SAYFALAR

30 Aralık 2014 Salı

BİZUM İÇUN

Dün bir kargo yollayacaktım Metro da ki PTT ye gittim. Biraz geç kaldığımdan aceleyle kuyruğa girdim.
Önümde 10-15 kişi vardı. Görevli Memure Hanım "Saat 16.00 dan sonra taahhütlü mektup ve kargo eşyası kabul edemiyoruz. Sizler yarın sabahtan gelin." dedi.
Tam önümde duran ve bu sırazadelerden olan, zaten burnundan şüphelendiğim O yaşlı adam Karadenizli imiş ki bizlere söyleyen Memure Hanıma sordu;
"E.. Kizum, yarun sabah burayı bizum içun erken mı açacaksunuz?"

29 Aralık 2014 Pazartesi

KAÇKAR DAĞLARI 8

(devam)
Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri en kötü tabiat şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Bazen ac gezip bazen geyik eti yediler. Bazen canlı ayı bazen ölü ayılarla karşılaştılar. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek, bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları amatör kamerasından yerli belgeseli. (devamı var)
                                                              Lütfen videoyu tıklayınız.

11 Aralık 2014 Perşembe

MİLLİ MÜCADELECİLER

Osmanlı İmparatorluğu son zamanlarında bilhassa Damat Ferit Paşa Hükümeti zamanında iyice bozulmuş planlı bir şekilde bilinçli olarak, idareciler tarafından dış güçlerin baskısıyla da başka devletlere teslim edilmiştir. Balkanlarda ki topraklar Bir Yunan hayranı olan Damat Ferit Paşa tarafından Yunan ve Bulgarlara sistemli bir şekilde savaşsız verilmiştir. Zaten Dışişleri ve PTT Bakanları Ermeni, diğer Bakanların bütünü de Ermeni ve Yunanlılardan oluşmaktadır.

Bu durumları anlayıp hazmedemeyen ve ellerinden de bir şey gelmeyen bazı vatan severler bir araya gelerek kurtuluş çareleri aramışlardır. Askeriye de görevli bir çok subay ve paşalar mahiyetleri ile birlikte dağa çıkıp Balkan dağlarında eşkıyalık etmiş vatanı kurtarmak için çareler aramışlardır. Resneli Niyazi Paşa, Enver Paşa gibi paşaları örnek verebiliriz. Hatta Resneli Niyazı Paşa bu macerasında bir geyikle karşılaşıp arkadaş olurlar ve çok uzun bir süre bu geyikle birlikte yaşarlar. Daha önce TEŞKİLATI MAHSUSA da toplanan vatan severler bu durumdan kurtulmak için çareler ararlar. İşte bunlardan bir kaçı bir araya gelerek Osmanlı topraklarının bir azını kurtarmış ve üzerinde devamı olarak Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardır. İşte biz şimdi bu topraklar üzerinde onların sayesinde hür olarak yaşıyoruz. Osmanlı İmparatorluğundan ayırılan diğer topraklar üzerinde Irak, Suriye, Ürdün, İsrail, Lübnan, Filistin, Kuveyt, Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, Yemen, Umman, Kıbrıs, Mısır, Libya, Fas, Cezayir, Tunus; Sudan, Somalı, Fas, Kenya, Uganda, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Rusya. Balkanlarda da Bulgaristan, Makedonya, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Hırvatistan Kosova, Romanya, Moldova, Ukrayna, Macaristan, Slovakya, Arnavutluk gibi ülkeler kurulmuştur.

Bu ülkelerden bazılarının akıbetleri malum yok olmuşlar veya iç savaşlar devam ediyor. İşte Milli Mücadele için bir araya gelen ve bu gün kü ülkemizi bize bırakan vatan fedailerinin sadece enteresan olan bir kaç tanesini tanıtacağım. Çünkü bu kahramanların hepsini tanıtmağa ne ömrümüz ne de sayfalar yeter. Hepsine Tanrıdan rahmetler diliyorum.
Mustafa Kemal Atatürk 1881-1938 Mareşal
Selanik te doğdu. 1902`de Harp Okulunu, 1905`te de Harp Akademisini bitirdi. Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarına katıldı. Çanakkale cephesinde büyük başarılar kazandı. 1915`te Albay, 1916`da Tümgeneral oldu. Mondros Mütarekesi sonrası yurdun işgali üzerine 19 Mayıs 1919`da Samsun`a çıkıp Milli Mücadeleyi başlattı. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde Nemrut Mustafa Paşa tarafından 1920 de hakkında idam cezası verildi. 23 Nisan 1920`de Ankara`da TBMM ni kurdu. İlk toplantıda daha önce Nemrut Mustafa tarafından hakkında verilen idam cezası af edilerek kaldırıldı. 5 Ağustos 1921 de Başkomutan oldu. Sakarya ve Başkomutan Meydan Muharebelerini yönetti ve kazandı. Gazi unvanını aldı. 19 Eylül 1921`de Mareşal oldu. 29 Ekim 1923 günü TBMM de Cumhuriyet ilan edildi. İlk Cumhurbaşkanı seçildi. Devrimler yaparak Türkiye Cumhuriyeti`ni lâik, güçlü, modern bir devlet haline getirdi. 10 Kasım 1938 tarihine kadar Cumhurbaşkanlığı yaptı. 10 Kasım 1938 de İstanbul da öldü.
Mustafa Fevzi Çakmak 1876-1950 Mareşal
İstanbul da doğdu. 1896 da Harp Okulunu, 1898 de de Harp Akademisini bitirdi. Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarına katıldı. 1918 de Genelkurmay Başkanı, 1920 de Harbiye Nazırı (Bakanı) oldu. Milli Mücadeleye katılmak üzere 1920 yılında Harbiye Naziri iken Ankara ya geldi. Hakkında idam cezası verildi. Mustafa Kemal ile birlikte vatanın kurtulması için görevler alarak mücadele etti. Yeni Hükümette Milli Savunma Bakanlığına getirildi. 1921 de Genelkurmay Başkanı oldu. Aynı yıl Orgeneralliğe, 1922 de de Mareşalliğe terfi etti. 1924-1944 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı yaptı. Yaş haddinden emekliye ayrıldı. TBMM de 14 Ağustos 1923 e kadar Kozan Milletvekili olarak görev yaptı. Daha sonra İstanbul Milletvekili seçildi. 31 Ekim 1924 te milletvekilliğinden istifa etti. 1946-1947 yılları arasında İstanbul Bağımsız Milletvekili olarak TBMM de görev yaptı. Osman Bölükbaşı ile Millet Partisini kurdu. 10 Nisan 1950 de İstanbul da öldü.
Yakup Şevki Sübaşı 1876-1939 Orgeneral
Harput`ta doğdu. 1896`da Harp Okulunu, 1900`de de Harp Akademisini bitirdi. Balkan ve I. Dünya Savaşları`nda görev aldı. 1916 yılında Tümgeneral liğe terfi etti. 16 Mart 1920 de İngilizler İstanbul'u işgal edilince tutuklanarak Malta ya sürüldü. 1921 yılı sonbaharında İnebolu ya geldi. 2 nci Ordu Komutanı olarak istiklal Savaşı na katıldı. Bir çok zaferler kazandı. 1922 de Korgeneral, 1926 da Orgeneral rütbelerini aldı. 1924 yılında Yüksek Askerî Şûra üyeliğine atandı. Bu görevde iken 20 Aralık 1939 tarihinde İstanbul da öldü.
Fahrettin Altay 1880-1974 Orgeneral
İşkodra da doğdu. 1900 de Harp Okulunu, 1902 de de Harp Akademisini bitirdi. Balkan ve I. Dünya Savaşları nda görev aldı. İstiklal Savaşı na Süvari Grup Komutanı, Süvari Kolordusu Komutanı olarak katıldı ve çok üstün başarılara imza attı. Yunan Ordusu İzmir de iken ilk İzmir e giren Türk Komutanıdır. 'Altay' Soyadı kendisine Atatürk tarafından İngiliz donanma karması ile Altay maçı sırasında ki anılarından dolayı verilmiştir. Cumhuriyet'in ilanından sonra 2 nci Ordu, 1933 ten itibaren de l nci Ordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. 1921 de Tümgeneral, 1922 de Korgeneral ve 1926 da da Orgeneralliğe terfi etti. 14 Ekim 1945 te Yüksek Askerî Şûra Üyesi iken emekliye ayrıldı. TBMM de I. Dönem Mersin, II. Dönem İzmir ve VIII. Dönem Burdur Milletvekili olarak bulundu. İstanbul`da öldü.


Musa Kazim Karabekir Paşa 1882-1948 Orgeneral
İstanbul da doğdu. 1902 de Harbiye Okulunu bitirdi. Jandarma Alaybeyi Mehmet Emin Beyin oğludur. Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşlarına katıldı. Kurtuluş yıllarında yardım için ilk Anadoluya geçen komutandır. Çok büyük fedakarlıklarla canını hiçe sayarak savaştı. Son zamanlarda gerçek dışı da olsa 1926 da Atatürk suikastine ismi karıştırıldığından biraz sönük geçti. Divani Harp te yargılanıp beraat etti. 1948 yılında Meclis başkanıyken kalp krızı geçirerek vefat etti.
Kazım Fikri ÖZALP 1882-1968 Orgeneral
Makedonya Köprülü de doğdu. 1902 de Harp Okulunu, 1905 te de Harp Akademisini bitirdi. Balkan ve I. Dünya Savaşlarında görev aldı. 61. Tümen Komutanı olarak Atatürk'ün yanında İstiklal Savaşına katıldı. Kocaeli Bölge Komutanı, Mürettep Kolordu Komutanı ve 3 ncü Kolordu Komutanı olarak yararlı hizmetler yaptı. 1921 de Tümgeneral, 1922 de Korgeneral rütbeleri verildi. 1922 yılı başında Millî Savunma Bakanı oldu 1926 da Orgeneralliğe terfi ettikten bir yıl sonra askerlikten emekliye ayrıldı. TBMM de 1 ve 8. Dönem Balıkesir, 9. Dönem Van Milletvekili olarak görev yaptı. 1924-1935 yılları arasında TBMM Başkanlığı görevinde bulundu. 1935`te tekrar Milli Savunma Bakanı oldu. Ankara`da öldü.
Nureddin İbrahim Konyar Paşa (SAKALLI) 1873-1932 Korgeneral
Bodrum`da doğdu. 1903`te Harp Okulunu, 1906`da da Harp Akademisini bitirdi. Trablusgarp; Balkan ve I. Dünya Savaşlarında görev aldı. 8 Şubat 1921 tarihinden itibaren İstiklâl Savaşı`na katıldı. 1926`da Tümgeneral 1930`da Korgeneral ve 1940 yılında da Orgeneralliğe terfi etti. 2`nci Ordu Komutanlığı (1940-1945). Yüksek Askeri Şûra Üyeliği (1945-1949) yaptıktan sonra Genelkurmay Başkanlığına getirildi (1949). Bu görevinden 6 Temmuz 1950`de emekliye ayrıldı. 27 Mayıs 1960 hareketinden sonra oluşturulan Kurucu Meclise üye seçildi. İstanbul`da öldü.
Nureddin İbrahim Konyar Paşa (SAKALLI) 1873-1932 Korgeneral
Bursa da doğdu. 1893 te Harp Okulunu bitirdi. 1897 Osmanlı-Yunan, Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarında görev aldı. Irak Cephesi nde Basra ve Bağdat Valiliği görevlerini de üstlendi. 1918 de Tümgeneralliğe terfi etti. Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra 1919 yılında kısa süre Aydın ve izmir Valiliği görevlerinde bulundu. Temmuz 1920 de Anadolu ya geçerek Merkez Ordusu Komutanlığı, l nci Ordu Komutanı görevleriyle İstiklâl Savaşına katıldı. 31 Ağustos 1922 de Korgeneral oldu. 1924 te Yüksek Askeri Şûra Üyeliğine atandı. Bursa Milletvekili seçilmesi üzerine 1925 yılında askerlikten emekliye ayrıldı. İstanbul da öldü.
Mehmet Nihat ANILMIŞ 1878-1954 Korgeneral
Filibe de doğdu. 1896 da Harp Okulunu, 1900 de Harp Akademisini bitirdi. Balkan ve I. Dünya Savaşlarında görev aldı. 1915 te Tümgeneralliğe terfi etti. Elcezire Cephesi Komutanı olarak İstiklâl Savaşına katıldı. Zaferden sonra Askerî Yargıtay Başkanlığına atandı. 1928 de rütbesi Korgeneralliğe yükseltildi. 1942 yılında emekli oldu. Ankara Milletvekili seçilerek 1942-1943 yılları arasında TBMM de de görev yaptı. İstanbul da öldü.
Ali Fuat CEBESOY 1882-1968 Korgeneral
İstanbul-Salacak'ta doğdu. 1902 de Harp Okulunu, 1905 te de Harp Akademisini bitirdi. Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarında görev aldı. 1917 yılında Tümgeneralliğe terfi etti. İstiklâl Savaşının başlangıcında Batı Anadolu Genel Kuva-yi Milliye Komutanı ve Batı Cephesi Komutanı olarak savaşa katıldı. 1920 yılı sonunda Moskova Büyükelçiliğine atandı. 1922 de TBMM ikinci Başkanı oldu. Korgeneral olarak 1923-1927 arası Ordu Komutanlığı ve Milletvekilliği yaptı. TBMM de I ve II. Dönem Ankara, IV ve VIII. Dönem Konya, IX. Dönem Eskişehir, X ve XI. Dönem İstanbul Milletvekili olarak görev aldı. TBMM Başkanı (1948), Bayındırlık Bakanı (1939-1943), Ulaştırma Bakanı (1943-1946) olarak devlete hizmet etti. İstanbul`da öldü.

Halide Edip ADIVAR 1882-1964İstanbul da doğdu.1901 de Üsküdar Amerikan Kız Kolejini bitirdi. Öğretmenlik ve müfettişlik görevlerinden sonra İstanbul Darülfünununda(Üniversitesinde) Batı Edebiyatı dersleri okuttu (1918-1919) İstiklâl Savaşı başlayınca Ankara ya geçti. "Halide Onbaşı" olarak savaşa katıldı. Kadınların savaşa katkısını artırdı. 1926-1938 yılları arasında Avrupa ve Amerika da yaşadı. Yurda döndükten sonra on yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Edebiyatı kürsüsünü yönetti. 1950-1954 yılları arasında İzmir Milletvekilliği yaptı. Roman, hikâye, oyun alanlarında bir çok eserler yaptı. Türk ün Ateşle imtihanı, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Dağa Çıkan Kurt adlı kitaplarında İstiklal Savaşını anlattı. İstanbul da öldü.

Fatma Seher ERDEN (Kara Fatma) 1888-1955Erzurum da doğdu. Subay Derviş Beyle evlenip Balkan Savaşına katıldı. I. Dünya Savaşında bir kaç kadınla Kafkas Cephesine gitti. Eşleri Ermenilerce şehit edilmiş ve Ermeniler in zülmünden kurtulan kadınlarla Ermenilere karşı savaştı. Milli Mücadele döneminde oğlu, kızı ve kardeşleriyle beraber Bursa ve İzmit in düşman işgalinden kurtarılması için çalıştı. 300 kişiyi aşkın müfreze kuvvetiyle Sakarya ve Başkomutan Meydan Muharebelerine katıldı. Üsteğmen rütbesiyle emekli oldu. Emekli maaşını kızılaya bağışladı. 1954 yılında TBMM ce kendisine tekrar aylık bağlandı. Ertesi yıl Erzurum`da öldü.


Mehmet Sait (Şahin Bey) 1877-1920
Antep te doğdu. Asıl adı Mehmet Sait tir. Şahan Bey olarak da bilinir. Rüştiyeden ayrıldı ve er olarak Yemen Cephesine askere giderek savaşa katıldı. Aynel-Cebel Kalesinde mahsur kalıp yok olacağı sırada Askeri Alayını kurtardığı için teğmen rütbesi verildi. Balkan Savaşı ile I. Dünya Savaşında Çanakkale, Romanya ve Filistin cephelerinde savaştı. Mondros Ateşkeş Anlaşmasından sonra, Nizip Askerlik Şubesine atandı. Fransızlar Antep'i işgal edince, Kilis Kuva-yı Milliye Komutanı olarak işgal kuvvetleriyle çarpıştı. Antep teki Fransız işgalci kuvvetlerinin uzun süre Fransa'dan yardım almalarını engelledi. Bostancı sırtlarında Fransız yardım kuvvetlerini Antep'e sokmamak için kahramanca savaşırken şehit düştü.
Sütçü İmam (İmam Ali) 1884-1922Maraşlı olup asıl adı Ali, lakabı Hacı İmam dır. Uzunoluk Mescidinde imamlık yaparken aynı zamanda süt satarak geçimini sağladığından "Sütçü imam" olarak bilinmektedir. İşgalci Fransız kuvvetleri içindeki Ermeni askerlerin Müslüman kadınlara sarkıntılık etmesi üzerine çıkan olaylarda, bir Fransız ve Ermeni askerini öldürüp şehrin dışına kaçarak Maraş ta bağımsızlık mücadelesini başlattı. Fransızlar, Maraş tan kovulduktan sonra şehre döndü. Belediyece kaledeki topun idaresiyle görevlendirildi. Abdülmecit Efendi, TBMM tarafından halife seçilince 101 pare kutlama atışı yaparken barutun ateş alması sonucu yaralandı. 22 Kasım 1922 de öldü. Maraş ta Turbesi bulunmaktadır.

Hasan Tahsin Bey (Osman Nevres) 1888-1919
Selanik te doğdu. Asıl adı Osman Nevres tir. 1916 yılında "Hasan Tahsin" lakabını aldı ve bu tarihten sonra hep bu ismi kullandı. Şemsi Efendi ve Feyziye okullarını bitirdi. Paris Sorbonne Üniversitesinde siyasal bilgiler öğrenimi gördü. Bu üniversiteden mezun olup olmadığı bilinmiyor. 1918 yılında İzmir e gelip ticaretle uğraşmaya başladı. 11 Kasım 1918 tarihinde Hukuk-ı Beşer gazetesini yayımlamaya başladı. Sulh ve Selamet Cemiyetinin İzmir şubesini kurdu. Yunanlıların İzmir e asker çıkardığı 15 Mayıs 1919 günü işgal kuvvetlerine ilk kurşunu sıktı ve orada şehit edildi.

Köprülülü Hamdi Bey 1886 – 1920
Makedonya’nın Köprülü kasabasında doğdu. Kolağası oğludur. Mülkiye Mektebini bitirdi. Çeşitli ilçelerde kaymakamlık yaptı. Yunanlılar tarafından İzmir’in işgalinden sonra Burhaniye Kuva-yı Milliye Cemiyetinin Komutanlığına getirildi. I. Anzavur İsyanı bastırılmasında büyük yararlıklar gösterdi. 26 Ocak gecesi Gelibolu Yarımadasında ki Akbaş Cephaneliğine baskın düzenleyerek buradaki silahları ve cephaneleri karşı kıyıya geçirmeyi başararak orduya büyük güç kazandırdı. 17 Şubat 1920 günü, Biga’da Kuva-yi Milliye yi ve dolayısıyla vatanı yok etmek için çalışan hain Ahmet Anzavur kuvvetleriyle giriştiği mücadele sırasında önce esir düşmüş sonra da alçakça şehit edilmiştir.

Yahya Kaptan 1891-1920Makedonya nın Köprülü kasabasında doğdu. Balkanlarda Bulgar komitacılara karşı savaştı. Balkan Savaşlarında Osmanlı Ordusuna gizli bilgiler sağladı. Teşkilât-ı Mahsusa (Gizli Örgüt) da görev aldı. I. Dünya Savaşında Balkan Yarımadası ve Irak Cephelerinde savaştı. Ankara da TBMM açıldığı sırada İstanbul da Bekir Ağa Bölüğüne baskın düzenleyerek tutuklu bulunan vatansever ve aydınları kurtarıp Anadolu ya geçmelerini sağladı. Gebze de Kuva-yı Milliyeyi oluşturarak komutanlığını üstlendi. İstanbul Damat Ferit Paşa Hükümetinin gönderdiği kuvvetler tarafından yakalandı. Başı kesilerek hunharca şehit edildi.

Yörük Ali Efe 1895-1951
Aydın-Sultanhisar ilçesinin Kavaklı köyünde doğdu. Yunan işgali üzerine, Aydın da ilk Kuva-yı Milliye müfrezesini oluşturarak silahlı mücadeleyi başlattı. Yanına vatan severleri toplayıp dağa çıktı. Kuva-yı Milliye döneminde Menderes ve Havalisi Komutanlığını yaptı. İstiklâl Savaşı nda, kendi milis kuvvetleriyle, ilk defa düzenli ordu gibi savaştı ve sonraları da kızanları ile birlikte orduya katıldı. Nazilli Cephesi nde Yunan kuvvetleriyle kahramanca çarpıştı. Diğer efelerin, zeybeklerin Millî Mücadeleye katılmasına ve vatanı savunmalarına öncülük etti. 23 Eylül 1951 tarihinde öldü.

İsmail Cevat Çobanlı (Cevat Paşa) 1871-1938 Orgeneral
Takma Adı: 18 Mart Kahramanı. Teşkilatı Mahsusa üyesidir.
Müşir Şakir Paşa nın oğludur. İstanbul'da doğdu. 1891'de Harp Okulunu, 1894'te de Harp Akademisini bitirdi. Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşlarına katıldı. Çanakkale Deniz Muharebeleri`nde üstün başarılar kazandı. Harbiye Nazırlığı (1918), Genelkurmay Başkanlığı (1919) görevlerinde bulundu. 16 Mart 1920`de İstanbul İngilizler tarafından işgal edilince tutuklanarak Malta`ya sürüldü. 1921 yılında yurda döndü ve Çanakkale de Müstahkem Mevkii Cephe Komutanı olarak görev aldı. Istiklal Savaşı`na katıldı. Büyük Zaferlerden sonra bir süre 3 ncü Ordu Komutanlığı yaptı. Atatürk'ten sonra ikinci adamdır. 1923-1924 yılları arasında Elazığ Milletvekili olarak TBMM de görev aldı. Orgeneral rütbesine yükseldi (1926). Askerî Şura Üyeliği, Generaller Askerî Mahkemesi Başkanlığı görevlerinden sonra 1935 yılında emekliye ayrıldı. 1938 yılında İstanbul da öldü.



10 Aralık 2014 Çarşamba

KAÇKAR DAĞLARI 7

Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Bazen ac gezip bazen geyik eti yediler. Bazen canlı ayı bazen ölü ayılarla karşılaştılar. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek, bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları amatör kamerasından yerli belgeseli.
                                                              Lütfen videoyu tıklayınız

9 Aralık 2014 Salı

KAÇKAR DAĞLARI 6

Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri kötü şartlarda doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Bazen ac gezip bazen geyik eti yediler. Bazen canlı ayı bazen ölü ayılarla karşılaştılar. Kaçkar dağlarının her tarafını karış gezerek, bazen sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları amatör kamerasından yerli belgeseli.
                                                         Lütfen video üzerine tıklayınız.
 

8 Aralık 2014 Pazartesi

TURSUN ÇİMDUR

Bir adam kahveye girmiş.
- Haburaya Tursun çimdur? Kalksun pakayım ayağa!
Adamın biri hemen kalkmış
- Ula Tursun benim, niçun sorayısen onı da..
Adam Dursun'u bir güzel dövmüş, yüzünü gözünü kan içinde bıraktıktan sonra kaçmış gitmiş.
Kahvede bulunan ve kendisini tanıyan diğer şahıslar, dayak yiyen adama sormuşlar.
- Ula sen Tursun değil, Temel sunda da Tursun'im niçun dedun?
- Penum adum Temel dur ama, O enayıyı kanduriirum da. demiş.

5 Aralık 2014 Cuma

ALLAH KURTARIR

Bir gün adam arabasıyla giderken sizlerden uzak, çok feci bir trafik kazası yapar. Araba uçurumdan atılır ve denizin köpüklü sularında kayıp olur. Araba yoldan çıkınca adam da arabanın içinden havaya atılır. Kendisi de arabası gibi azgın köpüklü sulara karışmak üzere denize doğru düşerken, tam uçurumun başında bir ağaca denk gelir ve ağacın dallarına tutunarak bu azgın sulara düşmekten kurtulur. Bulunduğu yer uçurum olduğu için öyle rahat iyi bir yer değil ve kendi kendine de oradan kurtulması mümkün değil. Kendi kendine 'Allah büyüktür, şimdi beni kurtarır' diye düşünüp dua etmeğe başlar. Kazayı ve adamın durumunu görenler hemen sağa sola telefonlar açarlar adamın kurtulması için yardımlar isterler. Önce bir helikopter gelir, adamı kurtarmak ister. Adam helikoptere binmez. "Allah büyüktür, beni kurtaracak." der, onu yollar. Arkasından itfaiye gelir merdiven uzatır. "Hadı gel..kurtaralım seni." derler. O yok "Allah beni kurtaracak." der merdivene binmez. Yukarıdan ip sarkıtırlar görevli yanına gider "Hadi gel seni yukarı çekelim." der. O gene "Yok beni Allah kurtaracak." der başlar beklemeğe, kolları yorulunca da tutuğu dalı bırakabilir ve O da azgın köpüklü sulara düşer kayıp olur gider. Gider fakat öteki dünyada Allaha biraz küs durur, öyle ya Allah Onu kurtarmadı. "Ben Allahı çok seviyor çok inanıyordum da O beni kurtarmadı." der, orada meleklere. Allah ta ona seslenir "Ey Ademoğlu ben senin oradan kurtulman için ne gerekiyorsa yaptım. Helikopter yolladım, itfaiye yolladım, ip sarkıttırdım. Sen onların hiç birini kabul etmedin, kullanmadın. Ben seni daha başka türlü nasıl kurtaracaktım? Söyler misin? der.  

4 Aralık 2014 Perşembe

TERÖR VE EYLEM


Hep merak ederdim 'Örgüt aynı anda nasıl bir kaç yerde birden eylem koyar?' diye. Çünkü genel de ifadeler hep aynı yönde idi. Bir örgüt mensubundan birine sordum. O zaman ki şartlara göre şöyle anlattı.

1) Televizyonda ki normal bir konuşma. Mesela örgütün lider diye kabul ettiği adam veya bağlı olduğu parti lideri normal bir konuşma yaparsa bunu gören örgüt mensupları ya banka soyarlar veya bir cinayet işlerler fakat biri Adana, biri İzmir, biri de Mersin de aynı zamanda bu eylemleri gerçekleştirirler. O liderin konuşması onlar için bir sinyaldır.

2) Traji yüksek bir gazeteye verilen yalan ölüm veya doğum ilanlarıyla örgüt elemanlarının eylem koyması sağlanır. Mesela çok okunan bir gazeteye verilen yalan ölüm ilanlarından örgüt elemanı liderinin ne yapılmasını istediğini anlar ve hemen eleman görevlendirip bir cinayet veya banka soygunu ile eylem koyar.

3) Doğrudan doğruya lider tarafından verilen emirlerle eylem koyar ve seslerini duyururlar. Bu tür olaylarda posta veya gazeteler kullanılarak kurulmuş olan beş kişilik hücrelere görev verilir ve direk eylem konulur. Eğer çok büyük bir eylem konulacaksa, mesela tanınmış biri veya lider öldürülecekse örgüt içinde 'KOD' adları ile tanınan elemanlar dan biri yakalandığı zaman öbürünü ele verememesi için, başka illerden eylem konulacağı ile çağrılır ve eylem konulduktan sonra herkes asıl kendi iline gider böylece de eylemi gerçekleştiren teröristler birbirlerini tanımazlar. Biri yakalanırsa diğerlerin yakalanması mümkün olmaz. Şimdi ise bütün bunlar internet aracılığı ile yapılır.

Örgüt elemanının soru sorma hakkı yoktur. Alınan emir tartışılmaz sadece yerine getirilir. Hele hele lider tarafından verilen bir emir yerine getirilmez safsaklanır, sorgulanır veya ifşa edilirse o üye kesin infaz edilir.

Sonra örgüt üyeleri öyle başka yerlerin adamları değildirler. Hepsi vatanın kandırılmış ve bazı sorunları olan evlatlarıdırlar. Bir evden iki düşman örgüt elemanı çıkabiliyor. Çünkü kandırılıyorlar. Birini o kandırıyor, diğerini öbürü.

1981 yılında Adana Hürriyet Mahallesinde yaşayan ayrı bir anne ve baba çocukları olan iki kardeşten erkek olan Ali Çökük, Dev-Sol Örgütünün Güney İlleri Silah sorumlusu. Kız kardeşi Mentize Çökük ise Ülkücülerin Adana İli silah sorumlusudurlar. Her ikisi de yakalandılar ve her şeyi samimi olarak itiraflarıyla anlattılar. Saklamak için kamyon lastiklerinin içinde gömüp te gösterdikleri yerlerden çok sayıda çeşitli marka, model ve çapta uzun ve kısa menzilli silahlar ve cephaneler, hatta örgütte kullandıkları daktilolar topraktan çıkarıldı. En son ikisi de, karşılaştırdığımız zaman bir birlerine sarıldılar, koklandılar ve ağlayarak uzun süre birbirlerinden ayrılmak istemediler. Çünkü beş sene kadar birbirlerini hiç görmemişlerdi. Hatta bizler de çok duygulandık. Keşke böyle insanları kurtarmak için bir formül olsa da kurtarabilsek. Fakat suç işleyeni cezasını çekmekten başka kurtarmak için başka bir formül maalesef yok.  

İki kardeş uzun yıllar düşman iki örgüt adına liderlik yapmışlardır. Bunları böyle yapan hangi güçtür ve devlet güçleri nerededir? Bu olayın yegane sorumlusu devlet ve içinde beslediği kişiler değil midir? Bir devletin yasaları ulusal güvenliği için çıkarılır. Halbuki bizde ki yasalar örgütlerin ve yıkıcı güçlerin iyi çalışabilmeleri için yine bu örgüt destekleyicilerin dayatmaları ile çıkarılır. Kesinlikle okullarda MİT elemanları öğrenci gibi okumalı ve bu zihniyette ki ajan hocaları tespit ederek işlerine son vermeli, en ağır bir şekilde cezalandırmalı. 

3 Aralık 2014 Çarşamba

EMİR BÖYLE

1978 yılından sonra bir ara Türkiye de çok büyük olaylar oldu. Esnaf bölündü, çiftçi bölündü, köylü bölündü, kasaba ve şehirler bölündü, asker bölündü, polis bölündü, öğretmenler bölündü, talebeler, köyler, mahalleler bölündü. Hastaneler bölündü. Bütün bunlar kendiliğinden bölünmedi. Böldüler. 'Kurtarılmış bölgeler' oldu. Niçin oldu? 'SOLCULAR-SAĞCILAR' iki düşman gurup yaratıldı. Bazen insanın içinden geçiyor ‘Ey Allahım, nedir bu Türk Milletinin çektiği?’ Ama yine de şükürler olsun tamamen Arap Ülkeleri gibi olmadık. Allahın inayetiyle hepsini ufak tefek kazalarla atlattık.

O dönemde Adana da görevim esnasında yaşadığım bir olayı anlatacağım, ülkenin ne hale geldiğini daha iyi anlayın diye:

Adana Ziyapaşa Mahallesinden 1,5 metre derinlikte ve 10-15 metre kadar genişlikte Seyhan Barajı sulama kanalı akar geçer, Mersin’e hatta daha ilerisine kadar gider. İnsanların karşıya geçebilmeleri için bu kanal üzerinde birkaç yaya köprüler, üç tane de uzun aralıklarla araba geçebileceği köprüler vardır. Bir olay olduğu zaman karşı tarafı görünür fakat olaya müdahale etmek için mutlaka köprüden geçilmesi gerekir.

Kanalın hemen karşısında, yaya ve araba geçişli yerin orta yerinde orta okul ve liselere öğretmen yetiştiren güya kültür yuvası Eğitim Enstitüleri vardı. Hatta Adıyaman lı arkadaşım Mustafa bu okulu bitirmiş, bir yıldız takmış, Komiser Muavini olmuştu. Okul Dekanı da hemşerisi mi neydi, ha bire beni çağırıp duruyordu. İşte ne imiş; "Ben çok çalışkan imişim de yanlarına gidersem ben de bir yıldız takıp Komiser Yardımcısı olurmuşum. "Ben hak edersem olurum, yoksa istemem." dedim.

Bu okula önce sağ görüşlüler hakimdi. Yanı Ülkücüler. Kendi usullerine göre kişileri tespit ederler ve şahıs karşı görüşlüyse okula almazlardı. Daha sonra bu eğitim kurumları sol gurupların eline geçmiş ve bu yerlerde gücünü göstermek için zaman zaman içeri hiç kimse alınmıyor, öğrenci olayları çıkartılıyor, polislere de saldırıyorlardı. Tabi okulda az sayıda da yine Ülkücü öğrenciler de mevcuttu. Fakat onlar okula pek devam etmiyorlardı. Güvenlik için her daim okulun önünde 50-60 kişilik bir Binbaşı komutasında ki Askeri kuvvet beklerdi. Öğrencileri de toplu halde okula polisler götürüp getirirlerdi. Ayrıca okulda bekleyen bir polis ekibi de vardı. Bizler sivil olduğumuz için pek fazla ihtiyaç olunca bu olaylara gönderilirdik. Cinayet konusu olduğu zaman tabi ilk görev bizimdi, biz giderdik. Öbür zaman gitmezdik. Çünkü biz Cinayet Masasının polisleriydik.

O zaman ki tespitlerimize göre olayları organize edecek ve çıkartacak profesyonel kişiler özel olarak getirtilmişti. Kim getirttiği tam olarak bilinmiyordu fakat Belediye ile Üniversite arasında olduğu biliniyordu. Hatırladığım kadarıyla elebaşlarından birinin kod adı Malatya’lı 'Cam göz Hüseyin' di. Cam göz Hüseyin olayların organize edilmesi için Ankara dan özel getirtilmşti.

Bir gün okulun içinden Kaleşinkof ve tabancalarla ateş açıldığı şeklinde anons geldi ve Haber Merkezi bizleri bu yere sevk etti. Bizim güvenliğimiz içinde bir Asayiş Ekibi yolladı. Zaten bir de orada bekleyen polis ekibi vardı. Biz üç kişilik cinayet ekibi olarak arabamızı zarar görmemesi için karşı tarafta kanalın karşısında bırakarak köprüden yaya geçip olay yerine gittik. İki de resmi elbiseli ekip altı polis memuru olmak üzere toplam dokuz Polis Memuru olaya müdahale edecektik. Yanı önce biz normal bir olay olduğunu sandık. Okula vardığımız zaman Kaleşinkof Makineli tüfeklerin seri atışları ile karşılaştık. Kimse görünmüyor içerden seri ateş sesleri geliyordu. Bizler de Kırıkkale ve 38 kalibre yakın mesafe silahları vardı. Hepimiz bir köşeye sıkıştık. Kurşunlar vızır vızır üstümüzden geçiyordu. Sonra anladık ki ilk hedef polislerdi. Okul kapısında her zaman geceli gündüzlü bekleyen ve kendilerine kurtarıcı gözüyle bakılan bir yüzbaşı komutasında ki o askeri birlik nedense o gün yoktu.

Çatışma sürerken, ortalarında kanalın karşı tarafına baktığım zaman bir askeri birliğin okula yanı bizden tarafa doğru yaya olarak köprünün başına kadar geldiklerini ve yürümeğe devam ettiklerini gördüm. Hatta 'rap rap' diye ayak sesleri bile duyuluyordu. Komutanları da “Tüfek çıkar. Çapraz tutuş” filan diye ha bire emirler yağdırıyor, onlar da duyuluyordu. Yine de Allah razı olsun, asker geldiğini görünce hepimiz cesaretlendik ve çatışmaya devam ettik. Okula girdik, her tarafı aradık fakat kimseyi o an için yakalayamadık. Özel olarak getirilen ve olayları çıkartanlar silahları ile birlikte kaçmış veya güvenli yerlerinde saklanmışlar, geriye günahsızlar kalmıştı. İçeri girerek duruma hakim olmamız esnasında iki saatten fazla zaman geçmişti. Aklıma o köprünün ayağından bize doğru gelen askerler geldi, geri dönüp o askeri birliğe baktım ki o bize yardıma gelen askerler, köprünün karşı taraf başından, yanı o eski gördüğüm yerden 'rap rap' diye hala daha bize doğru geliyorlardı. Şaştım kaldım. Olur muydu böyle bir şey?

Ben koşarak köprüyü geçtim, yanlarına gittim ve gördüm ki askerler yürümüyor yerlerinde sayıyorlar.

Daha önceden de tanıştığımız ve nazım geçen Yüzbaşının yakasından tuttum ve hakaret ederek "Niçin olaya müdahale etmediniz? Bizi öldürüyorlardı görmediniz mi?" diye bağırdım. "Bize 'yerinde say' emri verildi kardeşim. Ne yapsam?" dedi. Şimdi düşünelim; her zaman okulun önünde bekleyen askeri birlik oradan niçin uzaklaştırılmış? Kim uzaklaştırmış? Olay başlayınca Komutanlarına yerinde saydır emri verilmiş. Komutan da olayları görüyor fakat verilen emirden dolayı müdahale edemiyor. Peki bu emri kim vermiş? Tespiti hiç te zor değildir. Hem unutmayalım ki Atatürk’e de başka emir verilmişti fakat o ülkenin kurtulması için emri hiçe sayıp nasıl müdahale etti?

Evet asker ve polis emir ile hareket ederler, fakat bazen de başlarında ki komutan veya amir sorumsuz davranır. Orada olan olaya ‘müdahale etme’ diye hiçbir zaman emir verilemez. Böyle bir emir olmaz. O gün onlar tüfekler omuzlarında yerinde sayarak karşıdan seyretti, dokuz polis memuru iki saati aşkın çatıştık. Bir polis öldü, üç polis te yaralandı. Kısacası bilerek bizi kurban veriyorlardı. Hiç bir terörist öldürülemedi, yaralanamadı, yakalanmadı, hepsi kaçtılar. Az kalsın askeri birliğin on beş metre ilerisinde Adana’nın göbeğinde hepimizi öldüreceklerdi. Çünkü askerler öyle emir almışlar. Kim vermiş bu emri kardeşim? Bunların sorgulanması lazım.

Sonra o devirlerde hep polisler suçlandı. Hala daha o devirde ki teröristler kahraman gibi gösteriliyor. Sokakta çocuğu ile yürürken öldürülen veya Mardin de görev yaparken Fatsa ya tayını çıkıp ta daha göreve başlamadan öldürülen polislerin hakkını niçin kimse savunmuyor? Bizlerin bu günlere kadar sağ kalması tamamen tesadüftür. O günahsız ölen polisler bu memleketin evlatları değil miydiler? İnsanlık nedir? Vatan sevmek nedir? Bu Vatanı sevmek sağcılık veya solculuk değildir. Bu vatanı sevmek hangi taraf olursa olsun doğruyu görüp te onu savunmak, onu yapmaktır. Solcu solcuların yaptığı tüm yanlışları görür ve kabul etmezse; sağcı, sağcıların yaptıkları tüm yanlışları görür ve itiraz ederse işte o zaman işler zaten kökünden hallolmuş ülke kurtulmuş olur.

Bunları yazmamın sebebi, gelecek geçmişin tekerrürüdür. Aslında daha çok şeyler yazacağım da hem sağcı, hem solcu çok eski arkadaşlarım var, onlardan sebep yazamıyorum. Ama yine de uyarmam lazım çünkü beş veya on sene sonra düşmanlarımız tarafından tekrar aynı oyunlar sahneye konulacak. Gençlerimiz kandırılmağa çalışılacak. İşte o zaman Türk gençleri bu yazdıklarımı hatırlasın ve varsa örgütlerinin istedikleri gibi değil, bir Türk gencine yakışacak veya Atalarına layık olacak şekilde davransınlar diye yazıyorum.

Geçmiş tarihlerde oynanan oyunları öğrensinler ve gelecekte aynı oyunlara kapılmasınlar diye yazıyorum. Çünkü daha önce oynanan oyunları ve Osmanlının yıkılış nedenlerini tam olarak bize kimse anlatmadı ve bizler tekrar aynı oyunlarla kandırıldık. Onlar kandırılmasınlar. Bizden sonrakiler eğer bilirlerse kanmazlar. Her şey kalbinize göre olsun. Saygılar sunarım.

2 Aralık 2014 Salı

PAPA'NIN ZİYARETİ

papaz(alıntı)
Ne oldu? Önce Papa Franciscus geldi. Ne için geldiğini açıklamadı. Acaba O da bizimkilerden akıl mı alacak? 'Dinler arası Diyalog' diye bizimkiler uydurdular. Bütün Papazlar yurdumuzda buluştular. Bir bir başlarını öpüp koklaştılar. Kendi aralarında gizli talimatlar verildi ve alındı. Şimdi artık uygulama yapılacak. Yunan Dışişleri Bakanı da geliyormuş. ABD Dişişleri ve Savunma Bakanları zaten ders almak için her gün Türkiye ye gelip gidiyorlar. Her şeye aklım yatardı da Amerikalılara akıl vereceğimiz aklıma gelmezdi. Putin de geliyormuş, anlaşılan bir şeyler sezmeğe başladılar. Tam olarak neticeyi almağa geliyor olmalı. Acaba O da akıl alıp geri mi gidecek. Anlaşılan Türkiye de çok önemli işler oluyor. Ektikleri tohumların meyvelerini yavaş yavaş toplayacaklar. Daha önceleri de İsrail Başbakanı ve Mahmut Abbas'ı Papa Vatikanda toplamış sözde barış için dualar etmişler, hatta Ezan bile okutmuşlardı. Sonra ne olmuştu ardından İsrail Filistin'ni işgal etmiş en az bin kişi adam öldürmüştü. Allaha şükür halen Türkiye yi işgal filan edemiyorlar. Yanı gözleri kesmiyor. Fakat hiç noksansız bütün oyunları oynuyorlar. Şimdi bu ziyaretlerin ardından yine bir şeyler olacak fakat tam olarak kestiremiyorum. Kestirsem de anlatamam zaten. Bakalım PKK hangi aşamaya gelecek ve bir üst aşamaya atlayacak? Sabırla bekleyelim ve birlikte göreceğiz.

1 Aralık 2014 Pazartesi

DERSİM İSYANI

Dersim isyanı tartışmaları son gaz sürüp gidiyor. Yok katliam yapılmış, yok kan akıtılmış. Ne için akıtılmış? Devlet durup dururken canı sıkılmış 'Hadi gidip Dersim'e bomba atalım' mı demiş. Peki bunlar konuşulurken orada isyancıların öldürdükleri asker ve vatandaşlardan hiç bahseden var mı? Yoksa yine o askerlerin değeri hiç yok mu? İsyancılar daha mı değerlidir? Kimse onları niçin kınamıyor?

İşte her zaman söylerim, yine söyleyim 'bizim üzerimize ölü toprağı serpmişler.' Olayları etraflı bir kaç defa düşünüp adil karar vermek için bir soru soralım kendimize; Türkiye de asker niçin var? Polis niçin var? Hemen cevabi verelim: Vatanı korumak için var. Başka bir cevap vermek isteyen varsa lütfen bana da yazsın öğreneyim. Peki vatan nasıl korunur? Verilen demeçlerle mi? Hayır alınan önlemlerle. Önlemler nasıl alınır? Devletin diğer kurumları ile. Ulusal güvenlik tehlikeye girdiği zaman asker ve polis devreye sokulur ve vatan kurtarılır. Asker ve polis devreye sokulmazsa ihanet olur ve devlet yıkılır. Asker ve polis devreye girdi mi yalvarmaz, zor kullanır. Bu zor esnasında da ölenler olur. İsyan bastırılır. Daha sonrada devlet isyancılara "Özür dilerim, isyanınızı bastırabildim, beni af edin." filan demez. Bir isyan bastırılmış, işine gelmeyenler 'katliam' diyorlar. Şu gördüğünüz resme devlet hiç insanlarını teslim eder mi?

Onun için net söyleyim, Dersim de de devlet isyan bastırmıştır ve asla suçlu değildir. Kenan Evren de isyanları önlemiş fakat uygulamalarda haksızlıklar yapmıştır. Eğer bu vatanı savunmayacaksak ne gerek var asker ve polise hepsini kaldırıp herkes istediği gibi hareket etsin. Kanunlar zaten herkesin lehine yorumlanır ve kimse ceza almadan kolayca bu vatanı yok edebilirler. Daha o övündüğümüz Çanakkale, Gelibolu savaşları niçin yapılmış? Bazılarına göre Kurtuluş savaşlarını yapanlar da suçludur. Onların da cezalandırılmaları gerekir. Yavaş yavaş sıra ona da gelecek bekleyin.

Asker ve Polis fazla, görünüşte var fakat yetkileri alınmış. Millette düşünce diye bir şey yok. Onlar nasıl yönlendirilirse öyle gidiyorlar. Bir zamanlar Abdullah Öcalan'ı aklamak için ne demişlerdi? "Koca üniversite yurdunda namaz kılan üç kişi vardı; Yakup İnce, Durmuş Yılmaz öbürü de Abdullah Öcalan." Halbuki Öcalan Ermeni asıllı ve Hırıstıyandır. Ve bekleyin O bir kaç yıl sonra kandırılan o Müslüman halkın başına, belki de devlet başkanı olacak.