olurmuşum. "Ben hak edersem olurum, yoksa istemem." dedim.

Bu okula önce sağ görüşlüler hakimdi. Yanı Ülkücüler. Kendi usullerine göre kişileri tespit ederler ve şahıs karşı görüşlüyse okula almazlardı. Daha sonra bu eğitim kurumları sol gurupların eline geçmiş ve bu yerlerde gücünü göstermek için zaman zaman içeri hiç kimse alınmıyor, öğrenci olayları çıkartılıyor, polislere de saldırıyorlardı. Tabi okulda az sayıda da yine Ülkücü öğrenciler de mevcuttu. Fakat onlar okula pek devam etmiyorlardı. Güvenlik için her daim okulun önünde 50-60 kişilik bir Binbaşı komutasında ki Askeri kuvvet beklerdi. Öğrencileri de toplu halde okula polisler götürüp getirirlerdi. Ayrıca okulda bekleyen bir polis ekibi de vardı. Bizler sivil olduğumuz için pek fazla ihtiyaç olunca bu olaylara gönderilirdik. Cinayet konusu olduğu zaman tabi ilk görev bizimdi, biz giderdik. Öbür zaman gitmezdik. Çünkü biz Cinayet Masasının polisleriydik.

O zaman ki tespitlerimize göre olayları organize edecek ve çıkartacak profesyonel kişiler özel olarak getirtilmişti. Kim getirttiği tam olarak bilinmiyordu fakat Belediye ile Üniversite arasında olduğu biliniyordu. Hatırladığım kadarıyla elebaşlarından birinin kod adı Malatya’lı 'Cam göz Hüseyin' di. Cam göz Hüseyin olayların organize edilmesi için Ankara dan özel getirtilmşti.

Bir gün okulun içinden Kaleşinkof ve tabancalarla ateş açıldığı şeklinde anons geldi ve Haber Merkezi bizleri bu yere sevk etti. Bizim güvenliğimiz içinde bir Asayiş Ekibi yolladı. Zaten bir de orada bekleyen polis ekibi vardı. Biz üç kişilik cinayet ekibi olarak arabamızı zarar görmemesi için karşı tarafta kanalın karşısında bırakarak köprüden yaya geçip olay yerine gittik. İki de resmi elbiseli ekip altı polis memuru olmak üzere toplam dokuz Polis Memuru olaya müdahale edecektik. Yanı önce biz normal bir olay olduğunu sandık. Okula vardığımız zaman Kaleşinkof Makineli tüfeklerin seri atışları ile karşılaştık. Kimse görünmüyor içerden seri ateş sesleri geliyordu. Bizler de Kırıkkale ve 38 kalibre yakın mesafe silahları vardı. Hepimiz bir köşeye sıkıştık. Kurşunlar vızır vızır üstümüzden geçiyordu. Sonra anladık ki ilk hedef polislerdi. Okul kapısında her zaman geceli gündüzlü bekleyen ve kendilerine kurtarıcı gözüyle bakılan bir yüzbaşı komutasında ki o askeri birlik nedense o gün yoktu.

Çatışma sürerken, ortalarında kanalın karşı tarafına baktığım zaman bir askeri birliğin okula yanı bizden tarafa doğru yaya olarak köprünün başına kadar geldiklerini ve yürümeğe devam ettiklerini gördüm. Hatta 'rap rap' diye ayak sesleri bile duyuluyordu. Komutanları da “Tüfek çıkar. Çapraz tutuş” filan diye ha bire emirler yağdırıyor, onlar da duyuluyordu. Yine de Allah razı olsun, asker geldiğini görünce hepimiz cesaretlendik ve çatışmaya devam ettik. Okula girdik, her tarafı aradık fakat kimseyi o an için yakalayamadık. Özel olarak getirilen ve olayları çıkartanlar silahları ile birlikte kaçmış veya güvenli yerlerinde saklanmışlar, geriye günahsızlar kalmıştı. İçeri girerek duruma hakim olmamız esnasında iki saatten fazla zaman geçmişti. Aklıma o köprünün ayağından bize doğru gelen askerler geldi, geri dönüp o askeri birliğe baktım ki o bize yardıma gelen askerler, köprünün karşı taraf başından, yanı o eski gördüğüm yerden 'rap rap' diye hala daha bize doğru geliyorlardı. Şaştım kaldım. Olur muydu böyle bir şey?

Ben koşarak köprüyü geçtim, yanlarına gittim ve gördüm ki askerler yürümüyor yerlerinde sayıyorlar.

Daha önceden de tanıştığımız ve nazım geçen Yüzbaşının yakasından tuttum ve hakaret ederek "Niçin olaya müdahale etmediniz? Bizi öldürüyorlardı görmediniz mi?" diye bağırdım. "Bize 'yerinde say' emri verildi kardeşim. Ne yapsam?" dedi. Şimdi düşünelim; her zaman okulun önünde bekleyen askeri birlik oradan niçin uzaklaştırılmış? Kim uzaklaştırmış? Olay başlayınca Komutanlarına yerinde saydır emri verilmiş. Komutan da olayları görüyor fakat verilen emirden dolayı müdahale edemiyor. Peki bu emri kim vermiş? Tespiti hiç te zor değildir. Hem unutmayalım ki Atatürk’e de başka emir verilmişti fakat o ülkenin kurtulması için emri hiçe sayıp nasıl müdahale etti?

Evet asker ve polis emir ile hareket ederler, fakat bazen de başlarında ki komutan veya amir sorumsuz davranır. Orada olan olaya ‘müdahale etme’ diye hiçbir zaman emir verilemez. Böyle bir emir olmaz. O gün onlar tüfekler omuzlarında yerinde sayarak karşıdan seyretti, dokuz polis memuru iki saati aşkın çatıştık. Bir polis öldü, üç polis te yaralandı. Kısacası bilerek bizi kurban veriyorlardı. Hiç bir terörist öldürülemedi, yaralanamadı, yakalanmadı, hepsi kaçtılar. Az kalsın askeri birliğin on beş metre ilerisinde Adana’nın göbeğinde hepimizi öldüreceklerdi. Çünkü askerler öyle emir almışlar. Kim vermiş bu emri kardeşim? Bunların sorgulanması lazım.

Sonra o devirlerde hep polisler suçlandı. Hala daha o devirde ki teröristler kahraman gibi gösteriliyor. Sokakta çocuğu ile yürürken öldürülen veya Mardin de görev yaparken Fatsa ya tayını çıkıp ta daha göreve başlamadan öldürülen polislerin hakkını niçin kimse savunmuyor? Bizlerin bu günlere kadar sağ kalması tamamen tesadüftür. O günahsız ölen polisler bu memleketin evlatları değil miydiler? İnsanlık nedir? Vatan sevmek nedir? Bu Vatanı sevmek sağcılık veya solculuk değildir. Bu vatanı sevmek hangi taraf olursa olsun doğruyu görüp te onu savunmak, onu yapmaktır. Solcu solcuların yaptığı tüm yanlışları görür ve kabul etmezse; sağcı, sağcıların yaptıkları tüm yanlışları görür ve itiraz ederse işte o zaman işler zaten kökünden hallolmuş ülke kurtulmuş olur.

Bunları yazmamın sebebi, gelecek geçmişin tekerrürüdür. Aslında daha çok şeyler yazacağım da hem sağcı, hem solcu çok eski arkadaşlarım var, onlardan sebep yazamıyorum. Ama yine de uyarmam lazım çünkü beş veya on sene sonra düşmanlarımız tarafından tekrar aynı oyunlar sahneye konulacak. Gençlerimiz kandırılmağa çalışılacak. İşte o zaman Türk gençleri bu yazdıklarımı hatırlasın ve varsa örgütlerinin istedikleri gibi değil, bir Türk gencine yakışacak veya Atalarına layık olacak şekilde davransınlar diye yazıyorum.

Geçmiş tarihlerde oynanan oyunları öğrensinler ve gelecekte aynı oyunlara kapılmasınlar diye yazıyorum. Çünkü daha önce oynanan oyunları ve Osmanlının yıkılış nedenlerini tam olarak bize kimse anlatmadı ve bizler tekrar aynı oyunlarla kandırıldık. Onlar kandırılmasınlar. Bizden sonrakiler eğer bilirlerse kanmazlar. Her şey kalbinize göre olsun. Saygılar sunarım.

2 Aralık 2014 Salı

PAPA'NIN ZİYARETİ

papaz(alıntı)
Ne oldu? Önce Papa Franciscus geldi. Ne için geldiğini açıklamadı. Acaba O da bizimkilerden akıl mı alacak? 'Dinler arası Diyalog' diye bizimkiler uydurdular. Bütün Papazlar yurdumuzda buluştular. Bir bir başlarını öpüp koklaştılar. Kendi aralarında gizli talimatlar verildi ve alındı. Şimdi artık uygulama yapılacak. Yunan Dışişleri Bakanı da geliyormuş. ABD Dişişleri ve Savunma Bakanları zaten ders almak için her gün Türkiye ye gelip gidiyorlar. Her şeye aklım yatardı da Amerikalılara akıl vereceğimiz aklıma gelmezdi. Putin de geliyormuş, anlaşılan bir şeyler sezmeğe başladılar. Tam olarak neticeyi almağa geliyor olmalı. Acaba O da akıl alıp geri mi gidecek. Anlaşılan Türkiye de çok önemli işler oluyor. Ektikleri tohumların meyvelerini yavaş yavaş toplayacaklar. Daha önceleri de İsrail Başbakanı ve Mahmut Abbas'ı Papa Vatikanda toplamış sözde barış için dualar etmişler, hatta Ezan bile okutmuşlardı. Sonra ne olmuştu ardından İsrail Filistin'ni işgal etmiş en az bin kişi adam öldürmüştü. Allaha şükür halen Türkiye yi işgal filan edemiyorlar. Yanı gözleri kesmiyor. Fakat hiç noksansız bütün oyunları oynuyorlar. Şimdi bu ziyaretlerin ardından yine bir şeyler olacak fakat tam olarak kestiremiyorum. Kestirsem de anlatamam zaten. Bakalım PKK hangi aşamaya gelecek ve bir üst aşamaya atlayacak? Sabırla bekleyelim ve birlikte göreceğiz.

1 Aralık 2014 Pazartesi

DERSİM İSYANI

Dersim isyanı tartışmaları son gaz sürüp gidiyor. Yok katliam yapılmış, yok kan akıtılmış. Ne için akıtılmış? Devlet durup dururken canı sıkılmış 'Hadi gidip Dersim'e bomba atalım' mı demiş. Peki bunlar konuşulurken orada isyancıların öldürdükleri asker ve vatandaşlardan hiç bahseden var mı? Yoksa yine o askerlerin değeri hiç yok mu? İsyancılar daha mı değerlidir? Kimse onları niçin kınamıyor?

İşte her zaman söylerim, yine söyleyim 'bizim üzerimize ölü toprağı serpmişler.' Olayları etraflı bir kaç defa düşünüp adil karar vermek için bir soru soralım kendimize; Türkiye de asker niçin var? Polis niçin var? Hemen cevabi verelim: Vatanı korumak için var. Başka bir cevap vermek isteyen varsa lütfen bana da yazsın öğreneyim. Peki vatan nasıl korunur? Verilen demeçlerle mi? Hayır alınan önlemlerle. Önlemler nasıl alınır? Devletin diğer kurumları ile. Ulusal güvenlik tehlikeye girdiği zaman asker ve polis devreye sokulur ve vatan kurtarılır. Asker ve polis devreye sokulmazsa ihanet olur ve devlet yıkılır. Asker ve polis devreye girdi mi yalvarmaz, zor kullanır. Bu zor esnasında da ölenler olur. İsyan bastırılır. Daha sonrada devlet isyancılara "Özür dilerim, isyanınızı bastırabildim, beni af edin." filan demez. Bir isyan bastırılmış, işine gelmeyenler 'katliam' diyorlar. Şu gördüğünüz resme devlet hiç insanlarını teslim eder mi?

Onun için net söyleyim, Dersim de de devlet isyan bastırmıştır ve asla suçlu değildir. Kenan Evren de isyanları önlemiş fakat uygulamalarda haksızlıklar yapmıştır. Eğer bu vatanı savunmayacaksak ne gerek var asker ve polise hepsini kaldırıp herkes istediği gibi hareket etsin. Kanunlar zaten herkesin lehine yorumlanır ve kimse ceza almadan kolayca bu vatanı yok edebilirler. Daha o övündüğümüz Çanakkale, Gelibolu savaşları niçin yapılmış? Bazılarına göre Kurtuluş savaşlarını yapanlar da suçludur. Onların da cezalandırılmaları gerekir. Yavaş yavaş sıra ona da gelecek bekleyin.

Asker ve Polis fazla, görünüşte var fakat yetkileri alınmış. Millette düşünce diye bir şey yok. Onlar nasıl yönlendirilirse öyle gidiyorlar. Bir zamanlar Abdullah Öcalan'ı aklamak için ne demişlerdi? "Koca üniversite yurdunda namaz kılan üç kişi vardı; Yakup İnce, Durmuş Yılmaz öbürü de Abdullah Öcalan." Halbuki Öcalan Ermeni asıllı ve Hırıstıyandır. Ve bekleyin O bir kaç yıl sonra kandırılan o Müslüman halkın başına, belki de devlet başkanı olacak.

26 Kasım 2014 Çarşamba

TEK BAŞINA

Kumar oynandığını haber alan polis bir mekana baskın yapar, dört kişiyi yakalar. Şahıslar oyun kağıtlarını sobaya atar delili yok ederler. Polis itiraflarını almak için sorguya baş vurur. 

Adamların kimliklerini tespit eder. Şahıslardan biri papaz, biri Haham, biri İmam diğer şahısta sıradan vatandaş Temel.

Polis Papaza sorar:
"Kumar oynuyordunuz değil mi?"
Papaz bakar ki rezil olacak "Haşa ben din adamıyım. Kumar oynamam" der ve inkar eder.

Polis bakar ki söylemeyecek Haham'a döner:
"Sen söyle Haham Efendi, kumar oynuyordunuz değil mi? Suçunu itiraf et." der. Fakat Haham da büsbütün inkar eder, söylemez.

Polis İmamı alır karşısına ve sorar:
"Kumar oynuyordunuz, bir de utanmadan inkar ediyorsunuz." der.
İmam da "Allah çarpsın ki kumar filan oynamıyorduk. Hem bizler din adamlarıyız, kumar filan günahtır. biz kumar oynamayız. Sohbet ediyorduk." der.

Polis son çare olarak sıradan vatandaş Temel'i alır karşısına:
"Söyle bakıyım, biliyorum kumar oynuyordunuz, boşuna inkar etme." der.

Sıradan vatandaş Temel cevap verir:
"Vallah memur bey, bunlar oynamıyorsa, ben tek başıma kumar nasıl oynarım da.?" der ve acemi polis suçlarını itiraf ettiremez.

 

25 Kasım 2014 Salı

YOKSULLUK


Karaman İline bağlı Ermenek İlçesinde 28 Ekim 2014 te bir maden kazası oldu. On sekiz kişi hayatlarını kayıp ettiler. Geriye de gözü yaşlı ailelerini bıraktılar. Bunların hepsi de yoksul insanlardır. Yoksul olmak ayıp değildir. Günahta değildir. Hele kader hiç değildir. Onları yoksullaştırmak ve öyle yoksul tutmak günahtır, ayıptır.

Yoksulluk insana her şeyi yaptırır. Suç işleyenlerin bir çoğu yoksulluk nedeniyle mecbur kalınca işlenmiş suçlarda çok vardır. Doğuya yapılan yatırımların onda biri Anadolu ve Batıya da yapılmalı. Vatandaşa balık yemek değil, balık tutmak öğretilmeli. Halkın çalışıp iş sahibi olacağı iş sahaları açılmalı. Ermenek Maden kazasında ölen Tezcan Gökçe'nin babası 75 yaşında ki Recep Gökçe yi ve annesi Ayşe'yi ayağında ki yırtık kara lastikleri ile tanıdık. Kaymakam 7.5 liralık yeni bir kara lastik yollayarak güya yardım etmiş. Daha sonra Vali, Kaymakam, Belediye Başkanları hepsi ayağa kalkmışlar. Peki bunlar daha önce nerde imişler. Bir dolaşsınlar Türkiye yi ki kaç tane böyle yırtık kara lastik giyen, bir gün, iki gün lokma yemeyen Recep Gökçeler var. Sonra herkes bu adamın yırtık kara lastikleri ile ilgileniyorlar. Bu adamın ne yiyip ne içtiğini bilen var mı? İşte esas önemli olan bu sessiz ağlayan, sessiz çığlık atanlardır. İşte bu ve bunlar gibilerin ahı insana tutar ve ebedi iflah aldırmaz. Bu insan hiç hilesiz devlete karşı bütün yükümlülüklerini yerine getirmiş fakat devlet efendi de bunlara sahip çıkmayıp, böylelerinden aldıkları vergileri, çarçur edip yandaşlara peşkeş çekmiş.

Devlet her şeye muktedirdir ve mazlumun yanında olmalı, kanunsuzlukların karşısında olmalı. Eskiden Padişahlar ve Krallar bile halklarının yaşantılarını anlamak için kıyafet değiştirip tebdili kıyafet halkın arasında gezerlerdi. Onların nabzını anlar ona göre hareket ederlerdi. Şimdi araştırma yapılsa Türkiye de binlerce hatta milyonlarca Ayşe-Recep Gökçe çiftine benzer aileler vardır.  

21 Kasım 2014 Cuma

ASİMİLE

"Çoğunluk veya erk sahibinin baskısıyla, farklılık gösteren grupların, bunların kültür birikimleri ve kimliklerinin, baskın yapı içinde eriyerek yok olması." Bu cümleyi internetten aldım ve Sosyolojiye göre  'Asimilasyon' demekmiş. Türkiye ye bir göz atacağız. Yurdun geneline sonra bakacağız, şimdi Doğu ve Güneydoğu Anadolu ya bakalım.

Bu Bölgelerde Bizans zamanında Rumlardan tutunda Harzemi, Arabı, Ermenisi yaşadı da hiç Türk yaşamadı mı? Peki bu yaşayanlar nereye gitti? Hepsi Kürt olduğuna göre başka ırk hiç yok. Türkler bu bölgelerden gelip geçmediler mi? Eğer bu bölgeye uğrayıp yaşadılarsa çocukları torunları nereye gittiler. Osmanlı İmparatorluğu yedi iklimi idare ettiği zamanlar buralara hiç Türk uğramadı mı? Hanı nerededirler? 40 milyon Kürt ten bahsediliyor. Belli ki buralarda yaşayan Türkler ve diğer ırkları da Kürt sayılıyorlar. Yanı bu insanlar zorla, baskıyla asıl kimliklerinden arındırılmışlar ve Kürt kimlikleri kabul ettirilmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu yapmadığı şeylerden sorumlu tutulurken dünya bu duruma nasıl kayıtsız kalıyor? Bu bölgede 'Türk hiç yoktur' demek yalan söylemek değil midir? Öyleyse söyleyin Türkler nerde? Yoksa gizli bir tarafa gittiler de biz bilmiyor muyuz? İşte Türkiye de Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde sinsice Türkler ve diğer ırklar nasıl asimile edilerek Kürtleştirildiler. Bu durumu şimdi tüm Türkiye toprakları üzerinde uygulamağa çalışıyorlar. Kim çalışıyor? Başta Amerika olmak üzere bütün Avrupa Ülkeleri çalışıyorlar. Onlar zorla çıkarttırdıkları kanunlarla ellerimizi ayaklarımızı bağlayıp menfaat vadettikleri azınlıklara dövdürtüp yok etmek istiyorlar. Mesela Doğu Karadeniz de Hemşinliler güya Ermeni'dir diyorlar. Bu yalanı yutturduktan sonra Doğu Karadeniz hepsi Ermeni'dir diyecekler. Lazlar var, Gürcü, Çerkez, Aphaza hepsini sindirip Ermeni yapacaklar. Halbuki biz hep birlikte Türk'üz.

Bir zamanlar bu memlekette Türk'üm diyen yadırganıyordu. Hatta ve hatta öldürülüyordu. 'Faşist' diyorlardı. Eğer başarılırsa Türkiye Cumhuriyeti; fakat içinde, yaşayan Türk olmayan Türkiye Cumhuriyeti olacak. Kimliklerden 'T.C.' de kaldırıldı mı iş tamamdır. Çünkü hepsi asimile edilmiş yok edilmiş olacaklar. Türk olduğunu bilenler de korkudan seslerini çıkaramayacaklar. Sonra Türkiye de hiç Türk yok diye konferanslar verip tartışmalar düzenleyecekler. İşine gelenler destekleyecek, aydınlarımız aval aval bakıp seyredecekler. Sonunda neler olacak bizlerin ömrü yetmezse de bir çoğunuz göreceksiniz. Bu işlere faşist yakıştırmaları ile başlayacaklar. Dünya üzerinde bana faşist olmayan bir ülke gösterebilir misiniz? Gösteremezsiniz. Çünkü yoktur. Yalandan bir iki 'demokrasi, hürriyet' filan deyip herkesi kandırıyorlar. İş kendi ulusal güvenliklerine geldi mi adamın kafasını koparırlar. Ben 1979 yılında Türk Büyük Elçisi Mehmet Baydur ile Fransız Büyük Elçisi tartışırlarken duymuştum. "Türkiye ve Türkleri dünyadan kaldıracağız." diyordu Fransız Büyükelçisi. Türk elçisi Mehmet Baydur da "Dünyadan Türkleri kaldıramazsınız. Bir tarafta yok edebilirsiniz fakat biz öbür tarafta yine var oluruz." demişti. Daha sonra Hanımının çok ağırına gitmiş ki "Ne kadar densiz şımarık insanlar. Bunlarla hiç konuşulmaz." diyordu bizim Elçinin hanımı.

Türkiye de Türkler asimile ediliyor hem de 'Türkler başkalarını asimile etti' diye diye. Başarabilirler mi bilmem fakat görünüşe göre çoktan yarısını başarmışlar. Sorun bakıyım Güney Doğulu ya ki bir kişi Türk'üm veya Acem'im, Arap'ım, Emevi'yim, Abbasi'yim, Harzem'im Selçuklu'yum diyecek mi? Asimile olmuşlar işte.    

20 Kasım 2014 Perşembe

ÖZLÜ SÖZLER

1- Terzinin eteği sökük, ustanın evi yıkık, demircinin baltası kırık olur.
2- Abdal Tekke de, hacı Mekke`de bulunur.
3- Adalet ile zülum, bir yerde barınamaz.
4- Akıllı hırsız, şaşkın ev sahibini bastırır.
5- Akla gelmeyen başa gelir.
6- Atasını tanıyıp, sahip çıkmayan, Allah`ını da tanımaz.

7- El parası alan kişi, O’nun kılıcını kullanır.
8- Binde bir gelinen yere gül, her gün gelinen yere kül dökerler.
9- Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır.
10-Bulur bilemezsin, bilir bulamazsın.

19 Kasım 2014 Çarşamba

BOYNUNA GELİR

Adam bir gün gölde balık avlarken, jiple başka bir adam yaklaşır ve "Göl çok derin mi, jipimle geçebilir miyim ağabey?" diye sorar.
Adam "Yok kurban, senin jip geçer." der.

Ve sonra jip suya girince batar. Jipi kullanan adam güç bela kurtulur, yukarı çıkar ve balık tutan adamın yakasından tutar. "Hani geçerdim ulan ölüyorduk az daha." der.
Adam: "Ne bileyim ben, demin bir ördek geçti valla su boynuna geliyordu." der.

18 Kasım 2014 Salı

YENİ MODEL

İki tane çiftçi, biri Adanalı, diğeri Kayserili, sohbet ederken, zenginlikleriyle övünürler.
Adanalı
-Bizim orda arazilerimizde, sabah güneş doğmadan biniyoruz arabaya, akşam oluyo, biz hala çiftliğin öteki ucuna yetişemiyoruz.
Kayserili de diyor ki :
-Gözünün yağını yediğim, bizim de vardı öyle bir arabamız ama, geçenlerde satıp yeni modelini aldık. Artık yeni modeline biniyoruz.

17 Kasım 2014 Pazartesi

KAÇKAR DAĞLARI 5

Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Bazen ac gezip bazen geyik eti yediler. Bazen canlı ayı bazen ölü ayılarla karşılaştılar. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek, bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları amatör kamerasından yerli belgeseli.
                                                         Lütfen video üzerine tıklayınız.
                                    
                                                       

14 Kasım 2014 Cuma

TUT SATİREM

Tortum'lunun biri eşeğine yüklediği dutu "Batmanı 2.5 lira" diye bağırarak satar. Başka biri de fiyatını anlamamış ki kulağına eğilip "kilosu gaça" diye sorar.
Dut satan Tortum'lu adama kızar
"Niye baba ele egilib gulağıma fısıldirsan? Hoç esgeriye mevzeri satmiram, tut satiram!" der.

13 Kasım 2014 Perşembe

KAÇKAR DAĞLARI 4

4Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Bazen ac gezip bazen geyik eti yediler. Bazen canlı ayı bazen ölü ayılarla karşılaştılar. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek, bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları amatör kamerasından yerli belgeseli.
                                                       
                                                        Lütfen video üzerine tıklayınız.

12 Kasım 2014 Çarşamba

KAÇKAR DAĞLARI 3

Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek, bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları yerli belgeseli.
                                                       
                                                        Lütfen video üzerine tıklayınız.

11 Kasım 2014 Salı

NEDEN YAPMAYALIM

Geçenlerde Rize de bir lokantaya gittik. Bütün yemekler bol kepçe ve hem de çok ucuz.
Dört arkadaş tıka basa doyduk. Üstüne de birer porsiyon laz böreği yedik.
Oh ağzınızın suyu aktı biliyorum fakat benim bunu anlatmamda ki asıl mesele bunun için değildi. Özür dilerim.
Sonunda beğendiğimizi anlatmak için lokanta sahibiyle konuştuk ve yemeklerini çok beğendiğimizi söyledim.
Hele laz böreğini neden yaptıklarını sordum.
Lokantacı "Neden yapmayalım ki, herkes sizler gibi beğenip yiyorlar, onun için yapıyoruz." dedi.

9 Kasım 2014 Pazar

KAÇKAR DAĞLARI 2

Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp bazen de aç ve uykusuz kalarak acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları yerli ve amatör belgeseli.

                                                            Lütfen videoyu tıklayınız.

 

8 Kasım 2014 Cumartesi

KAÇKAR DAĞLARI 1

Belgesel meraklısı arkadaşlarım, Doğu Karadeniz de yaylaların bulunduğu Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Çocukluğumda çoğunu benim de gezdiğim bu yerlerin bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepelerini en kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler ve kayıt altına aldılar. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Köylerden başlayarak Kaçkar dağlarının her tarafını karış karış gezdiler ve bazen de sürprizlerle karşılaştılar. Kaçkar dağları eteklerinde ki köylerimiz, yaylalarımız ve Kaçkar Dağlarımız.

                                                         Lütfen video üzerine tıklayınız.
                                     

7 Kasım 2014 Cuma

GAVATA BENZİR


Adam gurbete gidince bir ayna bulmuş. Bakınca kendi resmini ölen kardeşine benzetmiş. Biraz ağladıktan sonra köyüne götürmüş ve ölen kardeşinin resmi diye yanından hiç ayırmazmış. Ara sıra bakar bakar ağlarmış ölen kardeşim diye.
Her gece
"Ey gidi gardaşımm.. Seni bir daha görmek nasipte varmış." deyip sarılıp yatarmış aynaya.
Karısı bakmış adam bir şeye sarılıp uyuyor.
O uyurken gizlice elinden aynayı almış. Bakmış ki saçı başı dağınık bir kadın.
"Allah belaağı vireee, bu garı da çim çi? Bi şeye de benzese barı. Çirkin mi çirkin."
diye söylenerek doğruca ayna elinde muhtara koşmuş.
"Mığdar emmii, benim herif beni bu çirkin garıyla aldatii."
Muhtar aynayı eline almış bakmış ki kadın madın yok, pos bıyıklı saçı sakalı karışık kara bir erkek var.
"Yavu bu garıya değil de, daha çok gavata benziir." demiş. 

6 Kasım 2014 Perşembe

İNEYHLER

Babasını İstanbul’a götüren Erzurumlu dört katlı apartmanın en üst katında oturuyormuş. Hayatı köyde geçen baba evi çok sevmiş, çok beğenmiş ancak aklının almadığı bir şeyi ilk geldiği gecenin sabahı oğluna sormuş:

-“Ola oğul,evin çoh güzel, çoh eyi, çoh hoş, çoh sevdım da ineyhler yuhari nasıl enip çıhir? “

5 Kasım 2014 Çarşamba

HIRSIZ İÇERDEN

Her zaman mahiyetime de söylerdim "Kendi gözün ile gördüklerinin yüzde 40 ine, söylenenin yüzde dört üne inanın." diye. Bazıları vardır ön sezileri ile hareket ederler. Veya kim ne söylerse inanırlar. Halbuki ön seziler gerçeklere çok uzaktırlar. İnsanı yanıltırlar. Başkaları tarafından söylenenler de mutlaka bir menfaat vardır ve insanı yanlış yola sevk ederler. Veya karşında ki adam hedeflerine ulaşmak için seni kullanır. Bu çok tehlikedir. Bazıları da ahkam keserler. Bu da tehlikelidir. Bir de bu bana olmaz diye övünmemek lazım. Hiç beklemediğin bir olay başkalarına gülerken başına gelebilir. Velhasıl bu dünyada iyi yaşamak için şanslı olmak gerekir. İnsan çok akıllı olursa da iyi yaşayamaz. Şanslı olmak en büyük nimet ve meziyettir.

1988 yılında Ankara Hırsızlık Bürosunda çalışırken sabıkasız Aytekin isimli 35 yaşlarında bir hırsız Keçiören de bir evde parmak izi bıraktığı için tespit edilmişti ve yakalandı. Daha doğrusu Kolombo Avni dedikleri Başkomiser Avni Turgut yakaladı. Ben de yakalamak için çok uğraştım fakat kendisi ufak tefek ve çok zayıf olduğundan yakalamak için her evine gittiğim zaman eğer evde ise, tuvalet penceresinden dışarı çıkarak duvardan asılır, ben pencereden dışarı bakmama rağmen kendini göremezmişim ve her sefer beni atlatırmış. Kendi beyanına göre 120 ye yakın eve girmiş hırsızlık yapmıştı.

Her hırsızın bir çalışma şekli olur. Bu anlatacağımız hırsız da gece geç saatlerde sokaklarda gezer. Apartman dairelerinin mutfak balkon kapılarına bakar. Eğer balkon kapısı açık ise, zaten topuğuna bastığı ayakkabılarını çıkarır yerde bırakır ve su boruları veya balkon demirlerine tutunarak kaçıncı kat olursa olsun eve girer, ev halkı uyurken ceplerinde ki veya çekmecelerinde ki para ve kıymetli eşyalarını çalarak yine aynı çıktığı yoldan geri inerek kaçardı. Kocası ile uyuyan kadının kolundan bilezikleri çıkarıp çalmıştı. Yükseklik konusunda çok uzman olan bu hırsız daha sonra Çankırı Cezaevinde dördüncü kattan inmek sureti ile kaçmıştı. Bir hafta gün aldıktan sonra hırsızlık yerlerinin hepsine giderek tespit ettik ve "Yer Gösterme Tutanakları" tuttuk.

Ben bu kişinin yaptığı hırsızlıklardan bir tanesini anlatacağım:
Hırsız Aytekin Keçiören de bir ev göstererek "Bu evden de hırsızlık yaptım." demesi üzerine sekizinci katta ki bu evin kapısını çaldık. Kapıyı açan bayan evlerinde iki yıl kadar önce hırsızlık olduğunu söyledi. Kendisine hırsızın yakalandığını ve 'YER GÖSTERME' yaptıracağımızı söyledim. Ev sahibine yanı kocasına haber verdi. Sitelerde kereste dükkanında bulunan ev sahibi adam bir sürü akraba ve dostları ile eve geldi. Böyle durumlarda kalabalıklardan çok kokarım. Hırsızı bir fırsat bulup kaçmasın veya başına bir şey gelmesin diye Polis Memuru Cengiz'in koluna kelepçelemiştim. Bir ara ev sahibinin hırsıza çok sokulduğunu gördüm. Diğer yanında gelen adamları zaten eve almadım. Onlar kapıdan izliyorlardı. Sadece ev sahibi ve evlerinde bulunan kadınların huzurunda onlarda duyarken Hırsız Aytekin anlattı; "Şuradan girdim, şurada duran pantolonların cebinde 4-500 lira vardı onları aldım. Kitaplığın bir çekmecesi kilitliydi, kilidini açmağa çalışırken makasın bir kolu kırıldı. Çekmeceyi zorlayarak açtım ve içerisinde ki bir kiloya yakın altınları aldım." dedi. Sadece ben ve hırsız konuşuyorduk. Hiç kimsede en ufak bir çit yok, pür dikkat konuştuklarımızı ve benim polise söyleyip yazdırdıklarımı dinliyorlardı.

Hani halk arasında konuşulur ya polis olayları hayalı çözer, suçluya da işkence ile kabul ettirir diye, öyle mi umuyorlardı bilmem. Hırsızın doğru anlattığına inanan ev sahibi bana "Ağabey müsaade eder misin? Soracaklarım var. Onunla odada yalnız konuşabilir miyim?" dedi. "Hayır. Ne soracaksan benim yanımda sorabilirsin." dedim. Kadınları siper ederek adamın hızla hırsıza yaklaştığını görünce Birden önüne geçtim ve adamı kolundan tutarak kendime doğru çektim. Adam koca bir ekmek bıçağı sağ elinde ceketinin koluna gizlemiş, hırsıza vurmak isterken yakaladım. Hatta bıçağı alırken sol elim de biraz kesilmiş kanamıştı. Bıçağı aldıktan sonra yere yatırdığım ev sahibi Niyazı ye belimden çıkardığım kelepçeyi vurdum ve hırsız ile birlikte suçlu olarak götürürken adam bütün yakınlarının içinde hem ağladı hem anlattı:

"Ağabey, olay olduğu zaman Karakola müracaat ettim. Olay yerini incelemek için karakoldan polisler geldiler. Kapı ve pencerelerde hiç bir zorlama olmadığı gibi ev de sekizinci katta olduğundan "Bu eve dışardan hırsız girmemiş. Hırsızı içinizde arayın." dediler. Anlaşılan polisler ev sahibine şirin görünmek için ahkam kesmişler. Tam o gece de Dünürüm Bolu dan gelmiş, benden borç para istemişti. Ben de para veremeyeceğimi söyleyince, bana kızmış sabah ezandan önce bizlere hiç görünmeden evi terk etmiş, gitmişti. Bizler kalktığımızda altınları koyduğumuz çekmece kırılmış altınlarımız çalınmıştı. Polisler de "Hırsız içerden" deyince, ben Dünürümden şüphelendim ve davacı oldum. Polisler Dünürümü Bolu'dan getirdiler cezaevine attılar. 20 gün sonra Dünürüm hapisten çıktı. Çıkar çıkmaz doğru evime geldi. Gelinim olan gebe kızını aldı, Bolu ya kendi evine götürdü. Ben hala hırsız onun olduğunu biliyordum.

Halbuki bu hırsızın anlattıklarının hepsi doğru. Dünürümün günahını almışım. Şimdi bana düşmandır ve konuşmuyoruz. Üstelik bir buçuk yaşında ki torunum onun evinde doğdu, tanımıyorum. Şimdi tam olarak anladım ki dünürüm suçsuzmuş. Ben şimdi ne yaparım? Bu işin altından nasıl kalkarım?" dedi. Daha sonrasını takip edemedim. Ne yapıp yapmadığını bilmiyorum. Ancak sadece elimden geleni yaptım. Bu evin sahibi Niyazi'nin eline taktığım kelepçeyi çıkardım ve serbest bıraktım. Yanı 'Öldürmeğe Teşebbüsten' işlem yapıp Adliyeye yollamadım.  

4 Kasım 2014 Salı

PROSEDÜR

Eskiden hırsızlık olaylarında halk yanlış bilgiye sahip ve polisin günahını alırdı. Eğer polis kendi hırsız değil ise ne bilsin hırsız kimdir. Hele bu zamanda herkes hırsız iken. 

Sabıkalı olanlar zaman zaman taranarak sorguya alınır fakat pek bir şey çıkmaz. Suç üstü, parmak izi veya mal satarken yakalanan hırsızlar sorguya alınır yalvararak, kandırarak bazen de döverek yaptığı hırsızlıklar söylettirilirdi.

Muhtelif tarihlerde yaptığı hırsızlıklar not alınır. Tek tek adreslere gidilerek teyit ettirilirdi. Bölge karakollarından o tarihte ki hırsızlık müracaatları çıkarttırılır. Hatta ev sahibi 'polis hırsızı yakalayamaz' diye düşünüp müracaat etmemiş olsa bile hırsızın belirttiği adrese gidilir ve o eski hırsızlık olayı için yeniden tutanaklar tutularak işlemler yapılır vatandaşın mağduriyeti giderilirdi. 

Hırsızlık olan evlerde ev sahibinin huzurunda tutanaklar tutulur. Hırsızın söyledikleri ile ev sahibinin müracaatında ki kayıp mallar karşılaştırılır. Tek tek çalınan mallar satıldıkları yerlerden temin edilerek ziynet ve diğer eşyalar müştekiye teslim edilir. Bulunamayan eşyalar ve çalınıp harcanan  para ifadelerle delil lendirilerek Adliyeye intikal ettirilirdi. 

Her olay için ayrı dava açılır. Hırsızlık şekline göre hırsız her davadan ayrı ayrı cezalar alırdı. Şimdi ise duyduğuma göre bu işlemlerin hiç biri yapılmıyormuş. İfadeler alınıp tez elden Adli mercilere gönderiliyormuş ve hırsız "Hatırlamıyorum" diyor, çaldığı mallar yanına kar kalıyormuş. 

Ee o zaman tabii ki hırsızlık ve gasp olayları artacak ve namuslu vatandaş huzursuz olacak. Devlette zararı ödemeyeceğine göre hırsız kârli, namuslu vatandaş mağdur olacak. Herkes hırsız olmak için teşvik edilmiş olacak. 



3 Kasım 2014 Pazartesi

MAZERET

1992 yılı Ankara Asayiş Şube Cinayet Masası Nöbetçi Amirliğinde Nöbetçi Amiriyim. Amir arkadaşlara hafta da bir böyle nöbet gelir ve orada görevli üç polis memuru ile birlikte yirmi dört saat nöbet tutarlardı. Böylece bizim sorumluluğumuzda telefon ve telsizlerden aldığımız ihbarlara ekip sevk edip olaylara anında müdahale edilmesini sağlardık. Büyük olaylar olduğu zamanda Vali ve Bakanların bile geldikleri, hatta hiç olay olmasa da savcı, hakim ve tüm üst düzey yöneticilerin de çay içmeğe gelip günlerini burada geçirdikleri oluyordu.

Yerimiz Asayiş Şube oto garajının üstünde giriş kapısı kalın sağlam çelikten yapılmış, aynı zamanda içerisi Cinayet Masasının nezarethanesi olarak kullanılıyordu. Cinayet Büro Amiri, Asayiş Şube Müdürü, Müdür Yardımcıları, hatta Baş Müdür bile canları sıkıldığı zaman aşağı iner, burada çay filan içerler zaman geçirirlerdi. Sol tarafta suçluların kaldığı nezarethanemiz ve tam ön tarafta oturma yerimiz vardı. Her zaman suçlular bulunur giren çıkanı da çok olurdu.

O sağlam çelik kapıyı açmak için kilit sistemi de vardı fakat açıp kapamak zaman aldığından, veya sık sık açılıp kapandığından genelde özel yapılmış kapı kolu ile açar kapar sonrada kolu üzerinden çıkarıp nöbetçi memuru üzerine alırdı. Zile basıldığı zaman ortada ki küçük pencereyi açar, dışarı bakar, içeri alınacak adamsa içeri alınır yoksa alınmaz dı.

Ne aksilikse ben Nöbetçi Amiri olduğum zaman bütün nöbetçi memurların sağda solda işleri olur izin isterler, bende kimsenin gönlünü kırmaz herkese izin verirdim. Yine iki memurum izin istedi ve ben de izin verdim tek memurla kaldım. Hem telsizler hem de telefonlara cevap veriyor, aksatmadan görevi sürdürüyorduk. Yanımda ki Polis Memuru Sefer'ın çocuğuna Demetevler de araba çarpmış haberini aldık. Çocuğunun durumunu görmesi için Nöbetçi Amirliğin arabası ile Sefer'i çocuğun kaldırıldığı hastaneye yolladım ve ben içerde yalnız kaldım. Bu görevi tek başına sürdürmek biraz zor ve sakıncalı oluyor. Hem telefonlar hem telsizler bir iki de olay olursa altından kalkılmaz. Onun için bir ekip çağırarak o ekipte ki polis memurlarından birini geçici olarak yanıma almak istedim. Beş dakika kadar sonra çağırdığım ekip geldi fakat tüm aramalarıma rağmen kapı kolunu bulup kapıyı açıp ekibi içeri alamadım.

Son izin verdiğim Polis Memuru Sefer'e anons ederek telefon açmasını istedim. Sefer telefon açtı. Nöbetçi Amirliği kapı açma kolunun nerede olduğunu sordum. Yanında götürdüğünü söyledi. Derhal Kısma geri gelmesini istedim. On beş dakika sonra Sefer geldi. Neden kapı kolunu yanında götürdüğünü sordum.
Verdiği cevap: "Komiserim çok gelen giden olur, yerinden kalkar, oturur yorulursun, rahatsız olmayasın diye götürdüm." dedi. Akıllı memurun cevabı böyle. 

1 Kasım 2014 Cumartesi

ÜÇÜ DE ADAM

Bir seyahat esnasında uçak kazası olur ve üç kişi çölde bir bölgeye düşerek mahsur kalırlar.
Birincisi hemen bir somun ekmek çıkarır ve "Acıktığımız zaman yeriz." der.
İkinci şahıs içi su dolu bir matara çıkarır ve "Susadığımız zaman içeriz." der.
Üçüncüsü "Ben de bir araba kapısı getirdim. Sıcaklandığımız zaman camı açar, serinleriz." der. 

31 Ekim 2014 Cuma

FİSTUK

Temel askere gider ama komutanı Karadenizlileri hiç sevmez.
Kimlerin Karadenizli olup olmadığını anlamak için bütün askerleri toplar ve hepsine tek tek sorar:
"Fındık de bakim oğlum", "Findık" der asker.
Birine daha sorar. "Fındık" de bakim oğlum. "Fındık."
Temel de bu arada düşünür ve doğru söylemeği öğrenir. Sıra Temel'e gelir.
"Fındık de bakim" der komutanı. "Fındık" der Temel. Komutan şaşırır ve bir daha sorar.
Temel yine doğru söyler.
Komutan şüphelenir ve bu kez "fıstık de bakim oğlum" der. Temel "fistuk" der ve sopayı yer

 

30 Ekim 2014 Perşembe

İÇİSİ DA DOĞRU

Temel lisede iken öğretmeni yazılı imtihan eder.
Öğretmen aldıkları imtihan notlarını okur ve Temel'e "İmtihan cevaplarının hepsi doğru ama, Dursun'un ki ile kelimesi kelimesine aynı. Ne dersin bu işe?" der.
Temel de, " Hocam o zaman Tursun'un cevapları da hep doğru derum," demiş.

28 Ekim 2014 Salı

CEVABIN İNCESİ

Kral maskarası ve uşakları ile ördek avına çıkar.
Av uşakları, çevredeki ördekleri ürkütüp, kralın önünden geçmesini sağlarlar. Sonunda kral, önünden geçen bir ördek sürüsüne nişan alıp ateş eder ve heyecanla maskarasına sorar:
-Vurdum mu?
Maskarası cevap verir:
-Majesteleri, zavallı ördeklerin hayatını bağışlamak lütfunda bulundunuz.

27 Ekim 2014 Pazartesi

HAVA MUHALEFETİ

Hakem maç başladıktan bir süre sonra hava muhalefeti nedeniyle maçı iptal etmiş.
Müthiş sis varmış ve göz gözü görmüyormuş.
Bütün futbolcular soyunma odalarına giderek giyinmişler ve tam sahayı terk edecekleri sırada bir tarafın kalecisinin aralarında olmadığını öğrenmişler.
Soyunma odasının her tarafını aramalarına rağmen bu kaleciyi bulamamışlar.
Futbol sahasını aradıkları sırada kaleciyi bulmuşlar.
Kendi kalesinde iki direk arasında yalnız başına gidip geliyor ve kendi kendine söyleniyormuş, "Helal olsun bizimkilere, öyle bastırdılar ki, yarım saattır yanımda hiç bir oyuncu yok. Hepsi karşı kalenin önünde oynuyorlar."

26 Ekim 2014 Pazar

şiir HELALLAŞ BARI

Sen ki benim hayatımı alıp ta gittin,
Gelmedin, bir ömür boyu beklettin,
Seni de terk edecek, çok sevdiklerin,
İstersen benimle, gel helallaş barı.

Bilsem gönlünde, hiç yok mu yerim,
Sen benden uzakta, ben seninleyim,
Bu sevgime karşılık, olmasın derim,
Gönül almak için, gel helallaş barı.

Zehiri içirdin bana, durduğum yerde,
Hani o eski günler hiç var mı, nerde,
Belli olmaz ne olur, geçen günlerde,
Son defa benimle, gel helallaş barı.

Ben bende değilim ki, sen aldın diye,
Geriye istemem, benden sana hediye,
Olanlar oldu geçti, karıştılar maziye,
Sen yine benimle, gel helallaş barı.
                             Recep Ali Öztürk

25 Ekim 2014 Cumartesi

YATLARI VAR

Vaktiyle adam gitmiş kendisine kız istemiş. Kızın annesi babası da bakmışlar oğlan artist gibi maşallah, kızı vereceklerde sormuşlar işte adetten olduğu için, "Ee.. Damat adayı bey neyin var, neyin yok?" diye. Damat cevap vermiş, "Okyanusta gemilerim, karayollarında tırlarım, dünyanın her tarafında villalarım var. Kendi hayatımı seyahatla veya fuzuli işlerle uğraşarak geçiririm. İçkim, kumarım, karı kız gibi hiç bir kötü alışkanlığım da yoktur." der. Allah, Allah böyle zengin, yakışıklı ve güzel konuşan damat adayı kendilerine nasıl rast geldi? Çok sevinirler ve tekrar sorarlar, "Peki her insanın bir kusuru olur. Senin ufakta olsa kusurun var mı, nedir?" derler. Damat adayı cevap verir. "Benim de kusurum çok yalan konuşurum." der

11 Ekim 2014 Cumartesi

AGOP LA SİYANUŞ


     Siyanuş kocası Agop tan istekte bulunmuş:
     - Sular akmoor Agop, bir bakarsın degil?
     - Nereden çikarirsin simdi Siyanuş, ben muslukçu ?
     - Peki havagazini kontrol etsen.
     - Canim, ben tesisatci?
     - Agop, elektrik düğmesi de bozulmuş
     - Yeter artık Siyanuş ben elektrikçi?
    Agop akşam eve gelir bir bakar ki bütün arızalar giderilmiş. Siyanuş'a sormuş:
     - Canim, kime yaptirdin bunlari?
     - Kirkor'a rica ettim beni kirmadi.
     - Ne?... Kirkor mu? O dünyanin en kötü adamidir. Karşiliksiz bir sey yapmaz.
     - Evet, bana "Ya benimle yatacaksin, ya da elmalı pasta yapacaksin" dedi.
     - Sen de pastayi yaptin degil mi? Siyanuş.
     - Ah Agop, nereden cikarirsin bunu? Ben pastaciiii.
      

6 Ekim 2014 Pazartesi

ÜÇÜNCÜSÜ

Temel ile Dursun askere gitmişler. İkisi de komando olmuşlar paraşütle atlayacaklar. Yalnız Dursun çavuş olduğu için bunların komutanı. Herkese neler yapacaklarını tek tek anlatır. Helikopterden askerler atlarlar. Temel de atlar fakat Dursun anlattığı gibi paraşütün sağ tarafında ki ipi çeker paraşüt açılmaz. Sol tarafında ki ipi de çeker. Yine paraşüt açılmaz. Yıldırım gibi yere çakılmak üzere inerken, Temel kendi kendine söylenir. "Ola Tursun iki teduğunda yalan çıktı. Paraşüt açılmadı. Eğer yere enduğum zaman, üçüncü deduğun araba da peni peklemeyise sen yalan konuşiyisun da." der. Dursun dersi şöyle anlatmış. "Helikopterden atlar atlamaz paraşütün sağ tarafında ki ipi çekin. Paraşüt açılmazsa sol tarafta ki ipi de çekin. Parşüt açılacak ve siz yere indiğiniz zaman sizi jip bekliyor olacak. Sizi oradan alıp birliğe getirecek."

29 Eylül 2014 Pazartesi

BEN DE BİLMİYORUM

İki kişi tren yolculuğunda tanışmışlar. Yalnız bu yolculardan biri Karadenizli diğeri Kayserili. Kayserili bakmış ki Karadenizli çok saf. Kendi kendine "Ben bunu kandırır parasını alırım." diye düşünmüş ve bir plan yapmış. Sonra da Karadenizliye bir teklifte bulunmuş. Biri diğerine soru soracak, bilmeyen bilene para verecek. Karadenizli bu teklife pek sıcak bakmamış. "Ben cahilim sen kültürlü. Beni ütersin" demiş. Kayserili ısrar etmiş. Karadenizli kabul etmek için iki şart koşmuş. İlk soruyu kendisi soracak. Bilirse 100 liranın yarısını verecek. Bilmezse 100 lira alacak. Kayserili zaten dünden razı hemen kabul etmiş ve "Soruyu sor" demiş.
Karadenizli sormuş: "Bana beş kafalı, on iki bacaklı, sekiz kuyruklu bir hayvan söyle" demiş.
Kayserili: Vallah bilmiyorum.
Karadenizli: "Haa o zaman elini cebine sok ve 100 lira ver" demiş. Kayserilinin 100 lirasını almış cebine koymuş.
Bu sefer sıra Kayseriliye gelmiş ve "Sen söyle bakalım o hayvan ne idi?" demiş.
Karadenizli "Vallah ben de bilmiyorum. Al 50 liranı geri" demiş ve 50 lirayı geri verdikten sonra ben bu oyundan çok sıkıldım, daha oynamıyorum." demiş.

26 Eylül 2014 Cuma

IHLAMURLU KÖYÜ TARİHİ

Rize İli Fındıklı İlçesine bağlı Ihlamurlu Köyü; ilk zamanlar Artvin İli Hopa İlçesi Viçe Bucağı Yukarı Zuğu (Zuğu Ulya) Köyüdür. Aşağı Zuğu (Zuğu Sufla) şimdiki Sulak Köyüdür ve Ihlamurlu Köyü ile Sulak Köyü ikisi birlikte 'Zuğu' diye bilinir. Daha sonra Zuğu ismi de değiştirilir ve Ğayna olur.

Ihlamurlu Köyü, eski yıllarda çok değişik kavimlere ev sahipliği yapmasına rağmen, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Trabzon ile birlikte Türklerin eline geçer, ancak bu köye Türklerin yerleşmeleri 1800 lü yıllara rastlar.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1948 yılında Viçe Bucağının ismi Fındıklı olarak değişmiş, ilçe yapılmış ve 4 Aralık 1953’te Rize İli'ne bağlanmıştır. Zuğu Ulya ismi, Ğayna, sonra tekrar değişerek en son Ihlamurlu Köyü adını almıştır. 1964 yılında köye araba yolu yapılmış, fındıktan başka geliri olmayan çok fakir olan halk, yavaş yavaş canlanmağa başlamıştır.

Fındıklı'ya 10 km, Rize'ye 78 km uzaklıktadır.

Gevond Turyan Ermeni din adamı ve araştırmacı yazar 1917 de çıkardığı DADJAR isimli Ermeni dergisinde ve Ermeni Kronolojisi kitabında; 1100-1200 yıllarında Doğu Karadeniz Bölgesinde Rum, Ermeni, Rus, Gürcü ve çeşitli halkların yaşadıkları, Arapların buralara gelerek çok kanlı savaşlar yaptıkları, bölgede yaşayanların bir çokları öldüğü ve sağ kalanların bölgeyi terk etmek zorunda kaldıkları, sonraları kimlerin, nerelere, ne zaman yerleştikleri tam olarak bilinemediği anlatılmaktadır.

Yakın zamanlarda ki Ermeni gazeteci ve araştırmacı Ajanlar; Agop Jack Hacikyan, Sergey Vartanyan, Haygazun Alvırtsıyan ve Lusine Sahakyan'ın bölge halkları Lazlar ve Hemşinliler için yazdıkları tamamen siyasi amaçlıdır ve gerçeği yansıtmamaktadır. Tamamen espiyonaj faaliyetledir. Onların dedikleri gibi Hemşinlilerin katiyen Ermenilerle komşuluk ilişkilerinden başka hiç bir yakın ilişkileri olmamıştır.

Köyde Hemşinli ve Lazlar bir arada yaşarlar. HEMŞİNLİ ler; Kıpçak (Kuman, Kun) Türkleri, DURUT (DÖRTLER veya DÖRTOBA) boylarındandır. Kuman ve Kun olarak ta bilinen Kıpçak Türkleri uzun süren Rus savaşlarından sonra, 1240-1250 yıllarında Kayılardan sonra Semerkant, Buhara üzerinden Anadolu'ya, ki bu savaşlardan sonra meşhur Rusların 'İgor Destanı' yazılmıştır. 1400-1450 yıllarında ise ikinci dalga Kıpçak Türkleri Hazar Denizi Kıyılarından Aras Nehrini takip ederek, Horasan-Erzurum-İspir üzerinden Doğu Karadeniz'e geldiler. Hemşin ve Çayeli'ye yerleştiler. Aynı dönemlerde ikinci dalga göçlerle, Oğuzların Bayındır boyundan Akkoyunlu Türkleri de geldi ve onlarda Çamlıhemşin, Hemşin taraflarına yerleşerek bir süre yaşamlarını sürdürdüler. Daha sonra Hopa'ya yerleşerek Hopa da ki Hemşinliler oldular.

Çok şen ve neşeli olduklarından kendilerine Hep-şen ismi verildi. Zamanla Hem şen ve Hemşin oldu. Sonraları daha verimli araziler bulmak için diğer bölgelere dağıldılar. Gittikleri yerlerde geldikleri yerin ismi ile yanı 'HEMŞENLİ' olarak anıldılar. Zamanla Hemşin olarak değişti ve bugün Hemşin olarak bilinmektedir. İşte Hemşinli diye tanıdığımız bu insanlar Kıpçak ve Akkoyunlu Türkleridir. Ihlamurlu Köyünde yaşayan Hemşinliler de onların kollarından biridir.

Lazlar Kafkaslar üzerinden Doğu Karadeniz'e daha önce gelerek yerleştiklerinden, bölge eskiden Lazistan olarak ta bilinirdi. Bazı kaynaklar (Doç. Dr. Osman Karatay’ın 'Türklerin Kökeni' adlı kitabı) Lazların da Kıpçak Türklerinin bir kolu olduğu ve o zamanlar 'ALAZ' diye bilindikleri, zamanla değişerek 'LAZ' ismini aldıkları anlatılmaktadır. Doğu Karadeniz'e sonradan gelen ve kendilerine Hemşinli denilen Kıpçaklar ile uyum içinde yaşamışlar, hatta dış baskılara ve eşkıyalara karşı yaşam yerlerini birlikte savunmuşlardır. Belki de bu oluşum eski akrabalıklarına dayanmaktan kaynaklanır.

Tarih boyunca Ermeni ve Rumlarla da iyi geçinmiş birbirlerine kız alıp vermişler. Sonraları dış güçlerin ve Rusların teşviki ile Ermeniler ve Rumlar devlet kurmak bahanesiyle isyanlar çıkartarak, bu toprakları almak için bölge halkına karşı korkunç katliamlar yaptıklarından araya düşmanlık girmiştir.

Yerleşim yerlerini; sineklerden kaçmak ve hayvancılık yapmak için yukarı kesimlerden seçmişler. Zamanla yerleşim yerlerinden uzakta 'MERZE' dedikleri, yaz aylarında gidip kaldıkları, hayvanlarına otlak olarak kullandıkları başka mezralar açmışlardır. Halkın çoğu yaz aylarının çürük havasından kaçmak için hayvanları ile yedi saat yol yürüyerek, Kaçkar Dağlarının 2000-3000 metre yükseğinde ki yaylalara göç eder, burada 'ĞUĞ' dedikleri küçük evlerde 2-3 ay kalarak Ataları Kıpçaklar gibi yarı göçebe bir hayat yaşarlar.

Yaylalarda da daha önce Ermeni ve Rumlar yaşadığı, hatta üstü güneş, alt taraflarına koyu sis çöktüğü zaman dumanı deniz sanarak yüzmek için kayalardan aşağı atladıkları ve öldükleri anlatılır. Hala evlerinin kalın duvar kalıntıları vardır ve bazı yer isimleri de onlardan kalmıştır.

Bir rivayete göre 'KAÇKAR DAĞLARI' ismi Kıpçak Türklerin KOÇ anlamına gelen 'KOÇKAR' isminden zamanla değişerek oluştuğu söylenir.

Lazlar Türkçe ve Lazca, Hemşinliler kaba bir üslup ile Türkçe konuşurlar. Ancak Lazca, Rumca ve Ermenice öğrenip konuşanlar da vardır. Yakın komşuluk ilişkileriyle başka milletlerin tesirinde kalarak dil ve kültürlerinin çok azı değişime uğramış, başka milletler de onların tesirinde kalarak bir çoğu Müslüman bile olmuşlardır. Çok şen ve neşeli olan bu insanlar bölgeye kemençe, tulum ve horonu getirerek yayılmasına sebep olmuşlardır.

Bölgede yaşayan halk ilk zamanlar başta hayvancılık olmak üzere, arazisi olanlar fındık üretir, çiftçilik yapar, orman ürünlerinden faydalanır, çok fakir bir hayat yaşarlardı. Bütün alış verişleri veresiye yaparlar, 'Fındık vakti' diye ödemelerine vade koyarlardı. Daha sonra Atatürk'ün teşvikiyle çay üretilmeğe başladı ve halkın refah seviyesi çok yükseldi.

1917 de Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle Ali Rıza Beyin araştırmaları sonucu Rize'de çay üretilebileceği tespit edildi. 1922 yılında Mustafa Hulusi Bey tarafından Rusya'dan şemsiye demirinin borusu içinde, kaçak çay tohumları getirilerek deneme üretimi başlatıldı. 1940 yılında ise Muğla Millet Vekili Zihni Derin tarafından çay üretimi tam olarak geliştirilerek 1947 yılında ise Rize Fener Mahallesinde ilk çay fabrikası kurularak çay üretimine tam olarak başlandı. Ihlamurlu Köyünde ise ilk olarak 1949-50 yıllarında çay fidesi toprağa dikilmiş, sonra ki yıllarda da üretimi başlamıştır. Şimdi kivi ve az da olsa yaban mersini üretimi yapılmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu1830 yılından önce nüfus kayıtları tutmadığı için bu bölgede bu tarihten önce kimlerin yaşadığı tam olarak bilinmese de, bu tarihlerden sonra ki nüfus kayıtlarına göre; Ihlamurlu Köyüne; 1834 te, ilk olarak Kürdina (Aksu) lar, ve sırasıyla 1836 da Mollaloğlu (Yılmaz) lar, 1837 de Beşli ler, 1844 te Taşçı (Öztürk) lar ve Peştamalcı (Güneş) lar, 1847 de Civelekler, 1861 de Mutinoğlu (Özmetin) ler, 1870 te Altuncu lar, 1871 de Hocoğlu (Özcihan) lar, 1873 te Musalar (Hafızoğlu, Gülten) ler, 1880 de Saidoğlu (Atasevim) lar, 1881 de Sırma, 1892 de Fikoğlu (Özgümüş) lar, 1897 Abdoğlu (Gegez) lar, 1906 da Göçer ler yerleşmiş ve hala daha yaşamaktadırlar.

NOT: Yoğun ilgi ve istek üzerine bugüne kadar ki Ihlamurlu Köyünde yaşayanların ve hala daha yaşamağa devam edenlerin nüfus kayıtları, 'HARDUMA' Blogu, IHLAMURLU KÖYÜ SECERESİ' sayfasında kimlik numaraları silinerek yayımlanmıştır. Merak eden herkes, kendi gerçek sülale secerelerini bu kayıtlarda bulabilirler. Saygılarımla...

Yararlanılan kaynaklar:
Artvin ve çevresi Kıpçak Türk Tarihi: Kurat ,Akdes Nimet-Türk kavimleri ve Türk Devletleri,s83,84.Kırzıoğlu,kıpçaklar s.148-M.Fahrettin Kırzıoğlu).- Çoruh boyu kıpçak Türkleri kitabı-M. Fahrettin Kırzıoğlu ,Yukarı kür ve Çoruh boylarında kıpçaklar Ankara 1992. T.C. Rize Nüfus Müd. Akkoyunlular.