SAYFALAR

11 Aralık 2015 Cuma

BABA VANGA

O bir kehanetçi kadın. Dünyanın ve insanların geleceği hakkında birçok konuda inanılmaz tahminlerde bulunmuş. Her tahmini yerine gelmiş, mücize bir kahinci. Esas ismi Vangeliya Gustherova olan Baba Vanga, 31 Ocak 1911'de Osmanlı toprakları olan Makedonya Ustrumca Strumitza köyünde dünyaya gelmiş. 1996 yılında ölmüş.

Doğduğu Köyde yaşarken 16 yaşlarında genç bir kız olunca kasırga sırasında yıldırım çarpması sonucu uzaklara atılır. Görme yeteneğini kaybeder ve Baba Vanga adını alan bu kadın, o tarihten sonra kehanetlerde bulunarak, uluslararası üne kavuşur.

İkinci Dünya Savaşı'nın sonucundan Gandi'nin ölümüne, 11 Eylül saldırılarından Obama'nın ABD Başkanı olacağına, eski komünist diktatör Todor Jivkov, Bulgaristan'da 1989 yılında devrilen çok sayıda devlet adamı hakkında pek çok söylediği gerçekleşmiş. İkinci dünya savaşı sırasında Nazi lideri Adolf Hitler tarafından bizzat ziyaret edilmiş. Rus gizli servisi KGB'nin bile tavsiyeler aldığı Baba Vanga, 84 yaşında ölmüş ve söyledikleri kehanetlerin hepsi Bulgar hükümeti tarafından kaleme alınarak saklanmış.

İşte Baba Vanga'nın kayıtlara geçmiş, 2016 ve sonra ki yıllara ait bazı kehanetleri:
1- 2016 Avrupa'nın nüfusu azalacak.
2- 2018 Dünyanın yeni hakimi Çin olacak.

3- 2028 Yeni bir enerji çeşidi geliştirilecek. Yavaş yavaş açlığın önüne geçilecek. İçinde insan bulunan bir uzay gemisi Venüs'e yollanacak
4- 2033 Kutuptaki buzullar eridikçe yerkürenin su seviyesi artacak.
5- 2043 Müslüman bir devlet Avrupa'ya hükmedecek.
6- 2046 Hastalanan ve iş göremez olan her organın yerine yenisi yapılacak.
7- 2076 Bütün dünyada sınıfsız bir komünizm sistemi yerleşecek.
8- 2088  Hastalıklar birkaç saniyede tedavi edilecek.

9- 2097  Kimse yaşlanmayacak.
10- 2100 İnsan yapımı yapay bir güneş Dünya'nın karanlık yüzünü aydınlatmada kullanılacak.
11- 2111 İnsanlar robota dönüşecek.


12- 2123 Küçük ülkeler arası savaşlar olacak. Büyük ülkeler tüm bunların dışında kalacak.
13- 2164 Hayvanlar yarı insan haline dönüşecek.
14- 2167 Yeni bir din gelecek.
15- 2170 Büyük bir kuraklık yaşanacak.
16- 2196 Asya ve Avrupa ırkları tamamen birbirine karışacak.

17- 2201 Güneş'teki termonükleer reaksiyonların yavaşlaması sonucu hava sıcaklığı düşecek.
18- 2221 İnsanlar dünya dışı yaşam arayışında korkunç bir şeyle karşılaşacaklar.

19- 2256 Bir uzay gemisi Dünya'ya yeni bir hastalık getirecek.

20- 2304 Ay'ın tüm sırları çözülecek.
21- 3797 yılı Dünyanın sonu gelecek. İnsanoğlu başka bir gezegene göçecek ve yeni bir hayat başlayacak.










2 Kasım 2015 Pazartesi

KOLLUK TEŞKİLATI

Geçen sefer "Polis teşkilatı sahipsiz bir teşkilattır." dedik. Her teşkilatın mutlaka bir sahibi vardır. Yanı başlarına bir şey gelince onları savunan mutlaka birileri çıkar. Emniyet teşkilatında ise 'SORUŞTURMANIN SELAMETİ BAKIMINDAN' seni açığa alırlar ve unuturlar, aylarca hiç bir Allahın kulu seni hatırlamaz.

Eski polisler bu durumu bizlere daha iyi anlatabilmek için bir hikaye uydurmuşlar veya gerçek olmuş bilmiyorum. Ta Osmanlı döneminde her teşkilat kurulurken ulemalar toplanmış duasını yapmış hatta o teşkilat için dua edip mevlut okutmuşlar, kurban kesmişler. Tam Kolluk Zabıtasının duası yapılıp mevlut okutulacağı zaman çok büyük bir olay olmuş. Olaya müdahale etmek için herkes töreni bırakıp gitmiş ve polis teşkilatı duasız kurulmuş. İşte onun için derler ki "Bir polis mesleğe pamuk ipliği ile bağlıdır. " İstedikleri zaman seni tayın eder hatta her türlü iftira atarak harcayıp açığa alırlar veya cezaevine atarlar.

Daha önce anlatmıştım. Bazı kurnaz suçlular nezarette veya yakaladığın zaman üzerlerinde, dilinin arasında veya saçlarının arasında sakladıkları jiletin yarım parçası ile kendilerini kollarından veya boyunlarından keserler. Yahut hırsızlık yaptıkları sırada vatandaş yakalar, kolunu bacağını kırarlar. Polis gider kurtarır. Getirip tedavi ettirdikleri halde salıverildikleri veya cezaevine atıldıkları zaman, bir dilekçe ile Cumhuriyet Savcılığına baş vururlar "Beni falan Komiserin emriyle falan falan polisler dövdü, kesti, bu hale getirdiler." der ve gider birde doktordan rapor alır. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını.

Şahsen ben bu durumdan kurtulmak için suçluya davasından vaz geçsin diye cezaevine giderek yalvarıp rüşvet verdiğim de oldu. Şimdi ki kanunlara göre suçlu davasından vaz geçse de, dava kamu davası olarak devam ediyor ve polis mutlaka ceza alıyor. Hem de vatandaş olsan sadece Adli yönden yargılanır ceza alırsın. Polis olursan hem Adli hem de İdari yönden iki defa yargılanıp ceza alırsın. Kolluk Kuvvetlerinin eli kolu bağlanmış öyle göstermelik görev yaparlar. Sanki bu devlet için değil de suçlular için çalışıyorlar. Düşünün bir devlet var ama kendini koruyamıyor. Allah aşkına dünyanın neresinde başka böyle bir devlet var?        

30 Ekim 2015 Cuma

şiir KALKMAYACAK MISIN

Hep merakla bekledik, hele şu gün gelsin diye,
Sana bayramlık çok yakışır, giymeyecek misin?
Hayalını çok kurardık, bizim de bir olsun diye,
İşte her şeyimiz oldu, artık bakmayacak mısın?

Sana toplamıştım bahçeden, mor menekşeleri,
Hiç beğenmem demiştin, başka yerdeki gülleri,
Saçlarına takıyorum, beyaz hanımeli çiçekleri,
Aynanın karşısında durup, bakmayacak misin?

Hayalını kurardık, düşünemezdik kötü şeyleri,
İyiye yoralım ki derdin, başımıza gelsin iyileri,
Aç gözlerini de bir bak, anlamalısın her şeyleri,
Bir sesini ver ne olursun, konuşmayacak mısın?

Yeni urubalar giymişsin, galiba sen gidiyorsun,
Sevenlerin baş ucunda, hiç birine bakmıyorsun,
Son defa gözlerini aç ki, böyle hoş olmuyorsun,
Cümle alem merakta, artık kalkmayacak mısın?
                                     Yazan: Recep Ali Öztürk

8 Ekim 2015 Perşembe

HANİ ADALET

Yaklaşık olarak on üç yıl kadar Ankara Emniyet Müdürlüğü Hırsızlık ve Oto Hırsızlık Bürolarında çalıştım. Zaten yeni bina yapılmadan, 1988 yılına kadar eski bina dördüncü katta Hırsızlık ve Oto hırsızlıkları olaylarına karşı ikisi bir arada Hırsızlık Bürosunda hizmet veriliyordu. Yeni Emniyet Müdürlüğü binası yapıldıktan sonra Oto Hırsızlık Bürosu ayrılarak yeni bir Büro oldu. Oto hırsızlıkları ve otodan hırsızlıklar olaylarına bakıyordu.

Böyle bürolarda çalışmak her yönden büyük bir beceri ister. Hele amir olarak çalışmak çok zordur. Eğer büyük başlardan birinin ayağına basabilirsen hemen seni değiştirirler. Sen basmasan arkadaşın bassa yine değiştirirler. Polis teşkilatı sahipsiz bir kuruluştur ve sahipsiz olarak çalışır. Yeri gelir polis kanunlarını da adli makamlar nazari itibara almaz. Onun için her zaman söylerim, 'Kanun ve nizamlara göre değil, vicdanına göre görev yapacaksın.' diye. Gerekirse polisi hemen tevkif dahi edebilirler ve hiç hak arayamazsın.

1985 yılında ben Şark görevi yaptığım Diyarbakır İlinden dönmüş, Ankara da göreve başlıyordum. Yine şark görevinden dönen bir arkadaşla tanıştık ve birlikte göreve başladık. Giresun lu Komiser Yardımcısı Mehmet Barış. Her ikimizi de Asayiş Şube Müdürlüğüne verdiler. Mehmet Barış'ı Gasp Masası Amirliğine verdiler. Ekip Amiri olarak orada çalışmasını uygun gördüler. Örnek olarak anlatacağım. 1987-88 yıllarında Ankara'nın her tarafında taksici gaspları oluyordu. Haftada bir mutlaka bir taksici gasp ediliyor, hepsi faili meçhul kalıyor. Bu durumdan da bütün Ankara da çalışan taksiciler illallah diyorlardı. Mehmet Bey izinli günlerinde dahi çalışarak Yunus Emre Caddesi üzerinde ve bilhassa daha önce gasp olayları gerçekleştirilmiş semtlerde pusular attı ve bu üç kişilik gasp çetesini tek başına yakaladı ve çökertti. 

Tüm Ankara bir rahat nefes aldı. Bu vesileyle de Ankara da herkes tarafından bu komiser yardımcısı arkadaş tanındı. O zaman ki Vali Saffet Arıkan Bedük çağırarak teşekkürler etti, takdir paraları ve ödüller verdi. Bu komiser gaspçıların korkulu rüyası oldu. 

Bir zaman sonra gece saat yırimi dört sıralarında dışkapı da çorba içerken tanıştığı iki sivil vatandaş tarafından arabaları ile evine bırakılmak için Batıkent tarafına giderlerken, arabalarında bulunan bir kişi Demetevler de bir adrese uğramak ister ve arabayı durdururlar. Bunlar kapıda arabada beklerken o eve giden arkadaşları kavga gürültü ile ve bir kaç kadınla bağrışarak evden dışarı çıkarlar. O evin komşuları da dışarı çıkarlar ve olaya katılırlar. Olay büyüyünce Mehmet Bey de kavgayı ayırmak için arabadan iner ve olayı yatıştırmak için polis olduğunu söyleyerek olaya müdahale etmek, tarafları sakinleştirmek ister. Hayda.. bunun polis olduğu öğrenilince herkes bunun başına toplanır ve dövmek isterler. Mehmet Bey de bakar olay başka türlü iş bunun başına yıkılacak, oradan ayrılarak bir taksiye biner ve evine gider.

Ertesi gün o kavgaya karışan kadınlardan birisi Valiye çıkarak olayı anlatır ve bu Komiser Yardımcısı Mehmet Barış'ın ismini verir ve şikayetçi olur. Hemen silahını, kimliğini aldılar ve Vali tarafından açığa alındı. Arkasından ifadeler filan alındı, mahkemeye çıkarıldı. Olayı çıkaran şahıslar mahkemede Mehmet Beyin hiç suçu olmadığını, suçun kendiler de olduğunu, aslında suç ta olmadığını, Babası ve kızı arasında bir mesele olduğunu söyleseler dahi tevkif oldu. 

Biz kendisinin suçsuz olduğunu bilen polisler kendi aramızda cüzi paralar toplayarak yardımlarda bulunduk. On ay kadar sonra serbest bırakıp göreve başlattılar ve Burdur'a sürgün yolladılar. Akabinde Burdur da meslekten ihraç ettiler. Sonradan anlaşıldı ki Mehmet Bey den şikayetçi olan kadın beyaz kadın ticareti yapan genel kadınlardan biriymiş. Mehmet Beyin bu kadar sene canını hiçe sayarak Emniyet Teşkilatına verdiği hizmetler bir anda uçup gitti, heba oldu ve kendisi meslekten atıldı.

Benim başımdan da buna benzer olaylar çok geçti. Her ses getirecek bir görevi başarıyla yaptığım zaman mutlaka daha sonra ki yıllarda şevkle çalışıp başarılı olamasın diye bana da çeşitli cezalar verdiler fakat, ben her zaman şahıslar için çalışmadığımı, millet için vatan için çalıştığımı düşündüm ve eskisinden daha iyi çalışarak faydalı olmağa çalıştım. İşte onun için tekrar söylüyorum ki Emniyet Teşkilatı sahipsiz bir teşkilattır. Düşmemek için kendin çapa sarf edeceksin. Düşersen kaldıranın olmaz.     

6 Ekim 2015 Salı

DİŞİSİ


Timur, Akşehir'e bir erkek fil getirtmiş. Başıboş gezen fil, bağlara bahçelere büyük zararlar veriyormuş. Filden bıkan Akşehirliler, Nasrettin Hoca'ya gitmişler:
- Hoca, bu Timur senin sözünü dinler. Şu filin bi çaresine baksan, demişler.
Hoca kabul etmiş. Yarın hep birlikte gidip derdimizi anlatalım, demiş.
Ertesi gün Hoca önde Akşehir liler arkada Timur'un yanına gitmek üzere yola çıkmışlar.
Ama her yol ayrımında birkaç kişi gruptan ayrılıyormuş.
Hoca Timur'un karşısına geldiğinde bakmış ki arkasında hiç kimse yok. Bunun üzerine Hoca Akşehirlilere bir ders vermek ister.
Timur'a:

"Efendim. Biz Akşehirliler olarak getirmiş olduğunuz fili çok sevdik. Ama hayvancağız yalnızlıktan olsa gerek, çok huzursuz. Ahâli bu filin dişisini de getirmenizi istiyoruz." der.

Timur, bu sözlerden çok hoşlanır. Akşehirlilerin isteğini yerine getireceğini söyler.

Timur'un yanından ayrılan Hoca, kendisini beklemekte olan halkın yanına varınca halk merakla neticeyi sorar.
Hoca gülerek cevap verir:

- Müjdeler olsun. Belanın dişisi de geliyor.

2 Ekim 2015 Cuma

GETİR DEĞİŞTİRİRİZ

Temel paraşüt satıyormuş.
Bir müşteri gelmiş paraşüt almış ve paraşüt hakkında bilgi almak için soruyormuş:
-Beyefendi bu paraşütle atladık diyelim, havada nasıl kullanacağız?
-1. düğmeye bas paraşüt açılır.
-Ya açılmazsa?
-2. düğmeye bas.
-Yine açılmazsa.
-Kardeşim 3. düğmeye bas kesin açılır.
-Tamam ama 3 düğmede de açılmadı ise ne olacak?
-2 yıl garantisi var, o zaman getir değiştiririz .

1 Ekim 2015 Perşembe

SAĞDAKİ BENUM

Temel askere gitmiş. Aradan zaman geçtikten sonra hani adettir sıla özlenir ya, Temel de evini ailesini özlemiş. 

Bir mektup yazarak "Fadime ben sizleri çok özledum bir resim çekturun da gönderun." demiş. 

Fadime de köpeğinin, ineğinin yanında durmuş bir resim çektirmiş ve Temel'e yollamış. Arkasına da yazmış "Sağdaki benum ha." 

30 Eylül 2015 Çarşamba

TAVAM KÜÇÜK

Temel İstanbul'da köprüde durmuş, kalabalık bir gurup insanla balık tutuyormuş.
Oltasını atmış, beklemiş ve kocaman bir balık çekmiş. Balığı almış eline, ağzından iğneyi çıkarmış. Balığın her tarafına iyice bakıp inceledikten sonra denize atmış.

Temel tekrar oltasını atmış denize daha kocaman bir balık daha tutmuş, tekrar balığın ağzından iğneyi çıkarmış ve balığa şöyle bir etraflıca baktıktan sonra onu da denize atmış.
Her seferinde daha kocaman balıklar yakalamış ve balıkları denize atmış.

Yanında uğraşıp ta balık tutamayanlar artık dayanamamışlar ve Temel’e yaklaşarak sormuşlar:
"Amcacığım ne yapıyorsun sen? Biz saatlerdir tek bir balık bile yakalayamadık. Sen ise kocaman kocaman balıkları yakalayıp denize atıyorsun." demişler.

Temel, herkese bir göz atmış ve şöyle demiş;
"Çünkü, benim evde tavam küçük."

29 Eylül 2015 Salı

SUSMA HAKKI


Temel arkadaşları ile kahvede otururken, Dursun canı sıkkın içeri girer ve Temel'in yanına gider.
Temel Dursuna
"Ula uşağum cene ne oldi sana, hiç halunda değilsun" der.
Dursun da;
"Ula ben bu kadın milletini anlamadum citti, nasil davranacağuz da?" der.
Temel filozof edalarıyla Dursuna bakar ve akıl verir:
"Ola Tursun, kadunlarla tartuşmak mahkeme de hakimlere karşı gelmek demektur. Söyleceğun her sözü hakkunda delil olarak kullanabilurler. O yüzden devamlı susma hakkini kullanacasun daa..." der.

28 Eylül 2015 Pazartesi

KASIMPAŞALI

Belediye Otobüs şoförü her gün bir duraktan diğerine ilerler ve yolcularını bindirir, indirir derken; durağın birinde iri yarı, güçlü kuvvetli ve oldukça tehlikeli görünüşe sahip bir adam otobüse biner.
Şoföre sert bir bakış fırlatır ve, Kasımpaşalı bilet atmaz." diyerek arkadaki bir koltuğa geçer oturur.
Ertesi gün, ondan sonraki gün ve her gün aynı şey tekrarlanır.
Kasımpaşalı aynı sözlerle ve aynı sert bakışlarla bilet atmadan arkaya geçip boş bir koltuğa oturur. Şoför korktuğundan bir şey diyemez fakat bu durum kendisinde kompleks yaratmaya ve canını sıkmağa başlar.
Hat değiştirme dilekçesi de kabül olmayınca son çare olarak kurslara gider judo, karate, aikido gibi tüm dövüş teknikleri konusunda ihtisas yapar.
Yine bir gün otobüsüyle yola çıkar ve aynı adamın durakta beklediğini görür. Millet otobüse binerken bu adam da otobüse biner ve aynı usul "Kasımpaşalı bilet atmaz." der, arka koltuğa geçerken her şeyi göze alan otobüs şoförü hemen kolunu tutar kıvırır ve "Kasımpaşalı neden bilet atmazmış? Heh.. Bilelim" der.

Şöföre şaşkın şaşkın bakan adam şöyle cevap verir:
"Çünkü Kasımpaşalı'nın serbest kartı var da ondan" der ve çıkarır serbest kartını gösterir.

22 Eylül 2015 Salı

KURT- KASAP

Öğretmen sınıfta derste kurt ile koyun kuzu ilişkisini anlatıyormuş.
Bir ara arka sırada oturan öğrencilerden birini işaret ederek sorar:
-Söyle bakalım oğlum, köylüler kurtları niçin öldürürler?
-Koyunları yakalayıp öldürdükleri için, efendim.
Ön sıralarda oturan küçük Ayşe hemen sorar:
-Öyleyse köylüler kasapları niçin öldürmüyorlar, öğretmenim?

21 Eylül 2015 Pazartesi

DEVAM ET

Temel eski bir BMC kamyonu kullanmaktadır. Yolda giderken kamyon kırmızı ışık ta duramaz, önünde duran son model BMW arabaya gider arkadan bindirir.

Adam hemen arabadan atlar, Temel'i dövecek. Temel yalvarır; "Ne olur ağabey bir seferlik af et. Sen zengin adamsın seni etkilemez ama ben ömür boyu çalışsam ödeyemem." diye. BMW ci adam da Temel'e acır ve affeder. Yollarına devam ederler.

İleride yine kırmızı ışık yanar ve Temel kamyonu durduramaz aynı BMW ye yine arkadan güm diye bir daha çarpar.

Temel yine adama "Aman abi, yine arabana çarpabildim. Sen büyük adamsın ne olur beni affet. Zaten araban da daha önceden hasarlıydı, sadece hasar biraz daha büyüdü o kadar. Ne olur beni tekrar bağışla." diye yine yalvarır.

BMW ci çok kızar ama Temel'in yalvarmalarına acır ve yine af eder. "Tamam bir daha gözüme görünme bas git." der ve yollarına devam ederler.

Zaman sonra ilerde yine kırmızı ışık yanar. Aynı BMW kırmızı ışıkta durur. Arkadan 'Güm' diye bir ses gelir. Yine aynı BMW ye arkadan çarpmışlar. BMW ci hemen arabadan atlar. Bu sefer Temel kamyondan aşağı hiç inmez. Kafasını camdan çıkarır ve adama doğru bağırır;

"Devam et...Ağabey..Devam et..Yine Benum da."

18 Eylül 2015 Cuma

YÜRÜMEK

Çocukla babası belediye otobüsüne binerler.
Biletçi durmadan bağırır:
-Beyler yürüyelim!
Her durakta yeni yolcular biniyor, biletçi bağırıyor:
-Yürüyelim beyler, arkaya doğru! Siz şapkalı bey, ilerleyin lütfen!
Birkaç duraktan sonra, artık otobüste, değil yürümek, adım atacak yer kalmaz.
Ama biletçinin sesi hiç kesilmiyor:
-Yürüyelim beyler, sağlı sollu hadi abicim sende biraz ilerle!
Çocuk hayretler içinde babasına sorar:
-Babacığım madem hep yürüyecektik otobüse niye bindik?

17 Eylül 2015 Perşembe

ALDIKÇA İSTENİR

Babası oğlu Ali'ye hayat dersi vermiş: "Oğlum senden ne kadar isterlerse istesinler yarısından fazla verme." demiş.
Ali bir gün terziye takım elbise diktirmiş ve terziye borcunu sormuş:
Terzi:
-60 tl demiş.
-Mümkün değil, 30 tl den fazla vermem.
Terzi
-Kurtarmaz 40 tl demiş.
-Mümkün değil 20 tl den fazla vermem.
-Lanet olsun tamam demiş.
Bu sefer Ali 10 tl den fazla vermem demiş.
Terzi sinirlenmiş:
-Para falan istemiyorum al elbiseni defol git, bir daha da gelme! demiş.
Ali:
-Bir takım elbise daha dikmezsen şurdan şuraya gitmem...demiş.

16 Eylül 2015 Çarşamba

CEZA

Kolluk kuvvetleri sarhoş bir askeri Kralın huzuruna getirip sormuşlar;
 "Bu sarhoş askere ceza olarak ne emredersiniz?"
Kral kükremiş,
 "Üç yüz değnek vurun!"
Kralı ziyaret etmekte olan bir adam cezayı duyunca kendini tutamamış ve yüksek sesle gülmeye başlamış.
 "Ne gülüyorsun?" diye bağırmış Kral adama.
Adam:
 "Kralım, ya siz sayı saymasını bilmiyorsunuz, ya da hiç sopa yememişsiniz" demiş.   

15 Eylül 2015 Salı

DİL KURSU

Temel İngiltere'ye gidecekmiş. Lisan öğrenmek için kursa yazılmış.
İlk derste 'come' yani gel demeyi öğretiyorlarmış.
Temel bu işe akıl erdirememiş.
Öğretmene soru sormuş:
- Bu nasul iştur, 'come' yazaysun, 'kam' diye okiysun, peçi gel olduğuni nasul anlayisun?

14 Eylül 2015 Pazartesi

SUÇLAMA

Bir çocuk babasına sormuş:
-Baba!
-İnsanları yapmadığı bir şey için suçlamak dorumu.
Babası:
-Elbette doğru değil...demiş.
Çocuk babasına şöyle söylemiş:
-İyi o zaman ben ödevimi yapmadım.

10 Eylül 2015 Perşembe

TALİHSİZ ADAM

Adamın biri kafeye oturur 1 pepsi söyler. Garson pepsiyi masasına koyar.
Adam kara kara düşünmeye başlar.
Kapıdan içeri baba yiğit birisi girer ve pepsiyi kaptığı gibi havaya diker hepsini birden içer.
Sonra yanına oturup adama sorar:
-Hayırdır birader kara kara ne düşünüyorsun?

Adam cevap verir
-Ben ne kadar bahtsız ve talihsizim. Biliyor musun?

Bir sabah karımla tartıştım karım beni boşadı.
İşe geç kaldım patron işten kovdu.
Yolda yürürken araba çarptı.
İntihar edeyim dedim tabanca tutukluk yaptı.
Kendimi asmaya karar verdim ip koptu.
Doğal gazla öleyim dedim faturayı ödememişim, gazı kesmişler. Şimdi de ölmek için eczaneden zehir alıp pepsinin içine koydum tam içecektim ki onu da sen içtin.
Bu kadar talihsizlik olmaz ki birader..der.

27 Ağustos 2015 Perşembe

SENDEN BAŞKASI

İstanbul’un taşı toprağı altındır diyerek memleketinden kalkıp gelen bir Kayserili köylü, kuyumcu dükkanının vitrinini hayran hayran seyrederken, bunu gören kuyumcu ile kısa bir diyaloğa girerler.
Kuyumcu Kayseriliye
 "Ne bakıyorsun öyle hemşerim?" der.
Kayserili de
"Hiç... Sizin dükkanda ne sattığınızı merak ettim." der.
Kuyumcu alay edercesine cevap verir.
"Biz eşşek satıyoruz."
Adam: "Allah daha çok versin... İşleriniz iyi gidiyor galiba!" der.
Kuyumcu

"Nereden bildin işlerimizin iyi gittiğini" diye sorunca
Kayserili 

"Baksana, koskoca dükkanda senden başka eşşek kalmamış da ondan!" der.

5 Ağustos 2015 Çarşamba

EN İYİ HİZMET

Bir Mülkiye müfettişi doğuya teftişe giderken ihtiyar bir Erzurum'lu köylüye misafir olur.
Sohbet sırasında köylüye sorar:
- Baba, memlekette kaç vali gördün?
- On, onbeş vali hetirimdedir...
- Peki bunlardan kaçı hizmet etti, kaçından memnunsunuz?
- Allah geni geni rehmet etsin, Mustafa Paşa'dan çoh memnunduh!
- Bu Mustafa Paşa ne hizmetler etti ki, onbeş valinin içinde ona rahmet okudun?
- Beg, o vali Erzürüm'e varmadan yoldayken vefat etmişdi. Gerisini sen anna

4 Ağustos 2015 Salı

KAVAK İLE KABAK

Bir kavak ağacının yanında yerden kabak filizi çıkmış. Günler geçtikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve kavak ağacıyla aynı boya gelmiş.
Bir gün sormuş kavak ağacına:
- Sen ne kadar zamanda bu hale geldin ey ağaç?
- 10 yılda, demiş kavak ağacı.
"10 yılda mı?" diye gülmüş kabak “Ben neredeyse üç ayda seninle ayni boya geldim bak!” demiş.
Günler günleri kovalamış aradan zaman geçmiş ve sonbahar ayları biterken kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da kurumağa başlamış.
Sormuş kavağa:
- Neler oluyor bana ağaç?
- Ölüyorsun.
- Niçin?
- Benim on yılda geldiğim yere, sen dört ayda gelmeye çalıştın da ondan...demiş. 

3 Ağustos 2015 Pazartesi

SIRADIŞI KÖPEKLER


Dünyada yaşayan tehlikeli köpek türlerinden on beş cinsi aşağıda ki video da tanıtılmıştır. Bunlardan bazıları esas olmasına rağmen bazıları çeşitli usüllerle özel olarak elde edilmişler ve hakikaten çok tehlikelidirler. Bunlardan bazıları da çeşitli iş ve eylemlerde sahipleri tarafından kullanılmaktadırlar. Tarihler boyunca iyi hizmetlerde de kullanılmışlar bu gün bile bomba ve uyuşturucu aramalarında başarıyla kullanılmaktadırlar. 


27 Temmuz 2015 Pazartesi

ÖZLÜ SÖZLER

1- İnsanın önünde iki yol vardır. Biri YAŞAM, diğeri ÖLÜM. Herkes kendine uygun olanı seçer.
2- Hayatta 'BELAYA' açılan kapı çok geniş ve girilmesi çok kolaydır. 'HAYIRA' açılan kapı çok dar ve zorluklarla dolu olduğundan girilmesi pek zordur.
3- Üç çeşit insan vardır. Bazı insanlar gerçeği anlar. Bazı insanlar gerçeği anlamaz. Bazı insanlarda gerçeği anlamak istemez, ikisinden birine takılıp giderler.
4- Dünya sürprizlerle doludur ve yaşamak istiyorsak hazırlıklı olmalıyız.
5- İnsanlar dediklerinizi, yaptıklarınızı, hatta yazdıklarınızı bile unuturlar, ama onlarda bıraktığınız duygu ve imajları unutamazlar.
6- Her şey yapılana kadar imkansız mış gibi görünür.
7- Kazanmak bir şey değildir. Kazanmağı istemek önemli bir şey dir.
8- Eğer peşinden koşabilirseniz, kurduğunuz tüm hayalleriniz gerçek olur.
9- Ülkenin veya devletin sizin için ne yapabileceği değil, sizlerin ülke için neler yapabileceğiniz çok önemlidir ve icabında kurtuluşunuzdur.
10-Bir öğretmen, bir kitap, bir defter ve kalem dünyada her şeyi değiştirebilir.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

VAZ GEÇSEN


1952 yılları idi. Ben 5-6 yaşlarında çocuktum. Bizim evimizden Amcam Hüsnü'nün evine yaya bir saat kadar yürüdükten sonra gidilirdi.

Eskiden Dedem Sulak köyü ve Ihlamurlu Köylerinde çok büyük araziler açıp imar etmiş. Babam ile Amcam ayrıldıkları zaman Sulak Köyün de ki araziyi Babam küçüğü olduğu için zorluk çekmesin diye komple Amcama vermiş. Babam ile amcam iki kız kardeşi almışlar ve dolayısıyla amcamın hanımı teyzem olurdu. Annem ile birlikte evlerine gittiğimiz zaman geri yollamazlar bir kaç gün Amcam ın evinde kalırdık. Annemle Teyzem kız kardeş oldukları için sabahlara kadar yatmaz gizli gizli konuşurlardı.

Evleri Lazların içinde ve cıvarlarında hiç hemşenli yoktu. Amcamın kalabalık ailesi vardı. Şayıste Teyzem hanımı, Fadime Abla büyük kızı, Ali Paşa Ağabeyim, Neziye Abla, Saadet Abla, Fazilet Abla, Tacettin Ağabey ve Orhan Ağabey de çok güzel Lazca konuşurlardı. Bende oralara gitmeği çok severdim. Çünkü Laz çocukları ile çok daha güzel anlaşır ve oynardık. Yalnız daha ziyade ben büyük adamların muhabbetini çok sever, onların yanlarında oturur, konuştuklarını kelimesi kelimesine büyük bir hazla dinlerdim. Onların da muhabbet ve şakaları çok güzel olurdu.

Bir akşam Hüsnü Amcamın evine gittiğimde evde yalnızdı ve bana "Güli gel Nezmi'nun evine bir gidelum. 'Geçmiş olsun' diyelum" dedi. Nezmi hemen evinin alt tarafında ki Laz komşusu idi ve o bölgenin tanınmış en iyi ev ustalarından birisiydi. Sehender yaparken çatısından düşmüş, ağır yaralanmıştı.

Evine gittik. Evin içi toprak fakat çok temizdi. Ateşin yanında bir sedir gibi bir şey yapılmış Nezmi Amca bu sedir üzerine serilmiş yatakta yatıyordu. Tavandan açık ateşın üzerine zincir asılmış ve zincire takılmış lahana kazanı kaynıyordu. Evde ben tanımadığım bir kaç başka misafirler de vardı. Yan tarafta tekne içerisinde misafirlere ikram için yeni toplanmış incir ve üzümler görünüyordu.

Amcam selam verdi ve yanda ki iskemleyi çekip oturduk. Nezmi Amca Amcama yırtık pantolonu için bir kaç şaka yapıp takıldıktan sonra hepsi birlikte gülüştüler. Hazır cevaplı lığı ile tanınan Amcam da "Ya Nezmi sen çok tedbirli her şeyi bilen bir ustasın, nasıl oldu da oradan düştün?" diye sordu. "Hiç sorma Hüsnü, Sehenderin çatısını yapıyordum. Birden başım döndü ve ayağım kaydı. Anladım ki düşeceğim bana zarar vermesin diye elimde ki biçkiyi bir tarafa, öbür elimde ki keser ve tahtaları da öbür tarafa doğru fırlattım attım. Aşağı baktım ki düşeceğim yer çok yüksek. Hasretimi almak için döndüm son bir defa daha öyle köye doğru bir baktım ve sonra yere düştüm. Kolum bacağım kırıldı, ucuz atlattım." dedi.

Amcam da hazır cevaptı ya "Ee Nezmi o kadar ki zor oluyordu, vaz geçsen, düşmeseydin da.." dedi. Orada en az bir saat kadar millet gülme krızine girdi ve hasta Nezmi Amca da hastalığını unutup ayağa kalktıydı. Millet konuşma aralarında gülüp gülüp tekrar kendi mevzularını anlatmağa devam ediyorlardı. Hepsine Allahtan bol bol rahmet diliyorum.  

21 Temmuz 2015 Salı

NURİ KİLLİGİL (NURİ PAŞA)

Daha önce bende anlatmıştım, fakat sayın Murat Bardakçı benden daha iyi anlatmıştır.

Hiç bilinmeyen ve hiç kimsenin bahsetmediği en büyük Türk kahramanlarından

Enver Paşa, Babası Ahmet Bey ve
 kardeşi Nuri Killigil 

NURİ KİLLİGİL

New York'taki İkiz Kuleler'e yapılan ve hem Amerikan politikasını, hem de dünya dengelerini değiştiren 11 Eylül saldırısının üzerinden tam on yıl geçti ve hafta boyunca bu olayı hatırladık. İstanbul'da bundan 62 sene önce artık çoktan unuttuğumuz benzer bir facia yaşanmış ama sebebi ve sorumluları bulunamamıştı...

İSTANBUL, 1949'un 2 Mart'ında, öğleden sonra saat beşi on geçe, ardarda gelen büyük patlamalarla sarsıldı.
Haliç'te, Sütlüce sahilindeki bazı binalar havaya uçmuştu... Önce çok şiddetli olan patlamalar sanki bir deprem yaşanıyormuşçasına sonraki iki gün boyunca azalarak devam etti.
Havaya uçan bina bir silâh fabrikası, sahibi de Osmanlı İmparatorluğu'nun son senelerindeki en güçlü adamı olan Harbiye Nâzırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa'nın sekiz yaş küçük kardeşi Nuri Killigil idi.
Nuri Killigil, "Nuri Paşa" yahut "Bakü fâtihi" diye bilinirdi ve film gibi maceralı bir hayat sürmüştü...
İngilizler, Rus ordusuna yardımcı olmak maksadıyla Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Azerbaycan'a birlik göndermiş, onların varlığından destek alan Ermeniler de Azeriler'e karşı katliama başlamış ve binlerce Azerî katledilmişti.
Başkumandan Vekili Enver Paşa, Azerbaycan'daki durumun kontrol altına alınması için kardeşi Nuri Paşa'yı vazifelendirdi. Nuri Paşa bölgedeki bazı küçük ve dağınık birlikleri "Kafkas İslâm Ordusu" adı altında biraraya getirdi. Sayıca az olan askeri ile Ermeniler'i ve Ruslar'ı püskürtünce yerli halk da Paşa'ya katıldı ve ordunun mevcudu gittikçe arttı.
Nuri Paşa, haftalarca devam eden çarpışmalardan sonra, 15 Eylül 1918'de Azeriler'in çok büyük sevgi gösterileri arasında Bakü'ye girdi. Adına destanlar yazılan, şarkılarla marşlar bestelenen Paşa o günden sonra Azerbaycan'da kahraman olarak tanınacak ve "Bakü fâtihi" diye bilinecekti.
BERLİN TEMASLARI
O sırada, sadece 29 yaşındaydı...
Ama, fethettiği topraklarda fazla kalamadı. Bakü'ye girmesinden bir buçuk ay sonra, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1918'in 30 Ekim'inde Mondros Mütarekesi'ni imzalayıp yenilgiyi kabul etmesi üzerine Azerbaycan'ı boşaltma emri aldı ve birliklerini geri çekti. Savaştan sonra Almanya'ya gitti, uzun seneler orada yaşadı ve Türkiye'ye 1930'ların sonuna doğru, İkinci Dünya Savaşı'nın öncesinde döndü.
Askerliğe seneler önce veda etmişti ve yeni bir iş yapması gerekiyordu...
Paşa, fabrikatör olmaya karar verdi. Zeytinburnu'ndaki büyük bir kömür atelyesini satın alıp "madenî eşya fabrikası" haline getirdi, fabrikasını daha sonra Sütlüce sahiline taşıdı ve daha da büyüttü.
Resmî olarak madenî eşya imal ediyordu ama asıl üretimi, Millî Savunma Bakanlığı'nın verdiği izinle yapılan silâh üzerine idi ve fabrikada tabanca, tüfek ve hattâ havan topu mermisinin yanısıra gaz maskesi ile başka askerî malzemeler de yapılıyordu. Paşa fabrikasının ürünlerini orduya da satıyordu ama daha sonra fiyat konusunda anlaşmazlık yaşanması üzerine imal ettiği askerî malzemenin çoğunu yurtdışına, talep eden memleketlere göndermeye başladı.
İkinci Dünya Savaşı'nın patlaması ve Alman birliklerinin önce Avrupa'da, ardından da Rusya içlerinde ilerlemeye başlaması üzerine, Nuri Paşa silâh işinin yanısıra başka bir alanda daha faaliyet göstermeye başladı: Almanlar'ın desteği ile Kafkaslar'da, özellikle de Azerbaycan'da Türk kökenli askerlerden ve Sovyet ordusunda savaşırken Almanlar'a esir düşen Tatarlar ile Azerîler'den meydana gelecek yepyeni bir ordu kurmak, bu ordu ile Sovyet birliklerine karşı savaşmak, askerî faaliyeti daha sonra Orta Asya'ya doğru genişletip oralarda oluşturulacak yeni birlikler sayesinde bütün Türk boylarını birleştirmek, yani "Turan"a giden ilk adımı atmak...
Hayâlini hayata geçirebilmek için birkaç defa Berlin'e gidip Alman yetkililerle görüştü ve değişik Türk boylarına mensup askerlerden meydana gelen ilk "Türkistan Alayları"nın kurulmasını sağladı. Nuri Paşa böylelikle Birinci Dünya Savaşı'nda yarım bıraktığı işi yapmak, yani öncelikle Azerbaycan'ı bağımsız hâle getirmek istiyordu. Ama hayalleri Almanlar'ın yenilmesi üzerine son buldu ve Paşa, artık sadece fabrikası ile alâkadar olmaya başladı...
ÖRTBAS MI EDİLDİ?
1949'a gelindiğinde, bazı Arap ülkelerinden ve Pakistan'dan siparişler almaya başladı. O günlerde yeni kurulmuş olan İsrail ile savaş halinde olan Mısır, Suriye ve İngiliz hâkimiyetinin sona ermesi ile Hindistan'dan ayrılıp devlet olarak ortaya çıkan Pakistan silâh bulmaya uğraşıyor ve Sütlüce'deki fabrika siparişleri karşılayabilmek için gece gündüz çalışıyordu. BM Güvenlik Konseyi, Mısır ile Suriye'ye silâh satışını yasaklamıştı ama sevkiyat yasağa rağmen devam etti...
2 Mart 1949'da, öğleden sonra saat beşi on geçe, Sütlüce'deki fabrikada ardarda patlamalar meydana geldi ve neredeyse tamamı havaya uçtu. İlk patlama atelyede olmuş, daha sonra cephane deposu da yokolmuştu ve patlamalar iki gün boyunca devam etti.
Nuri Paşa da o sırada fabrikada idi...
Ceset parçaları Sütlüce'nin yüzlerce metre ilerisine yayılmıştı ama günlerce aranmasına rağmen Nuri Paşa'nın cesedine ait hiçbirşey bulunamadı. Kaç kişinin can verdiği bile belirlenemedi, ölü sayısı resmî raporlara "27" olarak geçti ve Nuri Paşa'nın yerine sembolik olarak boş bir tabut defnedildi.
Soruşturmanın ardından hazırlanan raporda patlamalara laboratuvardaki bazı maddelere sıçrayan elektrik kıvılcımının sebep olduğu yazılıydı ama ortada çeşit çeşit söylenti vardı. Halk, Nuri Paşa'nın Mısır ile Suriye'ye silâh satması yüzünden, fabrikanın bu memleketlerin düşmanları tarafından hazırlanan bir sabotaja uğradığına inanıyordu. Konu daha sonra Meclis'e de intikal etti ve görüşmeler sırasında bazı milletvekilleri de "hadisenin örtbas edildiğini" söylediler.
Tarihimizin en büyük yenilgilerinden birine uğrayarak çıktığımız Birinci Dünya Savaşı'ndaki birkaç zaferimizden birinin kumandanı olan Nuri Paşa'yı merak ettiğiniz takdirde sadece birkaç satırlık bilgi bulabilirsiniz, o kadar... Azerbaycan'da kahraman olarak kabul edilen Paşa'dan bizdeki ansiklopedilerde bile pek bahsedilmez ve adına sadece bazı ihtisas kitaplarında rastlanır, o kadar...
İşte sebebini ve sorumlularını 62 seneden buyana bir türlü ortaya çıkaramadığımız, üstelik artık unuttuğumuz "bizim" 11 Eylül'ümüzün hikâyesi...

Modelini bizzat çizip imal ettiği tabancaya kendi adını vermişti
SÜTLÜCE'deki kömür deposunu seri üretim yapabilen bir silâh ve mühimmat fabrikası haline getiren Nuri Paşa, fabrikasında kendi adını verdiği ve patenti kendisine ait olan tabancalar da imal etmişti.
9 milimetre çapında ve "Nuri Paşa Tabancası" diye bilinen silâhın modeli, Paşa tarafından bizzat çizilmişti.
Nuri Paşa'nın ağabeyi Enver Paşa'nın torunu olan Osman Mayatepek tabancanın hiç kullanılmamış bir örneğini yedek şarjörleri, mermileri ve namluyu temizlemeye yarayan
harbisi ile bundan birkaç sene önce 'İstanbul'daki Askerî Müze'ye bağışladı. Silâh, şimdi müzede sergileniyor.

Nuri Paşa'dan sürgündeki yeğenine hasret mektubu
MISIR prenseslerinden İffet Hasan ile evli olan Nuri Paşa, çocuksuzdu. Ağabeyi Enver Paşa ise Sultan Abdülmecid'in torunlarından Naciye Sultan ile evlenmiş ve üç çocuğu olmuştu.
Enver Paşa 1922 Ağustos'unda Tacikistan'da Rus birlikleri ile çarpışırken şehid düştü, hanımı Naciye Sultan ile çocukları ise 1924'te hilâfetin kaldırılması ile, Osmanlı Hanedanı'nın diğer bütün mensupları ile beraber Türkiye'den sınırdışı edilip sürgüne gönderildiler.
Naciye Sultan, sürgün senelerinde kayınbiraderi ile, yani Enver Paşa'nın kardeşi Kâmil Bey ile evlendi ve ondan da bir kızı oldu.

HERŞEYİ SAKLADI
1939'da, İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanı olmasından hemen sonra çıkartılan bir kanunla Enver Paşa'nın çocuklarının Türkiye gelmelerine izin verildi.
Ağabeyinin hanımı ve çocukları sürgünde iken, Türkiye'de kalan diğer aile mensuplarının bakımını artık askerliği bırakıp iş hayatına atılmış olan ve maddî sıkıntı çekmeyen Nuri Paşa üstlendi. Bir önemli iş daha yapan Nuri Paşa ağabeyinin özel eşyalarını, silâhlarını ve bütün arşivini de titizlikle muhafaza etti ve Enver Paşa'ya ait herşeyi, sürgünden dönmelerinden sonra yeğenlerine teslim etti.
Enver Paşa'nın evrakının dağılmaması, bugün tamamının elimizde olması ve bir Osmanlı devlet adamına ait en geniş arşiv olma özelliği taşıması, Nuri Paşa sayesindedir. Aşağıda, Nuri Paşa'nın 21 Şubat 1929'da Enver Paşa'nın o sırada 12 yaşında olan ve Güney Fransa'da annesi ve kardeşleri ile beraber sürgünde yaşayan büyük kızı Mahpeyker'e Ankara'dan yazdığı bir mektup yeralıyor.
"Nuri Paşa" antetli kâğıda yazılmış olan mektup, bir amcanın sürgündeki küçük yeğenine karşı hissettiği sevgi ifadeleri ile doludur:
"Kızım, sevimli güzel Maypeyker'im,
İki sahifelik mektubunu alarak çok sevindim. Hele mektebe muntazaman gittiğine ve derslerinden daima mükâfat aldığına memnun oldum. Türkân'dan da mektup aldım, iyi çalışıyormuş. Tabii, ikiniz de sınıflarınızın en uslu ve en çalışkanısınız. Yalnız,
kendinize iyi bakmalısınız, üşürseniz sonra hasta olursunuz. Senin hastalığın hafif geçti değil mi? Her halde bana yaz e mi? Babaannen hep seni ve kardeşlerini sorar, gözlerinizden öper.
Babababan da (deden de) gözlerinizden öper. Ben de senin ve kardeşlerinin gözlerinizden ve annenizin ellerinden öper, dadılarınıza selâm ederim.
Madam Lorando'nun da ellerinden öperim sevimli kızım.
Amcan
Nuri"

14 Temmuz 2015 Salı

ELUNİ ÇARPMA DA

Temel ile Dursun Londra'da bir akşam U2'nin konserine gitmişler.
Konser başlamış.
Millet coşkuyla şarkılar söylüyorlar, bizimkiler de ara sıra becerebildikleri kadar katılıp eşlik ediyorlar.
Şarkıcı Bono birden müziği kesip iki elini birbirine vurarak ses çıkarıyor.
Herkes sessiz ve şaşkın.
İki üç saniye sonra bir daha vurup şaklatıyor.
Bir daha.
Sonra,"Niye böyle yapıyorum biliyor musunuz?" diye kalabalığa soruyor.
On binlerce kişide çıt yok.
Bono, sorusuna kendisi cevap veriyor.
"Afrika açlık çekiyor. Ben elimi her çarptığımda oralarda bir çocuk açlıktan ölüp gidiyor." diyor. Konseri dinleyen insanlar şaşkın, şoklanmış gibi şarkıcı Bono'ya bakarlarken, o sessizliğin içinden birden Temel'in sesi sıyrılıp yükseliyor;
"E uşağum, o zaman sen da eluni çarpma da."

13 Temmuz 2015 Pazartesi

FARK YOK

Patronun biri bir gün şoförüne sorar.
- Söyle bakalım şoför, eşek ile şoför arasında ne fark var?
Şoför düşünür:
- Bilemedim efendim.
Patron:
- Bilemeyecek ne var? Eşeğe 'çüş' dersin durur, şoföre 'dur' dersin durur.

Şoförün zoruna gider ama bir şey de diyemez. Aradan zaman geçer. Patronun iyi bir zamanına denk getirir ve
- Efendim bir soru sorabilir miyim?
Patron da;
- Sor bakalım. der.
-Efendim, patronla eşeğin arasındaki fark nedir?
Patron düşünür:
- Bilmiyorum sen söyle. der
Şoför:
- Valla bende bilmiyorum, galiba fark yok efendim. der

10 Temmuz 2015 Cuma

EŞEK OKUR MU

(resim İngiltere'den)
Bir gün Timur'a dalkavuklarından biri bir eşek hediye eder.
Başka dalkavukları da;
"Hükümdarım bu eşek çok cins bir eşektir. Eğer iyi bir hoca tutulursa okumağı da öğrenir." derler. İyi bir hoca ararken de Nasrettin Hocayı önerirler.
Timur eşeği zorla Nasrettin Hocaya teslim eder ve
"Bu hayvana okumağı öğreteceksin." der.
Hocanın işi zor fakat aradan bir zaman geçtikten sonra herkese eşeğin okuduğunu bildirir.
 Timur ve dalkavukları toplanarak eşeğin kitap okuduğunu bir gurup halk topluluğu ile yakından görmek isterler.
Hoca eşeği aç olarak sarayın bahçesine getirir ve önüne yere bir kitap koyar. Kitaba da eşeğin seveceği otlardan sürer.
Kitabı gören eşek aç olduğu için yenecek bir şey sanar ve yanına gider. Sevdiği otların kokusunu da alınca çenesi ile bütün sayfalarını çevirir, karıştırır ve sonrada ard arda başlar anırmağa.
Timur Nasrettin Hocaya bakarak "Hanı eşek okuyamadı." der.
Nasrettin Hoca "Hükümdarım, eşek okudu ve anladığını bize anırarak anlattı fakat, söylediklerini ancak onun dilini bilenler anlar." der. 

9 Temmuz 2015 Perşembe

NERDEN BİLSİN

Avcılar kahvede oturmuş kendi aralarında atıp, tutuyorlarmış.
Avcının biri;
- Geçenlerde İstanbul'da Belgrad Ormanlarında ava çıkmıştım. Birde ne göreyim, karşımda beş metre boyunda bir ayı.
Avcılardan biri hemen atılır:
- Hadi be sende İstanbul'da Belgrad Ormanlarında öyle ayı ne gezer.
Avcı hemen cevap verir:
- İyide arkadaş, Allah'ın ayısı orasının İstanbul Belgrad Ormanı olduğunu nerden bilsin?

7 Temmuz 2015 Salı

KOVBOY

Vahşi Batı da bir kovboy bara girmiş, içkisini içmiş ve çakır keyf dışarı çıkmış. Atının bıraktığı yerde olmadığını görünce geri gelmiş ve sinirli bir şekilde:
- Benim atımı kim çaldıysa hemen geri getirsin.
Hiç kimse ses çıkarmamış ve atını da getirmemişler. Kovboy bir kez daha:
- On dakika içinde atım gelmezse, on sene önce yaptığımın aynısını bugün de yaparım, bunu iyi bilin. demiş.
Herkes korkmaya başlamışlar. Sonra kovboyun atını getirmiş kapıya bırakmışlar. Kovboy hızlı adımlarla atına binmek için yürürken orada bulunanlardan biri dayanamamış ve sormuş:
- On sene önce ne yapmıştınız?
Kovboy adama doğru dönmüş ve cevap vermiş:
- Yine böyle atım çalınmıştı, bende eve yürüyerek gitmiştim. demiş.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

ESKİDEN İSTANBUL

İnternetten derlediğim İstanbul'un eski resimleri. Sizlerde bu günkü çektiğiniz resimleri biriktirin. Bir asır sonra torunlarınız o günkü resimler ile karşılaştıracaktır. Bizler ne farklar olduğunu göremiyeceğiz fakat onlar "Vay anasın beh." diyecekler. 

Eskiden İstanbul'a Topkapı'dan giriş. 1960

Elmadağ Surp Agop Mezarlığı, İstanbul Radyosu ve oteller yapılmadan önceki halı

1958 Eminönü
Eskiden İstanbul'un en yüksek yeri Galata Kulesi ve İngilizler tarafından şehri gözetlemek için dikilen baraka ve üzerinde İngiliz Bayrağı.
Unkapanı SSK binası olduğu yerde Hanry Prost tarafından yıktırılan Sekmanbaşı Mescidi
Merkezefendi de Halil Ağa ya ait mezar taşı. Karılarının ve anasının kavgalarından kahrolarak ölen Halil Ağa isminde bir adamın vasiyetiyle yazılmış. (Karı dırıltısından ölen Esseyid Halil Ağa’nın ruhuna Fatiha)
İstanbul işgal edildiği sırada halkın kuyruğa girerek çeşmeden su almaları.
İstanbul Boğazında Tuna Nehrinden gelen buz kütleleri.

Nişantaşı Ihlamur yolu eski görünüşü.

1950 yıllarında Tramvayların son seferleri.

Marmara Denizinde yakalanan dev köpek balığı Topçu Kışlasında halka gösteriliyor.
Ataköy Plaji, şimdi yerinde AVM, marına ve oteller bulunmaktadır.
Maltepe Süreyya Plaji.
İşgal yıllarında Galata Kulesi üzerine dikilen barakadan İstanbul'u gözetleyen İngiliz askerleri.
Sultan Ahmet Meydanın'da yapılan toplu idamlar. (Kürt Nemrut Mustafa Nazim Paşa, Divani Harbi Orfi de Ermeni Patriği Zaven Efendinin hazırladığı listelere keyfi idam kararları vermiş, hatta Mustafa Kemal için verdiği idam cezası 1923 te TBMM de kaldırılmıştır.)
Osmanlı Rus Savaşında Kumburgaz da Rus Ordusu.
Beyazıt ta bulunan işgal kuvvetleri karargahı.
6-7 Eylül 1955 olayları İstanbul Tarlabaşı nın halı.
1920 de Taksim e giren İngiliz işgal kuvvetleri.
İngiliz işgal kuvvetleri Büyükdere de maç yapıyorlar.
1909 da yanan Çırağan Sarayı önünde poz verip resim çektiren işgal kuvvetleri askerleri.
İşgal kuvvetlerinin Tünelden Taksime doğru bando eşliğinde zafer yürüyüşleri.
Beyolu'nun 6-7 Eylül1955 sonrası aldığı hal.
Suriye Cephesine, 4. Orduya cephane götüren trenin infilak ettirilmesi sonrası Haydarpaşa Garı.
İstanbul halkı İşgal Kuvvetlerine karşı mitingler düzenleyip protesto ediyor.
1878 de Kumburgaz da İstambul'u tam olarak işgal eden Rus Ordusu eğitim sırasında.
İşgal kuvvetlerinden İngiliz askerleri.
1909 yılında çıkan yangında hasar gören Çırağan Sarayı önünde hatıra fotoğrafı çektiren İşgal kuvveti askerleri
Suriye Cephesi’ndeki 4. Ordu’ya cephane götüren trenin infilak etmesi sonrası Haydarpaşa Garı
1920 Fransız İşgal kuvvetleri kendi ulusal bayramlarını İstanbul Taksim de kutluyorlar.
Şimdi otopark olan İstanbul eski şehir tiyatrosu.
Eski Eyüp Bostanları.
Rusya'dan gelen mülteciler Dolmabahçe Sarayı müştemilatında yaşamlarını sürdürmeğe çalışıyorlar.
Kasımpaşa 1918
Eminönü 1928

Beşiktaş 1930
Arnavutköy yükseklerinden Boğaz içi 1936
Dolmabahçe Meydanı 1940