SAYFALAR

8 Eylül 2018 Cumartesi

HAKARET

Temel'i komşusuna 'HAYVAN' dediği için mahkemeye verirler ve 'Hakaret etmek' suçundan mahkeme olur. 

Hakim kendisine sorar;

- Sen komşuna hakaret etmişsin. 'Hayvan' demişsin doğru mudur?

- Hayır haçim bey, ben hakaret etmedum. Çendusuna sadece hayvan dedum!


Hakim;
- E..İyi de hayvan demek hakaret etmek değil mi?


Temel;
- Yook. Hep yanlış anlaşiliyi haçim bey.. Hayvan demek hakaret etmek değildur. Kaleci topu yakaladığı zaman PANTER cibi. 


Adam; kurnaz olursa TİLÇİ, akıllısına KURT, yürekli ve cesur ise ASLAN, uzun ise ZÜRAFA, kuvvetli ise FİL, ğirsuzluk yapayise ÇAKAL, sesi çıkmaise KUZI, boynuzlu ise GEYİK, korkaksa TAVŞAN, ko ko ko ko edenlere ĞOROZ cibi dememiyuz. 

Sesi güzel ise BÜLBÜL,  şekilsuzi DOMUZ, inatçı ise EŞEK tur. Ayruca; bazı insanlarun soyadları KURT, ASLAN, KARTAL, KAPLAN vesauredur. Kısacası haçim bey, sen hiç hayvan olmayan insan cördün mi da?

6 Eylül 2018 Perşembe

MEĞER BAYILMIŞ

1950 lı yıllarda Ihlamurlu Köyünde aşağı yukarı her kapıda bir fino köpek, keçi sürüsü olanlar da, bir tane de mal köpeği dedikleri büyük köpek bulunurdu. Mal köpekleri genelde kangal, pek azı da kurt olurdu. Fino köpekler mısır tarlalarını ayı, domuz, çakal gibi yabanı hayvanlardan , mal köpekleri ise keçi ve koyun sürülerini yabanı yırtıcı hayvanlardan korurlardı.

O zamanlar bizim iki tane köpeğimiz vardı. Biri küçük sarı renkli adı BULUT. Beni çok sever, hep yanımda gezer, derede aynı gölden birlikte su içerdik ve çok hoşuma giderdi. İnsanlara bir şey demez sadece korkutmak için havlar kapıya kimsenin yaklaşmasını istemezdi. Başka köpeklerden veya sevmeyip te havladığı insanlardan korktuğu zaman benim yanıma kaçar onları kovalamamı isterdi. Kendisini kızdırdığım zaman bana yalandan saldırır, kavga etsek bile, hemen barışır, sanki de hiç yanımdan ayrılmaz, yolda izde hep beraber gezerdik. Ben küçük baltamı omuzuma aldığım zaman, o da bir yere gideceğimizi anlar kuyruğunu bir kaç kat kıvırır ve önüme geçer yürürdü.

Geçenlerde ‘MAL’ isimli yazımda bahsetmiştim, bir de kangal mal köpeğimiz vardı adı KAPTAN. Kaptanı burada sizlere tam olarak anlatamam. Çok heybetli , kendi gri, kara bir yüzü vardı. Zaten gören canlı, heybetinden korkardı. Aynı zamanda çokta meziyetleri vardı. Onun meziyetlerinin hepsini hatırlayıp ta anlatmam imkansız. Hiç inanamayacağınız bir meziyetini söyleyim; mesela köpek çok uzaklarda olsa bile, bizler tehlikeye düştüğümüz zaman nerden haber alıyorduysa eğer bağlı değilse, hemen yanında olur ve kurtarırdı. Eğer bağlıysa inler bağırır, huysuzluk eder bir şeyler anlatmak isterdi.

Adama çok saldırdığı için mal köylere indiği zaman mutlaka bağlar gece yarılarına kadar hatta bazen sabaha kadar zincirde dururdu. Eve misafir geldiği zaman eğer bağdan bozuk ise, misafirin kalkacağı zamanları tahmin eder, kapıya gelir, sesli olarak inlemeğe başlar ve doğruca ya bağlandığı yere, yahut ta ahırın kapısına gider beklerdi. Yanı bizi bağlamamız için uyarırdı. Misafirler de bilir, “Zamanımız geldi hadi gidelim.” derlerdi. Zaten adama saldırmasına rağmen, şimdiye kadar hiçbir kimseyi ısırmamış, hiç kimseye bir zarar vermemiş, hatta derede boğulmakta olan bir yabancı adamı bile yüzerek kurtarmıştı.

İnsanları sadece yere yıkar, teslim alır üzerinde öylece beklerdi. Evin en küçükleri ben ve tüm ailemiz o köpeğin yanında kendimizi çok güvende ve huzur içinde hissederdik. Ben her ikisini de çok sever bazen yiyeceklerimin hepsini onlara verirdim. Boyunlarına sarılır burunlarını öperdim. Ancak Bulut ile Kaptan hiç anlaşamaz, Bulut devamlı havlayıp kendisini rahatsız ettiği için arada bir kafasını tutar sallar ve yere atardı. Karşılaşmamaları için mal köylere indiği zaman, kış aylarında bir tanesi devamlı ahırda hapis olurdu. Genel de adamlara saldırdığı için Kaptanı hapis ederdik.

O zamanlar araba yolu olmadığı için evler arasında ve hatta çarşıya gitmek için Çınarlı ya kadar patika yollar kullanılırdı. Bir de dilenciler çok olurdu. Genel de Erzurum ve İspir taraflarından insanlar gelir bir şeyler toplarlardı. Bizim köyde fakirdi fakat yine de az da olsa fındık, mısır ve eski elbiseler verirler, boş çevirmez onlarında gönüllerini ederlerdi. Bu toplayanlara da çoğunluk İspirli olduğu için 'İSPİLLİ' derlerdi. Hele kış aylarında karlar yağdığı zaman çok gelirlerdi. Bir de o taraflardan KALAY cılar gelirlerdi. İki ayakları ile kapların içine girer, elleri ile bir yeri tutar ve bir o yana bir bu yana çalkalanarak bakır kapların içini parlatmağa çalışırlardı. Bunlarda çok hoşuma gider, kışın o soğukta sabahtan akşamlara kadar zevkle seyrederdim. Hele bakır kapları körükle ısıtıp ta üstüne beyaz tozu serpip üstüpü ile sildi mi kalaylanır, bembeyaz olurdu. Ne ise o başka bir konu benim şimdi anlatacağım bir Dilencinin başına gelenler . Başta dedim ya ‘her kapıda bir köpek var’ diye, bir kış o kadar çok kar yağdı ki, evler arasında ki patika yol dışına hiç çıkılmıyor, herkes sadece açılan izlerden giderek işlerini görüyorlardı. Biz ineklere ve keçilere daha önceden yaptığımız bardiler de ki otları güçlükle getirip yediriyorduk. Evimizin ahırında sığırlar ve keçiler, ‘MANDRE’ denilen ot evinin ahırında da ‘ÇONÇİ’ dediğimiz hayvanların altına serilen kurumuş yapraklar (gazeller) ve kaptan isimli o çok adama saldıran mal köpeğimiz bulunuyordu. Mandre ot koymak için yapılmış lalettayin bir yerdir. Üstünün etrafı açık, hatta zemin kısmında döşeme yok. Ağaçlara basarak gezilebilir, dikkatsiz basarsan ahır kısmına düşülebilir. Çoklarının kapısı da olmaz, sadece ot kurutmak ve muhafaza etmek için kullanılırdı.

Karakışın bir ayaz ve kar dolu gecesinin geç vakitlerinde, Rahmetli Annem ile bu mandre tarafında ki evimizin odasına giderek yattık. Isınmak için tam birbirimize sarılmıştık, daha uykuya geçmemiştik ki, mandrenin ahırında ki mal köpeğimiz Kaptanın sesini duyduk. Köpek hapis olduğu yerde aralıklarla kesik kesik havlıyordu. Zaten dışarda bir sürü kapı köpekleri havlayıp duruyorlar bizlerde duyuyorduk fakat onların havlaması normal. Kaptan öyle vara yoğa havlamazdı. Genelde bir şey yakaladığı zaman bize haber vermek için öyle kesik kesik havlardı. Gece soğukta kalkmağa da biraz üşendik fakat kesin bir olay var. Kaptan bizi kandırmazdı. Annem gaz lambasını yaktı. Bende ağabeyim tütün tabakasının yanında bıraktığı muhtar çakmağını aldım ve düşe kalka gittik mandrenin ahırının kapısını açtık. Sol tarafta tam duvarın dibinde Kaptan dört bacağı gerilmiş, kulakları dikilmiş, kuyruğunu sallıyor ve kesik kesik havlamağa hala devam ediyordu. Çonçi denen gazellerin içinde, Kaptan ın hemen önünde gömülmüş siyah çuval gibi bir şey de ancak görünüyordu. Korktuk ve ne olduğunu anlayamadan yanına gidemedik. Kaptan bizi görünce inlemeğe başladı fakat gözünü de bu yaratıktan ayırmıyordu. Ben 6-7 yaşlarında idim. Köpekten cesaret alarak annemin karşı çıkmasına rağmen bu görünenin yanına atlayarak bir hamlede gittim. Kuru yaprakların içine gömülmüş, başı ve bazı yerleri dışarıda kalmış, önümde bizim mandrenin ahırında yatan bir ölmüş adam vardı.

Ölmüş. Tanımadığımız hayatımızda hiç görmediğimiz, eski yamalı elbiseleri tamamen ıslanmış, yırtık, pırtık bir adam. Adam da hiç ses seda yok. Kaptan boğmuş, ölü olarak köpeğin önünde uzanmış yatıyor. Annem köpeğe bağırınca geri çekildi inlemeğe başladı. Bizim bağrışmalarımıza Ablam ve Ağabeyim Burhanettin de kalkıp yanımıza geldiler. Ağabeyim adamı tuttu, çonçilerin içinden çekti çıkardı. Adam normal bir adam fakat hiç canı yok. Ayağa kaldırdı ki adam geri yere düştü, yığıldı. Ağabeyim arkasına aldı ve bizlerinde yardımımızla eve çıkardık. Kar da lapa lapa yağıyor çok soğuk vardı. O zaman öyle soba kuzine filan da yoktu. Açık ateş vardı. Sabaha kalsın diye yatarken ‘KOROĞ’ denilen közleri külle kapatmışlardı. Tekrar evin içinde büyük ateşi yaktık. Ateşin yanına üzerinde namaz kılınan tahtadan yapılmış ‘NAMAZGAH’ı uzattık. Adamı da namazgahın üzerinde uzattılar.

Ben ölmüş adamın her tarafını yokladım, kontrol ettim. Hayret Kaptan ın diş izine hiç rastlamadım. Çünkü biz ilk etapta Kaptan boğdu adamı öldürdü diye düşünmüştük. Onun eline düştükten sonra da hiç yaşama şansı yoktu zaten. Kaptan adamı 1-2 saat misafir edecek, ona hiçbir şey yapmayacak, bu olağan dışı bir şeydi. Adam ölmeğe ölmüş fakat biz şimdi bu kar da, kış ta ne yapacağız? Adam da hiç diş izi ve kan emaresi de yok. Buna sevindik ama acaba ne olmuş tu? Adam kim di? Buraya kadar nasıl gelmişti? Ne zaman gelmişti? Muammalarla dolu bir ölüm olayı. Tam bunları düşünürken, bir iki saat sonra adam uyandı, hareket etmeğe başladı fakat dili tutulmuş konuşamıyordu. Hepimiz çok sevindik, ölmemiş. Ağabeyim adamın elbiselerini çıkardı ve kendi kuru elbiselerini adama giydirdi. Adamı bir daha kontrol ettik üzerinde hiç yara bere yok. Yanan açık ateşin önüne toprağın üzerine bir döşek serip, adamı tekrar döşeğin üzerine uzattılar ve sabaha kadar ateş yakıp bekledik. Sabah şafak sökerken adam sadece ‘Celle, Celalühü’ diyordu. Gün açtığı zaman “Ben neredeyim? Bana ne oldu?” diye bize soruyordu.

Adama sıcak süt içirdiler. Karnı da doyunca adam canlandı, çözüldü ve her şeyi hatırlayıp anlatmağa başladı; Adam yine Erzurum taraflarından gelmiş. Fakirlik işte bir şeyler topluyormuş. Kış günü kimseyi rahatsız etmeyim diye düşünmüş. Sırtında ki topladığı çuvalla birlikte yollara düşmüş. Karda izleri takip ederek gece çarşıya gidiyormuş. Avni’nin kapısında fino köpek peşinden havlamış. Bu havlama o sırada ki bütün köpeklerin uyanmasına sebep olmuş. Bir çare burasını geçmiş. Bizim kapıda bekleyen Bulut yukarıdan havlamış. Bizim ev yoldan biraz uzaktadır. Burayı da geçmiş. Öbür taraflarda bütün köpekler saldırmasına rağmen zor bela Muhtar Hasan Amcanın kapısına kadar gitmiş. Patika yol da onun tam kapı önünden geçiyor. Onun kapısından köpek müsaade etmemiş ve geçememiş, adam geri dönmüş. Kaçtığını görünce o köpek havlayarak arkasından kovalamış. O sırada ki diğer köpekler de onun sesine yola inerek arkasından koşmağa başlamışlar. Biraz sonra ilk geçtiği taraftan da Avni nin ilk rastlayan köpeği koşunca, adam bizim kapıyı liman bulmuş ve bizim eve doğru yoldan yukarı kaçmış. Tam merdivenleri yukarı çıkınca, bizim fino köpek Bulut kapıdan havlayarak saldırıya geçmiş.

Arka tarafında bir sürü köpek. Yukarıda bizim Bulut. Adamın kaçacak yeri kalmayınca, birden hemen sağ tarafında kapısız bacasız mandreyi görmüş. İçine girip saldıran köpeklerden kurtulayım diye düşünmüş. Mandreye girmiş ve ‘Oh kurtuldum. Bu gece de burada otların içinde rahat bir uyku uyurum.’ Diye düşünerek ileri doğru gidince, ayağı karanlıkta tahtasız boş yere denk gelmiş ve küt diye mandrenin ahırına çonçilerin üstüne, fakat esas o adam parçalayan mal köpeğimiz Kaptan ın olduğu yere, onun yanına düşmüş. Kaptan göğüs vurarak adamı yere yıkmış veya adam zaten yerde iken bayılmış daha sonrasını hatırlamıyor. Adam da ki talihe bakın ! Biz de Kaptan ın havlama sesine gidip adamı bularak kurtardık.

Yanımızdan ayrılıp memleketine giderken bize çeşitli dualar edip yokuş yoldan aşağı karda koşup, düşüp, kalkarken; “Acaba daha maceralarla karşılaşacak mıyım? Yoksa evime sağ salim gidebilecek miyim?” Diyordu. Ben bu olayda bazı şeyleri merak ediyorum. Acaba adam hakikaten gidip evini bulabildi mi? Gittiyse bu olayı memleketinde nasıl anlattı? Ve bir de iyi ki benim başımdan böyle bir olay geçmedi. Gözü kör olsun işte bu fakirlik insanın başına neler getiriyor. Herkese Saygılar..