SAYFALAR

26 Kasım 2014 Çarşamba

TEK BAŞINA

Kumar oynandığını haber alan polis bir mekana baskın yapar, dört kişiyi yakalar. Şahıslar oyun kağıtlarını sobaya atar delili yok ederler. Polis itiraflarını almak için sorguya baş vurur. 

Adamların kimliklerini tespit eder. Şahıslardan biri papaz, biri Haham, biri İmam diğer şahısta sıradan vatandaş Temel.

Polis Papaza sorar:
"Kumar oynuyordunuz değil mi?"
Papaz bakar ki rezil olacak "Haşa ben din adamıyım. Kumar oynamam" der ve inkar eder.

Polis bakar ki söylemeyecek Haham'a döner:
"Sen söyle Haham Efendi, kumar oynuyordunuz değil mi? Suçunu itiraf et." der. Fakat Haham da büsbütün inkar eder, söylemez.

Polis İmamı alır karşısına ve sorar:
"Kumar oynuyordunuz, bir de utanmadan inkar ediyorsunuz." der.
İmam da "Allah çarpsın ki kumar filan oynamıyorduk. Hem bizler din adamlarıyız, kumar filan günahtır. biz kumar oynamayız. Sohbet ediyorduk." der.

Polis son çare olarak sıradan vatandaş Temel'i alır karşısına:
"Söyle bakıyım, biliyorum kumar oynuyordunuz, boşuna inkar etme." der.

Sıradan vatandaş Temel cevap verir:
"Vallah memur bey, bunlar oynamıyorsa, ben tek başıma kumar nasıl oynarım da.?" der ve acemi polis suçlarını itiraf ettiremez.

 

25 Kasım 2014 Salı

YOKSULLUK


Karaman İline bağlı Ermenek İlçesinde 28 Ekim 2014 te bir maden kazası oldu. On sekiz kişi hayatlarını kayıp ettiler. Geriye de gözü yaşlı ailelerini bıraktılar. Bunların hepsi de yoksul insanlardır. Yoksul olmak ayıp değildir. Günahta değildir. Hele kader hiç değildir. Onları yoksullaştırmak ve öyle yoksul tutmak günahtır, ayıptır.

Yoksulluk insana her şeyi yaptırır. Suç işleyenlerin bir çoğu yoksulluk nedeniyle mecbur kalınca işlenmiş suçlarda çok vardır. Doğuya yapılan yatırımların onda biri Anadolu ve Batıya da yapılmalı. Vatandaşa balık yemek değil, balık tutmak öğretilmeli. Halkın çalışıp iş sahibi olacağı iş sahaları açılmalı. Ermenek Maden kazasında ölen Tezcan Gökçe'nin babası 75 yaşında ki Recep Gökçe yi ve annesi Ayşe'yi ayağında ki yırtık kara lastikleri ile tanıdık. Kaymakam 7.5 liralık yeni bir kara lastik yollayarak güya yardım etmiş. Daha sonra Vali, Kaymakam, Belediye Başkanları hepsi ayağa kalkmışlar. Peki bunlar daha önce nerde imişler. Bir dolaşsınlar Türkiye yi ki kaç tane böyle yırtık kara lastik giyen, bir gün, iki gün lokma yemeyen Recep Gökçeler var. Sonra herkes bu adamın yırtık kara lastikleri ile ilgileniyorlar. Bu adamın ne yiyip ne içtiğini bilen var mı? İşte esas önemli olan bu sessiz ağlayan, sessiz çığlık atanlardır. İşte bu ve bunlar gibilerin ahı insana tutar ve ebedi iflah aldırmaz. Bu insan hiç hilesiz devlete karşı bütün yükümlülüklerini yerine getirmiş fakat devlet efendi de bunlara sahip çıkmayıp, böylelerinden aldıkları vergileri, çarçur edip yandaşlara peşkeş çekmiş.

Devlet her şeye muktedirdir ve mazlumun yanında olmalı, kanunsuzlukların karşısında olmalı. Eskiden Padişahlar ve Krallar bile halklarının yaşantılarını anlamak için kıyafet değiştirip tebdili kıyafet halkın arasında gezerlerdi. Onların nabzını anlar ona göre hareket ederlerdi. Şimdi araştırma yapılsa Türkiye de binlerce hatta milyonlarca Ayşe-Recep Gökçe çiftine benzer aileler vardır.  

21 Kasım 2014 Cuma

ASİMİLE

"Çoğunluk veya erk sahibinin baskısıyla, farklılık gösteren grupların, bunların kültür birikimleri ve kimliklerinin, baskın yapı içinde eriyerek yok olması." Bu cümleyi internetten aldım ve Sosyolojiye göre  'Asimilasyon' demekmiş. Türkiye ye bir göz atacağız. Yurdun geneline sonra bakacağız, şimdi Doğu ve Güneydoğu Anadolu ya bakalım.

Bu Bölgelerde Bizans zamanında Rumlardan tutunda Harzemi, Arabı, Ermenisi yaşadı da hiç Türk yaşamadı mı? Peki bu yaşayanlar nereye gitti? Hepsi Kürt olduğuna göre başka ırk hiç yok. Türkler bu bölgelerden gelip geçmediler mi? Eğer bu bölgeye uğrayıp yaşadılarsa çocukları torunları nereye gittiler. Osmanlı İmparatorluğu yedi iklimi idare ettiği zamanlar buralara hiç Türk uğramadı mı? Hanı nerededirler? 40 milyon Kürt ten bahsediliyor. Belli ki buralarda yaşayan Türkler ve diğer ırkları da Kürt sayılıyorlar. Yanı bu insanlar zorla, baskıyla asıl kimliklerinden arındırılmışlar ve Kürt kimlikleri kabul ettirilmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu yapmadığı şeylerden sorumlu tutulurken dünya bu duruma nasıl kayıtsız kalıyor? Bu bölgede 'Türk hiç yoktur' demek yalan söylemek değil midir? Öyleyse söyleyin Türkler nerde? Yoksa gizli bir tarafa gittiler de biz bilmiyor muyuz? İşte Türkiye de Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde sinsice Türkler ve diğer ırklar nasıl asimile edilerek Kürtleştirildiler. Bu durumu şimdi tüm Türkiye toprakları üzerinde uygulamağa çalışıyorlar. Kim çalışıyor? Başta Amerika olmak üzere bütün Avrupa Ülkeleri çalışıyorlar. Onlar zorla çıkarttırdıkları kanunlarla ellerimizi ayaklarımızı bağlayıp menfaat vadettikleri azınlıklara dövdürtüp yok etmek istiyorlar. Mesela Doğu Karadeniz de Hemşinliler güya Ermeni'dir diyorlar. Bu yalanı yutturduktan sonra Doğu Karadeniz hepsi Ermeni'dir diyecekler. Lazlar var, Gürcü, Çerkez, Aphaza hepsini sindirip Ermeni yapacaklar. Halbuki biz hep birlikte Türk'üz.

Bir zamanlar bu memlekette Türk'üm diyen yadırganıyordu. Hatta ve hatta öldürülüyordu. 'Faşist' diyorlardı. Eğer başarılırsa Türkiye Cumhuriyeti; fakat içinde, yaşayan Türk olmayan Türkiye Cumhuriyeti olacak. Kimliklerden 'T.C.' de kaldırıldı mı iş tamamdır. Çünkü hepsi asimile edilmiş yok edilmiş olacaklar. Türk olduğunu bilenler de korkudan seslerini çıkaramayacaklar. Sonra Türkiye de hiç Türk yok diye konferanslar verip tartışmalar düzenleyecekler. İşine gelenler destekleyecek, aydınlarımız aval aval bakıp seyredecekler. Sonunda neler olacak bizlerin ömrü yetmezse de bir çoğunuz göreceksiniz. Bu işlere faşist yakıştırmaları ile başlayacaklar. Dünya üzerinde bana faşist olmayan bir ülke gösterebilir misiniz? Gösteremezsiniz. Çünkü yoktur. Yalandan bir iki 'demokrasi, hürriyet' filan deyip herkesi kandırıyorlar. İş kendi ulusal güvenliklerine geldi mi adamın kafasını koparırlar. Ben 1979 yılında Türk Büyük Elçisi Mehmet Baydur ile Fransız Büyük Elçisi tartışırlarken duymuştum. "Türkiye ve Türkleri dünyadan kaldıracağız." diyordu Fransız Büyükelçisi. Türk elçisi Mehmet Baydur da "Dünyadan Türkleri kaldıramazsınız. Bir tarafta yok edebilirsiniz fakat biz öbür tarafta yine var oluruz." demişti. Daha sonra Hanımının çok ağırına gitmiş ki "Ne kadar densiz şımarık insanlar. Bunlarla hiç konuşulmaz." diyordu bizim Elçinin hanımı.

Türkiye de Türkler asimile ediliyor hem de 'Türkler başkalarını asimile etti' diye diye. Başarabilirler mi bilmem fakat görünüşe göre çoktan yarısını başarmışlar. Sorun bakıyım Güney Doğulu ya ki bir kişi Türk'üm veya Acem'im, Arap'ım, Emevi'yim, Abbasi'yim, Harzem'im Selçuklu'yum diyecek mi? Asimile olmuşlar işte.    

20 Kasım 2014 Perşembe

ÖZLÜ SÖZLER

1- Terzinin eteği sökük, ustanın evi yıkık, demircinin baltası kırık olur.
2- Abdal Tekke de, hacı Mekke`de bulunur.
3- Adalet ile zülum, bir yerde barınamaz.
4- Akıllı hırsız, şaşkın ev sahibini bastırır.
5- Akla gelmeyen başa gelir.
6- Atasını tanıyıp, sahip çıkmayan, Allah`ını da tanımaz.

7- El parası alan kişi, O’nun kılıcını kullanır.
8- Binde bir gelinen yere gül, her gün gelinen yere kül dökerler.
9- Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır.
10-Bulur bilemezsin, bilir bulamazsın.

19 Kasım 2014 Çarşamba

BOYNUNA GELİR

Adam bir gün gölde balık avlarken, jiple başka bir adam yaklaşır ve "Göl çok derin mi, jipimle geçebilir miyim ağabey?" diye sorar.
Adam "Yok kurban, senin jip geçer." der.

Ve sonra jip suya girince batar. Jipi kullanan adam güç bela kurtulur, yukarı çıkar ve balık tutan adamın yakasından tutar. "Hani geçerdim ulan ölüyorduk az daha." der.
Adam: "Ne bileyim ben, demin bir ördek geçti valla su boynuna geliyordu." der.

18 Kasım 2014 Salı

YENİ MODEL

İki tane çiftçi, biri Adanalı, diğeri Kayserili, sohbet ederken, zenginlikleriyle övünürler.
Adanalı
-Bizim orda arazilerimizde, sabah güneş doğmadan biniyoruz arabaya, akşam oluyo, biz hala çiftliğin öteki ucuna yetişemiyoruz.
Kayserili de diyor ki :
-Gözünün yağını yediğim, bizim de vardı öyle bir arabamız ama, geçenlerde satıp yeni modelini aldık. Artık yeni modeline biniyoruz.

17 Kasım 2014 Pazartesi

KAÇKAR DAĞLARI 5

Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Bazen ac gezip bazen geyik eti yediler. Bazen canlı ayı bazen ölü ayılarla karşılaştılar. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek, bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları amatör kamerasından yerli belgeseli.
                                                         Lütfen video üzerine tıklayınız.
                                    
                                                       

14 Kasım 2014 Cuma

TUT SATİREM

Tortum'lunun biri eşeğine yüklediği dutu "Batmanı 2.5 lira" diye bağırarak satar. Başka biri de fiyatını anlamamış ki kulağına eğilip "kilosu gaça" diye sorar.
Dut satan Tortum'lu adama kızar
"Niye baba ele egilib gulağıma fısıldirsan? Hoç esgeriye mevzeri satmiram, tut satiram!" der.

13 Kasım 2014 Perşembe

KAÇKAR DAĞLARI 4

4Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Bazen ac gezip bazen geyik eti yediler. Bazen canlı ayı bazen ölü ayılarla karşılaştılar. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek, bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları amatör kamerasından yerli belgeseli.
                                                       
                                                        Lütfen video üzerine tıklayınız.

12 Kasım 2014 Çarşamba

KAÇKAR DAĞLARI 3

Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek, bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları yerli belgeseli.
                                                       
                                                        Lütfen video üzerine tıklayınız.

11 Kasım 2014 Salı

NEDEN YAPMAYALIM

Geçenlerde Rize de bir lokantaya gittik. Bütün yemekler bol kepçe ve hem de çok ucuz.
Dört arkadaş tıka basa doyduk. Üstüne de birer porsiyon laz böreği yedik.
Oh ağzınızın suyu aktı biliyorum fakat benim bunu anlatmamda ki asıl mesele bunun için değildi. Özür dilerim.
Sonunda beğendiğimizi anlatmak için lokanta sahibiyle konuştuk ve yemeklerini çok beğendiğimizi söyledim.
Hele laz böreğini neden yaptıklarını sordum.
Lokantacı "Neden yapmayalım ki, herkes sizler gibi beğenip yiyorlar, onun için yapıyoruz." dedi.

9 Kasım 2014 Pazar

KAÇKAR DAĞLARI 2

Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp bazen de aç ve uykusuz kalarak acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları yerli ve amatör belgeseli.

                                                            Lütfen videoyu tıklayınız.

 

8 Kasım 2014 Cumartesi

KAÇKAR DAĞLARI 1

Belgesel meraklısı arkadaşlarım, Doğu Karadeniz de yaylaların bulunduğu Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Çocukluğumda çoğunu benim de gezdiğim bu yerlerin bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepelerini en kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler ve kayıt altına aldılar. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Köylerden başlayarak Kaçkar dağlarının her tarafını karış karış gezdiler ve bazen de sürprizlerle karşılaştılar. Kaçkar dağları eteklerinde ki köylerimiz, yaylalarımız ve Kaçkar Dağlarımız.

                                                         Lütfen video üzerine tıklayınız.
                                     

7 Kasım 2014 Cuma

GAVATA BENZİR


Adam gurbete gidince bir ayna bulmuş. Bakınca kendi resmini ölen kardeşine benzetmiş. Biraz ağladıktan sonra köyüne götürmüş ve ölen kardeşinin resmi diye yanından hiç ayırmazmış. Ara sıra bakar bakar ağlarmış ölen kardeşim diye.
Her gece
"Ey gidi gardaşımm.. Seni bir daha görmek nasipte varmış." deyip sarılıp yatarmış aynaya.
Karısı bakmış adam bir şeye sarılıp uyuyor.
O uyurken gizlice elinden aynayı almış. Bakmış ki saçı başı dağınık bir kadın.
"Allah belaağı vireee, bu garı da çim çi? Bi şeye de benzese barı. Çirkin mi çirkin."
diye söylenerek doğruca ayna elinde muhtara koşmuş.
"Mığdar emmii, benim herif beni bu çirkin garıyla aldatii."
Muhtar aynayı eline almış bakmış ki kadın madın yok, pos bıyıklı saçı sakalı karışık kara bir erkek var.
"Yavu bu garıya değil de, daha çok gavata benziir." demiş. 

6 Kasım 2014 Perşembe

İNEYHLER

Babasını İstanbul’a götüren Erzurumlu dört katlı apartmanın en üst katında oturuyormuş. Hayatı köyde geçen baba evi çok sevmiş, çok beğenmiş ancak aklının almadığı bir şeyi ilk geldiği gecenin sabahı oğluna sormuş:

-“Ola oğul,evin çoh güzel, çoh eyi, çoh hoş, çoh sevdım da ineyhler yuhari nasıl enip çıhir? “

5 Kasım 2014 Çarşamba

HIRSIZ İÇERDEN

Her zaman mahiyetime de söylerdim "Kendi gözün ile gördüklerinin yüzde 40 ine, söylenenin yüzde dört üne inanın." diye. Bazıları vardır ön sezileri ile hareket ederler. Veya kim ne söylerse inanırlar. Halbuki ön seziler gerçeklere çok uzaktırlar. İnsanı yanıltırlar. Başkaları tarafından söylenenler de mutlaka bir menfaat vardır ve insanı yanlış yola sevk ederler. Veya karşında ki adam hedeflerine ulaşmak için seni kullanır. Bu çok tehlikedir. Bazıları da ahkam keserler. Bu da tehlikelidir. Bir de bu bana olmaz diye övünmemek lazım. Hiç beklemediğin bir olay başkalarına gülerken başına gelebilir. Velhasıl bu dünyada iyi yaşamak için şanslı olmak gerekir. İnsan çok akıllı olursa da iyi yaşayamaz. Şanslı olmak en büyük nimet ve meziyettir.

1988 yılında Ankara Hırsızlık Bürosunda çalışırken sabıkasız Aytekin isimli 35 yaşlarında bir hırsız Keçiören de bir evde parmak izi bıraktığı için tespit edilmişti ve yakalandı. Daha doğrusu Kolombo Avni dedikleri Başkomiser Avni Turgut yakaladı. Ben de yakalamak için çok uğraştım fakat kendisi ufak tefek ve çok zayıf olduğundan yakalamak için her evine gittiğim zaman eğer evde ise, tuvalet penceresinden dışarı çıkarak duvardan asılır, ben pencereden dışarı bakmama rağmen kendini göremezmişim ve her sefer beni atlatırmış. Kendi beyanına göre 120 ye yakın eve girmiş hırsızlık yapmıştı.

Her hırsızın bir çalışma şekli olur. Bu anlatacağımız hırsız da gece geç saatlerde sokaklarda gezer. Apartman dairelerinin mutfak balkon kapılarına bakar. Eğer balkon kapısı açık ise, zaten topuğuna bastığı ayakkabılarını çıkarır yerde bırakır ve su boruları veya balkon demirlerine tutunarak kaçıncı kat olursa olsun eve girer, ev halkı uyurken ceplerinde ki veya çekmecelerinde ki para ve kıymetli eşyalarını çalarak yine aynı çıktığı yoldan geri inerek kaçardı. Kocası ile uyuyan kadının kolundan bilezikleri çıkarıp çalmıştı. Yükseklik konusunda çok uzman olan bu hırsız daha sonra Çankırı Cezaevinde dördüncü kattan inmek sureti ile kaçmıştı. Bir hafta gün aldıktan sonra hırsızlık yerlerinin hepsine giderek tespit ettik ve "Yer Gösterme Tutanakları" tuttuk.

Ben bu kişinin yaptığı hırsızlıklardan bir tanesini anlatacağım:
Hırsız Aytekin Keçiören de bir ev göstererek "Bu evden de hırsızlık yaptım." demesi üzerine sekizinci katta ki bu evin kapısını çaldık. Kapıyı açan bayan evlerinde iki yıl kadar önce hırsızlık olduğunu söyledi. Kendisine hırsızın yakalandığını ve 'YER GÖSTERME' yaptıracağımızı söyledim. Ev sahibine yanı kocasına haber verdi. Sitelerde kereste dükkanında bulunan ev sahibi adam bir sürü akraba ve dostları ile eve geldi. Böyle durumlarda kalabalıklardan çok kokarım. Hırsızı bir fırsat bulup kaçmasın veya başına bir şey gelmesin diye Polis Memuru Cengiz'in koluna kelepçelemiştim. Bir ara ev sahibinin hırsıza çok sokulduğunu gördüm. Diğer yanında gelen adamları zaten eve almadım. Onlar kapıdan izliyorlardı. Sadece ev sahibi ve evlerinde bulunan kadınların huzurunda onlarda duyarken Hırsız Aytekin anlattı; "Şuradan girdim, şurada duran pantolonların cebinde 4-500 lira vardı onları aldım. Kitaplığın bir çekmecesi kilitliydi, kilidini açmağa çalışırken makasın bir kolu kırıldı. Çekmeceyi zorlayarak açtım ve içerisinde ki bir kiloya yakın altınları aldım." dedi. Sadece ben ve hırsız konuşuyorduk. Hiç kimsede en ufak bir çit yok, pür dikkat konuştuklarımızı ve benim polise söyleyip yazdırdıklarımı dinliyorlardı.

Hani halk arasında konuşulur ya polis olayları hayalı çözer, suçluya da işkence ile kabul ettirir diye, öyle mi umuyorlardı bilmem. Hırsızın doğru anlattığına inanan ev sahibi bana "Ağabey müsaade eder misin? Soracaklarım var. Onunla odada yalnız konuşabilir miyim?" dedi. "Hayır. Ne soracaksan benim yanımda sorabilirsin." dedim. Kadınları siper ederek adamın hızla hırsıza yaklaştığını görünce Birden önüne geçtim ve adamı kolundan tutarak kendime doğru çektim. Adam koca bir ekmek bıçağı sağ elinde ceketinin koluna gizlemiş, hırsıza vurmak isterken yakaladım. Hatta bıçağı alırken sol elim de biraz kesilmiş kanamıştı. Bıçağı aldıktan sonra yere yatırdığım ev sahibi Niyazı ye belimden çıkardığım kelepçeyi vurdum ve hırsız ile birlikte suçlu olarak götürürken adam bütün yakınlarının içinde hem ağladı hem anlattı:

"Ağabey, olay olduğu zaman Karakola müracaat ettim. Olay yerini incelemek için karakoldan polisler geldiler. Kapı ve pencerelerde hiç bir zorlama olmadığı gibi ev de sekizinci katta olduğundan "Bu eve dışardan hırsız girmemiş. Hırsızı içinizde arayın." dediler. Anlaşılan polisler ev sahibine şirin görünmek için ahkam kesmişler. Tam o gece de Dünürüm Bolu dan gelmiş, benden borç para istemişti. Ben de para veremeyeceğimi söyleyince, bana kızmış sabah ezandan önce bizlere hiç görünmeden evi terk etmiş, gitmişti. Bizler kalktığımızda altınları koyduğumuz çekmece kırılmış altınlarımız çalınmıştı. Polisler de "Hırsız içerden" deyince, ben Dünürümden şüphelendim ve davacı oldum. Polisler Dünürümü Bolu'dan getirdiler cezaevine attılar. 20 gün sonra Dünürüm hapisten çıktı. Çıkar çıkmaz doğru evime geldi. Gelinim olan gebe kızını aldı, Bolu ya kendi evine götürdü. Ben hala hırsız onun olduğunu biliyordum.

Halbuki bu hırsızın anlattıklarının hepsi doğru. Dünürümün günahını almışım. Şimdi bana düşmandır ve konuşmuyoruz. Üstelik bir buçuk yaşında ki torunum onun evinde doğdu, tanımıyorum. Şimdi tam olarak anladım ki dünürüm suçsuzmuş. Ben şimdi ne yaparım? Bu işin altından nasıl kalkarım?" dedi. Daha sonrasını takip edemedim. Ne yapıp yapmadığını bilmiyorum. Ancak sadece elimden geleni yaptım. Bu evin sahibi Niyazi'nin eline taktığım kelepçeyi çıkardım ve serbest bıraktım. Yanı 'Öldürmeğe Teşebbüsten' işlem yapıp Adliyeye yollamadım.  

4 Kasım 2014 Salı

PROSEDÜR

Eskiden hırsızlık olaylarında halk yanlış bilgiye sahip ve polisin günahını alırdı. Eğer polis kendi hırsız değil ise ne bilsin hırsız kimdir. Hele bu zamanda herkes hırsız iken. 

Sabıkalı olanlar zaman zaman taranarak sorguya alınır fakat pek bir şey çıkmaz. Suç üstü, parmak izi veya mal satarken yakalanan hırsızlar sorguya alınır yalvararak, kandırarak bazen de döverek yaptığı hırsızlıklar söylettirilirdi.

Muhtelif tarihlerde yaptığı hırsızlıklar not alınır. Tek tek adreslere gidilerek teyit ettirilirdi. Bölge karakollarından o tarihte ki hırsızlık müracaatları çıkarttırılır. Hatta ev sahibi 'polis hırsızı yakalayamaz' diye düşünüp müracaat etmemiş olsa bile hırsızın belirttiği adrese gidilir ve o eski hırsızlık olayı için yeniden tutanaklar tutularak işlemler yapılır vatandaşın mağduriyeti giderilirdi. 

Hırsızlık olan evlerde ev sahibinin huzurunda tutanaklar tutulur. Hırsızın söyledikleri ile ev sahibinin müracaatında ki kayıp mallar karşılaştırılır. Tek tek çalınan mallar satıldıkları yerlerden temin edilerek ziynet ve diğer eşyalar müştekiye teslim edilir. Bulunamayan eşyalar ve çalınıp harcanan  para ifadelerle delil lendirilerek Adliyeye intikal ettirilirdi. 

Her olay için ayrı dava açılır. Hırsızlık şekline göre hırsız her davadan ayrı ayrı cezalar alırdı. Şimdi ise duyduğuma göre bu işlemlerin hiç biri yapılmıyormuş. İfadeler alınıp tez elden Adli mercilere gönderiliyormuş ve hırsız "Hatırlamıyorum" diyor, çaldığı mallar yanına kar kalıyormuş. 

Ee o zaman tabii ki hırsızlık ve gasp olayları artacak ve namuslu vatandaş huzursuz olacak. Devlette zararı ödemeyeceğine göre hırsız kârli, namuslu vatandaş mağdur olacak. Herkes hırsız olmak için teşvik edilmiş olacak. 



3 Kasım 2014 Pazartesi

MAZERET

1992 yılı Ankara Asayiş Şube Cinayet Masası Nöbetçi Amirliğinde Nöbetçi Amiriyim. Amir arkadaşlara hafta da bir böyle nöbet gelir ve orada görevli üç polis memuru ile birlikte yirmi dört saat nöbet tutarlardı. Böylece bizim sorumluluğumuzda telefon ve telsizlerden aldığımız ihbarlara ekip sevk edip olaylara anında müdahale edilmesini sağlardık. Büyük olaylar olduğu zamanda Vali ve Bakanların bile geldikleri, hatta hiç olay olmasa da savcı, hakim ve tüm üst düzey yöneticilerin de çay içmeğe gelip günlerini burada geçirdikleri oluyordu.

Yerimiz Asayiş Şube oto garajının üstünde giriş kapısı kalın sağlam çelikten yapılmış, aynı zamanda içerisi Cinayet Masasının nezarethanesi olarak kullanılıyordu. Cinayet Büro Amiri, Asayiş Şube Müdürü, Müdür Yardımcıları, hatta Baş Müdür bile canları sıkıldığı zaman aşağı iner, burada çay filan içerler zaman geçirirlerdi. Sol tarafta suçluların kaldığı nezarethanemiz ve tam ön tarafta oturma yerimiz vardı. Her zaman suçlular bulunur giren çıkanı da çok olurdu.

O sağlam çelik kapıyı açmak için kilit sistemi de vardı fakat açıp kapamak zaman aldığından, veya sık sık açılıp kapandığından genelde özel yapılmış kapı kolu ile açar kapar sonrada kolu üzerinden çıkarıp nöbetçi memuru üzerine alırdı. Zile basıldığı zaman ortada ki küçük pencereyi açar, dışarı bakar, içeri alınacak adamsa içeri alınır yoksa alınmaz dı.

Ne aksilikse ben Nöbetçi Amiri olduğum zaman bütün nöbetçi memurların sağda solda işleri olur izin isterler, bende kimsenin gönlünü kırmaz herkese izin verirdim. Yine iki memurum izin istedi ve ben de izin verdim tek memurla kaldım. Hem telsizler hem de telefonlara cevap veriyor, aksatmadan görevi sürdürüyorduk. Yanımda ki Polis Memuru Sefer'ın çocuğuna Demetevler de araba çarpmış haberini aldık. Çocuğunun durumunu görmesi için Nöbetçi Amirliğin arabası ile Sefer'i çocuğun kaldırıldığı hastaneye yolladım ve ben içerde yalnız kaldım. Bu görevi tek başına sürdürmek biraz zor ve sakıncalı oluyor. Hem telefonlar hem telsizler bir iki de olay olursa altından kalkılmaz. Onun için bir ekip çağırarak o ekipte ki polis memurlarından birini geçici olarak yanıma almak istedim. Beş dakika kadar sonra çağırdığım ekip geldi fakat tüm aramalarıma rağmen kapı kolunu bulup kapıyı açıp ekibi içeri alamadım.

Son izin verdiğim Polis Memuru Sefer'e anons ederek telefon açmasını istedim. Sefer telefon açtı. Nöbetçi Amirliği kapı açma kolunun nerede olduğunu sordum. Yanında götürdüğünü söyledi. Derhal Kısma geri gelmesini istedim. On beş dakika sonra Sefer geldi. Neden kapı kolunu yanında götürdüğünü sordum.
Verdiği cevap: "Komiserim çok gelen giden olur, yerinden kalkar, oturur yorulursun, rahatsız olmayasın diye götürdüm." dedi. Akıllı memurun cevabı böyle. 

1 Kasım 2014 Cumartesi

ÜÇÜ DE ADAM

Bir seyahat esnasında uçak kazası olur ve üç kişi çölde bir bölgeye düşerek mahsur kalırlar.
Birincisi hemen bir somun ekmek çıkarır ve "Acıktığımız zaman yeriz." der.
İkinci şahıs içi su dolu bir matara çıkarır ve "Susadığımız zaman içeriz." der.
Üçüncüsü "Ben de bir araba kapısı getirdim. Sıcaklandığımız zaman camı açar, serinleriz." der.