SAYFALAR

11 Mart 2020 Çarşamba

ULU İNSAN

İnsanların hayatlarında iz bırakan, bazı insanlar ve olaylar vardır. Onlar hiç unutulmazlar. Hatta karşı taraf bilmeyebilir fakat sonra yoklukları insana büyük üzüntü verir ve ilerki yıllarda o insanları arattırır.

1976 yılı Adana Cinayet Masasında görev yapıyorum. Adana Emniyet Müdürü Sayın Alpaslan Bilginer. Kendisi ile hiç yüz yüze geldiğimiz yok. Belki de Adana Emniyet Müdürlüğünde benim gibi bir memur olduğundan haberi bile yok. Ama biz kendisinin mahiyetinde çalışıyoruz ve tanırız. Telsiz konuşmalarından da biliriz ve kendisini genelde törenlerde veya resmi günlerde uzaktan ancak görürüz.

Ekip olarak dışarıda iken Kısım Amirimiz tarafından telsizle anons edildi. Adliye binasına intikal edip, oradan kendisine telefon açmamız isteniyordu. Adliyeye intikal ettikten sonra Polis Arkadaşım Şerefsiz Nuray Kısım Amirimiz Cihat Bey'e telefon açtı. Nuray arkadaşım paraya ‘Şeref’ derdi. Parası olanlara şerefli, olmayanlara da şerefsiz. Onun için lakabı ‘Şerefsiz Nuray’ kalmıştı. Aşiretlerin bir görülen davası varmış ve çıkacak olaylara karşı oralarda bulunmamızı istemişti Başkomiser Cihat Bey.

Adliye koridorları da ana baba günüydü. Sadık Hayranı, Şerefsiz Nuray ve Ben de olaylara karşı o kalabalığın içinde dolaşmağa başladık. Öğlen üzeri saatleriydi. Tam karşımızdan gelen üç kişi dikkatimi çekti. Ortada ki şahsın belinin sol tarafında, etinin üzerine sokulmuş tabanca gömleğin altında belli oluyordu. Gayet kibar bir şekilde “Polis. Kimliğinizi göreyim” Dedim. Yeni gelmiş tanımadığım Savcı olabilirdi. Adam "Avukatım." dedi. "Avukatsanız belinizdeki silahın ruhsatını verin." dedim ve ani bir hareketle belinden silahı çektim, aldım. On dörtlü tabanca. İsminin Ahmet A...y olduğunu yalvarır bir dille ifade etti. Ne olur beni yakalama memur bey." dedi. 

Bir zaman önce ünlü kabadayı Süleyman Sırrı Prodan Belediye Başkanı Ege Bagatur ile kendisini ağır yaralamış ve firar etmiş, biz sanığı hala daha yakalayamamıştık. Olayı hatırladım ve kendisini de o zaman tanıyabildim. Yaralandığı zaman ifadesini filan ben almıştım. O zaman bir defa yaralı vaziyette gördüğüm için kendisini tanıyamamıştım. Doktorlara beni kurtarın diye yalvarıp duruyordu. Avukat Ahmet A...y olduğunu anlayınca, “Özür dilerim ağabey, sizi öldürmek isteyen o caniyi yakalayamadık.” Dedim ve üzerinde yakaladığım on dörtlü tabancasını geri beline soktum. Elleri ile bana asker selamı vere vere güya memnuniyetini bildirerek geri geri o yanında ki adamlarla birlikte çekti gitti. Yanında olanlar müvekkilleriymiş.

Aradan bir saat kadar geçti. Bir Zabıta Amiri ile tanımadığım resmi bir polis memuru kavga ediyorlardı. Onları yatıştırmak için uğraşırken, omuzumdan birisi beni tuttu ve geriye doğru çekti. Hemen geri döndüm. Birden tanıyamadım, dikkat edince sonradan tanıdım. Az önce tabancasını yakalayıp ta af edip geri verdiğim Avukat Ahmet A...y dı. “Hayrola ağabey, bir şey mi oldu?” diye kendisine sordum. “Ne ağabeyi lan? Bizim her tarafta kolumuz var. Seni bir dakikada yok ederim. Şerefsiz herif.” Dedi. Haydaa. Ben yine “Sen beni birisiyle karıştırdın galiba. Ben az evvel konuştuğumuz Cinayet Masasından Polis Memuruyum, ağabey.” Dedim. “Hala daha ağabey” diyor. “Sen şerefsizin birisin lan. Yaka ve sicil numaranı ver bakayım.” Dedi. O arada yanında ki adamlarından bir tanesi aramıza girmiş ve yapmayın etmeyin.” Diyordu. Arkasında da iki adamı hazır bekliyorlardı.

Benim polis arkadaşlarım uzaktaydılar. Anladım bunun başka hesapları vardı ama bu kadar hakaret etmesine dayanamazdım. Sol eliyle de göğsümden tutmuş bırakmıyor, defalarca yaka ve sicil numaramı istiyordu. Kalabalıkta bana bıçak vuracaklarından çekindim. Koridorda duvara doğru giderek, arkamı duvara verdim ve kendilerini de duvara çektim. Daha doğrusu onlarda yakamdan tutmuş peşimden geldiler. O arada yüzüme doğru suratlı bir şekilde yumruklar atıyordu. Daha dayanamadım. İsmim şu, yaka ve sicil numaramda şu diyerek, istediği bilgileri kendisine verdikten sonra sağ ayağımla suratına doğru bir tekme salladım. Adamlarının kucağına düştü. Sol kaşı açılmış kan akıyordu. Onu bağıra bağıra adamları aldı oradan götürdüler.

Herkes toplanmış tiyatro gibi bizi seyrediyorlardı. Anlaşılan Avukat belinde ki tabancasını saklamış ve gelmiş beni tahrik ederek siyasi yönden bazı emellerine kavuşacaktı. Kavuştu da. Ben sabredip, tahriklerine kapılmamam gerekirken, tam istediği gibi hareket etmiştim. Yalnız darp esnasında el değil de ayak kullandığımdan hiç kimse ben vurduğumu görememişti. Hatta o arada koşarak yanımıza gelen polis arkadaşlarımda görmemişlerdi.

Bir saat kadar sonra, yanı öğle vakti geçiyordu. Başka yerde görevli olan üç polis arkadaşlarımız geldiler, görevi bizden devraldılar. Bize de çok büyük suç işlediğimizi ve Müdüriyete çağırdıklarını söylediler. Çoktan Müdüriyette herkes duymuş, kılıçlar çekilmiş, ben infaz edilecekmişim meğer. 

Kısım Amirimiz Cihat Bey rengi bezi solmuş, Müdüriyet kapısında bizi bekliyordu ve “Ben seni nasıl savunayım? Adama niçin vurdun Recep?” diye bağırıyordu. Çok haklıydı. Sabırlı olacaktım. Polislik sabır demekti. Ama ben sabretmemiştim. Olsa bana küfür etse, dövse, ama ben vurmasam ne iyi olacaktı. Şimdi ki gibi acınır duruma düşmeyecektim. Herkes bana bağırıp çağırıyor, hiç kimse benim bir kelime konuşmama müsaade etmiyorlardı. Onun bana yaptıklarını hiç kimse anlatmıyor, hep benim vurduğumu, bire üç ekleyerek anlatıyorlardı. Ben suçluydum. “Sen ne yaptın?” diyorlardı. Ben artık ne kimseden bir medet umuyor, nede konuştuklarını duyuyordum. Kendime göre haklıydım ve korkmuyordum. Sadece acaba cezaevinde yatak veriyorlar mı, yoksa ben mi götüreceğim? Onu düşünüp hesap yapıyordum.

Kısım Amirimizle birlikte Baş Müdür Alpaslan Bilginer'in Makamına girmek için Özel Kalem Amirliğine çıktık. O zaman 'Özel Kalem' Amirlikti. Bir Emniyet Amiri emrinde yeteri kadar görevli çalışıyordu. Sonra Müdürlük oldu. Emniyet Amiri içeri haber verdi. Baş Müdür sadece beni içeri makamına kabul etti. İçerde ne olacağını bilmediğimden öyle çekinerek içeri girdim. Hayret Baş Müdür makamında oturmuyordu. Makamının önünde ki iki sandalyeden biri boş, diğerinde Belediye Başkanı Selahattin Çolak oturuyordu. Selahattin Çolak Emniyet Müdürüyken istifa etmiş, Adana Belediye Başkanlığı yapıyordu. Siyasi Şube Müdürlüğüne bakan Emniyet Amiri Mehmet Canseven, İstihbarat Şube Müdürlüğüne bakan Emniyet Amiri Kamil Tecirlioğlu, Asayiş Şube Müdürü Cemalettin Ertem ve Personel Şube Müdürü Hasan Özcan ayakta duruyorlardı. Belli ki Emniyetin bütün kurmayları bu olay nedeniyle olağan üstü toplanmışlardı. 

Ben Baş Müdürün odasına ikinci defa giriyordum. Baş Müdür hızlı bir şekilde arka tarafımda bir yerden çıktı geldi. Doğru yanıma geldi. Tam önümde durdu. Bağırarak kendimi tanıttım. Bir iki dakika hiç konuşmadı. Beni inceledi. Salonda bulunanlar Müdürler ve Selahattin Çolak da ayağa kalkmış hepsi pür dikkat bize bakıyorlardı.

Acaba beni dövecek miydi? Dövmek hiç görülmemişti ama beklentime göre her şey olabilirdi. Personel Şube Müdürü niçin oradaydı? Silahımı kimliğimi alırlar beni de şimdilik açığa alıp mahkemeye çıkarabilirlerdi. Her şey olabilirdi. Baş Müdür bana bağırdı “Kaç yıllık Polissin? Olayı anlat! Nasıl oldu?” dedi. O, 1,90 a yakın boyuyla önümde durmuş, bana yukarıdan aşağı bakıyordu. Aşağıdan yukarı gözlerine doğru öyle kaçamak bir baktım. Hiç te öyle dedikleri gibi kötü bir adama benzemiyordu.

Hemen bir çırpıda olay nasıl olmuşsa doğrusunu anlattım. Orada olanların hepsi de hiç ses çıkarmadan dinlediler. Baş Müdür bir daha sordu “Belinde ki gerçek silah mıydı?” “Sayın Müdürüm, ifademi alıyorsanız, silaha benziyordu. Gerçeği öğrenmek istiyorsanız on dörtlü tabancaydı. Belinden aldım, sonra avukat olduğu için geri iade ettim.” Dedim. Orada bulunanlara sordu “Avukat Ahmet nasıl bir adamdır?” dedi. Bir tanesi cevap verdi, "Sayın Müdürüm Avukat pek makbul bir adam değil. Sonra raporla ben size arz etsem olmaz mı?” Dedi.

Baş Müdür bana döndü, bir eliyle sırtıma vurdu ve; “Aferin Evladım. Seni tebrik ederim. Sen insan gibi davranmışsın ama, O ve onun gibiler insanlıktan anlamazlar. Onu orada kucakladığım gibi tabancasıyla birlikte suçüstü savcısının odasına atacaktın. Sen insanlık yapmışsın. Şimdi suçlu duruma düştün. Hadi görevinin başına. Ben burada olduğum müddetçe kimseden çekinme, korkma. Görevinin devamını dilerim. Gidebilirsin.” Dedi.

Müdür Bey beni kandırıyor muydu? Yoksa hayal filan mı görüyordum? Orada olanlar fark ettiler mi bilmem fakat bir taraftan belli etmiyor, bir taraftan da yüksek sesle ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Gözlerimden bir kaç damla yaş yanaklarımın üzerinden kayarak yere döküldüğünü fark ettim.

Bir iki dakika orada düşündüm. Ne yapmalıydım. Sonra aklım başıma geldi. Olanlar doğruydu. Hayal filan görmüyordum. Baş Müdür benim suçsuz olduğuma inanmıştı. “Baş üstüne Sayın Müdürüm.” Diye bağırdım ve başımla sert bir selam verdikten sonra geri dönerek dışarı çıktım. Makamın hemen önünde Özel Kalemde bir sürü müdür ve amirler toplanmış içeriyi merak ediyorlardı. Maş Müdür acaba bana ne yapacaktı? Kısım Amirimiz Cihat Bey de orada bekliyordu. Bir elini omuzuma attı ve konuşarak birlikte Kısma geldik. Birileri bana bir şeyler soruyorlar fakat ben daha konu hakkında kimseye hiç bir şey anlatmıyordum. Kimseyle konuşmuyordum bile. Başkomiser de memnun olmuş beni tebrik ediyordu. Devamlı yüksek sesle gülüyordu. Beni tanıyıp tanımayanlar parmakları ile birbirlerine gösterip, "PKK lı avukatı dövmüş." diyorlardı ve ondan sonra adımız 'Deli Recep'e çıktı. 

İki gün sonra polis suçlarına bakan Savcı Behiç Bal Bey çağırdı. Olayı bana hatırlattı ve Avukat Ahmet A...yı dövmüş kaşını yaralamışsın. Gazteler yazdığı için ihbar saydık ve konuyla ilgili ifadeni alacağım, anlat bakalım.” Dedi. Hayır ben kendisine asla el vurmadığımı, kendisi bana sövüp hakaret ettikten sonra beni dövmek isterken kafasını duvara çarptığını, o zaman yaralandığını söyledim. Beni mahkemeye çıkardılar ve tevkif ettiler. Cinayet Bürosu beraber çalıştığımız Kısım arkadaşlarım "Kusura bakma Recep." deyip mahkeme salonunda koluma kelepçe taktılar. Adliyeden dışarı çıktık.

Cezaevine gitmek için arabaya doğru giderken fark ettim. Olağan üstü bir durumla karşı karşıyaydık. Böyle bir olay daha hiç görmemiştik. Adliyenin çevresini Çevik Kuvvet Polisleri birer adım aralıklarla halka olmuş çevirmişlerdi. Acaba neydi? Ben hiç merak etmiyordum. Tevkif olmuşum kendi derdimi düşünüyordum. Arkadaşlarım kendi aralarında konuşuyor, onlar merak ediyorlardı. Tam gittik arabamıza binecektik ki, Çevik Kuvvetten bir komiser geldi önümüzü kesti. Hiçbir yere gidemeyeceğimizi, beklememizi, aksi taktirde bize karşı zor kullanacaklarını söyledi. Arkadaşlarımla biraz tartıştılar ve mecburen bekledik.

On onbeş dakika kadar sonra sivil bir araba geldi önümüzde durdu. Başkomiserimiz Cihat Bey arabadan indi. Polis arkadaşım Hırsız Ahmet tabancamı ve polis kimliğimi çıkarıp Cihat Bey'e uzattı. "Onları Recep'e ver." dedi ve arkadaşlarıma fırça atıp bağırdı. Bu kadar mı insansınız? Benim bildiğim Recep, bırakın kaçmağı, sizler zarar görmeyesiniz diye çok uzaklardan kalkar gelir teslim olur. Siz utanmadan ona kelepçe taktınız.” dedi. Kelepçeyi elimden çıkardıktan sonra beni evime götürdü. Hanıma “Kocanı sana teslim ediyorum. Yarın isterim ha. Sorarlarsa başka bir Allahın kuluna da sakın burada olduğunu söyleme.” Dedi ve onlar geri gittiler. Beş altı ay adar önce evlendiğimiz eşim de olanlardan habersiz evde beni bekliyordu. Tevkif olduğumu yarın ne olacağını bilemediğimi söyledim. O da üzüldü. Gece saat 02.00 sıralarında arkadaşım Polis Memuru Rıza Kural geldi. Hanım korkmuş ve evde olmadığımı söylerken, O ayakkabılarımı kapının önünde görmüş, "Yenge barı ayakkabılarını kaldır da öyle yalan söyle. Ayakkabıları kapının önünde sırıtıyor." diyordu. Dışarı çıktım. Başkomiser yolladığını ve bir ihtiyacım olup olmadığını soruyordu.

Meğer işin aslı şöyleymiş; Tevkif haberim Müdüriyete gidince Baş Müdür Alpaslan Bey devreye girmiş. adliyeye telefon açıp, haksızlık olduğunu, tevkifi kaldırmalarını söylemiş. Adliyeden bir türlü tevkif müzakeresini kaldırmamışlar. Müdür Bey de Çevik Kuvvete Adliyeyi sardırmış ve “Ya o çocuğu serbest bırakın, ya beni de tevkif edin. Yoksa o adliyeyi başınıza yıkacağım.” Demiş. Onlarda beni bir gece hapiste yattı diye gösterip evime göndermişler. Ertesi gün cezaevine girdi çıktı yaptılar ve tevkifimi kaldırdılar. 

Dava neticesinde beraat ettim. Çünkü şahitlerden hiç biri ‘vurdu’ diye söylemiyorlardı. Sonraları Avukat Ahmet Bey ile de barıştık. Bir gasp olayında mağdurdu. İlgilendim ve yardımcı oldum.

Beş altı ay sonra İç İşleri Bakanlığından bir telex geldi; Adana Millet Vekili Mustafa Can tarafından meclis oturumunda verilen önergede İktidarın Polis Memuru Recep Öztürk tarafından İl Başkanımız Av. Ahmet A...y'ın Adliye Koridorlarında dövülüp yerlerde sürüklendiği ve tehdit edildiği bildirilmiştir. Adı geçen Polis Memuru hakkında ne gibi bir işlem yapıldı? Acele bildirilmesi isteniyordu. Olay kısaca anlatıldıktan sonra Mahkeme Beraat Kararı da eklenerek gönderilmiş ve olay kapanmıştı. Ben yurt dışında görevli iken duydum. Olaydan üç sene sonra 1979 da Avukat Ahmet A...y öldürülmüş ve faili tespit edilememişti. Kendisi Urfalı ve Güney İlleri PKK sorumlusuymuş. Yine de ölümüne üzüldüm.

Yedi sekiz sene sonra Diyarbakır da görev yaparken, o zamanlar kızağa alınmış baş müfettişlik görevi yapıyordu o Emniyet Müdürü Alpaslan Bilginer. Görevli olarak bir polisiye olay hakkında tahkikat yapmak için üç Müdür ile birlikte gelmişlerdi Diyarbakır’a. 

Yanlarına gittim. Beni tanımadı. Olayı anlattım. Hemen hatırladı. Boynuma sarıldı. Ben tekrar ağlayabildim. Başımı okşadı, yanaklarımdan öptü ve "Sen kanunları nizamları boş ver. Vicdanın nasıl emrediyorsa öyle polislik yap. Yolun açık olsun.” Dedi. İki şişe viski getirmiştim. Bir türlü almadı. “İçen arkadaşlarına verirsin.” Dedim. Seni saygı, hürmet ve sevgilerimle yad ediyorum eyy Ulu İnsan.