SAYFALAR

23 Temmuz 2014 Çarşamba

KİMDEN YANASIN


Temel ve Dursun kahvede oturmuş konuşurlarken, Dursun avcı Temel'e sormuş:
-Ula Temel önüne bir ayı çıksa ne yaparsun ?
Temel :
-Silahımla fururum onı .
Dursun :
-Ula silahın yok o zaman ne yaparsun .
Temel :
-Çıkarır palayla doğrarum onı .
 Dursun :
-Ula palan da yok .
Temel :
-O zaman pıçağımla çeserum onı .
Dursun :
-Ula piçağun da yoktur o zaman ne yapacaksun ha ?
-Ula o zaman kaçarum da.
-Kaçacak yerunda yok. Aha ayu seni yakalayı da.
 Temel düşünmüş ve Dursun'a demiş ki :
-Ula Tursun sen benden yanamısun, yoksa ayu dan yanamısun da?

22 Temmuz 2014 Salı

EL ELİN EŞEĞİNİ

Eskiden Subaşının eşeği kaybolmuş. Herkes seferber olmuş eşeği arıyorlarmış. Bu arada Nasreddin Hoca yı da yakalamış Subaşı nın adamları ve Ona da bir yer göstererek "Efendi, hepimiz birer yana dağılıp eşeği arayacağız. Sen de şu bağların arasına eşeğe bakıver." demişler.
Hoca başlamış eşeği aramağa fakat bir taraftan da kendi kendine türkü söyleyerek bağların içinde geziniyormuş. O sırada Hocaya rastlayan adamlar :
" Efendi, burada ne ararsın böyle? Türkü söyleyerek." diye sormuşlar.
Hoca :
" Subaşının eşeğini arıyorum " demiş.
Adamlar hayretle :
" Bu nasıl arama? Türkü söyleyip geziyorsun sen? " demişler.
Hoca gülmüş ve:
" Eee ! El elin eşeğini türkü söyleyerek arar. " demiş.

19 Temmuz 2014 Cumartesi

ÖZLÜ SÖZLER

1- Ne verirsen ver, dilencinin torbası dolmaz,
2- Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz,
3- Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez,
4- Buldum bilemedim, bildim bulamadım,
5- Ben diyorum hadimim, sen diyorsun oğuldan uşaktan ne haber,
6- Kadı olursa davacın, senin Allah olsun yardımcın,
7- Danışan dağı aşmış, danışmayan yolda kalmış,
8- Canı kaymak yemek isteyen, mandayı yanında taşır,
9- Düşüne düşüne görmeli işi, sonra pişman olmamalı kişi,
10-Erine göre bağla başını, tencerene göre kaynat aşını.

18 Temmuz 2014 Cuma

TUTTURIİĞ

Erzurum da bir üniversite öğrencisi, Erzurumlu bir öğrenci grubun üniversitede oruç kontrolü yaptığını ve oruç tutmayanları dövdüklerini görür.
Dinine bağlı olan bu gencin hoşuna gider ve kendi kendine:
'Bunlar benim gibi Müslüman, bunlarla tanışayım ve arkadaşlık kurayım.' diye düşünür.
Ertesi gün bu grubun kaldığı eve gider. Birde bakar ki sofra kurulmuş afiyetle yemeklerini yiyorlar. Ramazan günü yemek yediklerini görmesi üzerine şoke olur ve sorar:
"Siz herkese oruç tutması için baskı yaptığınız halde niye oruç tutmuyorsunuz?"
Bir tanesi cevap verir:
"Oğlum biz oruç tutmirığ, tutturirığ."

17 Temmuz 2014 Perşembe

KUMİNİ VURDUK

Temel ile Dursun Amerika'da parasız kalınca iş ararlar fakat bulamazlar. Bir kasabada gezerlerken 'Bir Kızılderili kafa derisi getirene 100 dolar verilir.' yazılı bir afiş görürler. Bu afişi görünce çok sevinirler ve hemen Kızılderili aramağa başlarlar.
Bir kaç gün dağ bayır dolaşırlar, hiç Kızılderili bulamazlar. Çok yorulurlar. Çadır kurup orada yatmağa ve bir sonraki gün tekrar Kızılderili aramağa karar verirler. İkisi de çadırın içinde uyurlarken, Temel gece yarısı büyük bir gürültü ile uyanır ve dışarı bakar ki, çadırın etrafını bir sürü Kızılderililer çevirmişler, zafer çığlıkları atıp, ellerinde meşalelerle dans ediyorlar.
Hemen Dursun'u uyandırır.
"Ula Tursun, hele bi uyan da. Kızılderililer ta yanumuza gelmiş, acayip sesler çıkarıyıler. Şimdi paranın kumini vurduk da" der.

15 Temmuz 2014 Salı

UYGULAMA

Aynı devletin idaresinde bulunan üç ayrı bölge düşünelim.
Birinci; Karadeniz ve Doğu Karadeniz Bölgesi. Bu bölgenin akar sularında kırmızı pullu alabalık bulunur. Bu alabalıktan halk arasında çeşitli ilaçlar bile yapılır. En büyüğü 20cm yi geçmeyen bu balığın soyu tükenmek üzereyken Rize de alınan idari bir kararla avlanma yasağı konmuş ve bu balığın soyunun tükenmesi önlenmiştir. Çaylarda ve derelerde, onların kolları olan çok küçük ve soğuk buz gibi akarsularda bu balık bulunur.

Bu balıkları avlayan vatandaş olurda jandarma veya polise bildirilirse, şahıs anında yakalanır ve bu suçu işleyene üç yüz-beş yüz tl ceza ödettirilir. Ben bu durumu bilmediğim için köye gittiğim zaman balık tutmak isteyince beni de uyardılar ve bu suçu işlemekten vaz geçtim. Derelerde bir adam görülürse telefon ile jandarmaya bildirilir ve Jandarma 30kilometreye yakın yol giderek bu şahısı yakalar. Bu şahıs avcı olmasa bile hiç fark etmez, ceza yer parayı öder. Oturur aşağa. Kimsenin sesi çıkmaz. Bu çok normal ve herkesin istediği, beğendiği  bir uygulamadır. Balığı örnek verdim çünkü en basit idari bir suç. Diğer yasalar kapsamında bir suçu vatandaş işlerse zaten cezasını çeker, hiç af edilmez. Maazallah bir de kötü muamele görür. Kuzu kuzu herkes cezasını çeker. İki kişi bir araya gelecekte "Biz ödemiyoruz." diyecek. Sıkıysa ödemesin. Tüm sülale o geceyi nezarette geçirir, belki de uzun süre içerden çıkamazlar. Hemşin yaylasın da jandarmalar keçi sürüsü ile giden çobanın üzerinde bir çakar almaz eski tabanca yakaladılar da adamı getirip hapise attılar, sürüsü 20 gün o dağlarda sahipsiz, çobansız başı boş dolaşmadı mı? Hatta bir kaç hayvanı da telef oldu. 'Sesi çıkmayana adalet, sesi çıkana bulaşma uzak git' ile yönetim olmaz.

İkinci; Anadolu ve büyük şehirler. Anadolu da halk koyun kuzusu gibi, ne dersen onu yapar. Büyük şehirlerde halk hak almak için sokağa dökülür yürürler. Çelik bir kalkan gibi polisler önlerine set çeker, hiç kıpırdatmazlar. Cop, kalkan, gaz derken bir kaç kişi de ölür, iş geçiştirilir. Geçit verilmez. Bazen kınamalar filan herkes ettiği ile kalır. Bazen de taraflar Keleşkof ve pompalı tüfeklerle İstanbul'un caddelerinde nöbet tutar, bazen de havaya ateşler ederler. Mesela seçim gecesi. Bu sırada devlet yok. Eğer bu kitle tanıdıksa kimse bir şey demez. Bakan çıkar 'Provakatif'' diye adlandırır. Bu durumda öylece geçiştirilir, unutturulur gider. Bir olay olduğu zaman sorulur "Bizimkiler mi? Karşı taraf mı? Bizimkilerse dokunma. Karşı tarafsa en ağır şekilde cezalandır. Gazla gitsin. Arkandayım. Bazen de her iki tarafta serbest bırakılır ve bu olaylara gerçekten göz yumulur. Sonradan bu olaylar bastırılır ve yöneticiler kahraman olur. Bu örnekleri çoğaltabilirsiniz.

Üçüncü; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi. En bariz herkesin gördüğü bildiği bir örnek vereyim. Bu bölgenin bütününde kimse elektrik parası ödemez. Para istenince veya kaçak kullananlar yakalandığı zaman ortalığı yakar yıkar talan ederler. Bismil de DEDAŞ memurlarını jandarmaların yanında rehin aldılar. Adamlar canlarını zor kurtardılar. Devlet bu vatandaşlardan paraları tahsil edemeyince yasa çıkartıyor, onların parasını da birinci de anlattığım namuslu vatandaşlardan yanı bizlerden alacaklar. Niçin? Çünkü o namusludur. Ödemese de zorla kanun gücü ile alabilirler. Ötekinden mümkün değil. Kanun manun sökmez. Bazı bölgelerde karakollar asayiş birimleri bile kurmuşlar. Kaleşkoflu nöbetçiler, yol uygulamaları, kimlik kontrolleri, adam kaçırmalar, çocuk kaçırmalar, asker ve polis kaçırmalar ve öldürmeler gırla gidiyor. Devletin haberi mi yok? Yoksa göz mü yumuluyor. Haberi niçin yok? MİT kimseye göz açtırmıyor. Gariban bölgelerde kim kime oy verdi onları bile tespit ediyor. Kim bugün alabalık tuttu onu bile biliyor. Doğu ve Güneydoğu da kim ne yapıyor? Tespit edemiyorlar mı? MİT silah yolluyormuş. Bilmeden yakalayanlar vatan haini ilan edildi. Haklarında yasal işlem yapıldı. Eskiden de MİT görev yapar silah yollar, alır, verir fakat kimsenin ruhu duymazdı. Şimdi neler oluyor? İsviçre ve Fransa da 'Ermeniler katledilmedi.' diyenler ceza alıyor anladık ta. Gün gelecek bu ülkede 'PKK terör örgütüdür.' diyen ceza alacak. Göz yumuluyorsa niçin ve kim göz yumuyor? Açılım da açılım diyoruz. Ne götürdü? Ne getirdi? Bunların iyi hesaplanması lazım.

Bir ülkede yasalar hep aynı ve eşit uygulanır. Kanunlarda ulusal çıkarlar göz önüne alınarak vatandaşların eşit tutulmaları için yapılır. Şimdi bu uygulamaların çoğu keyfi ve yanlı uygulama değil midir? Namuslu vatandaş yaşamak için serbest bırakılmıyor. Güneydoğu da ben görev yaptım. PKK lı bir gurup Terörist bir Kürt Ailenin mezrasına gidiyor. "Arkadaşlarımız aç. Beş baş koyun ile iki çuval un vereceksin ki onları doyuracağız." diyorlar. Adam koyunları vermezse, ellerinde ki Kaleşinkofları sürüye çevirip tarıyorlar. Ölen koyunları alıp yiyorlar. Sürü sahibini de alıp dağa kaldırıp öldürüyorlar. Arkadan Jandarma, polis gidip tahkikat yapıyor. Bu vatandaş eğer beş baş koyunu teröristlere verdiyse ve ellerinden kurtulduysa, jandarma da bunun haberini bir yerden aldıysa ki mutlaka alır. Yine gider bu namuslu Kürt vatandaşın başına dikilir "Sen teröristlere neden yardım ve yataklık ettin? Koyun verdin, teröristleri besledin." der ve götürür 'Suçluya yardım ve yataklık etmek.' suçundan hapise attırır. Şimdi orada ki Kürt vatandaş sağ kalmak için, bu olaydan zarar görmemesi için ne yapmalıdır? Veya sizler aynı durumla karşılaşsanız ne yaparsınız?

Benim bildiğim devlet çıkardığı kanunları herkese eşit uygular. Kişi, aşiret, örgüt veya başka devletlerden bile korkmaz, taraf tutmaz. Çünkü adalet mülkün temelidir. Ulusal çıkarlar ne ise o yapılır. Dünyanın bir köşesinde bir olay olsa ABD hemen açıklama yapar "Ulusal güvenlik ve menfaatlerimize tehlike teşkil etmez." der. Acaba ne demek ister anlayabilen var mı? Tehlike teşkil ederse tepesine biner de onu demek ister ABD. Yaşadığımız mahallede bile komşumuzdan korktuğumuzu belli edersek bizi o mahalle de yaşatmazlar. Oyuncak ederler.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

HANI BARIŞ İÇİN Dİ?

10 Haziran 2014 te ben 'BARIŞ İÇİN' başlığı ile yazdım. Güya Orta Doğu Barışı için Papa Francois İsrail Devlet Başkanı Simon Peres, Filistin Lideri Mahmut Abbas, Fener Rum Patriği Bartelomos Vatikan da toplanmışlar ve dua etmişler, hatta ezan da bazı kelimeleri değiştirilerek okunmuştu. Ben ne dedim o zaman lütfen açın ve okuyun. Bu büyük bir katliamın ilk adımlarıdır. İlerki günlerde göreceğiz demiştim. 10 Haziran 10 Temmuz tam bir ay geçti. Benim dediklerim nasıl çıktı. Ben bu yazıyı yazmağa başladığım zaman  ölü sayısı 200 e yaklaşmıştı. İsrail bir de kara harekatı başlatacak şimdi. Gördünüz mü barışı? Dünyayı nasıl kandırıyorlar? Ama beni kandıramadılar. Ben ne yaptım ta o zaman söyledim. Bunlar Allah ı da kandırmağa çalışıyorlar. Eğer bu sefer ki oyunları ile tüm Filistin'i işgal edemezlerse yakında bir oyun daha yapacaklar. Mahmut Abbas ta ellerini havaya açıp Allah'a yalvaracak. Hani İsrail Devlet Başkanı Simon Peres te çok dua etmişti. Hepsi Ezanı dinleyip duygulanmışlardı. Mahmut Abbas ta inanmış 'Allahım benim halkımı zulümden koru' diye yalvarmıştı. Acaba barış için mi yoksa Filistin'in yok olması için mi dua etmişlerdi. Filistin doksan yıl kadar önce Osmanlı dan ayrılırken şimdi Kürtlerin yaptığı gibi 'Halklara Özgürlük' diye bağırarak ayrılmışlardı. Yok olan Hak ve Özgürlüklerini almak için ayaklanmışlar ve almışlardı. Irak, Suriye, Mısır, Libya vs. de öyle ayrılmışlardı. Hepsi de sahiden göstermelik devletlerini kurdular. Şimdi ise durumlarını hepimiz görüyoruz. Dost görünüp te düşmanlık edenleri anlamadan, peşlerine takılıp gidenlerin, onların sözü ile hareket edenlerin bütününün sonu aynı şekilde olacak. Çünkü düşmana güvenilmez 'Dua ediyorum' der de beddua eder, nerden bileceksin. O yazımda anlatmıştım. Bunlar Allah'ı da kandırıyorlar. Bunlara Allah ta engel olamayınca Kıyameti koparıp herkesi yok edecek galiba. Bakınız belki de sonunda yine bunların sebebine Kıyamet kopup insanlık alemi yok olacak.

12 Temmuz 2014 Cumartesi

ALTIN BİLEZİK

1986 yılı Ankara Hırsızlık Bürosu; Ankara da kuyumcular her bölgede bir arada bulunur ve çokluklarına göre de Hırsızlık Bürosundan polisler bulunur, bunlar şüphelendikleri satıcı ve alıcıları inceler, bazılarını da incelenmek üzere kısma intikal ettirirler. Her zaman da öyle çapulculardan filan altın almamaları için kuyumcular uyarılır. 

Ayrıca bir kuyumcu bir hırsızdan ziynet eşyaları almışsa, o ziynet eşyaları çalıntı çıkmışsa, satın alan kuyumcudan geri alınır ve asıl sahibine teslim edilir. Genel de de altın hırsızları bu şekilde veya parmak izi bıraktıklarından yakalanırlar. Genelde profesyonel hırsızlar eldiven kullandıklarından en doğrusu kuyumcularda bulunan polislerimizin şüpheli görüpte incelenmek için yakaladıkları kişilerden bir çok hırsızlık olayları meydana çıkar ve vatandaşların çalınan malları elde edilir. Çünkü çalınan malı bir adam bilmeden de satın alsa aynı çalan adam gibi suça ortak olur ve çalıntı mal her görüldüğü yerde zorla zaptedilir.

Anafartalar kuyumcularında bilezik bozdurmak isteyen on dört yaşlarında bir çocuk şüpheli olarak orada ki görevli Büromuz polisleri tarafından yakalanmış, getirip nezarethaneye atmışlar. Yapılan sorguda da ısrarla bulduğunu söylemiş. Çocuğu Büroya çıkarttım. Biraz uğraştırdıktan sonra çocuğu kafaya aldım, beraber pavyona gidip eğleneceğimizi söyleyince o da bana doğruyu söyledi. O yakalanan bilezik annesine ait. Annesinden çalmış. Yakın füru olan anne, baba ve çocuklar arasında hırsızlık olmaz. 

Zaman kaybını önlemek ve Ali isimli öğrenci olan bu çocuğu bir an evvel salıvermek için, bileziği de yanıma alarak üç kişilik Ekibimle birlikte Annesinin çalışmakta olduğu İzmir Caddesinde konfeksiyon imalathanesine sabah saatlerinde gittik. Dördüncü katta ki bu iş yerini yanımızda ki çocuk Ali'nin göstermesi üzerine birlikte içeri girdik. Salon gibi bir yerde elli-altmış bayan makinalarla büyük bir gürültü içinde çalışıyorlardı. Bir şeyler dikiyorlardı. Ali o bayanların içinde annesini de gösterdi. Bileziği kayıp olduğundan haberi bile yoktu. Biz kendisine söyleyince anladı ve kendisine ait olduğunu söyledi. Rahat yazı yazabileceğimiz gürültüsüz bir yerin olup olmadığını ve sahibini sordum. O sırada yanımıza gelen bir beyefendi bizleri yan tarafta müsait bir odaya getirip çay söyledikten sonra, çayımızı içerken bir taraftan da elimizde ki bu bilezik hırsızlığı olayıyla ilgili tutanakları tutuyorduk. 

Yanımızda ki beyefendi "Ağabey buranın sahibi daha gelmedi fakat ben yetkiliyim. Buranın müdürüyüm" dediydi. Bir taraftan o adamla bir şeyler konuşurken, bir taraftan da Polis Memuru Cengiz'e söylüyorum o da ben söylediklerimi tutanağa yazıyordu. Tutanaklar tamamlandıktan sonra bileziği annesine teslim edip, çocuğu da serbest bırakacaktım ve ben de ekibimle oradan ayrılacaktım.

Birden içeri bir adam girdi. Kapıyı hızla geriye doğru çarparak "Benim iş yerimde ne işiniz var?" diye bize bağırdı. Hırsızlık Bürosunda polis olduğumuzu, işlerimizin hemen bitmek üzere olduğunu, çok az kaldığını ve biter bitmez de gideceğimizi söyledim. "İş yerine izinsiz giremezsiniz ve adam da alamazsınız." diye tekrar bağırdı. Hasminellahu. Baktım adam bela aramak için dolmuş gelmiş. "Tamam beyefendi, hemen gidiyoruz." dedim. 

Kadına Teslim Tutanağına imza attırırken bana tekrar hakaret ve tehdit içerikli laflar ederek "Yaka numaranı ver bakıyım." dedi. Hiç sesimi çıkarmadan masanın üstünde bulunan küçük kulak kağıtlardan bir tane alarak ismimi ve yaka numaramı üstüne yazdım ve eline verdim. Adam kağıtı önüne koydu ve kendi masasının üzerinde ki telefonun ahizesini kaldırarak bir kaç tane numaralar çevirerek konuşmağa başladı. Bende dinliyorum. "Şu anda yazıhanemde bulunan bir komiser var. Bu komiseri derhal açığa al. Tamam mı?" diyordu. Polislerden biri "Beyefendi Komiserimiz sana sabırlı davranıyor. İşi aksamasın diye Emniyete getirmeyip burada halletmeğe çalışıyor. Sana iyilik etmek istiyor. Senin polise neden allerjin var? Polisi niçin sevmiyorsun?" dedi. 

Adam o polise de hakaretler etmeğe başladı ve başka bir yere telefon açtı. Yine karşısında ki adama yaka numaramı verip beni şarka veya kötü bir yere tayın etmesini istedi. Adamı boynundan tuttum ve ayağa kaldırdım. "Tamam herhalde daha arayacağın yer kalmadı galiba?" dedim ve belimden çıkardığım kelepçeyi adamın ellerine vurdum. Adam orada masalara yapışıp gelmemek için büyük bir direnme gösterdi. Sürükleyerek ve orada bulunan erkek ve bayanlarla boğuşarak aşağı indirip otomuza bindirdik. 'Adam kaçırıyorlar' diye de 155 e ihbarda bulunmuşlar. Üç tane Asayiş Ekibi birden geldi. O Ekiplere de geri kalan bayanları aldırdık ve hepsini Emniyet Müdürlüğüne getirdik. Mesele anlaşıldı. Adam Genel Müdürlükte bir kaç tane Emniyet Müdürü tanıyormuş. Zatı muhterem onlara güveniyormuş.

Biz aslı görevimizi bırakıp polise mukavemet ve karşı gelme gibi suçlardan bu adama işlem yapmak için tutanaklar tutarken Emniyet Genel Müdürlüğünden üç tane emniyet müdürleri Büromuza geldiler. Bir tanesi "Polise öyle davrandı ise canı cehenneme" deyip geri gitti. Diğer ikisi ve hem de tutuklanacağını anlayınca kendisi de bize çok yalvardılar. Biz de tuttuğumuz tutanakları yırtarak kendisini af ettik. Daha sonra çok defalar yanımıza gelip bizlerden özür diledi. "Ben ne yaptım? Ağabey o gün bana bir şey oldu. Ne olduğunu ben de bilmiyorum." diyordu. Her bayram ve yıl başlarında Kısımda ki bütün memurlara gömlek kravat gibi hediyeler yollardı.          
      

10 Temmuz 2014 Perşembe

BENZİN BİTTİ

1996 yılı Ankara Hırsızlık Bürosu: Eski bir gelenek var. Polislerin hırsızları tanıması için her sabah Kısımda toplanılır herkes hırsızları görür ve bilahare göreve çıkılır. Benim adetimdir. Her sabah göreve çıkarken otomuzun şoförüne 'Benzinini al' diye hatırlatırım. Çünkü tecrübelerim ile sabittir. Polis her zaman hazır ve nazır olacak. Kısmımıza yeni gelen ve yeni polis olan Mehmet Ali "Her zaman ikaz ediyorsun. Ben zaten gerekli ise alıyorum, Başkomiserim" dedi. Baktım benim her sabah hatırlatmamdan rahatsız olmuş fakat pek te bir şey diyemiyor. "Tamam Mehmet Ali seni daha ikaz etmem. Fakat bir müşkülle karşılaşırsam da af etmem." dedim. Ben haklı çıkacağımı, bir gün bu söylediğine pişman olacağını yine tecrübelerimden biliyordum.

Ekip arabamız Ford minibüs. Tahkikatını yapmakta olduğumuz beş büyük koli, piyasada satılması yasak olan çalıntı ilaçlarla iki hırsız yakalanmış tahkikat yapıyoruz. İlaçları nerden çaldığını söylemiyor. Tehditlerimiz ve yalvarmalarımız neticesinde Ulus ta bir kahvede tanıştığı yeşil önlüklü 'Ahmet' isimli bir şahıstan, cüzi bir paraya satın aldığını, şahsı tanımadığını söylüyor. Yalan söylüyor fakat bir haksızlık yapmamak için hırsızın her söylediğinin neticesini almağa çalışırdım. Bunun da neticesini almak için Ulus ta Ahmet isimli şahsı gördüğü kıraathaneye giderek hayalı isim bu Ahmet'i bekledik. Şahıs olmadığı gibi tanıyanda yoktu. Yakınında Kalenin altında ki Verem Savaş Dispanseri aklıma geldi. Şahıs oradan Ulus ta ki kahveye gelmiş, ilaçları satmış olabilirdi.

Arabayı dispanserin biraz uzağına bıraktıktan sonra Polis Memuru Müjdat ile Verem Savaş Dispanserine gittim. İlk girişte üç kişi masalarında oturuyordu. "Ahmet Beyle görüşebilir miyim?" dedim. Bizi makaraya sarmağa başladılar. Meğerse bu hastane de Ahmet isminde kimse yokmuş. Adam biraz ileri gidip hakaret varı konuşmağa başlayınca baktım iş kötüye gidecek "Biz Hırsızlık Bürosunda polisleriz. Bir tahkikat için geldik. Kusura bakmayın." dedim. Tam dışarı çıkacakken bir tanesi yerinden kalktı ve yakamdan tuttu. "Polis olmakla Allah mı oldun lan?" dedi. Ve orası karıştı. Bize zorluk çıkaran bir kişiyi ve yanında bizi dövmek isteyen iki kişiyi daha yaka paça arabaya getirdik. Onları bizim almamıza zorluk çıkaran ve bizleri dövmek isteyen bir kaç kişiyi daha dövdük. Biz adamları arabamıza götürürken arabamızı görüyorum ve içinde hırsızla birlikte oturan üç tane polis arkadaşlarımın yardımını beklerken onlar hiç arabadan aşağı inmediler. Yanı bizim o boğuşmalarımızı hiç görmemişler. Halbuki bir arkadaşınız yanınızdan ayrıldı mı göz ucu ile devamlı takip edin diye her zaman nasihatler ederdim. Buna çok kızdım fakat hiç birine bir şey deyip kalplerini kırmadım. Oradan zorla almış olduğum iki kişi ile öyle sinirli bir vaziyette arabaya bindik ve İstanbul yolu üzerinde Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü önüne gelmeden önüne gelmeden şoför Mehmet Ali arabayı yavaşça sağa çekti ve durdu.

Ben arka tarafta adamlar ile hala boğuşuyordum. "Neden durdun Mehmet Ali" dedim. "Komiserim nasılda söyleyeceğim bilmem, fakat benzinimiz bitti." dedi. Şimdi buyurun siz benim yerimde olun ne yaparsınız? Orada arabadan aşağı indirdim ve "Benimle daha işin yok. İstediğin yere git." dedim. Arkamızdan yaya Emniyet Müdürlüğüne gelmiş. Bir gün Kısımda oturdu. Nede olsa yeni memurdu. Biz de yeniliğimizde hatalar işlerdik. Onlar aklıma geldi ve kendisi de defalarca af dileyince yine ekibime aldım.

Bundan sonra benim dediklerimi harfiyen uyguladı. Ayrıldıktan sonra da bazı konularda telefon açar akıl sorardı. Hanı demişler ya 'Bir musibet bin nasihatten iyidir.' diye. Umarım hayatı boyunca da uygulamıştır. Şahıslardan yakamı tutup beni dövmek isteyen ve benim iyi dayağımı yiyen Genel Müdürlükte bir Emniyet Müdür
ünün kardeşi imiş. Sonra onlarda haksızlıklarını anladılar, özür filan dilediler, o Emniyet Müdürü yanımıza geldi az daha kardeşini dövecekti, biz engelledik. Onları da af ettik.

9 Temmuz 2014 Çarşamba

AMİN


papağa
Bir kaç Amerikan askeri Irak ta bir dükkanına girerler. Alış veriş yaparken kafeste ki papağan 'Kahrolsun Amerika, Kahrolsun Amerika' diye bağırır. Bu duruma fena halde sinirlenen Amerikalı askerler dükkan sahibini biraz hırpaladıktan sonra, bu papağanı yok etmesini, yarın görürlerse kendisini ve papağanını öldüreceklerini söyler çıkar giderler.

Askerler gittikten sonra dükkan sahibi kendi kendine çareler arar ve bir çözüm bulur. Nasıl olsa ABD li askerler camiye girmez, papağanım kurtulur diye düşünür ve kendi papağanını camide ki İmamın papağanı ile değiştirir. Ertesi gün Amerikan askerleri tekrar gelir bakarlar ki papağan dükkanda duruyor. Onlar aynı papağan sanarak dükkan sahibine kızarlar. Dükkan sahibi 'bu papağan artık akıllandı, daha söylemez.’ Dese de inandıramaz. Amerikalı askerin biri "Ben şimdi anlarım bunun akıllanıp akıllanmadığını" der ve papağanın tekrarlaması için bağırır:

'Kahrolsun Amerika'

Papağanda hiç ses yok. Öyle kafesin içinde durmuş olup bitenleri seyrederken, papağana söyletmek için orada ki askerler den ikincisi de bağırır ‘Kahrolsun Amerika.’

Papağanda yine ses yok.

Bu sefer Amerikalı Askerler hep birlikte bağırırlar:

"Kahrolsun Amerika. Kahrolsun Amerika. Kahrolsun Amerika"

Az sonra papağandan ses gelir: "Amin. Amin. Amin"


7 Temmuz 2014 Pazartesi

SEDİRİN ALTINDA

1981 yılında Adana Eskiistasyon Mahallesinde namus meselesinden iki kişi öldürmüştü. Biri kız kardeşi, diğeri de onun dostu. Öldüren Yumurtalıktan Arapuşağı Orhan. 

Saat 16.00 sıralarında Haber Merkezi bildirdi. Orhan kız kardeşini ve dostunu takip etmiş ve gündüz Mersin yolunda bir evde tabanca ile vurmuştu. Kısım Amiri Başkomiserimiz Şeref Peköz ve Cinayet Bürosunun bütün personeli üç ekip halinde Sanık Orhan'ın peşine düştük. Şahsın bir ay kadar önce pasaport çıkarttığını, iki kişi daha öldürüp Suriye ye kaçacağını tespit ettik. Hepimiz birlikte Yumurtalıkta ki akrabalarının evlerine baskınlar yaptık. Şahıs yok. Yakalayamadık. Tehlikeli olduğundan herkes korkuyor hakkında bilgi vermekten kaçınıyorlardı.

Yumurtalıkta ki Arap Uşaklarına ait bahçeler içerisinde ki evlere tek tek bakıyoruz fakat hiç bir netice alamıyorduk. Hem oralarda yakalasak bile mutlaka çatışma çıkar akrabaları vermek istemezlerdi. Biz bahçelerde dolaşıp kendisinden bir iz ararken on yaşlarında bir kız çocuğu gördüm. "Amca sen kimsin? Buralarda gezip ne arıyorsun?" diye bana sordu. "Ben Orhan Amcan'ın asker arkadaşıyım. Onun evini arıyorum" dedim. Çocuk "Amca sen çok gençsin, asker arkadaşı olamazsın fakat, o az evvel Adana Bey Mahallesinde Mustafa Amcamın evine gitti." dedi. 

Mustafa Amcasının evini tarif ettirdikten sonra arkadaşların yanına dönerek yine toplu olarak bu adrese gittik. Gittiğimiz yer düzlüktü ve tarla aralarında birbirine yakın bir kaç akraba evleri vardı. Bahçeler olduğu için sokak numaraları yoktu. Biz o Yumurtalıkta ki çocuktan almış olduğumuz tarif üzerinden giderek Mustafa'nın evini bulduk. 

Arabalarımızı biraz uzakta yolda bırakarak yaya olarak Mustafa'nın evinin yanına gittik. Ben ve iki arkadaş dışarıda tek katlı küçük evin köşelerinde durup kaçıp kaçmadığını kontrol ederken, diğer arkadaşlarımız beş altı polis memurları ve Başkomiser eve girdiler. O evden çıktılar, yakınlarında ki başka iki eve daha baktılar. Sanığı bulamadılar. Evlerde ki adamlar dışarı çıkmışlar bizleri seyrediyorlardı.

Bence çocuk yalan dememişti Orhan oradaydı. Bizleri gördükleri zaman bu evde bir telaşta vardı. Kaçmak ta kaçamadığına göre nereye gitmişti? Arkadaşlar arabalara gitmek yola doğru yürürlerken ben Mustafa'nın evine tekrar girdim. 

Kapıdan ilk girişte ki daracık holda bir kişinin oturabileceği bir sedir uzanmıştı. O kadar daracıktı ki içeri girerken bu sedire sürünerek geçmek gerekiyordu. Ben evin içine geçmedim de sedirin aşağı doğru sarkan örtüsünü kaldırıp altına baktım. Orası biraz da loş olduğu için adam fark edemedim, sadece bir ceket ucu gibi bir şey gördüm. Öyle ümitsizce yere yatarak iyice baktım ki ancak oraya sığmış şişko bir adam uzanmış yatıyordu. O dönene kadar elinde ki 9 lu Belçika tabancasını aldım. Adamı çekerek sedirin altından çıkarttım. Üzerini aradım üç dolu şarjör ve iki kutu da fişeklerini aldım. Bu kişi bizim aradığımız iki kişiyi öldüren Orhan'ın ta kendisiydi.

Adamı kan mı tutmuştu bilmem yürüyemiyordu. Kollarına kelepçe vurdum ve kendimde koluna girerek çok yavaş bir şekilde düzlük tarların içinde yolda ki arkadaşlara doğru yürüyorduk. Adam adım atamıyordu. Arkadaşlarım yürümüş gitmişler yolda arabaların yanında durmuşlar beni bekliyorlardı. Adam hızlı yürüyemediği için adamla birlikte bir taraftan alçak sesle konuşarak yavaş yavaş ikimiz birlikte arkadaşlara doğru yürürken Başkomiser Şeref Bey bana ha bire sesleniyordu "Hadi çabuk ol Recep. Muhabbetin zamanı değil." diyordu. 

Diğer evlerden de adamlar oraya toplanmağa başlamışlar ben bu nedenle 'sanığı yakaladım.' diyemiyordum onlara. Çünkü sanığı kurtarmak isteyenler olabilirdi. "Arkadaşlar bir dakka bekleyin. Bu adam boyacı. İyiki rastladık. Evimi tarif ediyorum. Boya yapacak" diyordum.

Bu sırada Sivas lı Polis Memuru Aksak Mahmut "Başkomiserim Recep adamı yakalamış." dedi ve hepsi birlikte bahçelerden bana doğru koşuştular. 

Katil Orhan'ı kazasız belasız Emniyet Müdürlüğne getirdik. Çok bitkin bir haldeydi. Çay filan içirdikten sonra biraz kendine geldi. Aslında böyle insanlara biraz insaniyet göstermek lazim ve biz de öyle ederdik. Bir misafir gibi davranır öylece yolcu ederdik.E.. ne olacak insan keyfi cinayet işlemez. Mecbur kalıpta cinayet işleyen adam o da ölmüş sayılırdı. 

Orhan Kısım da gizli gizli ağlıyordu. Gazteciler gelip te resmini çekmeğe başlayınca; "Ağabey yarın gazetelerde gözlerim yaşlı çıkmayım. Elimi yüzümü yıkayım. Beni Lavaboya götürür musunuz?" dedi. Giderken yolda "Kız kardeşini öldürdüğüne pişman mı oldun? Niçin ağlıyorsun?" diye sordum. "Yok ağabey, o canlansa şimdi bile öldürürüm. Ben sizin insanlığınıza ve bana ettiğiniz muameleye ağlıyorum." dedi.

Bence kim olsa bizim gibi davranırlar. Cinayet işleyen adam çoğu zaman mecbur kalıp cinayet işler. Öyle adama kötü davranmak olmaz. Her iki tarafında delillerini eksiksiz toplayıp, eşit davranarak ona göre işlem yapmak lazım. En nihayet adli merciler o adamın cezasını zaten verecekler. Ona düşmanca tavır takınmak, yanlı davranmak olur.  

    

3 Temmuz 2014 Perşembe

BİZDE TERSİNE

Her teşkilatta olduğu gibi Emniyet Teşkilatında da adettir. Yeni ve gerekli bir cihaz veya alet teşkilata alındığı zaman veya bir yenilik yapıldığı zaman herkese o yenilik hakkında kurslar verilir, devlet zarara sokulur fakat o şey ne ise lüzumu olan yerde değil de, o yerin en yetkilisinin hizmetinde kullanılır. Veya depolarda saklanır. 

Aslında milletin faydasına kadronun kullanması için alınır fakat o yerin en yetkilisi faydalanır. Veya kadroda çalışanların hiç birinin haberi olmaz depolarda saklı tutulurlar. Nitekim silahlar satışa çıkarıldığı zaman Emniyet Genel Müdürlüğü depolarından binlerce kuvvetli silahlar yanı tabancalar ve tüfekler çıkartılıp para karşılığı, parası olan teşkilat mensuplarına satılıp ruhsata bağlandılar. Onlarında en iyi ve yenileri emniyet müdürleri, amirleri tarafından satın alındılar. Kadro Kırıkkale tabancaları ile teröristlerin karşılarına çıkarken o silahlar depolarda bekliyorlardı.

Bir büroyu veya karakolu düşünün. Hizmette kullanılması için bir araba verilir. O araba hizmette değil, amirin makam arabası olarak kullanılır. İkincisi verilirse, iyisi amirin kötüsü hizmetin olur. Ekip arabasız, yaya görev yapar, amirin çocukları okula hizmet arabası ile gider gelir.

Eskiden teşkilatta Motorola el telsizleri vardı. Aselsan telsizi değil, ismi bile yoktu. Motorolalar Amerikadan hibe veya ithal olarak alınmışlardı. Hiç bir ekibin elinde göremezsiniz. Her müdürün, amirin elinde birer tane, bir yere gidildiği veya bir misafirleri geldiği zaman sesi çok çıksın duysunlar diye düğmesini açıp kapatırlardı. Gösteriş yaparlardı. Hiç bir ekibin elinde böyle cihazlar görülmüş değil.

1978-82 yıllarında terör olayları had safhaya çıkınca, ivedilikle çatışmalara katılan bölüm veya büro polislerinin kullanması için Belçika dan 14 lü tabancalar ithal edildi. Güya Kırıkkale tabancaları toplanıp 14 lüler dağıtılacaktı. Bu silahları ilk önce Emniyet Genel Müdürlüğü tüm personeli, müdürleri, amirleri zimmetli olarak aldılar ve bellerine taktılar. Kadrolarda da müdürler, sonra amirler, daha sonra da masa başında çalışan memurlar aldılar. Sokaklarda çatışmalara giren polisler yine Kırıkkale tabancalarla kaldılar. Allah aşkına masa başında çalışan, ömründe çatışma görmeyen bu personellerin on dörtlü tabancalara neden ihtiyacı var? Derler ya 'Balık baştan kokar' bu durumu hiç kimse düzeltemedi.

Bazen bir polis memuru görevinde ki başarısından dolayı bir maaş tutarında taltif edilir. Kendisine bir maaş Bakanlık onayına yazılırsa, masa başında oturan amirine iki maaş, memuru hiç tanımayan müdürüne dört maaş taltif yazılır ve onlar daha çok para alırlar. Bunlar maalesef Türkiye de meydana gelen en büyük haksızlıklardır ve hayatı önem taşımaktadır.

Kendisi on dörtlü tabanca taşıyan bir müdür, sokakta Kırıkkale tabanca ile çatışıp ta şehit olan bir polis memuru hakkında hiç bir vicdan azabı duymaz. Halbuki bütün bu malzemelerin en iyisi, sokakta teröristle karşı karşıya olan, onlarla çatışmalara giren polislere verilmesi lazım. Çünkü şimdiye kadar hiç bir teröristte öyle sıradan bir silah yakalanmadı. Hep güçlü kuvvetli silahlar yakalandı.

Bütün bunlar kanunlarla düzeltilmeli, sonra da herkes layik olduğu yerde çalıştırılarak torpil önlenmeli. Liyakat ön planda tutulmalı.      

2 Temmuz 2014 Çarşamba

VERDİ Mİ VERİİ

Temel'in hanımı çok ağır hastadır. Temel hanımını kurtarmak için çok uğraşlar verir fakat sıhhatına kavuşturamaz. Kadın yatalak olarak evinde yaşamağa devam eder. Tam bu sıralarda Temel'e de büyük bir ikramiye çıkar. Temel hasta eşinin bakımını geçici olarak kayın biraderine bırakır ve çıkan parayı almak için arkadaşının arabası ile Ankara'ya gider. İki üç gün eğleştikten sonra parayı alıp yine arkadaşının arabası ile memleketine giderken, kayın biraderinden bir telefon gelir. Telefonda kaynı, kız kardeşinin, yanı Temel'in hanımının öldüğü haberini verir. Temel bu haberi aldıktan sonra hemen arkadaşına arabayı durdurmasını söyler. Arabadan aşağı iner ve iki elini havaya kaldırarak "Ey Allahum sana şükürler olsun. Verdun mı her taraftan veriisun da.." der.