SAYFALAR

31 Mayıs 2014 Cumartesi

BAĞIRAMAZSIN

1976 yılı Adana Cinayet Masası Tuncay isimli bir hırsız yanında çalıştırdığı elemandan sebep başka bir dolandırıcıyı bıçaklamış, öldürmüştü. Geldi bize teslim oldu. Onlarda öyleydi. 

Dolandırıcılar yanlarında çocuk çalıştırır, çaldırdıkları paraları ellerinden alır öyle geçinirlerdi. Ayrıca o çocukla cinsel ilişkiye de girerlerdi. Başka bir dolandırıcı onun yanında ki çocuk ile ilişkiye girince öldürmüş. Uyuşturucu ne almışsa ağzından salyalar akıyordu. Öyle külhanbey ağzıyla bizlerden çay, sigara filan istedi. Belli ki sarhoş olduğu için hiç bir şeyin farkında bile değildi.

"Ağabey ğarkın (halkın) çocuğunu düzüyordu ben de öldürdüm." diye ifade veriyordu. Her şey ispatlı ve delilli, o zaman ki usullere göre Suç Üstü olarak evraklarını tamamladık ve şahıs hem haplı hem de tehlikeli olduğundan bir an evvel elimizden çıksın diye yetiştirip aynı gün Adliyeye intikal ettirdik. Hakim ifadesini alırken üç polis arkadaşta Tuncay tehlikeli olduğundan her hangi bir olay yapmağa kalkarsa mani olmak için hemen yanı başında bekliyorduk. Her zaman Hakim ifade alırken her ihtimale karşı, hakimin güvenliği açısından ben sanığın arkasında her hangi bir saldırısını önlemek için kendi prensiplerim olarak hazır bekler, tevkifinden sonra da hemen kelepçeyi takar cezaevine götürürdük. Başka suçlularda da ben hep aynı uygulamayı yapardım. Şimdi ki sanık Tuncay da haplı ve tehlikeli olduğu için tam arkasında bekliyordum. Öyle gençten bir hakim önümde ayakta duran Sanık Tuncay'ın ifadesini alıyordu.

Sanık Tuncay'ın kimlik tespitini yaptıktan sonra Hakim bana döndü ve "Sen kimsin? Ne bekliyorsun? Sen de mi sanıksın? Söyle bakıyım adını, soyadını" diye sordu. Polis olduğumu söyledim. Yüksek sesle bana "Sanığın yanında ne bekliyorsun?" diye bağırdı. Şahsın üzerinden daha hap etkisi geçmemiş. Sağa sola saldırabilir. Böyle bir saldırıyı önlemek için beklediğimi söyledim. 
Hakim bana; "Saldırı için mış. Çekil oradan." dedi. Şoke oldum ve sol tarafa bekleyen diğer arkadaşım Komando Şahin'in yanına geçerek birlikte beklemeğe başladık. Bu sırada ifade veren Sanık Tuncay "Sen polis ağabeyime nasıl hakaret edersin? Lan dümbük." dedi ve hakimin tarafına kürsü üzerinden atlayıp geçmek istedi. Ben hakimi kurtarmak için o tarafa doğru koşarken arkadaşım eski polis Komando Şahin kolumdan tuttu ve "Polis olaya en sonunda gider. Sen ne biçim adamsın? Beklesene yahu. Bıraksana ki hakimi bir terbi etsin." dedi. Biraz geç kaldım ama ben yine de Tuncay'ı tutarak geri salona indirdim. İfadesini alan ve beni azarlayan hakim korkudan biraz kaçtı, sonra da orada düştü, kriz geçirdi, hastahaneye kaldırdılar.

Tuncay tevkif oldu. Cezaevine götürürken de bana kızıyordu. "Bırakmadın ki herifi bir benzetsem" diyordu. O hakim daha sonra ki seferlerde de 'Sanığın arkasında niçin durmuyorsunuz? diye bizleri azarlıyordu. Fakat ben daha hiç durmadım ve bana da hiç bir şey demezdi. Bazen de getirdiğimiz suçluyu "Tevkif edeyim mi?" diye bize sorardı. Şerefsiz Nuray diye bir Polis arkadaşımız da "Suçu çok. Tevkif et, bu Şerefsizi Hakim Bey" derdi. (Dümbük: Adana da karısını satan adamlara derler.)   

30 Mayıs 2014 Cuma

ÇELİK KASA

1986 yılı Ankara ya gelişimin birinci yılı Hırsızlık Bürosunda kırık dökük plakasız mavi renkli FORT marka minibüs araba ile, günde verilen beş litre benzinle, bazen dört bazen de üç arkadaş gece gündüz görev yapıyorduk. Zaman Aralık ayları filandı. Çünkü kar yağıyordu ve dışarıda çok soğuk vardı. Böyle zamanlarda arabamıza da yeteri kadar mazot vermediklerinden merkezi bir yere çeker, olay olmadıkça dolaşmazdık. Denelde de bu tür beklemeleri taksi duraklarında yapardık. Sağolsunlar bizler çay şeker getirir onlarda demler. hem kendileri hemde bizler içerdik.

Taksi duraklarında beklememizin çok büyük avantajları vardı. Onlar gece gündüz çalıştıklarından şehrin neresinde ne var, hatta kimler ne yapıyorlar, çok iyi bilirlerdi. Bildiklerini söylemezler, ağızlarından söz alabilirsen her şeyi öğrenebilirdin. Bir gece geç saatlerde Esat bölgesinde bir taksi durağında oturduk ve taksi şoförleri ile çay içip muhabbet ederken o durakta ki şoförlerden biri işten geldi, oturdu "Ağabey ben az evvel iki genci bir yerden başka bir yere götürdüm. Kendilerinden çok şüphelendim. Sağlam bir beze sarılmış çok ağır bir şey götürdüler." dedi. Konuyu detaylı bir şekilde sorduktan ve bindikleri, indikleri yerleri tam olarak öğrendikten sonra oradan ayrıldık ve şahısları bıraktığı adrese gittik.

Gece saat 02.00 sıralarıydı. Taksici gençlerin girdiğini söylediği apartmanı bulduk. Esat'tan Gazi Osman Paşa'ya çıkarken ana yolun sol tarafında bir yerdeydi. Sekiz-on daireli apartımanın ışıkları sönük, sadece ikinci katında bir dairenin ışıkları yanıyordu. Demek ki taksicinin bıraktığı ve şüphelendiği şahıslar bu daireye girmişler, daha da yatmamışlardı. Etrafı iyice inceledik. Ev yüksekte ve şahısların kaçabilecekleri hiç bir yer yoktu. Yinede tedbirli davranarak, arabamızı uzağa çekip görünmeyeceği gibi ara sokakta sakladıktan sonra, iki arkadaşımı dışarıda bırakıp, bir memur arkadaşımla birlikte merdivenlerden yukarı bu dairenin kapısına çıkarak ziline bastım. Kapı hemen açıldı. Açıldı fakat bizi karşısında gören bir genç şaşırıp telaşe kapıldı. Yanımda ki Polis Memuru Süslü Nevzat ile birlikte içeri daldık. Evin içinde salonun kapısı önünde 250 kiloluk koca bir çelik kasa bir branda bezinin üzerinde duruyordu. Mesele anlaşıldı. Taksicinin bildirdiği olay bir hırsızlık olayıydı ve hırsızlar bir çelik kasa çalmışlardı fakat hırsızlardan birisi içerde yoktu. Evin her tarafında inceden bir arama yaptık. Şimdilik suç unsuru olabilecek bir adet yedili Belçika tabanca ile o tabancaya ait 7.65 mm fişekler vardı.

Şahsa hemen kelepçe vurduk ve içerde beklemeğe başladık. Yarım saat kadar sonra kapı tekrar çalındı. Bu sefer aynı çabuklukla kapıyı hemen biz açtık ve gelen iki kişiyi de yakaladık. İçerde ki gencin beklediği çelik kasayı açmak için bir kişi, hırsızın arkadaşı ile birlikte geldiler. İki kişi daha yakalayıp kelepçe vurduk. İki suçlu duvar delmek süretiyle kuyumcudan çaldıkları çelik kasayı açabilmek için tanıdıkları bir uzman kişiyi evlerine getirmişlerdi. Üçünü de yakaladıktan sonra çelik kasayı da alarak Emniyet müdürlüğüne geldik. Bu çelik kasayı iki arkadaş kuyumcu dükkanından çalmışlar ve O taksicinin arabası ile evlerine götürmüşler. Bir arkadaşları kasayı açması için başka bir hırsızı getirmeğe gitmiş. İçerdeki o gelecekleri beklerken biz gitmişiz ve her şey tereyağından kıl çeker gibi kendiliğinden halloldu. Ertesi sabah kasası çalınan kuyumcu daha müracaata gitmeden biz kendisini aradık ve 13 kilogram altın ile çelik kasasını kendisine teslim ettik.

Şahısların buna benzer bir çok olayları daha vardı hepsinin yerlerini gösterip suçlarını itiraf ettiler. Hatta evlerinde bulduğumuz sarı altına benzer Amerikan altını dedikleri sahte mücevherler de çalıntı idi. Onları da başka yerlerden çalmışlar, altın olmadıklarını anlayınca atmamış, saklıyorlardı. Adliyeye yolladık tevkif oldular. Kasa ve altınları da mal sahibine teslim ettik. Hırsız hakime ifade verirken "Efendim biz planı kusursuz uyguladık fakat memur ağabeyler gelince işler ters gitti, yakalandık." dediler.  

29 Mayıs 2014 Perşembe

SORMAMIŞIZ

1989 yılı Hırsızlık Masası, Avni Turgut, Kolombo Avni olarak tanınan Başkomiser Hırsızlık Büro Amiridir. Akşamdan yakalanan sabıkalı ve şüphelilerin sorguları yapılıp suçsuz olanları sabah serbest bırakıyoruz. Bir sabah göreve geldikten sonra bankaya uğrayıp işlerimi halletmek için Emniyet Müdürlüğü nizamiyesinden dışarı çıkarken, suçsuz bulunup ta salıverilen iki hırsız da önümde yürüyorlardı.

Beni fark etmemişler ve kendi aralarında konuşuyorlardı. Biri öbürüne soruyordu "Benim zaten çok az hırsızlığım vardı, söylemedim. Seni tanırım çok hızlı hırsızsın, seni nasıl salıverdiler? Hiç hırsızlığın yok muydu? diyordu. Öbürü de cevap verdi. "Ohooo Küçük Esat ta ki levye ile hırsızlık işleri hep bana aittir fakat söylemedim." diyordu.

Hemen enselerinden ikisini de tuttum ve geri döndük. Kolombo Avni "Sen Komisere hırsızlıklarını söylersin de, ben Başkomiserim, bana nasıl söylemezsin." diye yapmadığını bırakmadı. Hırsızlar da "Ağabey siz bana yaptığım hırsızlıkları hiç sormadınız ki, söylesem. İki gün sıcak yerde beslediniz. Sonra salıverdiniz." diyordu.

Altmıştan fazla geceleyin mesken hırsızlığı yapmıştı. Yerlerini gösterdi. Hem de hapçı sapık hırsızlardan dı. Bir cadde de gece bir eve girer. Eğer mal kaldıramazsa kendi kendine kızar, mal denk gelene kadar o gece bütün evlere sıradan girmeğe devam ederdi. Mal denk geldi mi de, yani mücevher kaldırırsa misafir odasının ortasına çok miktar da pisler, mücevherleri alır giderdi. Hakikaten çok profesyonel bir hırsızdı. Savcılıktan gün alıp bir hafta elimizde tuttuk. Bütün mücevherleri yakalanmamak için Kırşehir kuyumcularına bozdurmuştu. Hepsini toplayıp sahiplerine teslim ettik.  

28 Mayıs 2014 Çarşamba

ALTIN YÜZÜK

1988 yılı Ankara Hırsızlık Bürosu. Hırsızlar Anafartalar Caddesinde bir kuyumcu dükkanını soydular. Gece duvar delmek süretiyle kuyumcu dükkanına giren hırsızlar yanlarında getirdikleri kaynak makinesini kullanarak çelik kasayı açtılar ve çok miktarda altın mücevher çaldılar. Olayın oluş şeklinden hırsızların çok uzun süre içerde kalıp çalıştıkları anlaşılıyordu. Kasa açma sırasında da ıslak havlu kullanarak parmak izlerinin silinmesini sağlamışlar, havluyu da içerde bırakmış, altınları almış gitmişlerdi.

Yaptığımız olay yeri incelemesinde hırsızların profesyonel oldukları, öyle sıradan bir hırsız olmadıkları belli oluyordu. Bu şekilde çalışan Kırşehir'li Ali isimli 50 yaşlarında bir hırsız vardı fakat uzun zaman dan beri de ortalıklarda görünmüyor, beş altı yıl hiç yakalanmamıştı. Çok büyük bir meblağ tutarında altın çalındığı için Büro elemanlarının hepsi kendince bazı çalışmalar yapıyorlardı. Bir taraftan da şüphelendiğimiz Ali isminde ki kasa hırsızını yakalamak için çalışmalar yapıyordu. Çünkü kendisi yapmasa da bu şekilde çalışan hırsızları tanır bizlere bilgi verebilirdi.

Olayın üzerinden dört beş gün geçmişti ve kuyumcuyu çalınan altınların resimlerini getirmesi için kısma çağırmıştık. Genel de bu tür olaylarda ben hiç yakalandığına rastlamadım ama çalınan ziynet eşyaların resimleri bütün illere gönderilir, hırsızlık olduklarından bahisle yakalandığı zaman bilgi verilmesi için tamimler yapılırdı. Kuyumcu Etem çalınan altınlarının otoğraflarını getirdi. Biz fotoğrafları alıp kendisine çay söyledik. Çayını içtikten sonra Kısım Amirine de bir 'merhaba' söyleyim dedi ve Kısım Amirimiz Turan Bey'in odasına girdi. İçerde hiç oturmadı, ayakta Başkomiser ile biraz konuştuktan sonra dışarı çıktı ve koşarak yanıma geldi. Benimle birlikte biraz yürüdükten sonra koridorda tenhalanınca gizlice kulağıma; "Komiserim benim kasamdan çalınan Amerikan altın yüzüğüm şu anda, sizin Amirinizin yanında oturan o adamın parmağındadır." dedi.

Ben kendisine "Böyle bir şey olamaz iyi düşün. Adam bizim Başkomiseri ziyarete gelmiş. Sen parmağında ki yüzüğü nasıl tanıdın? dedim. "Vallahi adamın parmağında ki yüzük, benim kasamdan çalınan altın yüzük olduğu kesin. Çünkü o yüzükler elle yapılır ve  tek yapılır. Dünyada bir benzeri daha yoktur. Fiatı da 7-8 bin dolar cıvarındadır." dedi. ,

Başkomiserin yanına da kendisinden biraz önce tanımadığımız bir adam gelmişti. Trafikte ehiyet mi ne aalacaktı. Başkomiser de kendisini tanımıyordu. Kuyumcular Derneği Başkanı yollamıştı. Bu adamın parmağında öbür adamın kasası kaynakla açılarak çalınan yüzüğü nasıl olabilirdi. Olsa da hemen sahibine sasıl denk gelebilirdi. Allah Allah.. Önce Kuyumcu Etem aldanıyor sandım. "İyi düşün." dedim. "Tamam ağabey yüzük benim" dedi.

Hemen Başkomiserin odasına gittim. Parmağında çalıntı yüzük olan adam yok, gitmişti. Durumu kendisine anlattım. Adamı ehliyet müracaatı için Trafik Şubede Adem Beyin yanına gönderdiğini söyledi. İki polis memuru yollayıp yakalattık. Evinde yaptığımız aramada bir şey bulamadık. Kapıda bir ayakkabı boya sandığı duruyordu. Boya kutularının bırakıldığı ceplere bilezikler doldurulmuştu. Hırsız olduğu kesinleşti. Hemen sorguya aldık. Eski sabıkalı kendisinden şüphelendiğimiz Kırşehirli Hırsız Ali ile bu hırsızlığı yaptıklarını itiraf etti. Ali'yi yakalayabilmek için telefon açtırdık. Çünkü Ali Yakın çevresinden kendisini araştırdığımızdan kuşkulanmış, bizden saklanıyordu. Ali'ye telefon açtırdık. "Çok önemli olduğunu ve görüşmeleri gerektiğini" söyledi. Bahçelievlerde bir pastane ismi vererek oraya gelmesini söyledi. Hakan tek başına gitti pastaneye girdi. On dakika kadar sonra da Ali gelerek o da tuzağa düştü. Demek ki uzaktan buluşmak istediği pastaneyi gözetlemiş. Hakan tek başına gelmese kaçacakmış ve yurt dışına gidecekmiş. Ali yi de yakaladıktan sonra sakladıkları yerde diğer altınları da bulduk ve olay çözülmüş oldu.

Kuyumcu Etem'e çalınan altınlarını teslim ettikten sonra, Kırşehirli Ali ile suç ortağı Hakan'ı Adliyeye yolladık. Her ikisi de tevkif oldular. Başkomiser Turan Bey de "Arkadaşlar, şimden sonra bir hırsızlık olduğu zaman benim yanıma gidip gelenleri iyi takip eyleyin haa." diyordu.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

GİDOOR

20 yaşlarında çok güzel ve çok fakir bir Ermeni kızı AYGANUŞ hanım, baskı ile en zengin ve en yaşlı Ermeni erkeği olan BEDROS ile evlendirilir.
Evlendikleri ilk gece yaşlı adam Bedros, genç ve güzel Ayganuş'un yanında yatakta ölür.
Durum şüpheli olunca soruşturma açılır:
Komiser karakolda Ayganuş hanımın ifadesine baş vurur:
- Anlat bakalım kızım olay nasıl oldu? Bedros nasıl öldü?
Ayganuş hanım utana, utana ermeni eksaniyle başlar anlatmağa ve ifadesini verir:
- Valla Komiser bey ! O üstte ben altta...başladı titroor...ben bekloor... geldi ha geloor...geldi ha geloor...sandım Bedros geloor.. ben hala bekloor..meğersem Bedros gidoor....nasıl oldu ben de bilmoor...

24 Mayıs 2014 Cumartesi

İNSANIN PİN KODU

Güney Afrikalı Fizikçi Douglas Forbes'e göre her insan doğduğu güne göre kişilik alır ve herkesin bir pin kodu vardır. İnsanların PİN KOD ları sekiz haneli rakamlardan oluşur. Doğum tarihine göre hesaplanır. Pin kodu analızı; insanın kişiliğini, varoluş amacını ve kaderini ortaya koyan bir analiz yöntemidir. Sizlerde doğum tarihinizden pin kodunuzu hesaplayabilirsiniz. Her insanın olumlu ve olumsuz özellikleri bu rakamlar içinde saklıdır. Bir den sekize kadar ki rakamlar aşağıda ki duyuları temsil eder. Tanıdıklarınızı test ediniz hayretler içinde kalacaksınız. Bilhassa eşiniz huylarını inkâr edemeyecek.

1ci rakam: Kişilik,
2ci rakam: Sosyal bilinci,
3ci rakam: Küresel bilinççilik,
4ci rakam: Yaşam döngüsü,
5ci rakam: Ders,
6ci rakam: İçsel benlik,
7ci rakam: İçsel çocuk,
8ci rakam: Ruh duygusu,

Bir insanın pin kodu nasıl hesaplanır?

ÖRNEK: 29.12.1983 doğumlu kişinin pin kodunu hesaplayalım
Gün ve ay tek basamaksa aynen yazılır. Fazla basamaklar toplanarak tek rakama indirilir.
1. rakamın hesaplanması: Gün 29 rakamlar toplanarak tek basamağa indirilir. 2+9=11, 1+1=2 dir
2. rakamın hesaplanması: Ay 12 rakamlar toplanarak tek basamağa indirilir. 1+2=3 tur.
3. rakamın hesaplanması: Yıl 1983rakamlar toplanarak tek basamak yapılır.1+9+8+3=21, 2+1=3 tur.
4. rakamın hesaplanması: Çıkan ilk üç rakamın toplamıdır. 2+3+3=8 dır.
5. rakamın hesaplanması: Birinci rakam ile dördüncü rakamın toplamıdır. 2+8=10, 1+0=1 dir.
6. rakamın hesaplanması: Birinci rakam ile ikinci rakamın toplamıdır. 2+3=5 dır.
7. rakamın hesaplanması: İkinci rakam ile üçüncü rakamın toplamıdır. 3+3=6 dır
8. rakamın hesaplanması: Altıncı rakam ile yedinci rakamın toplamıdır. 5+6=11, 1+1=2 dir.

2 3 3 8 1 5 6 2     
29.12.1983tarihinde doğan kişinin pin kodunu hesapladık. Sayıların her biri kişinin olumlu ve olumsuz özelliklerini bildirir.
Rakamların Olumlu veya Olumsuz Özellikleri:
1 Sayısının Özellikleri, Hava elementi, YARATICI
Aktif: Lider, neşeli, yaratıcı, gururlu, hevesli, konuşkan, güvenli, girişken.
Tepkisel: Değişken, agresif, rahatsız, hoşgörüsüz, kendine güveni az, uyuşuk, depresif, egoist, mızmız.

2 Sayısının Özellikleri, Su Elementi, BESLEYEN
Aktif: Sakin, gözlemci, yumuşak, istikrarlı, domestik, sosyal, kendine yeten.
Tepkisel: Duygusal, ağlamaklı, savunmacı, geri çekilen, koruyucu, fırtınalı, duyarlı, melankolik, somurtkan.

Sayısının Özellikleri, Ateş Elementi, ORGANİZATÖR
Aktif: Organize, iyimser, hayat dolu, samimi, hayvan sever, azimli, ciddi.
Tepkisel: Yanlış yönlendirilen, düşmanca, korku dolu, fanatik, savunmacı, küskün, kayıtsız, kaba, öfkeli.

4 Sayısının Özellikleri, Toprak Elementi, BÜTÜNLÜK
Aktif: Bireysel, esrarengiz, hedefleri olan, zeki, adil, devrimci, şaşırtıcı.
Tepkisel: Gizli, alışılmamış, kinci, heyecanlı, patavatsız, önyargılı, yalancı, sabit fikirli, aldatan.

5 Sayısının Özellikleri, Hava Elementi, KÂŞİF
Aktif: Zarif, dışa dönük, entelektüel, sonuca giden, esnek, eğlenceli, mantıklı.
Tepkisel: İsyankâr, rahatsız, eleştirel, sivri dilli, yoğun, uçarı, zor, ters, sinirli.

6 Sayısının Özellikleri, Ateş Elementi, KARIZMA
Aktif: Büyüleyici, şefkatli, romantik, seksi, uyumlu, duyusal, arkadaş canlısı.
Tepkisel: İllüzyon gören, aşırı duygusal, kendine dönük, uyumsuz, talepkar, küsen, yapışkan, kıskanç.

7 Sayısının Özellikleri, Su Elementi, İDEALİST
Aktif: Sakin, sanat sevgisi olan, bağlanabilen, araştıran, idealist.
Tepkisel: Kinci, yalnız, duygusuz, radikal, ruh hali değişken, yoğun, endişeli, ihtiyatlı, kontrolcü, utangaç.

8 Sayısının Özellikleri, Toprak Elementi, GÜVENİLİR
Aktif: İstikrarlı, sabırlı, deneyimli, bilge, sorumlu, güvenli, gayretli, kayıtsız.
Tepkisel: Güvensiz, yoğun, obsesif, göstermeyen, hesapçı, manipülatif, hareketsiz, zorba.

9 Sayısının Özellikleri, Elementi yok, ÇOCUK
Aktif: Biricik, naif, artistik, kararlı, incinebilir, masum, çocuksu, dürüst.
Tepkisel: Çelişkili, karışık, dürtüsel, unutan, gururlu, düşük özgüvenli, inatçı, belirsiz, sabırsız.

23 Mayıs 2014 Cuma

HESAP

Matematik sözlüsünde öğretmen Ali ye sorar:
- Ali, babandan yüzde 20 faizle 1000 tl borç para alsam, sonra kendisine kaç para vermem gerekir?
Ali hemen cevap verir:
- 5000 lira. Öğretmenim.
- Nasıl olur Ali, sen hiç hesap bilmiyor musun?
- Ben hesap biliyorum da, siz benim babamı bilmiyorsunuz, Öğretmenim. der

22 Mayıs 2014 Perşembe

GÜNEYDOĞU

Geçenlerde PKK Partisi açıkladı, 40 milyon Kürt var imiş. Bölgede de asker yapmak için adam kaçırmağa devam ediyorlar. Tasfiye oldularsa askeri ne yapacaklar? Millete bir şey söylüyorlar, düşünmeğe fırsat vermeden zorla kabul ettiriyorlar. 

Peki bu iddianın üzerine hiç düşündünüz mü? Güneydoğuda hiç Türk yok mu? Yer yüzü yaratılalı beri oralarda hiç Türk yaşamadı mı? Çünkü Kuzey Irak dahil tüm oraların nüfusu 40 milyondur. Sadece benim bildiğim en az bir milyon Bulgaristan göçmeni var. Eğer giderseniz bakın yeşillik ve ağaçlık yerlerde ki yerleşim yerleri bu vatandaşlara aittir. Yanı göçmenlerin. Kürtler hiç ağaç dikmezlermiş. 'Düşmanım göigesinde saklanır ve beni öldürür' diye yeşillik sevmezlermiş. 

Peki Kürt olmayanları sayan var mı? Kaç kişidirler? Kürtlerin sahipleri var, onların sahipleri yok mu? Kürtler kendilerini sayarlar, onları saymazlar herhalde. Peki Kürdistan kurulursa bunlar ne olacak? Kabul ederlerse orada azınlık olarak kalacaklar. Kabul etmezlerse göçmen olarak Türkiye ye gelirler. Hani daha önce bahsetmiştim. Yunanistan ve Bulgaristan kurulduğu zaman bir ay Türk cesetleri ağaç dallarından sallanmış ve oraların milleti bile kokudan sokağa çıkamaz olmuşlar. 

Zaten öyledir. 'Halklara özgürlük' diyerek yola çıkarlar. Güç ve kuvveti ele geçirdikten sonra, önce özgürlük için kandırdıkları o halkı yok ederler. Asimilasyon da değil, doğrudan soy kırımı yaparlar. Türklere karşı olunca da bir Allahın kulu Avrupalı ses çıkarmaz. Bilen var mı? Rumeli de yaşayan milyonlarca Türk şimdi nerededirler? Kıbrıs Barış Harekatı yapılmasa orada ne kadar Türk vardı? Kaçı öldürüldü? Kaçı yaşıyor? Bilecek miydik? 

Ha bir de Yunan veya Bulgar tarihini okuyan var mı? Çok merak ediyorum, acaba ne yazıyor? Ülkelerini kurarken bizim içimizde ki kahramanlarından bahsediyorlar mı? İzmir'i işgal ettikleri zaman, o zaman ki İzmir in Türk Valisi Yunan askerlerini törenle karşılamıştı. Sonra da kalp kırızı geçirdi ve öldü. Ben sadece düşünmek için bir iki hatırlatma yaptım.   

21 Mayıs 2014 Çarşamba

ÖZLÜ SÖZLER

1 - İnsanın kendisine verdiği zararı, en büyük düşmanı bile veremez. 
2 - Tanrı insanları mesut olmaları için yaratmış, hataları onları bedbaht eder.
3 - Kararsızlık ve gecikme, başarısızlığın sebebidir.
4 - Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır.
5 - Yüksek sırıklar üzerine çıksanız bile, kendi bacaklarınız ile yürüyeceksiniz.
6 - İnsan düşünmek, inanmak ve sevmek için dünyaya gelmiştir.
7 - Hiçbir zaman çıktığın kapıyı hızla çarpma, geri dönmek gerekebilir.
8 - Sezgiler asla gerçeği göstermez, gerçek, duyularımızın çok ötesinde bir şeydir.
9 - Herkes hata işleyebilir, mesele hatayı anlayıp ısrar etmemektir.
10-Barış savaşa hazır olmakla sağlanır, savaşmayacağını bilseler seni yaşatmazlar.

20 Mayıs 2014 Salı

İKİ ŞEY

Ey insanoğlu hayatta kaldığın müddetçe hayırlı bir kişi ve mutlu olmak istiyorsan;
İki şeyi iyi öğren ve hiç unutma!
1) Allah ve Ataların,
2) Ölüm.

Şu iki şeyi de hiç hatırlamamağa çalış. Unut!
1) Yaptığın iyilik,
2) Sana yapılan kötülük.

Allah ile kendi arana hiç kimseyi alma. Çalış çabala ve Ondan başkasına yalvarma. Hiç bir zaman umudunu yitirme. Zaman bütün izleri, her şeyi, siler yok eder, eser bırakmaz. Bu nedenle geçmişini ve Atalarını hiç unutma, geleceklere de aktar. Dünya yalandır sakın aldanma. Bir tek gerçek vardır. O da Allah ve Ölüm. Kim bilir belki de ölüm iyi bir şey dir. Gideceğimiz yerde belki de buralardan çok iyidir de biz bilmiyoruz. Kim bilir Hee? Bilen var mı?

18 Mayıs 2014 Pazar

MEĞER AZRAİL TOPLAMIŞ

Anlatırlar ya eskiden Azrail açıktan gelir, adama görünür ve zorla canını alır gidermiş.
İnsanlarda tabii ki hiç ölmek istemezlermiş. İşte Azrail'in can alırken göründüğü zamanlarda gitmiş adama canını alacağını söylemiş.
Adam Azrail'e işlerini yoluna koyduktan sonra canını alması için ricada bulunmuş.
Azrail de adama on gün müsaade etmiş.
Adam bir kurtuldu ya, daha canını verir mi? Tam Azrail in geleceği gün binmiş uçağa Avustralya ya gidiyor.
Güya Azrail den kaçıyor.
Uçakta koltuğunda otururken birden o Azrail tekrar gelmiş karşısına dikilmiş.
BAkmış adam kurtuluş yok ölecek bu sefer Azrail'e "Canımı almak için uçağı düşüreceksin. Benim sebebime bu kadar kişi de ölecek. Biraz daha bekle de yere inelim canımı öyle al." der.
Bir iki saat daha yaşamak veya bir yolunu bulup kaçmak için bu teklifi yapıyor Azrail'e.
Fakat Azrail  "Ohooo senin gibi eceli gelenleri bu uçağın içinde bir araya toplayana kadar neler çektim, sen bilir misin?" der.

17 Mayıs 2014 Cumartesi

SONU HAYIRLI OLSA

Diyorlar ki, "Ölenlere Allahtan rahmet, yakınlarına sabır." Aslında hiç kimse ölenlerin ve yakınlarının derdinde değil. Herkes görsel yayına çıkıp nasıl daha güzel söz ederim diye ona bakıyor. Adamları zorla öldürmüşler. Gördük işte Şirket sahipleri tam bir komedi. Bu adamlar için insan hayatının ne kıymeti var. Ne anlarlar insandan? Yanı şimdi bir insanın onların paralarından kıymetli olduğuna inanıyor musunuz? Zaten o kömür ocağını da yok parasına almışlar. Biri almış başkasına vermiş. Şimdi de hepsi sanki söz birliği yapmış. "Böyle madenlerde çalışanlar ölmeği göze almış, her şeye razı insanlardır." diyorlar. Zaten öyledir. Ölenler ölür, kalanlarla işe yine devam edilir. Ölenlerin arkasından hemen lügatlar karıştırılır. Nasıl laflar edileceği seçilir ve en güzel bir şekilde taziyeler sunulur. Ölen işçiler ve tarafları konuşmacıların kardeşleri olurlar. Ölenlerden rant kapmağa çalışılır. Bir hafta sonra da olanlar unutulur, herkes kendi işine giderlerdi. Bu sefer böyle olmadı. Düşünün neler oldu? Bazıları adam da dövdü. Güya o çocuk onu dövmüş bir de yaralamış. Yedi gün rapor aldığı söyleniyor. Hala da görevinin başında görünüyor. Anlaşılan görevi bitmedi. Bazı şeyler tam açıklık kazanmadı. Bazı şeyler hiç anlatılmadı. Bazıları da tamamen yalan anlatıldı. Orada kurtarma çalışmaları yapanların içinde uzman kişi hiç yok. Vaz geçtik canlılardan, beş gündür cenazeleri bile çıkaramıyorlar. Elektronik ortamda içerde kaç kişi olduğu nasıl bilinmez aklım almıyor. Velhasıl 300 ün üstünde insan boşu boşuna öldüler. Aslında bu kaza ülkemizde çok hafife alındı. İnsana verilen değer tam belli oldu. Dünya devletleri manşet yapıp konunun üzerinde durunca işler karıştı. Şimdi de herkesin beklediği, inşallah yargı mensupları vicdanlarının sesine göre adil bir yargılama yapar ve doğru karar verirler. Olay oldu olalı doğrusu hiç anlatılmadı. Hep kaçamak ifadeler kullanıldı. Şimdiye kadar olan oldu geçti de, barı sonu hayırlı olsa. Allah ölenlere rahmet, yakınlarına sabır ve uzun ömür versin.

16 Mayıs 2014 Cuma

KURU SIKI

kuru sıkı tabanca ve fişekleri
Ankara da bir sabah Konya yolunda Opel araba sevisine gittim. Öğlene kadar arabama bakım yaptılar ve on iki otuz sıralarında işim bitti, servisten ayrıldım. Arabanın içinde flaş belleğe yüklediğim şahsıma ait dertli türküleri dinleyerek Batıkent te bulunan evime doğru İstanbul yolundan gidiyordum. Gün ortası olduğu için trafik pek yok, ben de yolun sağ tarafından yavaş bir şekilde gidiyordum.

Çiftlik kavşağına gelmeden o yolda zaten hız tahdidi var. Azami sürat seksen kilometre. Ben de en yavaş bir şekilde gidiyordum. Tam kavşağın alt geçidine geldiğim zaman ben sağ tarafa Demetevler tarafına dönebilmek için üstten ışıklardan geçmek için sağ şeride girdim. Daha dönmeden sağ şeritte kırmızı ışıkta beklerken, birisi bana "Ya amca," filan diye bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Birden kendime gelemedim. Acaba rüyada mıydım. Ama hayır rüya değil. Kendime geldim. Arabamda hiç tanımadığım yabancı bir genç adam vardı. Ellerini yokladım boş. Hay Allah halbuki ben arabada yalnızdım. Bu adam nereden çıktı? Ne zaman bindi? Hiç görmediydim. Ben direksiyonda adam yanımda oturuyordu. Benim arabama benden habersiz binen bir kişi her halde bana iyilik yapmak için binmemiştir. Mutlaka bana bir kötülük yapmak için binmiştir. Öyle değerlendirdim. Önce silahım aklıma geldi, belimin sol tarafında kılıfın içinde duruyordu. Uğraştım fakat emniyet kemeri engel oldu, çekemedim. Bu sırada ışıklarda bize yeşil yandı ve arkamda ki arabalar korna çalıp zorluyorlardı. Ben aceleyle adamı dışarı doğru ittim. Anlaşılan arabanın kapısını tam kapatmamış ki kapı açıldı, adam arabadan yolun ortasında asfalt üzerine düştü. Ben daha sağ tarafa da dönemedim ve kapım açık, düz İstanbul yolundan devam ederek kavşağı geçtikten sonra biraz ilerde durdum ve dörtlüleri yaktım.

Hay Allah, iyi iyi giderken bu neydi? Arabadan indim her tarafını kontrol ettim, bir şey yok. Demek ki o genç arabaya seyir halindeyken binmişti ve benim hiç haberim olmamıştı. Arkaya doğru baktım, gerçi düştüğü yer görünmüyordu fakat görünürlerde de öyle belirgin bir şey yoktu. Tekrar arabaya binip tam evime gitmek için hareket edeceğim sırada birden bir jip hızlı bir şekilde gelerek arabamın önüne kırdı ve durdu. O daha önce arabama binen ve aşağı attığım genç jipten aşağı atladı. Bu sefer elinde 9 mm Beretta F92 tabanca vardı. Ben hiç hareket etmeden olduğum yerde el firenini çektim ve ben de aşağı indim. Sokak lambası direğinin arkasına atlayarak kendime siper edip, tabancamı çektim ve tam üzerine doğru ateş edecekken, genç; "Yapma, yapma. Amca benim silahım kuru sıkıdır." diye bağırdı ve elinde ki silahı yere attı. Kuru sıkı ses fişeği veya gaz fişeği atan tabancalardır. Tamamen gerçeğine benzedikleri için soygunlarda ve adam kaçırma işlerinde çok kullanılırlar. Görünüşte gerçek silahlardan ayırabilmek çok zordur. Ateş edildiği zaman da gerçek silah sesi çıkarırlar. Ancak fişeklerde mermi bulunmaz. Namlu içinde de mermi geçmesini engelleyecek demir parçası vardır. Bazen bu demiri çıkarıp gerçek mermi atan silaha çevirirler fakat çok tehlikelidir. Atış esnasında insanın elinde parçalanırlar.

Ben hala inanamadım. Gittim silahı yerden aldım. Hakikaten kuru sıkı. Arabasında bir bayan ile bir de küçük çocuk vardı. Onlara saygılı davrandım ve genci dövmedim. Bayana "Bu adam deli midir?" diye sordum. "Amca sana bir iki defa korna çaldı yol vermedin." dedi. Ben zaten yolun sağından gidiyordum. Ne kornası anlayamadım. Sadece tabancasını aldım, daha geri vermedim. Genç çok korkmuş astar rengine girmişti. O hareket edemedi. Orada yolun kenarında oturuyordu. Arabamdan su verdim, onu içiyordu. Belki de dili tutulmuştu, hiç konuşmuyor sadece gözlerime bakıyordu. 'Bir daha böyle bir şey yapmamasını, herkesin benim gibi temkinli davranamayacağını' kendisine tembihledim ve oradan ayrıldım. Ben de çok korkmuştum. Hiç ummadığım bir yerde büyük bir belayla karşılaşmıştım.


15 Mayıs 2014 Perşembe

BAŞKASINA ÖĞRETİRKEN

Her şeyin çok heveslisiyim ya, 1980 de Yurtdışı Görevinden Yurda dönerken bir tane en iyisinden Havalı Tüfek getirdim. Onların da çok çeşitleri var. Ben içinde yiv set olan ve ateşli silaha yakın derecede tesirli olanı aldım. 4.5mm (1.77kalibre) çapında tek saçma atar. Devamlı kullanmak için arkasında kıllar olan 2cm uzunluğunda özel yapılmış demir çivili mermiler aldım. Bunlar attığın yerde saplanır kalır ve tekrar alarak defalarca kullanılabilir.

İlk hız 280m/s dır ve 50-60 metreden iyi bir atıcı bir kuşu vurabilir. Dört beş sene bu tüfeği kullandık. Kullndık derken hedef belirler belirli hedeflere atış yaparak, atış malakalrını geliştirmekti. Çocuklarda bende ortak kullanıyorduk. Bir taraftan da çocuklar hedefe atış etmeği öğreniyorlardı. Hem de her hangi bir silahı kullanmak kurallarını çocuklara olası kazalar hakkında çok titiz davranıp hiç akıllarından çıkmayacak bir şekilde her zaman anlatıyordum. Birinci kural; kesinlikle namlu bir canlıya çevrilmeyecek. Silah sökülmüş elinde parçaları olsa bile namlu kısmı insana çevrilmeyece. Çocuklarda hep bu kurala uyarlardı.

Bir akşam yorgun argın görevden eve geldim. Her taraf kar buz çok soğuk bir Ankara akşamı idi. Ben eve geldiğim zaman bütün ailede eve gelmiş toplanmışlardı. Her zaman olduğu gibi tüm ailenin burnu kanamadan eve gelmelerinin sevinci ile huzur içinde oturup birlikte yemeği yedikten sonra kahve içerken birden aklıma geldi ve bu havalı tüfeği elime aldım. Gecenin bir haylı geç saatında sağına soluna baktıktan sonra, kırıp bir de fişek yatağına baktım. Tüfek boş. İki metre ilerde yanan sobanın başında oturup kahvesini içen eşime çevirdim. Kendisini çağırdım ve tam gözünün içine nişan aldıktan sonra "Gözünden vurayım mı?" dedim. Elini bana karşı kaldırdı ve "Şeytan doldurur, yapma" dedi. Bende bu arada tetiğin istinat boşluğunu filan almıştım. Çünkü silahı kontrol etmiştim ve boş olduğunu biliyordum. Boş tüfeğin tetiğini gözüne nişan aldıktan sonra düşürecektim.

Onların zaten tetikleri çok az bir kuvvetlen düşer. Eşim 'şeytan doldurur' deyince onun gözüne sıkmadım ve elimi sağ tarafa doğru çevirerek salonda ki lamba prizinin düğmesine nişan aldıktan sonra tetiğe bastım. Tüfeğin kendi hava sesinden başka 'çat' diye bir ses gelerek, pirizin üzerine siyah bir şey yapıştığını gördüm. Tüfeğin içinden çıkan önü sivri çivi arkası kıllardan yapılmış mermi, prizi delerek o çivi gibi şey tamamen içine gömülmüş.

Hemen elimde ki tüfeği fırlattım yere attım. Eğer eşimin gözüne atmış olsaydım o andan itibaren bütün olacaklar gözümün önüne geldi. Ben tüfeği kontrol etmeme rağmen kıllar siyah olduğu için namlunun içinde görememiştim. Onu da içinde çocuklar bırakmışlar. Bir arkadaşım isteyip duruyordu. Ertesi gün ona verdim gitti ve olayı bir priz değişmekle atlatmış oldum. Hala daha aklıma geldiği zaman üzerime soğuk sular dökülüyor ve irkilip duruyorum. O olayda beni kazasız kurtardığı için de Allahıma dualar ve şükürler ediyorum.     

14 Mayıs 2014 Çarşamba

HEPSİ ALLAHIN

Adamın biri başkasına ait elma ağacından elmalar toplar ve yerken elma ağacının sahibi yakalar. "Elmalarımı niçin çaldın? Parasını ver bakayım." der. Adam da para yok ya "Ya komşu bu elma ağacını  Allah yarattı. Onun için Allaha aittir. Beni de Allah yarattı, bir kuluyum. Dolayısıyla kendi malımı yemiş oluyorum. Bu nedenle sana para filan vermem" der. Elmanın sahibi hemen yan taraftan kalın bir odun alır ve elmasını yiyenin başına vurmağa başlar. Odunu yiyen adam şaşırır ve "Ne yapıyorsun? Bana niçin vuruyorsun?" diye sorar. Adam da "Bu odunu da Allah senin için yarattı. Ben sadece aracıyım. Sana kavuşturuyorum." der.  

13 Mayıs 2014 Salı

EN YAKIŞIKLI

 
Eğer becerebilirsem bir video yükleyeceğim. Bu video küçüklere ait bir videodur. Dubai de bir etkinlikte çocuklar dans edip eğleniyorlar. Demir Can Öztürk te burada. O herkesin ilgi odağı olmuş dans edip eğleniyor. Hiç tanımayanlar bile hemen Onu soruyorlar. Çünkü orada en yakışıklı ve ilgi çeken odur. İnşallah hayatta şansı da iyi ve yakışıklı olur. Partneri de çok güzel Maşallah. Lütfen videoya tıklayınız.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

DÜŞECEKLER

gürgen ağacı
Birbirlerini çok seven iki aşık evlenmişler. Stresten uzak doğal bir hayat yaşamak için, her çeşit ağaçların bulunduğu, ormanlık, her sabah çamların kokusuyla ve kuşların cıvıldama sesleriyle uyanacakları bir yer bulmuşlar. Oraya küçük fakat çok güzel bir ev yapmışlar. Her şeyleri dört dörtlük keyiflerine diyecek yokmuş. İki sevgili her sabah çam kokuları ve kuşların cıvıldama sesleriyle uyanırlar. Çamların arasında kimi zaman koşarak, kimi zaman yürüyerek dolaşırlar. Kâh balık tutar, kâh av avlarlar. İki yıl kadar her türlü dert ve stresten uzak bu harika yerde şahane bir hayat yaşarlar. Ancak bir sabah delikanlı uyanır, eşini yanında yoktur. Anlaşılan o daha önce kalkmış. Bulmak için dışarı çıkar ve evlerinin arkasında gürgen ağacı fidanının altında oturmuş ağlarken görür. Gürgen ağacını bilirsiniz. Dünyada ondan iri ve yüksek ağaç var mı? Bilmem. Çok kalın ve yüksek olduğundan üzerine halatla çıkılır. O da bir meziyet işidir. Herkes çıkamaz. Hemen yanına gider ve ellerinden tutarak "Sevgilim, ne oldu? Niçin ağlıyorsun?" diye sorar. Eşi "Kocacığım, şu gördüğün gürgen fidanı büyüyecek, gürgen ağacı olacak. Bizim de çocuklarımız doğacak, büyüyecek ve adam olacaklar. Bu gürgen ağacına çıkıp düşecekler ve ölecekler. Ben onun için ağlıyorum." demiş. Delikanlı o zaman düşünmüş ki; insanoğlu üzülmek ve stres yapmak için mutlaka bir şeyler bulur veya uydurur.  

10 Mayıs 2014 Cumartesi

DOLANDIRICILIK

Hoca dolandırıcılığı anlattıktan sonra bir öğrenciye sorar:
-Bana dolandırıcılığı anlat ve bir de örnek ver.
-Dolandırıcılık sizin bizleri sınıfta bırakmanızdır.
-Saygısız herif. Nasıl böyle bir cevap verirsin?
-Ama Hocam...sizin anlatmanıza göre 'dolandırıcılık' bir kişinin bilgisizliğinden faydalanarak onu zarara sokan bir davranıştır. Demiştiniz.

9 Mayıs 2014 Cuma

SİLAH KULLANMA HAKKI


(Eski Yasa)
765 Sayılı Türk Ceza Kanunu Madde 49:
1- Kanunun bir hükmünü veya salahiyettar bir merciden verilip infazı vazifeten zaruri olan bir emri icra suretiyle,
2 - Gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vukubulan haksız bir taarruzu filihal defi zaruretinin bais olduğu mecburiyetle,
3 - Gerek nefsini ve gerek başkasını vukuuna bilerek mahal vermediği ve başka türlü tahaffüz imkanıda olmadığı ağır ve muhakkak bir tehlikeden muhafaza etmek zaruretinin bais olduğu mecburiyetle, işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilemez.
Bir numaralı bentte gösterilen halde merciinden sadır olan emir hilafı kanun olduğu takdirde neticesinden hasıl olan cürme müterettip ceza emri veren amire hükmolunur.

(Yeni Yasa)
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Madde 25- Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
Bizi ilgilendiren Yeni Yasa;
5237 Sayılı T.C.K 25. Maddedir. Sonunda 'Faile ceza verilmez' der. Fakat bir öldürme olayında sen durumunu izah ve ispat edene kadar en az beş sene yatarsın. Bir defa "Nefsi Müdafaa" olması için şartların eşit olması lazım. Silah kullanacaksan şahsın elinde de silah olması lazım. Kaçarak kurtulma imkanın var ise silah kullanamazsın. Canına, malına ve namusuna tam kast edilmişse. Kurtuluşun hiç yoksa en son çare olarak, eğer defi başka türlü mümkün değil ise silah kullanabilirsin. Fakat bütün şartlara haiz olsan da o durumu delillendirmek lazım ki, işin en zor tarafı budur. İspatlayamazsın. Allah kimseyi mecbur bırakmasın. Bir olay olmadan önce, olmaması için gereken çabayı gösterip durumu o vaziyete götürmeyeceksin. Düğünlerde bayramlarda rasgele ateş etmekte suçtur. Hem silahını alırlar hem de gider hapis yatarsın. Ömür boyu da daha hiç ruhsatlı silah alamazsın.

8 Mayıs 2014 Perşembe

BAŞLIK

Ali Taşçı Sulak Köyünden Mahmut’un kızı Hanife Hanıma aşık olur. Hanife’yi babasından istetir fakat Mahmut rıza gösterip kızı Hanife yi Ali ye vermez. Halbuki Ali yirmi beş otuz yaşlarında herkes tarafından sevilen bir delikanlıdır. Hanife de Ali’yi çok sevmesine rağmen Mahmut’un inadı inat bir türlü razı olmaz ve iki aşık kavuşamazlar.

Hanife Taşçı Ali’ye haber yollar. “Beni kaçır.”
Ali de bir gece gizlice evlerine gider ve Hanife'yi kaçırır. Hanife’nin babası Mahmut olayı hiç hazmedemez. Onlar zaten çok dişli insanlar, zavallı Ali tek başına gariban biridir. Mahmut ve oğlu Hasan, Ali'yi ve kızı Hanife’yi öldürecekmiş. Bir kaç defa pusu kurmalarına rağmen Hanife’nin annesi Hatice haber verdiği için ellerinden sağ olarak kurtulmuş. O zamanlar onların Köyü ne de Zuğu diyorlarmış. Yanı Ali’nin Köyü Yukarı Zuğu, Mahmut’un Köyü Aşağı Zuğu’ymuş. Kızlarını Ali den geri alabilmek için her yola baş vurmuşlar. Ali de ölümü göze almış ve sevdiği kız Hanife Hanımı geri vermemiş.

O iki köyde de herkes artık bir vurgun olacağını, Mahmut’un Ali’yi kesin vuracağını biliyorlarmış. Vurgun olmaması için köyde hatırı sayılır kişiler bu iki aileyi barıştırmak ve vurgunu önlemek için devreye girerler. Başta o zaman ki Aşaği Zuğu Köyü Muhtarı Bayraktaroğlu Kazim olmak üzere Köy İhtiyar Heyeti Ali ile kız tarafı Hanife'nin babası Mahmut ve oğlu Hasan Çavuş'u barıştırmağa ikna ederler. Ancak Mahmut Ali den başlık parası isteyince işler tekrar karışır, husumet yeniden başlar. Çünkü Ali başlık parası vermek istemez. Köy ihtiyar heyeti düşmanlığın ortadan kalkması için çareler ararken Mahmut başlık parası yerine fındıklık vermesini ister. Şimdi Sarı Hüsnü’nün  kullandığı Ali'ye ait 'Büyük Fındıklık' dedikleri araziyi ister. Taşçı Ali onu da kabul etmez ve araziyi de Mahmut’a vermez.

İyice çıkmaza giren Köy Heyeti çözüm bulmakta zorlanır fakat Köy Heyetinin aklına iyi bir fikir gelir ve hemen taraflara sunarlar. ‘Büyük Fındıklık’ denilen Ali’ye ait bu araziyi her iki tarafta ortak kullanacak. Arazi yazın Ali'nin, Kışın ise Mahmut'un olacak. Söylentiye göre de bu teklif Mahmut’un çok ağırına gider ve bu yüzden köyleri terk eder, Rusya taraflarında kimsenin bilmediği bir yere gider, orada yerleşir ve bir daha da geri dönmez. 'Büyük fındıklık' dedikleri araziyi da artık vermezler ve her mevsim Ali kullanır.

7 Mayıs 2014 Çarşamba

ESPİYONAJ ÇALIŞMALARI

hemşenli giyimi (resim alıntı)
Bir insana; Agop Hacikyan veya Edwards'in 'Ermenisin' demesiyle Ermeni olunmaz. Bu insanlar tamamen şeytanı fikirlerle hareket etmekte ve Türkiye de yaşayan Hemşenli ve Ermeni vatandaşlara hakaret etmektedirler. 

Mahkemeye verilmeleri gerekir. Bir defa Emeni ve Hemşenliler arasında bölücülük ve düşmanlık tohumları ekmişlerdir. Ayrıca Türkleri kendi ülkelerinde entrikalarla ustaca asimile etmeğe çalışıyorlar. Bilim adamlığı kispesi altında bilinçli bir şekilde Türk Milletine düşmanlık ediyorlar, yok etmeğe çalışıyorlar. Bilim adamı hissi ve yanlı davranmaz. Yazıklar olsun onlara. Nere dayanarak 'Hemşenliler Ermenidir' demişler. 

Yok 'Prens Hamam' diye komutan varmış, bilmem neyimiş te, gelmiş oraya yerleşmiş te zamanla Hamam, Hamameşen ordan da Hemşen'e dönüşmüş. Belki ilk olarak Ermeniler Hemşen ve Çamlıhemşen'i kurmuş olabilirler. Fakat sonra Arapların korkusundan kıymetli ziynet eşyalarını toprağa gömüp canlarını kurtarmak için Ermeniler bu bölgeden kaçmışlar. Daha sonra Kıpçak Türkleri gelip Hemşen ve Çamlıhemşen'e yerleştiler, oradan da o bölgeye dağıldılar. Gittikleri yerlerde, geldikleri yer ismi ile 'HEMŞENLİ' diye çağrıldıklarından bu ismi aldılar.

Hemşenliyi Ermeni den barız bir şekilde ayıran ve benim aklıma gelen tam on üç ana unsur var:
1. Ermeniler isyanlar çıkartıp günahsız vatandaşlarımızı acımasızca katlederken Hemşenliler kadını erkeği ile karşı koymuş ve savaşmışlardır. Ermeni olsalar savaşmazlardı.
2. Hemşenliler; gaddar, acımasız insanları anlatmak için 'Ermeni Gibi' deyimini kullanırlar.
3. Osmanlı İstanbulda ki, veya orduya Paşa yaptığı Ermenileri Hıristiyan olarak tamamen serbest bıraktı asimile etmedi de 2000km uzakta Rize de ki Ermenileri niçin Müslüman ve Türk yaptı?

4- Hemşenliler ilk zamanlar çok fakirdiler. 'Fakir Ermeni' değil Türkiye de, dünyada hiç olmadı. Türkler cephelerde savaşırken onlar ülkemizde ticaret yapıp para kazandılar. Hala bazı yabancı adamlar harita ve detektörlerle  gelip Ermeniler Araplardan kaçarlarken toprağa gömdükleri altın ve paraları bulmak için arama yaparlar. Bulanlarda vardır. Ardeşen de 'Yetim bebek mezarı' diye her geçene dua okutturulan yerde ki mezardan çıkarılan ve Suriye sınırında 1976 da yakalanan altın bebek figürü. 

Yayla yolunda Saleres Gölünü geçerken ilk geçenlere, şeytanı kovmak için taş attırdıkları, gibi işaretlerle Ermeniler kaçarken gömdükleri altın yerlerine işaretler bırakmışlardır. Gelen yabancılar buna göre arama yapmaktadırlar. Hemşenliler Ermeni idi, Türk oldu göç etmedilerse kendi paralarını niçin toprağa gömdüler? Hadi gömdüler diyelim sonra niçin çıkarmadılar da şimdi başkaları gelip çıkarıyorlar?
Bu yörelerde bulunan gömüleri kimler bırakıp gitti? Haritalarla gelip altın arayanlar kimlerdir? Bunların aydınlanması lazım.
5. Giyim kuşamları da hiç bir birlerine benzemezler. Ermeniler Puşi takar mı?
6. Hemşenli kadınların fuhuş yaptıkları hiç görülmemiştir. Ailesine çok düşkündürler. Azat edilmiş köle gibidirler. Çok genç yaşta kocaları ölse bile evlenmez, ölene kadar dul beklerler. Bu asillik; değil Ermenilerde, dünyada hangi millettin yapısında vardır?
7. Hemşenliler neşelidirler. Kemençe, tulum, türkü, horon onların vaz geçilmez uğraşlarıdır. Ermeniler de böyle bir şey yok. Sadece tulumu bizden almışlar.
8. Dilleri de hiç benzemez. Komşuluk münasebetleri ile Hemşenli diline Rus, Ermeni, Gürcü, Rum, Megrel ve Lazlardan bazı kelimeler geçmiştir.
9. Hemşenliler yerleşik düzene geçince çoğu adetlerini unutmuşlar, fakat yeni bir bina yaptıkları zaman Ataları gibi koç keserler ve boynuzunu bu binaya çakar üzerine nazarlıklar asarlar. Hiç bir Ermeni böyle bir şey yapmaz.
10. Hemşenli örf ve adetleri ile Ermeni örf ve adetleri de birbirine hiç benzemez. Mesela Hemşenli de düğün arabasının önü kesilir. Önünü kesen bahçiş adı verilen ödül alır. Ermenilerde iki sene hapislik cezası alır.
11. Hemşenliler ihanet ve kalleşlik nedir bilmezler. Ermeniler Osmanlı topraklarında en iyi şekilde yaşadılar sonra da Ruslarla ve başka ülkelerle birlik olup Osmanlıyı arkadan vurdular.
12. Hemşenliler yardımlaşmağı severler, imece usülü vardır ve çok misafirperverdirler.
13. Hemşenliler Atalarından gelen gelenekle evlenen çocuklarını uzun zaman ayırmaz, oğul, gelin ve torunlar hep birlikte aynı evde yaşarlar. Hatta içlerinden bir kişi 'BUYURCU' denilen yönetici seçilerek, o hanenin idaresi onun tarafından yapılır ve bu nedenle hane nüfusu 20-30 kişi olduğu görülür.
14. Fiziki olarak ta Ermenilere hiç benzemezler. Hemşenlilerin hepsi Hollywood artistleri gibi. Velhasil bilim adamı bozuntuları Hemşen'de Ermenilerden boş kalan yerlere yerleşen Kıpçak Türklerini nere göre Ermeni ettiklerini anlamıyorum. Onlar kaçan Ermenilerin hala daha orada yaşadıklarını sanıyor olabilirler.
Şimdi Ermeniliği kabul eden Hemşenlilere sesleniyorum. Yukarıda saydığım özellikler sizlerde yok, veya duymadınızsa ben yalan söylüyorsam sizler gerçekten Ermenisiniz. Ermenilik belki kötü bir şey değildir. Fakat aslınızı inkar eder Ermeniyiz derseniz Atalarınızı yattıkları yerde rahatsız edersiniz. Saygılarımla.

5 Mayıs 2014 Pazartesi

KIPÇAK TÜRKLERİ

 
KIPÇAKLAR
Geçen Hemşenlilerin Kıpçak (Kuman)Türklerinden olduğunu yazmıştım. Altaylar, Urallar ve Horasan üzerinden 1250-1300 yıllarında Anadolu'ya ve daha sonra da Kafkaslar üzerinden 1300-1350 yıllarında Doğu Karadenize önce Kıpçaklar, sonra Avar ve Avşar Türkleri gelmişler. Kemençe ve tulumu Karadenize Kıpçaklar getirmişler. Eğlenceye çok düşkün oldukları gibi, çok ta savaşçı bir millet imişler. Moğolları yenen ilk ordu Kıpçak Ordusu olmuş. Eskiden Hıristiyan Ortodoks oldukları için Gürcülerle iyi anlaşmışlar. Bazı Komutanları; Kutuz, Aybek, Aktar, Kalavun ve Sultan Baybars tır. Karadenize Osmanlıdan önce Kubasar isimli bir komutanın önderliğinde gelerek yerleşik düzene geçmişler ve yavaş yavaş geçmişlerini unutmağa başlamışlar. Ruslarla yaptıkları savaşlar ve Kıpçakların zaferi üzerine meşhur 'İgor Destanı' yazılmıştır. Ermenilerle de iyi geçinmişler. Kültürlerinin tesiri altında kalmışlar. Bazı gelenekleri unutulmuş fakat unutulmayanlar da vardır. Birincisi; Hemşenliler yeni bir ev veya sehender yaptıkları zaman bir koç keser boynuzlarını birbirinden ayırmadan o evin veya sehenderin görünen bir yerine çakar üzerine nazarlıklar asarlar. Eskiyip düşene kadar orada durur. Bu adet sadece Kıpçak ve Avar Türklerinde mevcuttur. İkincisi; Hemşenli kadınlar hiç çok erkekli hayat yaşamazlar. Hatta kocası ölen bir kadın genç dahi olsa evlenmez ölene kadar dul bekler. Bu durum Kıpçak Türklerinde de aynıdır. Şimdi sizlere daha önemli bir şey söyleyim. O taraflarda bir türkü var. 'Cilveloy nanayda' Kıpçak Türkleri nin de söylediği bir türkü var. İkisinin de makamı aynı.
Atalarımızın söylediği türküler çok hoşuma gitti umarım sizlerin de hoşuna gider. O nedenle bir tane daha yayınlıyorum. Atalarımız müziğe çok düşkünmüşler. Horonu bilmem fakat kemençe ve tulumu çok severlermiş. Karadenize onlar getirmişler. Hatta çocuklara bile 'Kemençe' diye isim takarlarmış. Macar kıralını öldüren Kıpçak delikanlısının adı da Kemençe imiş. Böylece müziğe çok önem verdikleri de belli oluyor. Hem bizlerin de eskiden iki kişi bir araya geldimi mutlaka türkü kurar ve söylerlerdi. 'Vaytevoy' dedikleri çok büyük eğlenceler tertip ederlerdi. Bayramlarda salıncak kurar, dönme dolaplar yapar, türkü söyler, horon oynar, silah sıkar eğlenirlerdi. Şimdi Atalarımızın bu türkülerine rastlayıp ta dinlediğim zaman hep o eski çocukluk zamanlarım aklıma geliyor ve duygulanıyorum. Sizler de izleyebilirsiniz. Kolay gelsin.
Kıpçak Türkleri - Vidéo Dailymotion

3 Mayıs 2014 Cumartesi

VİCDAN

“Türk tarihi ile uğraşan bütün Avrupalı tarihçilerin biricik gayesi vardır, o da Türkleri tarihlerinden koparmaktır.” Arthur Mills Perce Stratton
Arthur M. Stratton
Yukarıda ki alıntıyı okudunuz mu? Arthur M. P. Stratton söylemiş. Babası İngiltere den Amerika'ya yerleşmiş bir Hırıstıyandır. 

Bakın işte ne demiş. Ben ne zamandan beri söylüyorum belki de bana inanmıyorsunuz. Şimdi bu adama ne diyeceksiniz? Ezbere mi konuşuyor? Hayır doğruyu konuşuyor. Öbür vicdansız arkadaşları gibi konuşmağa vicdanı el vermiyor. Bu sözü söyleyene kadar kim bilir nelere şahit olmuş ve ne tartışmalardan geçmiştir. 1975 te bu adam ölmüş. Allah bu adamı Müslüman Rahmeti ile ödüllendirsin. Sahipsiz bir millete yapılan haksızlıklara vicdanı razı gelmemiş ve en sonunda doğruyu söylemiş. 

Bütün Avrupalı da doğruyu biliyor fakat herkes doğruyu söyleyecek vicdana sahip değildir. Kim bilir başka söyleyenler de var da biz bilmiyoruz. Daha önce de bir Ermeni Rahip ten bahsetmiştim. Hani 1933 te İngiltere de Kilise de ayın yaptığı sırada Ermeni Örgütlerince örgüt üyesi iki kişi tarafından bıçaklanarak öldürtülmüştü ve katiller kahraman ilan edilmişti. İşte bu Ermeni Piskopos Gevond Turyan da 1917 de bir kitap yazmış, Ermeni isyanlarının Kiliselerden tezgahlanıp yönetildiğini, yabancı ülke elçilikleri ile irtibatlar kurularak Osmanlının yıkılması için çalışıldığını ilk olarak o anlatmıştı. Ve hala daha bizim haklı olduğumuzu savunacak bu Piskoposun eserinden başka bir kitap veya kaynak elimizde yoktur. Demek ki o da Ermeni olmasına rağmen dayanamadı ve doğrusunu yazdı, vicdanını yıkamadı. Bu Ermeni Piskoposa da Allahtan rahmet diliyorum. İşte vicdan budur. Vicdan, kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini temel alarak, yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliğidir. İnsana her zaman doğruyu söyletir.

2 Mayıs 2014 Cuma

şiir EY ANA

Ey ana.. bir gün büyüyeceksin, ev kuracaksın
Çoluk çocuğuna, ekmek götüreceksin,
Hanımın bekleyecek, pencerede,
Dememiştin ki bana.

Hayat yollarında yalnız başına yürüyeceksin,
Hem de dikenli, geçilmez, zor yollarda,
Beni bırakıp gideceğini, sokaklarda,
Dememiştin ki bana.

Budur işte, içlerinden belki de en önemlisi,
Sen olmayınca bana, zor olur yaşaması,
Dünya sensiz bir hiç imiş, doğrusu,
Dememiştin ki bana.

Başımı senin mezar taşına, koyup yattığımı,
Rahatsız ederim diye, gizli gizli ağladığımı,
Her dakika, her saat, her gün aradığımı.
Bana söylememiştin ki, gideceğini,
Bir daha geri, hiç gelmeyeceğini,
Ve sensiz yaşayamayacağımı!
Sen dememiştin ki bana.
                                         Recep Ali Öztürk