SAYFALAR

30 Haziran 2014 Pazartesi

ONA OLMAYI

Bu sefer de Temel çok hasta. Amansız bir maraza tutulmuş herkes yakın zamanda öleceğini düşünüyorlar. Temel de artık yakın zaman da öleceğine inanmış ve hanımına vasiyet eder. "Fatıme, pen elduğum zaman sakın pekleme. Çendune iyi bir koca bul ve evlen. Hatta penum en son alduğum takım elbiseyi de yeni kocana uydur ve ceysun." der. Fadime dertli, Temel'e derdini anlatır. "Pen çendisine denedum da, o ona olmayı da.." der. 

27 Haziran 2014 Cuma

İKİNCİ LİSAN

Fare yuvasının dışında bir peynir parçası gördü. Kafasını yuvasından dışarı uzatarak baktı. Kedinin tuzak kurduğunu düşünüp dışarı çıkmadı. Biraz bekledikten sonra "Miyav" diye bir ses duydu. Tuzak olduğunu ve yanılmadığını anladı.
Ertesi gün de peyniri gördü ve "miyav" sesini duydu, yine çıkmadı.
Sonraki gün peyniri gördü ve "hav hav" diye bir ses duydu. Köpek sesini duyunca kedinin ortalarda olmadığını anladı ve dışarı çıktı. Çıkmasıyla birden kediyi karşısında buldu. Kedinin tuzağına düşmüştü. Kedi onu pençeledikten sonra fare yerde yatarken yavrularına gösterdi ve anlattı: "Bakın yavrularım, size dememiş miydim, ikinci lisan gibisi yok." diye.

26 Haziran 2014 Perşembe

BAŞIM BELADA

Türkiye de yaşayan bir Yunanlı Rum vatandaşımızın çocuğu akşam okuldan evine döndüğü zaman annesine "Anne anne bugün okulda tarih dersinde hoca 'Türkleri' anlattı ve çok sevdim. Artık ben de bundan sonra Türk olacağım" demiş. Annesi çocuğa "O nasıl söz oğlum. Biz Rum asıllıyız, sen nasıl Türk olabilirsin?" demiş. Çocuk ille diretmiş. "Hayır ben Türk oldum. Türk'üm." demiş. Çocuğun bu konuşmalarını akşamdan eve gelen babası da duymuş. Annesi ve babası ne yapmışlarsa bir türlü çocuğu fikrinden vaz geçirememişler. Başlamışlar dövmeğe. Çocuk bir taraftan aglarken diğer taraftan da söyleniyormuş "Ne güzel, rahat yaşarken Türk olur olmaz kıyamet koptu. Başıma gelmeyen kalmadı. Turk olarak yasamak nekadar zordur?" diyormuş.

25 Haziran 2014 Çarşamba

TARİHTE TÜRK HALKLARI



Tarihler Boyunca Yaşamış ve Bilinen Türk Halklarının İsimleri şöyledir:

1-  Altaylar,       
2-   Avarlar,         
3-   Azeriler,      
4-   Balkarlar,          
5-   Başkurtlar,       
6-   Çiğiller,          
7-   Çulımlar,
8-   Çuvaşlar,         
9-   Dolganlar,
10- Dukhalar      
11- Gagavuzlar,          
12- Hakaslar,      
13- Halaçlar,          
14- Hamedanlar,
15- Hazarlar,          
16- Horasanlar,
17- Hunlar,          
18- Karaçaylar,     
19- Karakalpaklar,
20- Karapapaklar,      
21- Karaylar,         
22- Karluklar,       
23- Kaşkaylar,         
24- Kazaklar,
25- Kırgızlar,          
26- Kıpçaklar,       
27- Kırımçaklar,
28- Kimekler,       
29- Kumanlar,         
30- Kumuklar,      
31- Naymanlar,          
32- Nogaylar,      
33- Oğuzlar,          
34- Özbekler,          
35- Peçenekler,      
36- Sabirler,          
37- Salarlar,       
48- Tatarlar,          
49- Telengitler,      
40- Teleutlar,          
41- Tofalar,       
42- Türgişler,          
43- Türkler,       
44- Türkmenler,         
45- Tuvalar,       
46- Urumlar,          
47- Uygurlar,       
48- Yağmalar,          
49- Yakutlar,      
50- Yeniseyler,   
51- Yugurlar,

24 Haziran 2014 Salı

ONU HEMEN ASIN

Meşhur İncili Çavuş sarayda kaldığı zamanlar Padişah Sultan Murat'a taklitler eder kendisini eğlendirirmiş.
Bir gün Padişah vezirlerinden birini taklit etmesini istemiş.
İncili Çavuş ta Baş Vezirin taklidini yapmış.
Bu durum Baş Vezirin kulağına gidince İncili ye fena içerlemiş.
Bir gün çağırdıktan sonra ifadesini almış ve kendisine idam edeceğini söyleyerek zindana attırmış. İncili Çavuş bir kolayını bularak zindandan kaçmış ve kendisini doğruca Padişah Murad'ın huzuruna atmış.
Durumu kendisine anlattıktan sonra Baş Vezir'in kendisini idam edeceğini söylemiş.
Padişah ta "Sen hiç korkma. Hele seni öldürsün, ben de kendisini asarım." demiş.
İncili Çavuş "Ne olur Hünkarım? O beni öldürmeden önce siz Onu hemen assanız olmaz mı?" demiş.     

23 Haziran 2014 Pazartesi

OCAĞI YANIYOR

Osmanlının son Padişahı Sultan Vahdettin Han'ın son zamanlarında Yıldız Sarayında elektrik kontağından yangın çıkar ve saray yanar. Sarayın güvenlik ve bakımından sorumlu olan bekçi can korkusu ile hüngür hüngür ağlamağa başlar. Rahmetli Vahdettin Padişah bu durumu görünce, görevliye niçin ağladığını sorar. O da sarayın yanmasında kendi kusuru bulunduğunu ve bu kusurundan dolayı sarayın yandığını söyler. Sultan Vahdettin de "Esas bütün milletimin ocağı yanıyor, ben onu düşünüyorum. Bunun yanında benim evim yanmış ta ne kıymeti var?" der ve görevliyi teselli eder.
1922 de İngiliz Zırhlısı ile önce Malta'ya, sonra Hicaz ve İtalya
Cenova, daha sonra San Ramo da sefalet içinde yaşadı1926 da
öldü. Mısır Emiri Melik Hüseyin borçlarını ödedi sürgüne
giderken hazineden hiç para almadı cenazesi Şam da defnedildi.
Yunan hayranı
Vatanını sattı, 1922 de yurt dışına kaçtı. Bolluk
içinde yaşadı ve 1923 te Fransa Nice te 'vatan haini
olarak öldü.

21 Haziran 2014 Cumartesi

FETVA

kanuni sultan süleyman han
Bilmem bilir misiniz? Cihan Padişahı Rahmetli Kanuni Sultan Süleyman kırk altı yıllık saltanatı boyunca yaptığı bütün uygulamalar için Rahmetli Şeyhülislam ve Hocası olan Ebu Suud Efendi den fetva alırmış. Yanı bir yazı yazarak yapacağı her şeyi Ona sorar, eğer O uygun görürse yaparmış. Çocuklarının öldürülmeleri sırasında da fetvalar almış ve bütün bu aldığı fetvaları biriktirmiş. Hakkın rahmetine kavuştuğu zaman vasiyetine uyularak tabutunun yanına bir sandık koymuşlar. Sandığı da kendisi ile birlikte gömerken Ebu Suud Efendi görür ve hemen itiraz eder "İslam dininde ölünün peşine kıymetli eşya gömülmesi caiz değildir. Bunu Rahmetli Süleyman da bilmeyecek kadar cahil değildi. Bu nenin nesidir?" diye Yeni Padişaha sorar. Yeni Padişah Sarı Selim de "Sandığın içinde ne olduğunu bilmediklerini, sadece babasının vasiyeti üzerine sandığı tabutunun yanında kendisi ile birlikte gömdüklerini" söyler. Tartışma meselesi olunca sandığı mezardan geri almak isterler. Tam bu sırada sandık ellerinden düşer ve kapağı açılarak içinde ki kağıtlar etrafa, Kanuni'nin tabutu üzerine saçılır. Saçılan bu kağıtları okurlar ki, bu kağıtlar yaptığı her uygulama için Ebu Suud Efendi den aldığı fetvalardır. Molla Ebu Suud Efendi kağıtları okuyunca gördüklerine inanamaz, mezarı başında ağlamağa başlar ve "Ey Süleyman, sen kendini kurtardın, bakalım ben ne yapacağım?" der. Kanuni Sultan Süleyman 6 Kasım 1494 te Trabzon da doğmuş, hemşerimizdir.
 

20 Haziran 2014 Cuma

HAKK'IN HUZURU

Vaktiyle Kanuni Sultan Süleyman, sarayın bahçesinde elma ve armut ağaçlarının üzerinde dolaşan ve o ağaçlara zarar veren karıncaların öldürülmesi için Şeyhulislam Ebu Suud Efendi’den şöyle bir beyit yazarak fetva ister:
karınca köprüsü

"Dırahta ger ziyan etse karınca,
Zararı var mıdır ânı kırınca."

(Hububata zarar verse karınca, onu öldürünce zararı var mıdır? Günah olur mu?)

Ebu Suud Efendi de bir beyitle şöyle cevap verir:

"Yarın Hakk’ın divanına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca"

(Yarın Allah'ın huzuruna çıkınca, karınca da Süleyman'dan hakkını alır.)


19 Haziran 2014 Perşembe

ÖZLÜ SÖZLER

1- Ağır giden yol alır, hızlı giden yolda kalır,
2- Acı söz insanı dininden, tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır,
3- Ac at yol almaz, ac it av avlamaz,
4- Kem söz; duyanları hep düşman eder, insanı sözü sultan eder,
5- Olmaz, olmaz deme, olmaz, olmaz,
6- Söz bilirsen konuş senden ibret alsınlar, söz bilmezsen sus seni adam saysınlar,
7- Başını acemi berbere teslim eden, pamuğu cebinde taşır,
8- Bana benden olur her ne olursa, başım rahat olur dilim durursa,
9- Bin atın varsa inişte in, bir atın varsa çıkışta bin,
10-Cömert derler maldan ederler, yiğit derler candan ederler.

18 Haziran 2014 Çarşamba

PAZARLIK ETTİK

1976 Adana Cinayet Masası, Narlıca Mahallesinde bir cinayet işlendi. Adana da yerli halkından Arap uşakları dedikleri öyle ağır suçlar işlerlerdi. Adana nın çeşitli bölgeleri Şarklılar tarafından satın alınmış ve oralarda Güney Doğudan gelen halk otururdu. Onlarda zaten memleketlerinde adam öldürmüş sağ kalmak için kaçar gelir Adana ya yerleşirlerdi. İşte onlar birbirlerini öldürür ve kaçarlardı. Onları yakalamak çok zor oluyordu. Şahıslar Mardin, Urfa, Diyarbakır dan gelip olay işleyip kayıp olup gidiyorlardı.

Bu olayda Şarklılar arasında olmuş ve çok eski bir kan davasına dayanıyordu. Olay faili meçhul değildi fakat sanığı yakalayamadık. Suçlu Elazığ'lıydı ta memleketine de gittik fakat bir netice alamadık. Aradan altı ay kadar zaman geçti. Şahsın Tarsus ta bir çiftlikte saklandığını tespit ettik. Bir araştırdık ki çiftlik sahibi hakikaten Elazığlı ve bu suçlunun akrabası Celal isminde kendisinin de bir kaç cinayetten sabıkası bulunan bir adam. Ayrıca da Mersinde bir nakliye şirketi var. Celal'ın yanında çalışanların hepsi ya kanun kaçağı veya eski sabıkalı insanlar.

Kısım Amiri Başkomiser Cihat Yalım da olmak üzere, bir sabah şafak vakti dört kişi Tarsus a girişte ki bu çiftliğin kapısına geldik. Her tarafı kale gibi surlarla çevrilmişti. Büyük bir demir kapısı vardı fakat kapı kilitli dışarıdan açılması mümkün değildi. Uzun Tahsin'e dayanarak zorlukla duvar üzerine çıkıp içeri atlattık. İçeriden büyük demir kapıyı açıp bizleri de içeri aldı. İlerde iki üç ev görünüyordu. İki tane de büyük köpekleri vardı. Şoför Fahri bir yerden et buldu getirdi ve köpeklere vererek onları hapis ettik. Orada bir evin kapısını çaldık. Celal'ın adamıydı. Birlikte çiftlik sahibi Celal'ın evine gittik. Ona durumu anlattık. Bir anda orası ana baba günü oldu. Herkes sanki hazır bekliyorlarmış gibi kalabalıklaştı. Sanığı yakaladık fakat oradan kurtulmak imkansızdı. Hem jandarma bölgesi hem de Adana hudutları dışında bir yerdi. Silahlarını görmedik fakat gözü pek adamlar olduğu belli oluyordu. Gerekirse çatışma çıkacaktı ve bizi öldürüp Sanığı kaçıracaklardı.

Çiftlik sahibi Celal sabıkalı fakat neyin nasıl olacağını bilen gayet tecrübeli birisiydi. Bize ricada bulundu. Üç gün müsaade etmemizi, bazı işlerini yoluna koyup Aziz'i bize teslim edeceğini söyledi. Biz de daha kötü olaylar olmaması için Sanık Aziz'e beş gün süre verdik ve bıraktık. Oradan boş olarak Adana'ya geldik. Tam dördüncü gün Celal Kısma telefon açtı ve iki memur giderek sanık Aziz'i tabancası ile teslim alıp getirdi. Ondan sonra da Celal yanına bir suçlu gittiği zaman onu ikna eder bize haber verirdi ve yakalardık.  

17 Haziran 2014 Salı

KARADENİZLİLER EĞLENDİ

15.06.2014 Pazar Günü Karadenizliler Derneği hemşerilerini Karapürçek te 49 yıllığına kiraladıkları dağa götürdüler. Çok sayıda Karadenizli gönüllerince eğlendiler. Tabii Karadenizli Sanatçılar Cimilli İbo ve Selçuk Balcı da hemşerilerini yalnız bırakmadılar. Belediyeden kiralanan bu yerde aynen Karadenize benzemiş. Resimlere bakın göreceksiniz yemyeşil. http://youtu.be/xrNAKUSSkeI adresinden oynanan horonu paylaşabilirsiniz. İyi seyirler.

14 Haziran 2014 Cumartesi

OTO HIRSIZLIĞI

1993 Ankara Oto Hırsızlık Bürosu, O zamanlar son model Tempra arabalar çalınıyor, bir daha da bulunamıyorlardı. Bu hırsızlar sadece Ankara dan değil, çoğunluk İstanbul olmak üzere Türkiye nin bütün İllerinden arabalar çalıyorlardı. Ellerinde yedek anahtarları oluyor ve kendi arabaları gibi alıp gidiyorlardı. Her türlü olasılığı değerlendirmemize rağmen bir türlü anahtarı nerden bulduklarını ilk etapta anlamamıştık. Sonra anladık. Depo kapağını kırıp ona uyan anahtar yaptırıyorlardı. Hatta bazen arabanın sahibi yanında iken de önünden arabasın alıp gidiyorlardı. Yabancı arabaları çalmak için de genelde çekici kullanıyorlardı.

O zamanlar şimdiki gibi kameralar yok. İnternet bilgisayarlar yok. Cep telefonları da yoktu. Sabıkalıları fihristli bir deftere yazar oradan takip ederdik. Genelde araba hırsızlığı iki sebepten yapılırdı. Bir sıradan macera için, bir de organızeli olarak para kazanmak için olurdu. Macera için çalınan arabalar da mesela adam pavyona gitmiş, evine gitmek için Murat ve Reno arabaları düz kontak eder çalar. O arabalar ertesi gün, veya iki-üç gün sonra evinin yakınlarında bulunur, sahiplerine teslim edilirdi. Para kazanmak için organizeli olarak genelde son model yerli ve yabancı lüks arabalar çalınır bu arabalar da iki üç sene sonra bulunur sahiplerine teslim edilirlerdi. Bazen de bir araba bulundu mu çorap söküğü gibi 50-60 araba birden bulunurdu. Uzun süre bulunamayan veya Yurtdışından getirilen lüks araçlara sahte plaka ve ruhsat çıkartırlar öyle satarlardı. Onların bulunması da tesadüf veya rastlantı neticesinde olurdu. O nedenle bu araçların bulunması da uzun zaman alırdı. Vatandaş belki farkında değildi fakat bizlerde bir hırsız yakalayıp vatandaşın arabasını bulmak için can atardık. 

Ankara dan çalıntı araba sayısı 100 ü geçmişti. Bazı ipuçlarından yola çıkarak Çoğu telefonlar açmak suretiyle aynı şase ve motor numarası ile bir Tempra aracın ikinci bir ilde trafiğe kayıt edildiğini tespit ettim. Aracın Ankara da ki sahibini yanıma alarak, ikinci trafiğe kayıtlı il olan Manisa ya gittim. Manisa da yaptığım incelemede İzmir Karşıyaka da 'İNAN OTO GALERİ' den bu aracın satıldığını öğrendim. Bu galeri Adanalı Eyüp B. a aitti. Adanalı bir gözü kör Eyüp kurduğu altı kişilik oto hırsızlık çetesinin trafiğe kayıtlı sıfır arabaları çaldırıp, kendisine ait galeride ikinci bir fatura keserek sattığı ve başka illerde ikinci defa trafiğe kayıt ettirdiği anlaşıldı. İçlerinde Celal Ç. isimli Malatyalı hırsız arabaları kaldırıyordu. Bir gece önce çalacağı arabayı tespit ediyor, aracın depo kapağını kopararak bu kapağa uyan anahtar yaptırıyor, ertesi gece de gelip kendi arabası gibi çalacağı arabaya binip gidiyordu. 

Konuyu tam olarak anladıktan sonra Ankara'ya geldim. Onay aldıktan sonra hemen İzmir'e gittim. Ben gitmeden beş saat kadar önce apar topar galeriyi boşatmışlar. Sadece yere düşmüş hırsızlardan birinin çerçeveli büyük bir boy resmini buldum. Anlaşılan köstebek haberi tam zamanında yetiştirmişti. Sanıkları yakalayamadım. İşin tadı kaçtı. Ankara ya geri geldim. Bir ekibe Türkiye nin her İlinde çalışma yapabilecek onay çıkarttıktan sonra çalıntı arabaların tespit edilen bir kısmının satıldığı yerlerden toplanması için çalışma başlattık. Daha ekip yola çıkmadan Çete Reisi Adanalı Eyüp B. beni bir gece ev telefonumdan aradı. 'Ben kendisini yakalamayım, başkaları yakalarsa alıp sorgusunu yapayım, yakalanıncaya kadar bana haftalık 10 bin dolar haraç vereceği, bir de trafiğe kayıtlı istediğim lüks araba vereceği' teklifinde bulundu. Ben kabul etmedim. 

İstanbul Oto Masası çete elemanlarından arabaları kaldıran Malatyalı Celal Ç. isimli şahsı yakaladı. Çalıntı otoları toplamak için hırsız ile birlikte Anakara ya geldiler fakat ellerinde ki belgede, bize tanıtmamak için hırsıza uyduruk takma bir isim yazmışlardı. Bu suçlunun benim aramakta olduğum hırsız Celal Ç. isimli aradığım çete elemanı olduğunu anladım ve şahsı ellerinden zorla aldım. İki yüz den fazla çaldıkları arabaları tespit ettik ve sattıkları yerlerden zapt etmeğe başladık. Sonra tekrar hırsız Celal'ı İstanbul Polisine teslim ettim.

Bu esnada bizler tabii ki bir çok daha başka enteresan olayla veya kişilerle karşılaşıyorduk. Köroğlu Caddesinden Gri renkli bir Tempra marka araba çalınmış. Arabanın sahibi her gün bir Müdür Beyin yanında çay içip, bir de bizim Büroya geliyor ve Mecliste çalıştığını, elinde çok büyük yetkiler olduğunu, onun arabasını çok çabuk bulmamız gerektiğini, hatta biz polislerin onun arabasını çalanı bildiğimizi ima eder gibi laflar ediyordu. 

Biz zaten hırsızı yakalayamadığımızdan çıldıracağız, o da gelmiş canımızdan bezdiriyor. Mecliste çalıştığından da herkes bu adama katlanmak zorunda kalıyordu. Bir gün gelmiş yine ulu orta laflar ediyor ve Kısmın telefonundan bir yeri arayarak memurların yanında konuştuğu adama bağırıyor "Ben size ta ne zaman Emniyet Genel Müdürünü görevden alın dedim hala almadınız" diyor. Güya bizlere duyuruyor, göz dağı veriyordu. 

Memurlar bana söylediler. Adamı yakasından tuttum duvara bir vurdum ve bir daha gelmemesini, eğer gelirse çok kötü yapacağımı söyledim. En kızdığım şeylerden biri de etiket yapmaktır. Nufüz sahiplerinin işini göreyim, fakir fukara kalsın veya ne olursa olsun bu benim kitabımda hiç yazmadı. Hatta fakir fukarayı her zaman daha ön plana alırdım. Ne ise bu adam öyle pervasız davranıyor ki nerde ise biz polislere kendisi için bir araba almamızı isteyecekti. 

Göğsünden tutup duvara vurduktan sonra adam doğru Asayiş Şube Müdürü Hüseyin Beyin yanına koştu. Asayiş Şube Müdürü Hüseyin Bey beni çağırdı ve o adamın yanında iyi bir haşladı. Bende Müdüre bir şey yapamayınca adamın üstüne yürüdüm. Beni tuttular. Orda da adama bir daha gelmemesini tembihledim ve yukarı yerime çıktım. Adamla ilgileneceğiz diye görev bile yapamaz olmuştuk. Kısım Amiri Muharrem Bey tayınımı çıkartırlar diye tır tır titriyordu. Bana da kızıyor fakat pek belli etmiyordu.

Tatsız olaylar oldu fakat adamdan da kurtulmuş olduk. Bazen geliyor Müdür Beyin yanında oturup çay içiyor fakat yukarı Kısma benim olduğum yere gelemiyor, merdivenlerde filan gördüğü zaman da kaçıyordu. Herkes benim tayınımı bekliyor. Hatta manalı manalı yüzüme bakıyorlardı. Ben onlara da fırça atıyorum derken 15-20 gün sonra bu adam Kısma bir telefon açıyor. Kendisi ile Kısım Amiri Muharrem Bey konuşuyor. Adam Muharrem Bey'e "Sizin beceremediğiniz işi ben becerdim, arabamı buldum. Falan benzinci de bekletiyorum. Bir ekip yollayın." diye emrivaki ediyor. 

Muharrem Bey ekip yollarken ben de işe karıştım ve ekibe arabayı da adamı da varsa zanlıları da hepsini Kısma getirmelerini tembihledim. İki saat kadar sonra geldiler. Bir o arabası çalınan Mecliste çalışan adam, iki kişi de araba sahibi ve kardeşi. Gri renkli bir Tempra araba getirdiler. 

Arabayı motor şase tespiti için Makine Mühendisleri odasına yolladım. Aramızda tatsız olaylar olduğu için adam bana hiç yaklaşamıyor, ben de hiç taviz vermiyordum. Bu nedenle benimle konuşamıyor, önüne gelen memurlara bir şeyler anlatıyor, kedi tüyünden bahsediyordu. Yanıma çağırdım ve kendisine sordum "Senin araban olduğunu nasıl anladın?" "Ben ara sıra arabamda kedi gezdirirdim de bu arabaya binip kontrol edince arka koltuğunda, bir adet benim kedime ait tüy buldum. Ondan anladım. Bu araba benim çalınan arabamdır. Çünkü içinde koltuğa yapışmış kedimin tüyü vardı." dedi. Meğer koca Ankara da çalınan arabasının renginde bir araba görürse durdurur incelermiş. Kedisinin tüyüne bakarmış. Bunu da öyle yapmış, arabada kedisinin tüyünü bulmuş ve arabanın kendisine ait olduğunu iddia ediyor. Arabanın esas sahiplerini de iyice yıldırmış, onlarda öyle sessiz duruyorlar. 

Bu arada arabayı Makine Mühendisleri Odasına götüren ekipten telefon geldi motor ve şase numaraları tutmuyor ve numaralar orijinal, çakma değil. Dolayısıyla bu araba çalıntı değil ve onun arabası hiç değil. O hala daha "Nasıl olur? Kedimin tüyü çıktı, o araba benimdir. Ben arabamı ille isterim" diye yaygara yapıyordu. Arabayı esas sahibine teslim ettik. 

Ey Allahım Yarabbi bu kadar sabırlı olduğumu bilmiyordum. Sonunda dayanamadım bu sefer döve döve aldım, merdivenlerden sürükleyerek Asayiş Şube Müdürünün odasına getirdim. Ben yine Müdür bana kızacağını düşünürken, hiç tahmin etmediğim bir şey oldu. Asayiş Şube Müdürü  de ona "Nedir senden çektiğimiz? dedi ve kapısını önünde o da vurdu. 

Adamı öyle bırakamadık, göz altına aldık. Usulen kimlik soruşturması yaptık. Aaa çıktı meydana, o mecliste çalıştığını söyleyen ve Emniyet Genel Müdürünü tayin ettirecek olan, bizleri korkutan Mustafa isimli adam meğer dolandırıcıymış, altı ay da cezası var, aranıyormuş. 

Korktuğumuz adam cezaevine gitti. Çalınan arabası İzmir de hırsızlara ait İnan Galeri de yeni fatura kesilerek Diyarbakır da bir adama satılmış. Arabanın önceki Ankara plakası Diyarbakır plakası olarak değişmiş. Araba hem Ankara trafiğine kayıtlı çalıntı görünüyor, hem de Diyarbakır trafiğine kayıtlı yeni sahibi arabayı kullanıyor. İki arabanın da motor şase numaraları aynı. Bulduk, Diyarbakır dan getirdik ve kendisi de hapisten çıkmıştı, arabasını teslim ettik. 

Diğer hırsızların yerlerini tespit edip yakalamağa çalıştığımız ve tespit ettiğimiz bazı çalıntı arabaları toplamağa başladığımız sırada, Oto Masasından Ceraim Büro Amirliğine ve oradan da Asayiş Ekipler Amirliğine tayinim çıktı. Tayin olmadan önce bu çetenin reisi Adanalı hırsız bir gözü kör Eyüp B.evime telefon açtı. "Sen beni yakalama, haftada on bin dolar hesabına yatırayım. Bir de trafiğe kayıtlı en lüks arabayı üzerine kayıt ettirip vereyim." diyordu. Ben kabul etmedim. Malatya lı Celal dan başka Eyüp ve diğer çete elemanlarının yakalandıklarını hiç duymadım.    

11 Haziran 2014 Çarşamba

TALTİF

1974 yılı Adana Cinayet Masası. Yeni polislik ve Cinayet Masasında çalıştığım yılların hızı ile, daha önce zanlısı yakalanmış ve 7-8 ay dan beri hala cezaevinde yatan bir olay, Mahmut Şallı cinayeti. 

Şahit ifadeleri ve aleyhinde bazı deliller nedeniyle Adiyeye sevk edilip tutuklanan ve hala cezaevinde yatan sanığın gerçek sanık o olduğuna kanaatim bir türlü gelmedi. Olay gasp amaçlı cinayetti. Adana'nın sayılı zenginlerinden Mahmut Şallı, Şallı İşhanında ki evinde öldürülmüştü. Hem de hunharca. Kaynı İsmet Kayseri de yakalanarak Adana ya getirtilmiş ve Maktulün mallarına sahip olmak için öldürttüğü, zannıyla olayın faili olarak cezaevinde yatıyordu.

İsmet'in bu cinayeti işleyeceğine hiç kanaatim gelmedi. Tek başıma ve kendi kendime, arabasız, bazen belediye otobüsleri ile gidip gelerek bir ay kadar bir çalışma yaptım. 

Maske yapılıp olay yerinde bırakılan, bir pantolon bacağından, bu pantolonu dört sene kadar önce diken terziyi tespit ettim. Terzinin defter kayıtlarından esas sanığın ismi, vücut ölçüleri ve deftere toplu iğne ile tutturulmuş, aynı kumaşın parçasına Adana Yurt Mahallesinde ki bu terzide ulaştım. 

Terzinin ifadeleri ve defter kayıtları ile olayı tam olarak delillendirdim. Bacağından maske yapılan bu pantolonu İhsan isimli bir kahveciye dikmişti. Hatta parasını tam olarak ödememiş, bir kısmının üstüne yatmıştı. Adı geçen İhsan'ı çevresinden araştırdım. Esrar filan içip gece alemlerine düşkün birisiydi. Böyle insanlardan zaten her şey umulur. En azından bir incelenmeğe değerdi. 

Bir akşam üzeri İsmail'in kahvesine gittim. Çünkü böyle adamlar gündüz uyur mekanlarına gece gelirlerdi. İsmail zayıf, çelimsiz, mıymıntı birisiydi. Kendimi tanıttıktan sonra hakkında şikayet olduğunu Kısma gideceğimizi söyledim. Hiç itiraz etmedi ama rengi biraz katığını hissettim. Bir taksi çağırdım ve Kısma geldik. Daha önce hiç kimseye ekip arkadaşlarıma hatta Kısım Amirimize bile hiç bir şey bahsetmemiştim. İsmail de bana Kısma gelene kadar hiç bir şey sormadı. Elleri titriyor, konuşurken kekeliyordu. Kısma girdik. Kısım Amirimiz Cihat Bey daha gitmemişti. Önce herkese bir çay söyledim. Sonra bir notla birlikte elimde ki delilleri Cihat Bey'in önüne koydum. Cihat Bey aldığım ifade ve fotokopileri iyice inceledikten sonra ayağa kalkıp, gök gürültüsü gibi kendisine "Anahtarlar nerde lan?" diye bağırır bağırmaz "Tamam ağabey, her şeyi anlatacağım." dedi ve anlattı. Tespit ettiğim bu kesin delillerle ve şahsın verdiği ifadelerle kayıp olan kasanın anahtarı da bulunması üzerine gerçek sanığın bu şahıs olduğu anlaşıldı ve şahıs tevkif oldu.

Aynı olaydan cezaevinde tutuklu bulunan İsmet isimli şahıs salıverildi. 

Bu çalışmamdan dolayı bir maaş karşılığı para ile taltif edildim. Kısım Amirimiz Cihat Yalım iki maaş, Şube Müdürümüz Adil Yazıcıoğlu da iki maaş ile taltif edildiler. Bir ay kadar sonra Bakanlıktan ödeme emirleri geldi. 

Paraların ödenmesine sıra gelince Emniyet Müdürlüğü Mutemedi Naci Şahin ile Fehmi Tulubaş beni çağırdılar. O zamanlar da 1974 Sayılı Personel Kanunu yeni uygulamağa başlanmıştı. Önce 654 sayılı Devlet Memurları Kanuna göre maaş alırken sonra 1974 Personel Kanununa göre maaş alıyorduk. Mutemetlerde bana ödeyecekleri taltif ikramiyesini eski usul 654 sayılı Kanunun geçerli olduğu zamanda yazıldığı için, o zaman ki maaş üzerinden hesaplayıp, vergi ve kesintilerini ise yeni 1974 Sayılı Personel Kanununa göre hesapladıklarından, onlar bana değil de, benim onlara borçlu olduğumu, on iki tl ödemem gerektiğini, eğer şimdi ödemezsem maaşımdan keseceklerini söylediler.

Haydaa bize göre bir maaş ikramiye verecekler, benden on iki tl istiyorlar, ben devlete borçlu çıkıyor muşum. Kısım Amiri ve Müdüre çok maaş ikramiye yazıldığından onlar yakayı kurtarıp para bile alabiliyorlardı, bana bir maaş yazıldığı için borçlu kalıyordum. 

"Taltifi istemiyorum, devlete bağışlıyorum." diye dilekçe verdim. Az kalsın üstlerini eleştirmekten ceza da vereceklerdi. Üç dört ay kadar uğraştım, dilekçeler verdim ve yeni Personel Kanununa göre hesap yapıp bana da bir maaş para ödediler. Ondan sonra taltif yazılacağı zaman gidip mutemede hesaplatıp öyle yazdırıyordum.

     

10 Haziran 2014 Salı

BARIŞ İÇİN

Buyurun sizlere bir örnek daha. Birlikte analiz edelim. 07.06.2014 günü Vatikan da toplantı yapmış barış severler. Son üç günde bütün görsel ve yazılı basın bu haberden bahsediyor. 'ORTADOĞU 
(resim alıntı)
BARIŞI İÇİN VATİKANDA BULUŞTULAR.' İlk bakışta sevindiniz değil mi? 'Barışacaklar.' diye. Hayır orada daha çok olaylar olacak ve kan akacak. Güya Katolik Hırıstıyan Papa Francis; İsrail Devlet Başkanı Simon Peres'ı, Filistin Lideri Mahmut Abbas'ı, Fener Rum Patriği Bartholomeos'u Vatikan a davet etmiş ve Ortadoğu da barış için dua etmişler. Vay anasını çok duygulandım. Ne kadar da iyiymişler. Sizler hayret etmediniz mi? Ortadoğu da ki olayları gökten gelip uzaylılar mı yapıyor? Filistin de çocukları gözaltına alıp hapise uzaylı yaratıklar mı atıyor? Orada masum insanları evlerinde otururken uzaylılar mı öldürüyor? Orada yaşayan halkın evlerini yıkıp Yahudilere uzaylılar mı villalar yapıyor? Bu kadar komik şey olur mu? O bölgeyi kan gölüne çevirenler kamu oyunu kandırmak için 'Barış Toplantısı' yapıyorlar. Orada katledilen Filistin halkının seçtiği lider de inanıyor, o toplantıya katılıp boy boy poz veriyor ve "Allahım sana yakarıyorum." diye duasını bitiriyor. Yaptıkları duanın çok etkili olduğunu söylüyorlar. Bana sorarsanız onların duasını Allah bilir ama belki de Allah hiç dinlemez bile. Çünkü onların hepsi zulüm yapıp, 'Yapmadık' diye herkesi kandıran uyanık adamlar. Görün bakın Ortadoğu da çok daha büyük olaylar daha vahim olarak devam edip gidecek. Uyanıklar dünyayı kandırıyorlar. Daha uyanıklar işlerine geldiği için kıs kıs gülüyorlar. Bizim gibi uyanıklar da bu senaryolara inanarak 'Vay be' deyip, koyun gibi başlarına geleceği bekliyorlar. Vatikan da ezanda okumuşlar. Hem de Hz. Muhammedi çıkararak. Yanı resmen günah bile işlemişler. Yanı anlayacağınız Müslümanlarla ve Allah ile dalga geçmişler. Yoksa Papazlar da Müslüman oldu diye az kalsın ben de sevinecektim. Allah aşkına Google ye 'Vatikan' diye bir yazın neler çıkacak? Küçük dilinizi yutacaksınız. 'Çocuk Tacizi, İstismarcı Papaz, Sahte Kardinal v.s. 848 Papaz da meslekten men edilmiş.' bunlar bilinip su yüzüne çıkanlar. Daha neler var Allah bilir.  


9 Haziran 2014 Pazartesi

ÇAY KAÇ KURUŞ?

Şimdi sizlere içeceğiniz bir bardak çay fiyat tarifesini Karadeniz usulü  vereceğim. 'Karadeniz usulü' dedim. Aslında yanlış oldu. 'Usulü' değil, 'Tam Karadeniz işi' demem gerekirdi. Çünkü görmekte olduğunuz yanda ki fiyat tarifesini Rize İli Fındıklı İlçesinde bir çay ocağından aldım. Bu çay ocağını Ihlamurlu Köyünden Nizamettin'in oğlu Kadir ve Yener G. kardeşler çalıştırıyorlar. Bakınız içecek olduğunuz bir bardak çayın fiyatı, isteme şeklinize göre iki liradan başlayarak elli kuruşa kadar nasıl düşüyor? Olur da yolunuz düşerse sakın tarifeyi okumadan çay içmeyiniz. Dede Korkut'un anlattığına göre, eskiden Deli Dumrul da köprüden geçişler için buna benzer bir tarife kullanmıştı. Görünce hemen onu anımsadım. Hepinize afiyet olsun 

6 Haziran 2014 Cuma

CEHENNEMDE BULUŞURUZ

1986 yılı Ankara Cinayet Masası. Yerimiz eski bina Emniyet Müdürlüğü dördüncü kat. Diyarbakırlı yankesiciler kendi aralarında kavga etmişler ve bir arkadaşlarını öldürmüşlerdi. Sanıklardan bir tanesi piskopat ve çok tehlikeli eski bir cepçiliten sabıkalı birisiydi. Şahsı yakalayıp dördüncü katta ki Büromuza getirdik. "Harkın çocuğını yanına almıştı, onun için öldürdüm ağabey." diyordu.

Biz bu sanığa Yakalama ve Üst arama Tutanakları tutarken Kısım Amirimiz Başkomiser Muzafer Bey de bir taraftan telefonla haber verip C. Savcılarını bilgilendiriyordu. Bu güne kadar hiç rastlamadığımız bir olay vukua geldi. Nöbetçi Savcılardan biri çıktı geldi. Büromuza ait beşinci katta oturdu ve "Arkadaşlar, sanığın yakınları dilekçe verdiler. Siz sanığı dövüyor muşsunuz. İfadesini ben alacağım." dedi. Kısım Amirimiz Muzafer Bey bir şeyler anlattı ise de, Savcı Bey anlamadı. Polis zaten savcının karşısına konuşamaz.

Suçlulardan tehlikeli ve haplı olan Cepçi Eyo kendine bir zarar vermemesi için Büro da yanımızda oturuyordu. Sefer isimli Polis Memuru da suçlunun yanında, ona göz kulak oluyor, yanından hiç ayrılmıyordu. Ben dışardan geldim, Büroya girdiğim zaman Polis Memuru Sefer yanıma geldi ve kulağıma "Haberin olsun Komiserim Savcı hepimizi kovdu, dışarı çıkardı, suçluya yalnız başına sorgu yapıyor." dedi. Güya kendince polisler seni dövdü mü filan diye de soracaktı galiba.

Hemen kapıyı açtım, içeri girdim. Daha bir şey söylemeden savcı bana bağırdı ve dışarı çıkmamı söyledi. "Sayın Savcım." filan desemde beni hiç konuşturmadı. Kovdu. Tam geri döndüğüm sırada suçlu savcıya doğru koştu elinden tuttu ve "Savcı Bey, bana eyvallah. Cehennemde buluşuruz." dedi, pencereye doğru koşmağa başladı. Savcının Katibi kız korku içinde titriyor, savcı ayakta masanın öbür tarafında duruyordu. Suçlu Eyüp te hala daha "Hoşça kal Savcı Bey. Cehennemde buluşuruz." diye hala daha bağırıyor pencereye doğru koşmağa devam ediyordu. Sanık Eyüp'ten taraf koştum. O tam pencereden atlarken ben montundan ancak tutabildim. Kahve renkli deri mont elimde kaldı. Eyo gömlekçe pencereden aşağı gitti. Kendisi atladı yanı. Aşağıdan da güüm diye bir ses geldi. Gözümle görmesem 'Savcı attı' derdim. Bakın iftira atmak ne kadar kolaydır.

Pencereden aşağı baktığım zaman iş takibine gelen bir vatandaşın mavi renkli Opel Kadet arabasının göğüs kısmı çökmüş, Eyo üstünde yatıyordu. Hemen koşup Eyo yu hastaneye yetiştirdik. Diyarbakırlı Eyo ölmedi ama kolu ve ayağı kırılmıştı. Hastahanelerde bir aya yakın tedavisini yaptırdık. Sonra Mahkemeye çıkardık ve tevkif oldu. Suçlu bana; "Keşke siz olsaydınız Komiserim, şimdi bu acıları çekmeyecektim." diyordu. Savcı da "Arkadaşlar keşke hiç karışmasaydım. Artık ne yaparsanız yapın." dedi ve kaçış o kaçış çekti gitti. O olaydan sonra da daha hiç bir savcı işimize karışmadı.

5 Haziran 2014 Perşembe

SAVCILAR

Bütün savcılar olağan üstü yetkilerle donatılmışlardır. Tamamen vicdanları ile baş başa görev yaparlar. Bu görevi yaparlarken en ufak bir suç işlerlerse en ağır şekilde cezalandırılırlar. Bu son zamanlarda televizyonlarda bahsedilen Cumhuriyet Savcılarına hiç rastlamadım ve hayretler içinde seyrediyorum. Alenen suç işlediği halde hiç kimse de bir şey yapmıyor. Onların çoğu yaptıklarının cezasını bu dünyada çekecekler, hiç şüpheniz olmasın. Meslek hayatım boyunca görevimize karışan veya ilgilenen hiç bir savcı görmedim. Sadece pek ender bir iki tane savcının yanlarına çağırıp "Arkadaşlar şu olaya ben bakıyorum. Terfi senemdir. Olayı aydınlatırsanız çok memnun olurum." dediklerini hatırlıyorum. Ömrüm boyunca da hiç bir Savcıdan kötülük görmedim. Bazen öyle durumlar oldu ki haklıyken haksız durumlara düştüm. Hiç tanımadığım, bilmediğim savcılar haklı davalarımda beni kolladı, korudular. Hepsine saygı ve hürmetlerimi sunuyorum. Teşkilatta ki amirler, suçlu suçsuz anlamazlar. Adamı da hiç acımazlar. Ben eğer o dürüst savcılar olmasa mesleğimi bitiremezdim. Meslek hayatımda polise karışan veya kötü niyetli hiç bir savcı görmedim.

4 Haziran 2014 Çarşamba

KELLE KOPARIRIM

Adana Cinayet Masası. Bir gün anons ettiler "Misafirin var, Kısımda bekletiyoruz." dediler. Geldim bakarım ki yine o eski sabıkalı suçlu Tuncay. Tuncay hırsızlık, gasp ve adam yaralamak suçlarından sabıkalıydı. Hap içerdi ve hap içtiği zaman ağzından salyalar akar suç makinesi olurdu. 

Çay filan söyledim. Yolsuzdu ve normal adam görünüyordu. "Ağabey, ben bu hayattan bıktım. Namuslu olarak çalışmak istiyorum. Sabıkalıyım, iş vermiyorlar." dedi.

Haline acıdık, aldık arabaya. Defalarca kötü alışkanlık esrar ve haptan vaz geçmesini namuslu vatandaş olmasını öğütledik. Bize söz verdi, yemin etti, artık dürüst adam olacaktı. Biz de kendisine söz verdik. O dürüst oldukça kendisine yardımcı olacak, topluma kazanılması için elimizden ne gelirse yapacaktık. Cebine biraz para koyduktan sonra polis arkadaş Şahin'in hemşerisi Malatya'lı bir kasap vardı, Mustafa. Getirdik onun yanında çalışması için rica ettik. Mustafa da "Ağabey siz ne derseniz o olur." dedi ve orada çalışmağa başladı. Artık kasap dükkanında çalışıyordu. Üç kişiydiler. Bir patron, bir de patronun oğlu vardı. Haftada bir gidip kontrol ediyorduk. Bizim hırsız ve katil olan Tuncay artık namuslu adam olmuştu.

Yalnız Dağlıoğlu Mahallesine bir kahvede birisi bir kavgaya karışmış, adamlara bıçak çekmiş, kendisini de polis olarak tanıtmış. Orada güzel bir dövmüşler. Bıçağını elinden almışlar. Kendisi ellerinden kaçmış. Kahveci "Öyle polis olamaz ağabey, doğru dürüst konuşamıyor." diyordu. Ben hemen Tuncay'dan şüphelendim. Kendisini aradım o gün dükkana gitmemişti. Daha bende unuttum.

Yedi sekiz ay sonra tekrar dükkana gittiğimizde bir gariplik gördük. Dükkan boştu. Biraz oturduk gelen giden yok. Aşağıdan arada bir sesler geliyordu. Etleri terbiye ettikleri, işkembeleri temizledikleri bu yere bir indim ki, aslen Urfalı olan bu eski sabıkalı, bizim işe verdiğimiz Tuncay, yine hapı içmiş, ağzından salyalar akıyor, gözleri dönmüş, elinde koca bir bıçak, kendisini işe alan oranın sahibi Malatya'lı Mustafa ile oğlunu köşeye sıkıştırmış, "Sie diirim ha. Men bağırsak, mide filan temizlemem ha. Men kelle keserim. Koparırım ha." diyordu. Mustafa  ve oğlu Mehmet'i elinden kurtardık. Tuncay'a kendine polis süsü vermek ve adam yaralamak suçlarından işlem yaptık. Tuncay bir zaman sonra, cezaevinden çıktı ve hapçi arkadaşları tarafından öldürüldü.  

3 Haziran 2014 Salı

O ESKİ SUÇLU

Adana Cinayet Masası aşiretlerin görülmekte olan bir davasında Adliye içinde cinayet işleneceği istihbaratı alındığından üç memur arkadaşımla birlikte Adana Adliyesinde bulunuyorduk. Dava aşiret davası olduğu için koridorlar çok kalabalıktı. O kalabalık millete üç polis ne yapabilir? Bizlerde işte o kalabalıkla sağa sola gidip geliyorduk. En azından bir olay olursa anında el koyacaktık. Ama Allahtan öyle bir olayda olmadı.

O kalabalığın arasında üstü başı pek düzgün olmayan bir adam bana dikkatlice bakıyordu. Bana da pek yabancı gelmeyen bu adam hatta beni takip ediyordu. Yanıma geldi. Sabıkalı bir suçlu Baraka Mehmet, cezaevinden yeni çıkmış, aradan uzun zaman geçmiş, ben zaten unutmuştum. Adliye koridorunda karşılaşınca o beni tanıdı, ben kendisini tanıyamadım. İki elini önüne bağladı ve saygı gösterisinden sonra kendini tanıttı. Ben de hatırladım. Evet Mehmet silahla üç kişiyi gasp etmiş ve Narlıca Mahallesinde pusu atarak üç arkadaşı ile birlikte tekrar başka bir vatandaşı gasp ederken suç üstü yakalamıştık. Cezasının bir kısmını yatmış, çıkmış. Aşiret olayıyla bir ilgisi yok. Cezaevinde ki bir olaydan ifade vermek için oraya gelmiş ve bana rastlamıştı.

Bir kaç dertlerini anlattıktan sonra "Yolsuzum ağabey on lira ver." dedi. Bende çıkardım verdim. Daha artık her gittiğim yerde o kalabalık insan topluluğunun içinde alçak boyu ile her adım attığım yerde önümde Baraka Mehmet'i görüyordum. "Sen ne yapıyorsun? İşin yok mu? İşine gitsene." dedim. Çünkü rahatsız olmağa başlamıştım. "Seni bırakıp gider miyim? Ya ağabeyime bir şey yaparlar sa." diyordu ve hala daha kovmama rağmen yanımdan ayrılmıyordu. Güya aklınca o da beni başkalarından korumağa çalışıyordu. Omuzundan tuttum ve "Geri dur be kardeşim." diyerek sağ kolundan da tutunca şaşırdım.

Ceketinin kolunun içinde saklanmış sapı elinde kocaman bir bıçak tutuyordu. Güya aklınca beni koruyordu veya o kalabalıkta beni bıçaklayacaktı. Bıçağını geri aldım. Yalvarmağa başladı "Ağabey beni öldürürler. Bıçaksız gezemem. Buradan çıkınca ilk işim bir bıçak daha alacağım." dedi. Kapıya götürdüm. Bıçağını geri verdim ve biraz korkuttuktan sonra bir daha yanıma gelmemesini söyleyerek kovdum. Ondan sonra Baraka Mehmet her gördüğü yerde ellerini önüne bağlar, ben geçene kadar hiç hareket etmez beklerdi.  

2 Haziran 2014 Pazartesi

UYANIK REZWAN

Aşağıda ki mesaj bir hafta önce Uluslar Arası Dolandırıcı Rezwan Mirza dan bana gelmiş. Ben de yayınlıyorum. 

Anladığım kadarıyla özet olarak, Husson Öztürk bankasına 27 milyon 700 bin dolar yatırmış. Adam Endonezya da ölmüş. Benim soyadım tuttuğundan Rezwan Mirza ile bu parayı bölüşüp yiyeceğiz. Her zaman söylerdim 'Zengin olacağım' diye. Bakın 13 milyon 850 bin dolar nasıl ayağıma geldi. 

Para parayı çeker derler. Yalnız parayı alabilmem için az bir problem var. Bir kaç bin dolar yatırmam gerekiyor. Fakat ben vaz geçtim zengin olmak istemiyorum. Beni seçtiğin için teşekkür ederim. Başka kapıya bakarsan iyi edersin. Sana başkalarıyla afiyet olsun Mr. Rezwan Mirza. Ben öyle az para için hırsızlık yapmam. Madem senin bankan var beni bankana ortak et o zaman bir şeyler düşünürüz. Hoşça kal.

Enter a message to introduce yourself.Dear  Öztürk,
It’s my urgent need For a foreign partner that made me to contact you for this transaction.I am Rezwan Mirza  working with Barclays Bank here in Dubai(U.A.E) I write to contact you over a very important business transaction which will be of our interest and benefit to our both families.

In 2007,one Mr. Husson   Öztürk, whose surname is same as yours and has your country in his file as his place of origin, made a fixed deposit for 36 months, valued at $26,700,000.00 with my bank. I was his account officer before I rose to the position of Managing Director. The maturity date for this deposit contract was 27th of September 2010.Sadly Mr.Husson was among the death victims in the September 2009 earthquake in Indonesia that left over 1,200 people dead while he was there on business trip.

Since the last quarter of 2010 until today, the management of my bank have been finding means to reach him so as ascertain if he will roll over the Deposit or have the contract sum withdrawn. When I discovered that this will happen, I have tried to think up a procedure to preserve this fund and use the proceeds for business.

Some directors here have been trying to find out from me the information about this account and the owner, but I have kept it closed because, I know that if they become aware that Mr Husson is late, they will corner the funds for themselves. Therefore, am seeking your co-operation to present you as the one to benefit from his fund at his death since you have the same name, so that my bank head quarters will pay the funds to you. I have done enough inside bank arrangement and you only have to put in your details into the information network in the bank computers and reflect you as his next of kin.

If you concur with this proposal, I intend for you to retain 50% of the funds while 50% shall be for me. Kindly forward your response to me immediately through email below:
Mr. Rezwan Mirza
Barclays Bank of Dubai
Email: gzwmirza@gmail.com