SAYFALAR

26 Şubat 2015 Perşembe

KAÇKAR DAĞLARI 9

(devam)
Kaçkar tepelerini ve 3000 metreden yüksek yerlerini gezdiler. Bazen bu sert iklimde ki yayla evlerini bazen de kervan geçmez kuş uçmaz boş kayalık ve karlarla kaplı tepeleri en kötü tabiat şartlarında doğa kurallarına meydan okuyarak görüntülediler. Bazen çadırlarda bazen kaya köklerinde yorgunluk çıkartıp her türlü zorluklara göğüs gererek, acımasız dağ kurallarına karşı geldiler. Bazen ac gezip bazen geyik eti yediler. Bazen canlı ayı bazen ölü ayılar gibi çok enteresan sürprizlerle karşılaştılar. İşte Kaçkar Dağları amatör kamerasından yerli belgeseli. (devamı var)
                                                               Lütfen videoyu tıklayınız
 
 
                                                            

25 Şubat 2015 Çarşamba

YANLIŞ NUMARA

Bazı insanlar telefon ile konuşmağa bayılırlar. Adamın karısı da normalde telefonu eline aldı mı iki üç saat konuşurmuş.
Bir akşam yine evin telefonu çalmış. Kadın hemen koşarak açmış. Fakat bu sefer yarım saat konuştuktan sonra kapatmış.
Adam şaşırmış:
-Hayrola hanım? Sen iki saatten az konuşmazdın? Niçin erken kapattın? Anlatacakların yarım saatte nasıl bitti?
Karısı cevap vermiş:
-Yanlış numara aramış.

24 Şubat 2015 Salı

ELE HOŞ OLİİR Kİ

Erzurum da bir cami hocası şehre gelen bütün tiyatro oyunlarına gider, temsilleri en önde oturur imam kıyafetiyle seyredermiş.
Oyundan sonra yanına gelen, kendisi ile ilgilenen oyunculara ve tiyatro yöneticilerine şöyle dermiş;
- Ola uşağ! Bah ben sizin oyununuza geldim seyrettim, sizler de benim mekana gelip namaza katılsanız ele hoş oliirkiii

23 Şubat 2015 Pazartesi

RESMİNİ

Temel hastalanan çocuğunu özel doktora getirir. Ne ise bıraz bekledikten sonra içeri doktorun yanına girerler. Doktor kimin muayene olacağını sorar. Temel çocuğunu gösterir. Doktorun zaten işi başından aşkın. Alır çocuğu karşısına bir iki dakika yüzüne baktıktan sonra ilaçlar yazar ve on beş gün sonra kontrol için tekrar gelmelerini söyler.
Temel hemen doktora sorar "Efendum doktor bey, on beş gün sonra kontrole çocuğu getirmeyip vesikaluk resmini getursem, ona bakarak muayene etsen olmaz mı?" der.    

20 Şubat 2015 Cuma

OYUNCAK KİMİN

Bir aile çocukları ile hep birlikte lunaparka gitmişler. Babaları oyunlardan birinde kocaman bir ayı kazanmış. Sonra çocuklarına dönüp sormuş:
-Bakalım bu oyuncak kimin olacak? Hanginiz annenizin her dediğini yapıyor? Ona hiç karşılık vermiyor?

Bu oyuncağı birlikte karar verip ona vereceğiz.
Çocuklar önce durmuşlar, birbirlerine bakmışlar ve hep bir ağızdan cevap vermişler:
-Tamam baba, oyuncak senin!

19 Şubat 2015 Perşembe

ÖZLÜ SÖZLER

1- Adam adamdır, olmazsa yalanı; eşek eşektir, olmasa da palanı.

2- Adamın yere bakanından, suyun ağır akanından kork.

3- Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar.

4- Aza demişler: “Nereye?”, “Çoğun yanına” demiş.

5- Söyle, inananlar gelsin izinden; canına mal olsa dönme sözünden!

6- Boşboğazı ateşe atmışlar, odun yaş diye bağırmış.

7- Danışan dağı aşmış, danışmayanın yolu şaşmış.

8- Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz.

9- Denizdeki balığa pazarlık yapılmaz.

10- Eşeğin kuyruğunu kalabalıkta kesme; kimi uzun der, kimi kısa.

YAŞAMAK İÇİN

Bir komedyene sormuşlar,
-Hastalanınca ne yapmak gerekir? 
-Mutlaka doktora gidin.

-Zira doktorun yaşaması gerek.
-Verdiği ilacı da satınalın, çünkü eczacının de yaşaması gerek.
-Fakat aldığınız ilaçları sakın içmeye kalkmayın, zira sizinde yaşamanız gerek. demiş.

17 Şubat 2015 Salı

ERKEK SANMIŞLAR

İlk yıllarda benden eski ağabey polislere takılırdım. Sizleri Anakara Bit Pazarından ve Hergele Meydanından davul zurna ile toplamışlar. Siz öyle polislersiniz derdim. Meslekte orta okul mezunu polisler bile yoktu. İlk okul mezunları çoğunlukta fakat hiç okula gitmemiş okuma yazmayı bilen kişilerden polisler dahi vardı. Ama inanın birbirlerine çok bağlı sanki aralarında hiç bir şey pay etmeyen kardeşler gibiydiler. Onların çalışma koşulları da çok zordu. Bizden bir kaç devre önceki polisler, polis olduktan sonra evlerine hiç gitmezler. Karakolda yatarlar. Sadece hafta sonları, hafta izinli oldukları zaman evlerine giderlermiş. Mesela bizler görev bitince akşamları evlerimize gidebilirdik fakat 24/24 veya 12/12 çalışırdık.

Bizlerin zamanında polis olabilmek için kişiyi çok sıkı bir tahkikattan geçirirlerdi. Hatta bir polis evleneceği zaman alacağı kızın kimliğini birimine bildirerek onun hakkında da gizli soruşturma yapılır ve uygun görülmezse o kişi ile evlenmeğe izin vermezlerdi. Kaçakçılık ve uyuşturucu ile ilgili suçlarla bir yakını arasında akrabalık varsa kesinlikle mesleğe giremez, böyle bir aileden eş de alamazdı. Böyle suçlarla ilgili ilişkiler sonradan tespit edilse de derhal açığa alınır, meslekten ihraç edilirlerdi. Fakat yine de aşikar olmadan kaçakçılık yapanlar ve uyuşturucu kullananlar, satanlar vardı. Zaman zaman duyardık, ihraç edilenler de olurdu.

Ben 1974 yılında evlenmek için müracaat ettim. Altı ay bekledim hiç bir haber çıkmadı. Gittim memlekette düğünü yaptım, bir altı ay daha geçti hala haber yok. Verdiğim müracaatın kayıt numarasını aldım. Eşim Rizeli olduğu için Rize Emniyet Müdürlüğüne yollamışlar. Senelik izine gittiğim zaman Rize de Emniyet Müdürlüğüne gidip takip ettim. Ardeşen Emniyet Amirliğine tahkikat için yazmışlar aradan iki seneye yakın geçmiş, bir cevap vermemişler. Ardeşen Emniyet Amirliğine gittim. Evrağı diğer tozlu evrakların arasında buldum. "Buna cevap niye yazmadınız? Bakın evlenmek için ben sizin yazacağınız yazıyı bekliyorum." dedim. Bir Komiser Muavini "Valla ben buna nasıl cevap yazacağım bilmiyorum." dedi. Oturdum daktilonun başına, hem tahkikat raporlarını, hem de cevap yazısını yazdım, bıraktım ve onlar yolladılar. Cevap ben evlendikten bir yıl kadar sonra geldi. Eğer ters bir durum olsa beni meslekten ihraç ederlerdi.

Ne gariptir ki böyle enteresan olaylar bazen meydana geliyor. Bu kadar ince ve titiz kanunlarla beslenmiş Emniyet Teşkilatı, yine de kanunlar uygulayıcısına göre değiştiğinden İzmir Gürçeşme Polis Okuluna bizden önce ki 21. döneme kadar polis adaylarının hepsi erkek, içlerinde hiç bayan polis adayı yokmuş. 21. dönemde ismi Yaşar olan bir bayan kursiyer, isminin 'YAŞAR' olması nedeniyle yanlışlıkla erkek diye İzmir Gürçeşme Polis Okuluna verilmiş. Notlarının çok yüksek ve verimli olması nedeniyle 22. dönem yanı bizlerle birlikte 14 bayan arkadaşın ilk defa bu okula verilerek eğitim gördüklerini Okul Müdürü Şukru Beşbudak defalarca anlattı. Başka bir derste de "Arkadaşlar, gelişmiş ülkelerin tespitlerine göre ABD Polisinin olaydan bir saat sonra, Fransız ve Alman Polisinin iki saat sonra, İngiliz Polisinin yarım saat sonra, Türk Polisinin ise olay olmadan bir saat önce haberleri olduğunu söylemesi üzerine, dayanadım ve hemen parmak kaldırdım.

"Müdürüm bu nasıl oluyor? Hanı geçen sene bir kızı erkek sanıp bu okula gönderdiklerini söylüyordunuz. Türk Polisi daha bir kişiyi erkek mi kız mı tespit edememişler ve kızı erkek diye bu okula yollamışlar." dedim. Hayatımda en ağır cezayı o zaman orada ve okul bitene kadar da daha sonraları aldım. Defalarca azarlandım. Ondan sonra da bir şey sorarlarsa konuştum. Kendim hiç soru sormadım. Her hangi bir  soruya da cevap vermek için hiç parmak kaldırmadım. Bu alışkanlığı daha sonra da ömür boyu sürdürdüm. 

13 Şubat 2015 Cuma

SUNARIM YAZ

1973 yılında İzmir Gürçeşme Polis Okulunun artık sonu gelmiş, bitirme imtihanları yapılıyordu. Bütün öğrenciler uzun bir koridorda hepsi birlikte imtihan oluyorlardı. Altı aylık eğitim döneminde çok değerli ve tecrübeli hocalarımız öğrettiği bilgilerin değerlerini ve derecelerini, herkesin öğrendiği bilgileri imtihanlar vasıtasıyla tespit etmeğe çalışıyorlardı. Biz öğrenciler de polis olarak yepyeni bir hayata başlamak için can atıyor, polislikle ilgili öğrendiğimiz bilgileri sözlü ve yazılı imtihanlarda sorulara cevaplar vererek kanıtlamağa çalışıyorduk.

Çok disiplinli ve dürüst bir insan olan Okul Müdürü Şükrü Beşbudak ve Yardımcısı Adem Şakar Mesleki Yazışma dersinden 22. dönem öğrencileri yazılı bitirme sınavı yapıyorlardı. Zaten 14 kadar dersler vardı fakat bunların çoğu kanunlardı ve öğrenilmesi çok zor oluyordu. Kopya çekilmemesi için salonda 3-4 Müdür ve Başkomiserler de gözlemci olarak bulunuyorlardı. Gözlemcilerin bazıları biz öğrencilere yardım etmek istiyorlar fakat Okul Müdürü Şükrü Beyin korkusundan hiç kıpırdayamıyorlardı. 

Ders Mesleki Yazışma Tekniği olduğu için bütün yazışmaları kapsıyor ve sorulan soruların bir tanesi dilekçe yazmakla ilgili bir soruydu. Çok kısa bir cevabı vardı ve çok güzel de bir soruydu. Hatta derste hoca çok güzel anlatmış 'Bir zamanlar bitişik yazılmasına rağmen sonradan bu iki kelime ayrıldı ve dilekçenin sonuna ayrı yazılır.' demişti. O soru çıktı. Dilekçenin sonunda ki 'ARZ EDERİM' kelimeleri bitişik mi yoksa ayrı mı yazılır? Yazınız. diye. Önümde sırtı bana dönük olarak oturan Nazlı isimli bir kız öğrenci arkadaş sorunun cevabını bilmiyor olacak ki, gizli, kimse duymadığı gibi arkaya dönmeden bana sordu. Ben sorunun cevabını bildiğim halde söyleyemedim. Çünkü Nazlı arkamızda duran ve bütün hareketlerimizi izleyen gözlemci Ahmet Müdürü göremiyordu. Ben kendisini uyarmak bile uyaramadım. Ahmet Müdür de hiç gülmez yüzü ile tam arkamızda bir heykel gibi dikiliyor, bizlerin durumunu görüyor fakat gördüğünü de hiç belli etmeden bekliyordu. Ben Müdürden sebep kız arkadaşa yardım edemedim ve ayağımla sandalyesine hafifçe vurarak uyardım. O aldırış etmedi bir kaç defa daha bana sordu. Benim odum kopuyordu. Ya o hiç gülmeyen ve tavrını belli etmeyen durumu ile gelir kağıtlarımızı alırsa biz ne yapardık? Derdimizi kime anlatırdık? Ben hiç ses çıkarmadım. Arkama Ahmet Müdüre de bakmadım. Biraz sonra Ahmet Müdür yavaşça Nazlı'ın yanına geldi ve eğilerek gizlice "Hangi soruyu yapamıyorsun? Kızım yapamadığın soruyu bana oku." dedi. Kız arkadaş "Dilekçelerin sonunda -arz ederim- bitişik mi yoksa ayrı mı yazılır? Onu yapamıyorum Müdürüm." dedi. 

Hakikaten öyle göründüğü gibi sert ve yüzü gülmez, nursuz bir Müdür değilmiş Müdür Ahmet Bey. En azından korktuğumuz kadar değilmiş. Başkasına iyilik etmek duyguları varmış içinde. Kendisi de cevabı bilmiyordu fakat kız arkadaşa yine de yardımcı oldu. Verdiği cevap sorunun cevabı olmasa da değişik bir yol önerdi ve güya sorunun cevabını verdi: "SUNARIM yaz kızım, SUNARIM yaz." dedi ve gitti. Tekrar yanımıza gelince ben de kendisine bir şey soruyormuş gibi yaptım ve alçak sesle "Müdürüm 'ARZ EDERİM' ayrı yazılacak. Müdür Bey onu soruyor." dedim. Yakınımda ki arkadaşların hepsi sorunun cevabını aldılar fakat hemen Okul Müdürü ta arka sıralardan yanımıza geldi. Bir şey demedi fakat artık hep orada durdu. 

12 Şubat 2015 Perşembe

BAL ALDILAR

1992 de Ankara Cinayet Bürosunda çalışırken dört kişilik ekibimle bir pazar günü Anakara 19 Mayıs Stadyumu civarında olaylara karşı görevlendirildik. Asayiş Ekipler Amirliği önünde çay içerken ekip şoförümüz Muhittin elinde poşetler olan bir adamla konuşuyordu. En son Muhittin adama "Biz polisiz ha kötü ise sakın verme." dedi ve poşette bir şey aldı yanımıza geldi.

Ben öyle sokakta filan alış veriş yapmağı sevmediğim için canım sıkıldığından arkadaşa hiç bir şey sormadım. Diğer arkadaşların takılıp şaka yaptıklarına şahit oluyor fakat ben hiç karışmıyordum. Muhittin o konuştuğu adamdan bak satın almış. Ekip arkadaşlarımızdan Sefer böyle sokakta bal alınmaz, sahte bal çok var dedikten sonra kavanozun içinden parmakla alıp aldığı balın tadına baktı ve kendisi Muş lu olduğu için "Ben baldan anlarım. Bu iyi bal." dedi.

Görevimiz bitti evlerimize gittik. Ertesi gün tekrar görev almak için Büroya geldiğimizde Muhittin'in elinde dünkü poşeti gördüm, hala taşıyordu. "Komiserim kızma fakat şuna bir bakar mısın? Dün o adamdan bal diye aldım, bal olmadığı gibi ne olduğunu da anlayamadım." dedi. Poşetin içinden silindir şeklinde sarımtırak renkte parlak bir şey çıkardı. Meğer akşamdan eve gidince çocukları ile baldan yemişler. Mutfağa bıraktığı kavanoz içinde kalan baldan sabahtan yemek için kavanozdan balı çıkaracakken kavanozu eğmesine rağmen bal hiç dökülmediği gibi, kaşık bıçak gibi şeyleri de içine sokamamış. Biraz uğraşsa da bal kavanozun içinde hiç kıpırdamıyor, olduğu gibi duruyormuş. Sinirlenerek yere vurunca kavanoz kırılmış dağılmış fakat içinde ki bal olduğu gibi donarak kavanoz şeklinde mermer gibi kalmış. Muhittin de olduğu gibi tekrar poşete koyarak almış Kısma gelmiş. Ne kadar uğraştılarsa bir parça kopartamadılar.

O gün göreve çıktığımız zaman Muhittin bana bir şey diyemiyor, poşeti de öyle arabada elinde taşıyordu. Güya o adamı yakalayacaktı. Arkadaşların hepsi o elinde kini inceliyorlar fakat ne olduğuna da bir türlü karar veremiyorlardı. Dışkapı tarafında seyir halinde iken caddenin sağ tarafında o bal satan adamı poşetler elinde hızlı adımlarla yürürken gördüm. Hemen arabayı durdurmasını söyledim ve inerek adamı yakaladım. Tam orada feci bir şekilde dövecekken adam Muhittin'i tanımış olacak ki "Aman ağabey bir yanlışlık oldu. Ben size kötü bal vermem için aklımı yemem lazım. Aha alın bu kavanozları dünyanın en iyi balıdır. Götürün yeyin. Bir hafta sonra bana parasını verin. Kötü ise hiç vermeyin ve beni de öldürün." dedi. Hepimiz de inandık. Muhittin para vermedi. Ben almadım fakat diğer arkadaşlar da parasını verip birer kavanoz daha bal aldılar.

Ertesi gün onlar da kavanoz içinde donup mermer olmuşlardı. Hepsi ellerinde Kısma getirdiler. Çok aradık fakat o adamı daha hiç bulamadık. Muhittin'e Çankırı lı olduğunu söylemişti ya, ta Çankırı ya gitti. Yok, bulamadık. Yanlış anlamayın ben adamı bulsam ne döverim, ne de Allah ın bir kuluna dövdürürdüm. Ben sadece adamı öpüp tebrik edecektim. Ekmeğini baldan çıkarıyor.    

11 Şubat 2015 Çarşamba

ÇOCUK VE KADIN KAHRAMANLAR

Kurtuluş Savaşımız esnasında; Türkiye de binlerce çocuk ve kadın mücahitler vardır. İşte bunlardan bazıları. Vatanı kurtarmak için her şeylerini hiçe sayarak, bazıları cephede düşmana kurşun sıkmış, bazıları çeşitli değişik yollardan düşmana ummadıkları yerde darbe vurmuşlardır. Bunlarda birer mücahit olmuş, dünyayı kendilerine hayran bırakmışlardır. Bazıları günlerce dağlarda kalmış, onlarda eşkıyalık yapmışlardır. Bunların hepsini tespit etmek mümkünsüzdür. Mesela bu çocuklar hepsi birer kahraman değil midirler? Fakat isimlerini kimler biliyorlar? Onlar ne için cepheye gidiyorlar? Oyun oynadıklarını mı sanıyorlar? Ve vatan için idam edilenler. Haklarında ben herhangi bir şey yazmayacağım. Sadece resimlerini basıyorum.
Lütfen resim üzerine tıklayınız



 
Talimhaney-i Sıbyan
Milli Mücadelede Çocuk Askerler . Bunlar da vatanı savundular.

Antepli yirik Fatma


Erzurumlu Nene Hatun


Faika Hakkı (Zeliha Ünlüer)


Fatma Seher Kaya


Fatma Seher Erdem (Erzurumlu Kara Fatma)


Gördesli Makbule


Halide Edip Adıvar


İnebolulu Şerife Bacı


Kastamonulu Halime Çavuş
(Erkek kılığına girerek askere gitti ve savaşlara katıldı)


Kastamonulu Sabiha İzbeli


Kılavuz Hatice
Fransızlara yanlış yol gösterir ve tuzağa düşürür.


Naciye Hanım


Nezahat Onbaşı


Saime Asker Hanım


Sadı Çırpan(İlk kadın Milletvekili)


Tarsuslu Fatma


Tarsuslu Kara Fatma


Tayyar Rahmiye



Çete Emir Ayşe


Vatan için idam edilenler


10 Şubat 2015 Salı

şiir MELODİ AZA

Günlerden bir gün, bir kız gelmiş dünyaya,
O kadar güzelmiş ki, benziyormuş bir aya,
Herkes onu görmek için gitmişler oralara,
Bir tek dedesi gitmemiş, o Melodi Aza'ya.

İri ceylan gözleriyle bakarken kameralara,
Sanki selamlar yollamış, gülerek buralara,
Ben çoktan başladım, yollarına bakmağa,
Hasret kaldım torunum, o Melodi Aza'ya.

Büyüyünce  gelirsin, sarılmağa boynuma,
Bende sarılır öperim, o çiçek yanaklarına,
Yine resmini yolla, öyle gülerek bak bana,
Gülmek tek o na yakışır, o Melodi Aza'ya.
                                      Recep Ali Öztürk

5 Şubat 2015 Perşembe

KARADENİZ EŞKIYALARI

Karadeniz Bölgesinde yaşamış eşkıyaların hepsini anlatabilmek veya tespit etmek imkansızdır. Bilinen bu eşkıyaların yanında, bilinmeyen daha bir çok eşkıya gelmiş geçmiştir. 

Bu konuda genelde çok sayıda yazılar yazılmış, ancak bu yazılarda konuların ve sebeplerin özüne inilmemiş, sadece bu şahısların ellerine tüfek alarak eşkıya oldukları anlatılmış, hepsi aynı kategoride ele alınmıştır. Halbuki gerçekte hiç te öyle olmamıştır. 

Ben bu yazılanlara pek inanmıyorum. O devirleri bizzat yaşamış görgü tanıklarının anlattıkları dikkate alınarak bir değerlendirme yapıldığı zaman, olayların esas gerçek yüzleri ortaya çıkmaktadır ve doğusu da anlaşılmaktadır. Durup dururken hiç kimse rahatını bozup dağa çıkmamıştır. Rus, ABD, İngiliz ve Fransız gibi ülkelerin teşviki ile halkı korkutmak ve sindirip vatan topraklarını almak için eşkıyalık yapanlar ortaya çıkınca, vatanı korumak zorunlu olduğu için, karşı taraf ta mecburiyetten eline tüfek almış dağlara çıkıp vatanını ve ailesini korumağa çalışmıştır.

Bu insanlar Karadeniz de genelde üç sebepten dolayı dağa çıkmış ve eşkıyalık yapmışlardır.

İşte o üç sebeplerden her biri;

1) Mevcut Vatanı ve Milleti Yok Etmek, Yıkmak,
2) Mevcut Vatanı ve Milleti Korumak,
3) Haksızlıklar ve Otorite Boşluğu; 

Yukarıda ki ilk iki sebep Karadeniz de ki ve dolayısıyla Türkiye de ki eşkıyalık olaylarının en önemli sebepleridir. Osmanlı İmparatorluğu zamanında 'Haytalık ve Haşarilik' sistemi mevcuttu. Savaş zamanı Bölge Beyleri orduya adam verir, vatanın korunmasını sağlar haytalık ederlerdi. Topraklar tehlikeye girdiği zaman ordu yetişemezse kendi adamları ile önlem alır ve vatanın bütünlüğünü sağlar, her türlü tehlikeye karşı vatanı korurlardı. Bu durum Karadeniz Bölgesinde daha hakimdi. Devlet vatanı korumağa yetişemezse vatandaş eline tüfeğini alır, kendi vatanını korurdu.

Savaş sonrası da 'Haşarilik' denilen çiftçilik eder geçimlerini sağlarlardı. Bu durum Türk geleneğinde ve dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu yönetim sisteminde mevcuttu. 

Balkanlarda da Vatanı korumak için, yıkmak isteyen bölge eşkıyalarına karşı Resneli Niyazi Paşa, Enver Paşa gibi Askeri Paşalar dahi, hatta Mustafa Kemal bile mahiyetlerinde ki askerlerle birlikte dağa çıkmış eşkıyalık yapmışlardır, ama maalesef yine de vatan korunamamış, Rumeli ve Avrupa da bulunan Osmanlı toprakları elden çıkmıştır.

Erzurum Bölgesinde ki Ermeni eşkıyaların masum halkı katliamları sırasında, Doğu Karadeniz Bölgesinden giden gönüllüler, Erzurum ve cıvar yörelerinde milis kuvvetleri kurmuşlar ve Ermeni isyancılara karşı savaşmışlardır. Bazı gayrimüslim Ermeni ve Rumlar da onlarla birlikte saf tutmuş, bölgede isyancılara karşı savaşmışlar, bu nedenle isyancılar ve düşmanlar yıkıcı faaliyetlerinde başarıya ve emellerine ulaşamamışlardır. 

İsyancı eşkıyalar halkın gözünü korkutmak ve isyanlara katılmalarını sağlamak için bazı gayrimüslim vatandaşlara dahi baskılar yaparak şiddet uygulamışlar, çok korkunç katliamlar yapmışlardır. Velhasıl Karadeniz de keyfi eşkıya yoktur. Karadeniz i Türklerin elinden alma ve Türklerin de direnip vermeme savaşları vardır. Öncelikle bu böyle bilinmeli ve bir nevi vatan kahramanları eşkıya diye adlandırılmama lıdır.

SAMSUN Bölgesi;
Osmanlı İmparatorluğunun zayıfladığı son zamanlarda ve Mustafa Kemal'in  Samsuna çıktığı sıralarda; sayıları 5, 10 ve 100 er kişi arasında değişen çok sayıda Rum, Ermeni ve her çeşit milletten çeteler Karadeniz Bölgesinde faaliyet gösteriyorlardı. Ruslar bu çetelere her türlü desteği açıktan veriyor, diğer dış ülkelerin de yardımları ile Rum Pontus Devleti ve Ermeni Devletini kurmağa çalışıyorlardı. Bu nedenle savaşlardan dolayı erkek bulunmayan bölgede ki köyleri basıp yakıp yıkıyorlar, taş üstünde taş bırakmıyorlardı. Doğu Karadeniz de bu çetelerin yüzlercesi vardı. Artvin de kendilerini Türk tanıtan bir gurup süvari Ermeni eşkıyaları, Batum'u geri almak için gelen Yakup Cemil'in Sinop Cezaevinde ki mahkumlardan oluşturduğu gönüllü ordusuna katılmışlar ve bir gece yattıkları yerde samanları tutuşturmuş Yakup Cemil'in ordusunu yakarak yok etmişlerdir. 

İşte Samsun da yıkıcı ve zararlı faaliyetler gösteren, halka karşı katliamlar yapan, masum Türk Halkına kan kusturan Rum ve Ermeni asıllı çeteler ve bazı çete reislerinin isimleri;

Ersandıklı Piç İlya, Taşoğlu Mihail, Peço, Aliko, Kel Sava, Deli Yanı, Deli Paşo, Eleni Çavuş, Yordanoğlu Piç Vasil, Kürdünoğlu, Lefter, Sarı Istıl, İstavri, Todaroğlu Agapyos, Gürdekoğlu Simyon, Yanı, Endik, Andon, Yanıdıs, Yanıdıs oğlu Hacıka, Hacık, Panço ve bir çoğu.

Bunlara karşı da vatanı savunmak ve masum halkı korumak için Türk, Laz, Çerkez ve Gürcü hepsi birleşerek milis kuvvetler oluşturmuş. Bu kahramanlar Karadeniz den Erzurum'a İstanbul'a ve yurdun dört bir tarafına yayılarak vatanımızın bu gün kü şekliyle kalması için canla başla çalışmış, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'e yardımcı olmuşlar, bir çoğu sakat kalmış, bir çokları da şehit olmuşlardır. 

İşte bu kahramanların en önemlileri; İşlerine gelmediği için tarih bile pek bahsetmez bunlardan. 

ÇERKEZ EKREM BEY (Kurşungeçirmez Canbulatoğlu) 
Samsun ve çevresinin Kuva-i Milliye önderi Çerkes Ekrem Bey, Kavak nahiyesinde Çerkes köylerindeki gençlerden oluşturduğu gözü pek 200 kişilik süvari birliğiyle Rum-Pontus çeteleri ve Samsun'a Merzifon’a geçen İngilizlere karşı büyük mücadelelerde bulunmuş, düşmanların korkulu rüyası olmuştur. Bir rivayete göre kendisine kurşun değmediği için bu isim verilmiştir.

Atatürk Samsun'a çıkmadan önce, Rumlarla mücadele eden ve amansız darbeler vuran Kuva-i Milliye'nin başında Samsun'un ilk ve en büyük Kuva-i Milliyesi olan Çerkes Ekrem'in süvari birliği vardır.

Samsun ile İç Anadolu arasındaki bağlantı yollarının güvenliğini sağladı. Rum çetelerini bu bölgeye yaklaştırmadı. Çiftliğindeki 200 atlısıyla çetelere baskınlar yaparak çeteleri dağıttı ve silahlara el koydu. Samsun ile Merzifon arasına tamamen hakim oldu.19 mayısta Anadolu'ya çıkan yolu temizleyen kişiydi. Atatürk Havza'ya giderken Kavak'a uğradığı zaman kendisini karşılayanların başında Çerkes Ekrem Bey bulunmuştur. Atatürk'ün Havza'ya kadarki yolculuğunun güvenliğini sağladı.

Ekrem Bey'in heykeli Samsun sahilinde Bandırma vapuru çıkışında, yürüme yolunda bulunmaktadır.

ORDU dolaylarında; 

HEKİMOĞLU İBRAHİM
Uzun zaman Fatsa, Ordu, Tokat, Niksar, Samsun dağlarında hüküm süren, halk arasında mertliği ve yiğitliği şöhret yapan ve adına türküler yakılan bir Türk halk kahramanıdır. 

Efsane haline gelen ve HEKİMOĞLU diye bilinen bu eşkıya, Fatsa'nın Yassıtaş Köyü'ndendir. O dönemlerde bölgeye hakim olan Gürcü Beyi Seyyit Ağa'nin Ayşa adında bazı kaynaklarda Narin diye de geçer güzel nişanlısı vardır ve bu kız Hekimoğlu İbrahim'i sevmemektedir. Gönlü değirmende karşılaştığı Hekimoğlu'na bağlanmıştır ve onunla kaçmıştır. Bu sebepten Hekimoğlu ile Gürcü Beyi Seyyit'in arası açılır ve Yeğeni Yusuf'u öldürüp dağlarda eşkıyalığı tercih eder. 

Muhacir Gürcüler'le, Türkler arasında kavga şiddetlenerek devam etmekteydi. Durumu yerinde görmek ve bu asayişsizliği ortadan kaldırmak için Trabzon Valisi Mustafa görevlendirilir. Onun verdiği rapora göre Ordu, Fatsa, Ünye ve Niksar kazalarında iskan edilen Kafkasya Gürcüleri, eski yurtlarındaki huylarını, yaşama tarzlarını, adet ve an'anelerini aynen devam ettirmekte, adam öldürme, mal gasp etme, meskene tecavüz gibi suçlan burada da işlemekte ve etrafa tecavüzleri gittikçe artmaktadır. Durum böyle olunca vali İç işleri bakanlığından Ordu, Fatsa ve Niksar kazalarında tedbir olarak lüzumu halinde Çeteler Kanunu'nun uygulanmasını istediyse de kabul edilmemiştir. Sivas Valisinin 'Hekimoğlu Af Edilsin!' isteği de kabul edilmemiştir.
Fotoğraf bir Rum tarafından çekilmiştir.

Todor ve Yorika isimli kişilerin ihbarı neticesinde Hekimoğlu, 26 Nisan 1910 te güvenlik güçleri tarafından kendi köyü Yassıtaş'ta kıstırılarak, sekiz saat süren bir çatışma sonunda bir arkadaşı ile birlikte ölü olarak ele geçirilmiştir. Hakkında halk tarafından türküler yakılmıştır;

Hekimoğlu derler benim aslıma
Aynalı martin yaptırdım da Narinim kendi neslime

Hekimoğlu derler ufak bir uşak
Bir omuzdan bir omuza Narinim on arma fişek

Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu dediğin de Narinim aslan yürekli

Konaklar yaptırdım döşetemedim
Ünye Fatsa bir oldu da Narinim baş edemedim

Ünye Fatsa arası Ordular kuruldu
Hekimoğlu dediğin Narinim o da vuruldu (Osmanlı Arşiv Belgeleri.)

GİRESUN Bölgesi;

HOÇUROĞLU HÜSEYİN, Tirebolu lu bir eşkıyadır.

MİCANOĞLU HÜSEYİN, 
Keşap lı Micanoğlu Hüseyin halk tarafından çok benimsenmiştir. skerde iken nişanlısını kaçıranları öldürüp dağa çıkmıştır. Hakkında bir çok türküler yazılmıştır. Ölümü hakkında; çete arkadaşları tarafından öldürüldüğü, çiğ altında kalan bir çobana elbiselerini giydirip kendisinin kimlik ve kıyafet değiştirerek uzak yerlere kaçıp izini kayıp ettirip yaşadığı, dere içinde bulunan bir cesedin ona ait olduğu gibi bir kaç rivayetler vardır. Kesin olarak ne olduğu bilinmiyor.

KARA MAHMUT,

GOLOĞLU MEHMET,


TOPAL OSMAN (Hacı Topal Osman Ağa) 
“Şan verdi memlekete, unutulmasın adı,
Topal Osman dediğin Giresun’un evladı” 

Çepni Türklerindendir.

1883-1923 Aslında eşkıya değil büyük bir vatan perver, kahraman ve Atatürk'ün en güvendiği insanlardandır. Vatanı kurtarmak için aklına her ne geldiyse yapmış. Ancak sonunda çok büyük bir hata işlemiş veya oyuna gelmiş, o hata veya oyun acıklı bir şekilde sonu olmuş.
 
Balkan savaşlarına gönüllü olarak katılmış, dizinden vurulduğu için topal kalmış Topal Osman lakabını almış. Giresun lu gönüllü gençlerden kurduğu 42. ve 47. Alaylarla Kurtuluş savaşlarına katılmış, 42. Alayın tamamına yakını şehit olmuş. 47. Alay ile katıldığı Büyük Taarruzda çok büyük kahramanlıklar göstermiş, Yarbay rütbesi ve İstiklal Madalyası verilmiş. Atatürk'ün Muhafız Alayı Kıta Komutanlığı, Milis Kuvvetler Komutanlığı yapmış. 

Trabzon Cezaevini basarak 150 tutukluyu zorla alıp çetesine katmış. Zorla Giresun Belediye Başkanlığı yapmış. Atatürk'e muhalifliği ile bilinen Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey'e suikast ten sorumlu tutulmuş. Hakkında çıkartılan yakalama kararından sonra Atatürk'e karşı Çankaya Köşkünü basmış. Ankara'da evine baskın yapan Güvenlik Güçleri ile girdiği 24 saat süren çatışma da 8 arkadaşı ölmüş ve kendisi yaralı olarak yakalanmış. Hastaneye götürülürken yolda en yakın eski arkadaşları tarafından; onlara çok hakaretler ettiği için başı kesilerek öldürülmüş ve defnedildikten bir kaç gün sonra öldürülen milletvekili Ali Şükru Bey hakkında çıkarılan kanun gereği, cesedi mezardan çıkarılarak başına ip takılamadığı için ayaklarından meclis kapısında asılmıştır. Daha sonra Anakara da ki mezarı, kardeşinin isteği üzerine Atatürk tarafından Giresun'a nakledilerek anıt mezarı yaptırılmış ve kendisine 'HACI' ünvanı verilmiştir.

TRABZON da;

KADİROĞLU ALİ OSMAN,

MUSTAFA REİS,

ŞİŞMANOĞLU AHMET,

YAHYA REİS Kayıkçılar Kahyası  (Öldürüldü)

GADİROĞLU, kabadayı ve eşkıyalardır.

RİZE de;

RECEP EMİRALİOĞULLARI (İpsiz Recep,  Emice), 
1862-1928 Esas mesleği denizciliktir ve kendisi kaptandır. Gönüllü vatan kurtarıcılardandır. Bir Fransız gemisini sularda gasp ederek kaçırdı ve devlete bağışladı. Kendisine verilen ödül ve madalyaların hiç birini kabul etmedi. "Ben bunları milletim için yapıyorum." dedi. Yunan ordularına karşı cephede savaştı. Gösterdiği kahramanlıklardan dolayı yüzbaşı rütbesi verildi. Yetiştirdiği milis kuvvetlerini orduya asker olarak verdi. Kendi komutasında ki milis kuvvetlerle çete ve düşman kuvvetlerin korkulu rüyası oldu. Ankara da Atatürk tarafından bando ile karşılandı. Yerleştiği Sakarya Karasu da alelade, küçük ahşap evinde hanımı ile birlikte yaşarken tifodan öldü.

MATARACI MEHMET EFENDİ,
Tüccar Hacı Hamid Efendi’nin oğlu olarak Kasım 1866 yılında Rize’de doğmuştur. Rize İlkokulunda ilk tahsilini bitirdikten sonra bir süre ortaokula devam etmiştir. 12 Aralık 1895 yılında Rize Gümrükler İdaresine bağlı Askaroz Kordonu Gümrük Memurluğu’na tayin olmuştur. Çeşitli görevlerde bulunduktan sonra İstanbul da fırıncılık yapmaya başlar.
Birinci Dünya Savaşında galip gelen İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılar İstanbul’u işgal etmişlerdir. Bu işgal günlerinde ekmek ise karneyle dağıtılmaktadır. Ancak Mataracı Mehmet Efendi Milli Mücadelecilere karnesiz ekmek sağlamaktadır.
Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Paşa cesaretiyle dikkatini çeken Mataracı Mehmet Efendiyi yanına çağırır ve der ki;
“Yarın cepheye gitsek kaç kişiyle gelirsin?” Mataracı Mehmet Efendi, Rizeliye has keskin zekasını ve şivesini konuşturarak “Bi tufeğum, bi da ben senun emrundeyiz paşam” der.
17 Eylül 1924 tarihinde Atatürk eşi Latife Hanımla birlikte Rize’yi ziyaret ettiğinde Mataracı Mehmet Efendinin evinde kalmıştır. Mataracı Mehmet Efendi Atatürk’ün kaldığı odayı 1953 yılından ölünceye kadar korumuştur. (Kaynak: T.C.Rize Valiliği, İl Nüfus ve Vatandaşlık Müdürlüğü Websitesi http://www.rizenufus.gov.tr/.../Mustafa-Kemal-Ataturk-ve....

TUZCUOĞLU MEMİŞ AĞA, 
Gerektiği zaman topladığı milis kuvvetleri orduya asker olarak vermiştir.

SANDIKÇIOĞLU ŞÜKRÜ, Kardeşini bıçakla öldüren Abdi Ağa yı öldürür ve dağa çıkar, eşkıyalık yapar. 'Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz' türküsü Sandıkçıoğlu Şükrü için yazılmış.

AHMET İSLAMOĞLU (Osman Efendi'nin Ahmet)
Rize, Fındıklı, Sulak Köyünden bir Hemşinli eşkıyadır. Ermenilerin korkulu rüyası olup, Ermeniler tarafından 1915 yıllarında Erzurum da veya Erzurum yollarında 48 arkadaşı ile birlikte pınar sularının gözüne zehir konulmak suretiyle kalleşçe öldürülmüş, mezar yeri filan belli değildir. En yakın silah arkadaşı Aslan (Ataç) Beydir.

ALİ ÖZÇELİK (Kara Ali-Gavur Ali-Memiş'in Ali) 
Rize, Fındıklı, Sulak Köyü nüfusuna kayıtlıdır. İsmini çok duyuramayan fakat Kurtuluş Savaşlarımız sırasında Karadeniz ve İstanbul da çok büyük kahramanlıklar gösterip, bu uğurda canını hiçe sayan, Topkapılı Cambaz Mehmet'in M.M gurubu Kuvayi Milliyecilerdendir. Mustafa Kemal'den getirdiği düşman kulak sayısına göre takdir alan, istilacı düşmanların korkulu rüyası olan bir Laz vatan severdir. 

Unutmamak lazım ki eşkıya dahi olsa, biraz şans ve bir kaç ta arkasında destekleyici adamı olmalı ki ismi duyulsun. Karadeniz de, isimsiz eşkıyaların bir çoğu, erkek bulunmayan köyleri kasıp kavuran, dış güçlerin teşvik ve yönlendirmeleriyle ile kan kusturan, yıkıcı ve zararlı çetelere karşı var güçleri ile savaşmışlar. Bir çoğu bu savaşlarda vurularak şehitlik mertebesine ulaşmışsa da isimleri hiç duyulmamıştır. 

Hatta bir zamanlar bu yöreli olup ta eşkıyalık yapamayan vatandaşlar gönüllü olarak Osmanlı ordusuna katılmışlar ve Batum'u kurtarmak için savaşmışlardır. Bu yüzden Doğu Karadeniz Bölgesinde çoğu eşkıyalar halk tarafından sevilmiş, saygı ve rahmetle anılmışlardır. Saygılarımla....