SAYFALAR

25 Şubat 2018 Pazar

UYAN ARTIK EY MİLLET


1913-14 te Rusların esir aldığı
Türk askerleri çeşitli işkencelere tabi
tuttuğu ve öldürdüğü NARGİN adası
Ey Ülkemizde yaşayan satılmış insanlar… Şimdiye kadar ne yaptınız, yaptınız. Lütfen egemenlik ve hürriyetiniz için başka bir zümreye yetki vermeyiniz. Başka insanların emellerine alet olup onlara fırsat vermeyiniz. Bu fırsat bir kere ellerine geçti mi iş işten geçer. Sizlerde esir olursunuz. Düşmanlarımızı kendiniz gibi merhametli bilmeyiniz. Hiç duymadınız mı?  Yunanlılar ilk İzmir’e çıktıkları zaman önce kendilerine yardım eden 2000 türkü öldürerek denize attılar. Ermeniler Doğu illerimizde ki 400 bin Kürt ve Türk vatandaşlarımızı şehit ettiler. Ruslar 100 bin kişi Ahiska Türkleri, Laz ve Hemşinli Kırım Türklerini ışık girmeyen vagonlarla altı ay hiç kapıları açılmadan Sibirya çöllerinde dolandırdılar. Bu zavallı köylü halk kendi etlerini yiyerek öldüler. Bunlar olan gerçek olaylar. İnternetten araştırın. Aha NARGİN ADASI ve daha bir sürü örneklerle doludur. Arabistan, Yemen ve dünyanın her tarafı Türk e yapılan zulümlerle doludur. Soy kırımları ile doludur. Türk hangi ülkeyi işgal ettiği zaman böyle zulümler ve katliamlar yapmıştır? Hiçbir tarih sayfasında var mıdır? Yoktur çünkü yapmamışlardır. Sonra pişmanlık fayda vermez.  Ben söylüyorum. Daha ne yapayım? Gelip ellerinizden tutup kurtaracak halim yoktur ya.

22 Şubat 2018 Perşembe

SIFIR VERDİ

1958 yılı Fındıklı Orta Okulu 1. Sınıf ta 316 numaralı öğrenci idim. Daha okula yeni gitmiş, her söyleneni can kulağıyla dinlerdim. O devirde öğrenci olanlar tanır. Ufak tefek, minyon tipli, bizlerle laubali olmayan, bakışları ile korkutan, kızlara laf atan büyük erkek öğrencileri o ince elleri ile döven ve iki gün parmak izleri yüzlerinden çıkmayan, 35 yaşlarında, gözlüklü bir tarih öğretmenimiz vardı, Yurdanur Kumman. O herkesi tanır fakat ne tanıdığını ne de sevdiğini hiç bir zaman belli etmezdi.

Bazı sınıflara Coğrafya derslerine de girerdi. O kadar güzel bir ders anlatır ki, öğrencinin sanki dünya ile irtibatını keser adeta derse bağlar, bu zamanlarda hiç bulunmayan o zamanlarda az bulunan ender öğretmenlerden biriydi Yurdanur Hanım. Derste eğer biri konuşur veya gevezelik edip huzuru bozarsa ona numarası ile hitap eder “Yanına gelirsem ağzını kulaklarına kadar açarım.” Derdi. Ben kendisini çok sever sadece dersleri değil, bütün konuşmalarını büyük bir hazla dinler ve hoşlanırdım.

Bir gün son derste sınıfa geldi ve “Kağıt kalem çıkarın. Yazılı yoklama yapacağım.” Dedi. Bazı büyük öğrenciler itiraz ettilerse de dinlemedi. Ben çizgisiz defterin orta sayfasından kağıt çıkardım ve önce sorduğu dört soruyu, sonrada cevapları yazarak iki kağıdı arkalı önlü doldurdum. Hatırladığım kadarıyla sorulardan biri OTLUK BELİ savaşıydı. Kendisi de her zaman olduğu gibi yüzü bize dönük kürsünün üstünde oturuyor ve bütün hareketlerimizi izliyordu.

Son ders olduğu için masanın gözünden şapkamı, kitaplarımı aldım ve cevapları yazdığım yazılı kağıdımı kendisine verip eve gidecektim. Tarih kitabını elimde görünce “316 senin tarih kitabın masada mıydı?” diye sordu. Hayret numaramı ne biliyordu. Ben hiç tanımadığını tahmin ediyordum. “Evet hocam çok özür dilerim, aceleden unutmuşum” dedim. 

Çünkü onun yazılı imtihanlarında kitap veya yazılı hiçbir not masanın gözünde bulunamaz, hepsi kaldırılır pencere kenarları ve kürsü üzerlerine konulurdu. “Öyle mi? demek unuttun he. Getir bakım kağıdını.” Dedi. Kağıdımı alır almaz da “Al sana kafan kadar bir sıfır veriyorum. Sen kopya çektin.” Dedi ve kağıdın üst kısmına kırmızı kalemle ‘Sıfır, yanına yazı ile sıfır, altına iki çizgi, karşısına da büyük harflerle kopya’ diye yazdı. “Ben kopya çekmedim fakat olsun canınız sağ olsun hocam.” Dedim, çıkıp eve gittim.

On gün kadar sonra yine tarih dersinde “Çocuklar genelde çok zayıfsınız, ders çalışmıyorsunuz.” dedi ve yazılı imtihanda almış olduğumuz notları kendine ait not defterinden okumağa başladı. Önce numaralarımızı, sonra da aldığımız notları okuyordu. Benim yazılımı kopya sayıp sıfır verdiği için pek dikkat etmezken notumu aceleden öyle 9 olarak duydum.

Öyle pür dikkat kendisini dinlerken, notları okuduktan sonra “Bir itirazı olan var mı?” diye sınıfa sordu. Allah Allah ne yapsam acaba? Öğrencilerin hepsinin de dönüp bana baktıklarına göre demek ki doğru duymuşum ve biraz da cesaretlendim. Zaten başka da 9 alan kimse yoktu. 

Beş on dakika sonra öyle çekine çekine el kaldırdım. “Söyle 316” dedi. “Özür dilerim Hocam, benim kağıdımı kopya saymıştınız. Yanılmıyorsam 9 duydum. Bir yanlışlık olmasın.” Dedim. Yerinden kalktı. Yanıma geldi. Eli ile başımı okşadı ve “Evladım kağıdını kitapla karşılaştırdım. Bir kelime benzemediği gibi, savaş yerlerini sanki sende katılmışsın gibi anlatmış, hatta yenilen Uzun Hasan’ın kaçtığı yolları bile yazmışsın. Ben sana nasıl sıfır versem? Senin hakkın esasen yıldızlı 10 fakat imla hataların olduğu için 9 verdim.” Dedi. Bütün sınıf alkışladı ve "Hocam 10, hocam 10" diye bağırmağa başladılar.

Doğru söylüyordu. Romanını bile okuduğum için her kitaptan karıştırmış öyle yazmıştım. Ben daha bir şey diyemedim. Başım önüme eğildi ‘kimsesizlerinde bazen kimseleri varmış’ diye düşündüm ve kimse görmediği gibi gözlerimden birkaç damla yaş döküldü.

Ben ömrümde bu olayı hiç unutamadım ve hiç bir zaman ön yargılı olmadım. Hep aklıma geldi ve insanlara karşı buna göre davrandım. Her zaman birinci görev 'Haksızlığa uğrayanların hakkını korumak ve savunmak' olmalı. İnsan hiç bir zaman ön yargılı olmamalı.





18 Şubat 2018 Pazar

IHLAMURLU KÖYÜ SECERESİ

Bir dizi çalışmalar neticesinde tespitler yapılarak, 2014 yılında 'Ihlamurlu Köyü Tarihi' yayınlanmıştı. Köyde yaşayan halkın atalarının kimler olduğu, hangi tarihlerde nerelerden gelerek bu köye yerleştikleri anlatılmıştı.

Yoğun istek ve talep üzerine, yine bir dizi çalışmalar neticesinde, Ihlamurlu Köyü Seceresi, yanı Ihlamurlu Köyünde yaşayan her sülalenin nüfus kayıtları, gerçek devlet nüfus kayıtlarından çıkartılarak, kimlik numaraları silinmiş ve soyada göre, alfabetik sırayla aşağıya basılmıştır. 

Geçmişte ki atalarını merak eden herkes, kendi aile secerelerini ve yakınlarını bu kayıtlardan bulabilir ve öğrenebilirler. Ancak Osmanlı İmparatorluğu 1835 ten önce, vatandaş nüfus kayıtları tutmayıp, sadece memur ve asker kayıtları tuttuğundan, bu tarihten önce ki nüfus arşiv kayıtlarına rastlamak veya ulaşmak hiç mümkün değildir. Ve dolayısıyla hiç bir ülke de Anadolu da veya Osmanlı topraklarında yaşayan halkın daha eski ki nüfus kayıtlarına ulaşması veya bilmesi mümkün değildir. Bilgilerinize... Güncelleme tarihi: 24 Kasım 2023

                             Lütfen listeler üzerine tıklayınız

ABDOĞLU
AKSU 1
AKSU 2
ALTUNCU 1-2
ATASEVİM
BEŞLİ 1-2
BEŞLİ 3
CİVELEK 1-2
CİVELEK 3
CİVELEK 4
GÖÇER
GÜLTEN 1-2
GÜLTEN 3
GÜLTEN 4
GÜLTEN 5
GÜLTEN 6-7-8
GÜLTEN 9
GÜLTEN 10
GÜLTEN 11-12
GÜLTEN 13
GÜNEŞ 1

GÜNEŞ 2

ÖZCİHAN 1

ÖZCİHAN 2
ÖZGÜMÜŞ 1-2
ÖZMETİN 1
  
ÖZMETİN 2-3

ÖZTÜRK 1

ÖZTÜRK 2

ÖZTÜRK 3

ÖZTÜRK 4

ÖZTÜRK 5

ÖZTÜRK 6-7

SIRMA

TARA 16-27-28-29-41

YILMAZ 1-2

YILMAZ 3-4

YILMAZ 5

YILMAZ 6






TEKNOLOJİ HAYRA ALAMET DEĞİL

Geçen İsmet adında bir arkadaşım ile İstanbul’a gidiyorduk. Bolu’yu geçtikten sonra oralarda bir yerde  ihtiyaç molası verdik. Tam tuvalet kabinlerine girdiğimiz sırada birisi yüksek bir sesle seslendi:

“Merhaba, Ne haber?” Dedi. Etrafta hiç kimseler yoktu.

Arkadaşım İsmet hemen cevap verdi:

“Merhaba, İyilik, ne haber olsun?” dedi.
O garip ses:
“Hoş geldin, ne var ne yok?” dedi.

“Hoş bulduk sağ ol, yaramazlık yok.” Dedi yine İsmet arkadaşım.
“Neler yapıyorsun bakalım?” dedi.

Bizim İsmet biraz bekledikten sonra sinirlice;

“Burada neler yapılır bilmiyor musun?”  dedi.
O garip ses karşıdan;

“Hayatım; tuvaletteyim de, yan kabinden bir geri zekalı seninle konuştuklarıma cevap veriyor. Ben kapatıyorum, sonra ararım.” Dedi.
Ne ise biz adamı bekledik. 50 yaşlarında çok iri yarı, tosun gibi bir adam dı. O da bizim kabinin önlerinde dolanıyordu, güya bizi yakalayacaktı.

Çaktırmadan oradan öyle bir kaçtık ki; Sakarya’ya kadar korkudan tır tır titreyerek gittik.
Herkese Saygı ve Selamlar sunarım.

10 Şubat 2018 Cumartesi

UYUMA

Demekki; Türk milleti, nesil yenilendikçe hep aynı yalan yöntemleri ile kandırılıp yok edilmeğe çalışılıyor. Biz nesil yenilendikçe unutuyoruz. Onlara bu senaryoyu kim yazmışsa hiç unutmayıp, her on senede bir yeni gibi sahneye koyuyorlar. Millet olarak çok uyanık olup oyunlarını bozmalıyız. Her yüzüne güleni dost sanıp peşinden gitme!
ALINTI

9 Şubat 2018 Cuma

ANDA ĞOCİKA


Ben küçükken yaşlı adamların muhabbetleri çok hoşuma gider, dizlerinin dibine oturur, söylediklerini pür dikkat, yerine göre hiç nefes almadan dinlerdim. 5-6 yaşlarında iken bir Sonbahar günü ikindi zamanlarında bizim evimizin merdivenlerinden yukarı eve doğru geldiğini bildirmek ve kendini tanıtmak için yalandan öksüre öksüre  bir adam çıkarak geldi. 

Bu adamı dere yollarında bazen rastladığı ve bana öyle seviyeli şakalar yapıp hoşu a gidecek sorular sorduğu için tanıyor ve içimde büyük bir sevgi duyuyordum. Bu adam Köyümüz Lazlarından İbrahim Amca idi. Mollaloğlu İbrahim. “Na kobağare güliçkımı, baban evde midur?”  Diye bana sordu ve benim cevabımı beklemeden kendisi “Veyis, Veyis” diye birkaç defa çağırdı. 'Na kobağare güliçkimi' Lazca birisini bilhassa küçükleri severken söylenen bir terimdir ve 'Seni çok seviyorum, benim gülüm' manalarına gelir. Sonra kapıda duran boş iskemleyi altına çekerek üstüne oturdu. Evin kapısı açık, babam evin arka tarafında aşlama aşlıyordu. İbrahim Amca nın sesini duymuş olacak ki işini öyle yarım bırakmış, aceleyle geldi ve birbirlerine sarıldılar, O da bir iskemle aldı ve İbrahim Amca nın yanına oturup başladılar o tatlı muhabbete. Bende kaçırır mıyım, 'TATA' dediğimiz, babamın bana ait özel yaptığı küçük iskemlemi aldım ve yanlarına oturarak yine pür dikkat konuştuklarını dinlemeğe başladım. 

Yaylalardan, gurbetlerden, askerliklerden, işlerden, güçlerden, öküzlerden, horozlardan, köpeklerden ve o zaman ki geçerli bütün meselelerden konuştular. Öküz, horozlar ve köpek dedim, çünkü o zamanlar onlar da çok meşhur herkes çok ağız bağıran ve başka öküzlere yenilmeyen öküz ile, sesini çok uzatıp öten ve diğer horozlara yenilmeyen horoz ve başka köpeklere yenilmeyen, kapıyı iyi bekleyip eve adam sokmayan akıllı köpekler benim olsun isterlerdi. Hatta günlerce uzak yerlere yol yürüyüp iyi cins öküz, horoz ve köpek bulur, satın alır getirirlerdi. Ben şimdi onları sizlere anlatıp başınızı ağırtacak değilim. Ancak bugün kü ortamları da ilgilendirebilecek bir konuşma geçti. Daha doğrusu babam İbrahim Amcaya bir adam ismi vererek nasıldır diye sordu. Ben o sorduğu adamı tanımıyordum. İbrahim Amca ise çok iyi tanıyordu ve Lazca bir deyim söyledi “Veyis hiç duymadun mi? Bizum Lazca bir söz vardur; ‘Anda ğocika, panda ğocika.’ derler. "Koçi vauğun"  dedi ve birlikte gülüştüler. 

Ben o sözü hiç unutmadım ve önce babama, yıllar sonra da “İbrahim Amca’ya sordum. ‘ANDA ĞOCİKA, PANDA ĞOCİKA’ Manası nedir?” Bana söylediler biliyorum ve bazı durumlarda bende aynı benzetmeyi çok yaparım. Yanlış anlaşılmasın, Lazlar Lazcayı iyi bildikleri veya bu deyimi duymuş olabilecekleri  için özellikle Lazlardan bir kez daha manasını öğrenmek isterim. "ANDA ĞOCİKA PANDA ĞOCİKA" = "AHIR DA Kİ ÖKÜZ YAVRUSU, AHIRIN DIŞINDA DA ÖKÜZ YAVRUSU." diye bana açıklamışlardı. Yanı esası ve kısacası "Öküz her yerde öküzdür." Herkes öğrensin ne demek olduğunu ve ne kadar güzel bir söz olduğunu.