SAYFALAR

31 Mart 2016 Perşembe

GERÇEK ADALET

"Öldürülen kızın, duruşmaya zorla getirilmesine karar verildi."
Gazeteler bu haberi güya böyle vermiş.

Diyarbakır'da ağabeyi Ali Ö. tarafından 30 Kasım 2015 te öldürülen Evindar Ö. hakkında, olaydan 45 gün önce ağabeyini şikayet ettiği davaya ölü kızın zorla getirilmesine karar verildi.

Diyarbakır Yenişehir İlçesi'nde 30 Kasım günü ağabeyi Ali Ö. tarafından 'Tinerciler ile takılıyor.' diye başından tabancayla vurularak öldürülen 14 yaşında ki Evindar Ö. öldürülmeden 45 gün önce, polis merkezine giderek ağabeyinin kendisini tehdit ettiği ve öldüreceği hakkında şikayette bulunuyor. Polis Sur Belediyesinde çalışan Ali Ö. 'yu ruhsatlı tabancası ile birlikte yakalayıp, şüphelinin tabancasına el koymadan tarafları mahkemeye çıkarıyor. Serbest kalan sanık Ali Ö. ise duruşmadan 45 gün sonra kardeşi Evindar Ö. 'ü başına 2 el ateş ederek öldürüyor. Cinayetten sonra teslim olan Ali Ö. hakkında 'Kardeşini kasten öldürmek' suçundan dava açılıyor ve 6'ncı Ağır Ceza Mahkemesi'nce ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırılıyor. O şimdi hapiste cezasını çekmekle meşgul.

Gelelim vurularak ölen kız kardeş Evindar Ö. ye;
Ölümünden 45 gün önce "Ağabeyim Ali beni tehdit ediyor, öldürecek." diye karakola gidip şikayet etmiş ve mahkemeye çıkmışlardı ya. O dava Diyarbakır 2. Asliye Ceza Mahkemesinde devam ediyor fakat kız öldüğü için duruşmalara katılamıyor. 14 Ocak 2016 tarihinde ki duruşmaya da katılamayınca ölü Evindar Ö. 'ün 1Mart 2016 tarihine ertelenen duruşmaya zorla getirilmesine ve ifadesinin alınması için duruşma günü hazır bulundurulmasına karar veriliyor.

1 Mart günü görülen duruşmada ölü kız mahkemeye yine gelemeyince, avukatı kızın öldüğünü söylese de 3 Mart 2016 günü Mahkeme; Nüfus Müdürlüğüne yazı yazıp kayıt istemek yerine, Emniyet Müdürlüğüne yazı yazarak Evindar Ö. 'ün adresinin tespit edilmesini ve yakalanmasını istiyor.

Mahkemeler böyle görev yapıyorlar işte. Emniyetin yazdığı cevabi yazısını bilmek lazım. Belki de heyetçe giderek mezarı da yerinde görüp inceleyecek ölüp ölmediğini tam olarak tespite çalışacaktır. Çünkü bazen 'öldü' diye bildirilen bir şahıs sağ olabiliyor. Sahte bir kimlikle yurt dışında yaşayabiliyorlar. Görevi hakkı ile yapan hakimler işte böyle işi şansa bırakmıyorlar.

30 Mart 2016 Çarşamba

HOCA ÇIKTI

Temel bir ilde Hoca imiş.
Bir gün vali, kaymakam ve üst düzey bürokratlar ile bir yemeğe katılmış.
Konu hocaların çok yemek yemesinden açılmış ve bir de fıkra anlatmışlar.
Fıkra şöyle;

'Bir hoca ile bir manda bostana girmiş.
Görenler koşmuş ama hangisini önce çıkaralım demişler.
Bazıları mandayı çıkaralım, o daha çok yer.
Bazıları da, yok hoca daha çok yer önce onu çıkaralım demişler.'
Herkes gülüşmüş.

Masada olup ta fıkrayı dinleyen Temel Hoca biraz alınmış ve yemek yemeden masadan kalkmış bir kenara oturmuş.
Kaymakam Temel'e yarı alaylı seslenmiş:
 "Hayrola hocam niçin kalktınız?"
Temel de ona şu cevabı vermiş:
"Hoca bostandan çıktu da..Mandalar yesun."

29 Mart 2016 Salı

YAVAN EKMEK

Çok cimri bir Kayserili yemek zamanı reçel kavanozunu sofraya kapağı kapalı olarak getirir, çocuklar da ekmeklerini reçelin kavanozuna süre süre yerlermiş.

Daha sonra adam kavanozu hiç açmadan alır götürür dolaba kilitlermiş.

Köylü bir gün tarlada çalışırken, reçeli dolapta kilitli unuttuğu aklına gelmiş. 

Ey vah çocuklar katıksız kaldı diye düşünerek öğle yemeği zamanında koşa koşa eve geri gelmiş. Bakmış ki çocuklar çoktan reçel yemeğe başlamışlar, fakat dolabı açamayınca ekmeklerini dolabın kapağına sürüp öyle yiyorlar. 

Kayserili dayanamamış ve çocuklara şöyle demiş:
"Yahu bir gün de yavan ekmek yiyemez misiniz?


28 Mart 2016 Pazartesi

JAPON VE TÜRK

Japon milleti dünyada ki en saf, temiz ve adaletli millettir. Kimse ile uğraşmazlar, sadece işleri güçleri ile uğraşırlar. O kendi işlerini de layıkıyla yapamazlarsa kimsenin haberi olmadan 'harakiri' yaparak kendilerini temizlerler. Var mı başka böyle bir millet. Evet istifa edenler var, fakat intihar eden başka bir millet yok. Bu yönlerimiz hariç bazı özelliklerimiz aşağı yukarı aynıdır. Yanı Türk milleti de onlar gibi saf ve temizdirler. 

Asıl Japonlar ile Türkleri bu iki milleti birbirinden ayıran, temel bir düşünce tarzı farklılığı daha vardır.

Şöyle anlatabilirim:

Japonlar:
 "Biri bir şeyi yapabiliyorsa, ben de yapabilirim.

Hiç kimse o şeyi yapamıyorsa, ben yapmalıyım." diye düşünür ve o işi yapmak için çalışmağa başlarlar.

Türkler:
"Biri bir şeyi yapabiliyorsa ben neden yapayım?

Hiç kimse o şeyi yapamıyorsa, ben nasıl yapayım? " diye düşünür ve o işe hiç bulaşmaz kafa yormazlar.

25 Mart 2016 Cuma

İKİNCİ LİSAN

Fare bir peynir kokusu duyup, kafasını delikten dışarı uzatır.
Fakat bunun kedinin tuzağı olabileceğini düşünüp dışarı çıkmaz bekler.

Biraz sonra "miyav" diye bir ses duyar. Kedinin tuzak kurduğunu anlar.

Ertesi gün de peynir kokusunu alır ve dışarı çıkmadan düşünürken "miyav" sesini yine duyar, dışarı çıkmaz kurtulur.

Sonraki gün peynir kokusunu alır ve bekler.
Sonra "hav hav" diye bir ses duyar. 

Kedinin ortalarda olmadığını anlayarak dışarı çıkar.

Çıkmasıyla kedinin tuzağına düşer ve pençe yemesi bir olur.

Kedi yerde baygın yatan fareyi, yavrularına gösterir ve izahat verir;

"Bakın yavrularım, 'size dememiş miydim, ikinci lisan bileceksiniz' diye."

24 Mart 2016 Perşembe

NALLARI DİKMİŞ

Padişah bir gün atıyla kır gezintisi yaparken seyislerine demiş ki:
-Bu atı çok sevdiğimi bilirsiniz. Bu atın ölüm haberini bana ilk söyleyen seyisin kellesini alırım, atıma çok iyi bakın ha diye uyarmış.

Aradan birkaç yıl geçmiş seyisler bakmışlar ki padişahın atı ahırda ölmüş. Padişahın sözünü hatırlamış ve telaşlanmışlar, ne yapacaklarını şaşırmışlar.
İncili Çavuş a gitmişler durumu anlatmışlar.
İncili, padişahın huzuruna varmış.

-Padişahım, senin bir küheylan vardı ya...
-Evet...
-Ahırda gördüm. Yanına yaklaştım. Su verdim içmedi. Yem verdim yemedi. Nalları da havaya dikmiş öylece yatıyor.

-Yahu sen şuna öldü desene!
-Padişahım ben demedim, öldüğünü sen söyledin. demiş ve herkesin kellesini kurtarmış.

23 Mart 2016 Çarşamba

BÜYÜK TEHLİKE

Türkiye'de tehlikeli insanlar daha ziyade okumuş kesimlerden çıkıyor. Hele kötü niyetli olup ta Türkleri yok etmek isteyen kişiler okullarda gençleri kandırıp sırtlarına basarak yükseliyorlar. Ta ki emellerine ulaşana kadar. Cahil kesimden şu ana kadar hiç bir zarar gelmemiş gibi görünüyor, fakat din ile kandırılanlar harıç. Türkiye öyle garip bir ülkedir ki Kürtçe bilmeyenler 'Kürt Devleti kuracağız.' diye halkı kandırıyor ve bölüyorlar. Öbür taraftan hiç müslüman olmayan gayrı müslimler kendilerini müslüman gösterip, hatta imam müftü olup fetvalar veriyorlar. Yurdun asıl evlatları da onlara kanıyorlar ve gençleri öldürüp, hala daha  "Vatan sağ olsun." diyorlar.

Bu nasıl oluyorsa ki gençler galiba okullarda eğiticiler tarafından zehirlenip toplum içine salınıyorlar. Yine ne gariptir ki bazı eğiticiler Türkiye de her türlü imkanlardan faydalandıkları halde, yine de bu ülkeye hizmet edeceklerine ihanet edip yıkmağa çalışıyorlar. Bir canlı bomba genelde üniversite öğrencisi veya üniversiteden terktir. Hakikaten bu konunun üzerine gidilmesi lazım ve enine boyuna incelenmesi gereken çok önemli bir meseledir. Eskiden Osmanlı İmparatorluğu zamanlarında küçük çocuklar kaçırılır. 'Kardeş Çocuklar Cemiyeti' adı altında eğitilir, vatan haini olarak yetiştirilir ve vatanın yıkılması için isyanlarda, suikastlarda, banka soygunlarında, fedai ve canlı bomba olaylarında devlete karşı kullanılırlardı. Bu işleri genelde İngilizler organize ederlerdi. Şimdi ise çocuk kaçırma ışı oldukça az. Aynı olayların pek fazlası yine yaptırılıyor fakat daha ziyade kaçırma değil de devletin yasal okullarında okuyan çocuklar kandırılarak, zaaflarından faydalanılarak MANKAFA yapılıyorlar ve yıkıcı olaylarda kullanılıyorlar. Eğer bu olayların temel kaynağı eğitim ise bu konu da kanunlar çıkarıp kanun açıkları kapatılması ve eğitimin düzeltilmesi lazım. Yarınlar düşünülmeden atılan adımlar veya düşmanların önerisiyle çıkarılan kanunlar sayesinde bir ulusun kalkınması mümkün değil yıkılması mümkün olur. Bir ülkede kanunlar o ülkenin ihtiyaçlarına göre çıkarılmalı.

Yine Türkiye de çok enteresan bir durum daha var. Örnek verecek olursak güya okumuş adamlar araştırmalar yapıp Türkiye'nin bir kaç İlçesine ve o İlçe de yaşayan vatandaşlara ' Ermeni dir.' diyorlar ve yazdıkları yazılar internetlerde cirit atıyor. Devleti hiçe sayarak Türkiye ye geliyorlar, içerde ki iş birlikçileri ile anlaşarak kendi memleketleri gibi güya araştırmalar yapıp alenen misyonerlik çalışmalarını sürdürüyorlar. Tarih boyunca ki doğru olayları kendi lehlerine çevirip çarpıtarak kamuoyu ile öyle paylaşıyorlar. Beyanlarını tartışmazlar. Her söylediklerini 'Doğruymuş' gibi, istediklerini alana kadar karşı tarafa kabul ettirmeğe ve onu o şekilde defalarca anlatmağa devam ederler. Onlarda araştırma veya doğru diye bir şey yoktur. Onların her söyledikleri kendilerine göre doğrudur ve karşı taraf kabul etmek zorundadır. Orada ki vatandaş baskı altında kalmış nere inanacağına şaşırmış durumda. Bu durumu hazmedemeyen bazı dernekler korkuyla bir iki itiraz yazıları yazıyorlar fakat kifayetsiz.

Devletçe bu adamlar hakkında uluslar arası dava açılıp eğer unvanları gerçek var ise mahkeme kararıyla geri alınması gerekir. Unvanlarının arkasına saklanarak başka bir ülkede casusluk ve yıkıcı faaliyetler yapamazlar. Bilim adamının görevi başka bir ülkeye nifak sokup bölmek öldürtmek yok etmek midir? Yoksa insanlığa hizmet edip yaşatmak mıdır? Bunların yaptığı ayan beyan ortada değil midir? Artık gözlerimizi açarak çevremize bakmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Yıllar öncede Güney Doğuya "Burada Kürtler yaşıyor." diyerek başlamışlardı. Bir kısmını kandırarak bir kısmını da sindirerek bu günlere gelindi. Peki Güney Doğu da hiç Türk, Arap veya bir başka millet yok muydu? Şimdi Türk veya bir başka araştırmacılar Amerika ya gitsin ve Oklahoma kırsalında bir arazide yaşayan halk için; "Bunlar Müslüman Kızılderili iken Amerika zorla hıristiyan etti." desin bakalım. Yahut Ermenistan'a gitsinler Erivan'ın bir mahallesinde; "Biz araştırma yaptık. Burada yaşayanlar Türk tür." desinler. O mahalleden sağ çıkabilen olursa neler yaptıklarını anlatırlar, yoksa kimse bilemez.

Dünyaya insan yaşamağa gelmiş; Türk ise Türk tür, Ermeni ise Ermenidir. "Türk musun, Ermeni misin, Kürt musun, İslam mısın, gavur musun?" diye o gencecik çocukların canlı bomba olarak patlatılmaları ve o sokakta yürüyen hiç bir şeyden habersiz masum insanların, bebeklerin öldürülmeleri bu işleri yapanlara nasıl oluyor da haz veriyor anlamıyorum. Esas onu öğrenmek lazım ki bu olayları yapanlar acaba ne milletidir? Bizler gibi normal insan mıdırlar? Gece yatağa girince nasıl uykuya geçebiliyorlar?

Öyle sanıyorum ki onları Allah ta Peygamberler de hiç af etmeyecekler. Gerçi onlar Allah, kitap ve peygamberlere inanmazlar. Onlar için Türk, Kürt, Ermeni hepsi de fasarya. Sırf kendi çıkarları için tüm toplumları kullanıp istediklerini elde etmeğe çalışıyorlar ve bu uğurda binlerce kişiyi öldürtüyorlar. Aslında milletlerin başına beladırlar.      

22 Mart 2016 Salı

CİNSLİK

Karga ve maymun uçakla yolculuk yaparken, karga hostesi çağırma düğmesine basar ve hostes gelir.
"Buyurun karga bey, ne arzu edersiniz?"  diye sorar .
Karga:
"Cinslik olsun diye" der.

Bunu gören maymun da butona basar ve hostesi çağırır.
Hostes maymunun yanına gider ve
"Buyurun maymun bey ne arzu edersiniz?" diye ona da sorar.
Maymun:
"Hiiç , cinslik olsun diye" der.

Hostes sinirlenir ve ikisini de pilota şikayet eder. "Benimle dalga geçip gülüyorlar" der.

Pilot karga ile maymunu tuttuğu gibi uçaktan aşağı atar. 

İkisi de biraz aşağı düştükten sonra karga kendini toparlar uçmağa başlar ve tepe takla yere düşmekte olan maymuna doğru bağırır;

"Uçmasını bilmiyorsan cinslik yapmayacaksın, maymun kardaş!" der.

18 Mart 2016 Cuma

İKİ BARDAK

Temel her gece yatarken başucuna 2 tane bardak koyuyormuş. Biri su dolu
diğeri boş.

Bir gece, iki gece derken Temel in oda arkadaşı Dursun dayanamayıp sormuş:

- Ula Temel ne ediysin sen, her gece bu biri dolu biri boş pardaklarla?

Temel cevap vermiş :

- Gece uyandiğim zaman bazen su içmek isteyirum, bazen de istemeyirum da.

17 Mart 2016 Perşembe

PALAVRA

Avcılar kulübünde bir kaç avcı oturmuş konuşuyorlarmış. İçlerinden yaşlı bir avcı anlatmış.

- Şimdi bizim buralarda balıkçı mı var? Biz gençken okyanuslarda şehir büyüklüğünde gemilerle balık avlardık. Onlara "yüzen şehir" derlerdi. İçinde en az bine yakın balıkçı vardık. Hepsi dalyan gibi çocuklar, peeeh! Ne günlerdi onlar be...

Genç bir balıkçı sordu:
- O zaman siz oralarda o balina dedikleri balıkları da avlıyordunuz değil mi?

Yaşlı adam o kadar kendisi kaptırmıştı ki, gence küçümseyerek bir baktı ve cevap verdi:

- Sen galiba beni anlamıyorsun delikanlı! Biz o dediğin balıkları yem olarak kullanıyorduk! dedi.

16 Mart 2016 Çarşamba

ÜÇ KİŞİ

Temel trafik polisi imiş. Bir gün bisiklet ile giden bir papaz görmüş ve durdurmuş.
"Dur, trafiği aksatiisun, ceza yazacağum." demiş.
Papaz da;
"Yazamazsın." demiş.
Temel
-Haçan nedenmiş o?
Papaz gülerek cevap vermiş:
-Ben papazım, suç işlediğime kimseyi inandıramazsın. Şu anda benim sağ kolumda İsa, sol kolumda Meryem ana var.
Temel hemen :
-Uy işte şimdi yaktum seni! Pisiklete üç kişi bineysunuz he. der ve cezayı yazar.

15 Mart 2016 Salı

EMİR VE UYGULAMA

Albay, binbaşıya:
-Yarın güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir olay değildir. Erleri talim elbiseleri ile talim meydanına getirin de olayı görsünler. Ben de kendilerine gerekli bilgiyi vereceğim. Şayet yağmur yağarsa, tabii bir şey göremeyiz. O zaman erleri, üstü kapalı talimgaha götürürsün.
Binbaşı, yüzbaşıya:
-Albayın emri ile yarın sabah saat dokuzda güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir olay değildir. Şayet hava kapalı olursa bir şey görülemeyecektir. Bu durumda tutulma, kapalı talimgahta gerekli talim elbisesiyle yapılacaktır.
Yüzbaşı, teğmene:
-Albayın emri ile yarın sabah dokuzda talim elbisesi ile güneş tutulmasının açılış merasimi yapılacaktır. Şayet yağmur yağarsa ki bu durum pek görülen bir olay değildir, Albay kapalı talimgahta gerekli bilgiyi verecektir.
Teğmen, başçavuşa:
-Yarın sabah dokuzda hava güzel olursa, talim kıyafeti ile albay tutulacak. Kapalı talimgahta yağmur yağarsa, alayın meydanında manevra yapılacak. Çünkü bu her zaman görülen bir olay değildir. Başçavuş, askere:
-Yarın sabah saat dokuzda kapalı talimgahta Albayı tutacağız. Sabah hepiniz talim teçhizat ile hazır olun.
Askerler kendi aralarında:
-Yarın sabah bizim başçavus Albayı tutuklayacakmış.

14 Mart 2016 Pazartesi

TİKKAT EDUN DA!

Temel'in karısı vefat etmiş.
Cenaze namazı kılındıktan sonra cemaat tabutu sırtlamış tam caminin avlusundan çıkartacaklarken tabutu caminin önündeki direğe çarpabilmişler.
Tabutun içinden bir inilti sesler duyulmuş. Açmışlar tabutu bakmışlar ki öldü bildikleri Temel'in hanımı sağ.
Hemen hastaneye götürmüşler kadını doktorlar tedavi etmişler ve kadın bir altı yıl daha yaşamış.
altı yıl sonra kadın bu sefer sahiden ölmüş.
Yine aynı cami de cenaze namazını kılmışlar. Tabutu omuzlamışlar ve tam o direğin yanından geçerlerken Temel birden bağırmış:

- Ula uşaklar tikkat edun tabutı direğe bi daha çarpmayun da! demiş.

9 Mart 2016 Çarşamba

DUBAİ KONSERİ

 
11 Şubat 2016 tarihinde Birleşik Arap Emirlikleri DUBAİ de her ülkenin tanıtma standları bulunduğu semtte bir konser tertip edildi. 

En çok şarkıları İtalyan sanatçı Lucia ve babası söylemesine rağmen Murat'tı yorumlarıyla onları gölgede bıraktı ve bir çok dinleyiciden takdir kazanarak istekler için büyük bir mesaj trafiği yaşandı.
İşte konserden küçük bir bölüm.     https://youtu.be/NCxdJvE2_sI

1 Mart 2016 Salı

TALİHSİZ GASPÇI


Yıl 1974 yılı yer Adana Cinayet Bürosu, Ocak Ayının bir akşamında o bölgenin en ünlü kadın doğum doktoru Mehmet Bey telaşlı bir şekilde, elinde bir mektup kağıtla Büromuza gelerek bize müracaatta bulundu. Elindeki kağıtta Hürriyet Mahallesi Sebze halı yakınlarında bir çöp kutusu belirtilmiş ve bu çöp kutusu yanında ki bir yere bir milyon Türk lirası koyması istenmiş, eğer polise haber verirse orta okula giden bir kızı ve karısı da öldürüleceği belirtilmişti.

Bu çok önemli bir olaydı. Tehditle para koparmak istiyorlardı. Doktor Mehmet Bey Kadın Doğum üzerine isim yapmış ve herkes tarafından tanınan bir doktordu. Doktorun müracaatı alınıp evraklar hazırlandıktan sonra, para boyunda gazete kağıtları kesilerek üzerleri tarafımızdan Kısmımızın mührü ile mühürlendi ve sembolik para zarfları hazırlandıktan sonra bu zarflar Doktor Mehmet Bey'e verilerek bizim gözetimimizde vaktinden evvel kendisi tarafından, çöp konteynırın yanına fidyecinin mektupta belirttiği yere para süsü verilmiş zarflar bırakıldı. O zamanlar kamera filan olmadığından çareler arar emanetin yakınlarında bulunmak için doğru dürüst saklanacak yer de bulamazdık. Çünkü bu gibi durumlarda suçluyu yakalamak için emanetin yanında beklemek mecburiyeti vardı. Yoksa hazırlanan zarf alınırsa kim aldığı nerden bilinecekti. Bu yer sebze haline yakın bir yer olduğundan beş polis uygun aralıklarla bir birlerimizi görebileceğimiz şekilde etrafta görünmeden saklanarak pusu atıp beklemeğe başladık.

Emanete yanı saklanan zarflara en yakın arkadaşım Sadık Hayranı isimli polis arkadaş, ben de hemen onun yakınında bu yerin yakınında ki metruk bir bina içerisinde, diğer üç arkadaşlar da daha uzaklar da bizleri görecek şekilde parayı almağa gelen kişiyi yakalamak için kamufle olmuş bekliyorduk. Ben Sadık Hayrani ye en yakın diğer üç polis arkadaş biraz aralıklarla daha geri taraflarda saklanmışlardı. Kış ayları olduğundan hepimiz gece üşümemek için sıkı giyinmişiz. Sadık Hayranı arkadaşımız ise kendisine Almanya dan akrabalarının yolladıkları çok güzel, benim de gözüm kaldığı üzeri tüylü filan bir deri kaban giyinmişti. Gece saat 01.00 sıralarında bazı sesler ve inlemeler duydum. Bir baktım ki hemen ilerimde ki Sadık Hayranı Polis arkadaşım birbirlerine sarılmış, bir kişi ile boğuşuyor, diğer bir kişi de elinde bıçakla yanlarında duruyordu. Hemen yanlarına gittim. Duran şahsa tekme vurmak suretiyle elindeki bıçağı düşürdüm ve şahsı yakaladım. Diğer arkadaşlarda geldiler. Arkadaşım Sadık Hayrani da kafasından yaralanmış, o kendine sarılan adama da galiba tabanca kabzası ile vurmuş diğer suçlunun da kafası kanıyordu. Şahısları yakaladık.

Olay şöyle gelişmişti;
O iki kişi bizim polis arkadaş Sadık Hayrani'yı  görünce "Üzerinde ki kabanı çıkar lan. Hoşuma gitti bana vereceksin. Ben giyeceğim. Yoksa senin için çok kötü olacak ha. Ben interpolu atlatmış adamım. Senin şimdi kafanı koparırım, kimsenin de haberi olmaz." diyor ve öbürü de elinde bıçakla saldırarak üzerinde ki o yakası kürklü gösterişli, Almanya dan gelen kabanı zorla almak istiyorlardı.

Ertesi gün doktora filan getirip tedavilerini yaptırdık. Şahısların birinde bıçak vardı ve sarhoştular. Tahkikatta anlaşıldı ki şahıslar bizim aradığımız fidyeci filan değildiler. Tabi daha esas fidyecileri de yakalayamadık. Sadık Hayrani isimli polis arkadaşı orada görünce üzerinde ki deri kaban hoşlarına gitmiş ve o deri kabanı zorla almak için saldırıya geçmişler. İlk etapta bizde fidyeciler bildik ama konuyu inceledikçe gerçeği anladık. Bu gençler Doktor Mehmet Beyi tehdit edip fidye isteyen kişiler değil fakat bizim polis arkadaşı tesadüfen görüp te gasp etmek isteyen yarı sarhoş maceracılardan başka bir şey değildi. Durumları anlaşılınca onları da gaspa teşebbüsten mahkemeye çıkardık. Tabi bu sırada esas fidyeciler meydana çıkmadılar ve yakalayamadık.

Mahkemede hakim ifadelerini alırken, bu şahıslardan birinin argosu çok mükemmeldi, "Hakim bey, biz sadece polisin deri kabanını zorla almak istedik. Fakat kayaya çarptık. Ne bilelim gecenin o ayaz saatında orada polisler olduğunu? Biz fidyeci filan değiliz. Olan olaydan da pişmanız haa." dedi. "Madem fidyeci değilsiniz orada ne yapıyordunuz ve bu suçu niçin kabullendiniz?" diye sordu. "Gece hava almak için oradan geçiyorduk. Ah hakim bey sen bu ağabeylerin eline hiç düşmemişsin, onları hiç tanımıyorsun galiba? Eğer bi düşsen vallahi Atatürk'ü ben öldürdüm. Dersin." dedi. Hepsi kahkahalarla gülüştüler ve şahıslar tevkif oldular.