SAYFALAR

28 Mart 2023 Salı

SAİTİ NURSİ

"Fetullah Gülen Sait Nursi nin öğrencisi ve son temsilcisidir. Nurcular, Süleymencılar, Nakşibendiler, Aczimendiler vs. okullarında asla Kur’an okutmazlar. Nur külliyatlarını Kur’an yerine kor, Kur’an diye okurlar ve okuturlar. Çünkü Saiti Nursi kendi kopya kitabını, Allahın kitabı Kur’ana eş koşmuştur. 

"Derin devlet dediğimiz kişilerde geleneksel ve mezhepsel İslam anlayışlarını bu düşüncelerle birleştirip, kendisini peygamber yerine koyup kutsallaştırmış, tapan, inanmış kadroların ta kendisidir." diyor Alman araştırmacı yazar Hans Von Aiberg. Saiti Nursi İngilizler tarafından çok iyi yetiştirilmiş, Türkiye Cumhuriyetinin din yoluyla yıkılacağına inanmış bir ajandır.


Kürt devleti kurmak için İngilizler tarafından desteklendiği ve eğitildiği kanıtlanan,1899 yıllarında PKK nın temelini  atan, FETO nun fikir babası ve önderi olan, yazdığı Risale-i nur kitaplarında güya İslamiyeti anlatan ve bunların Bitlis mağaralarında kendisine vahiy yoluyla geldiğini iddia eden, 2. Abdulhamit tarafından yazdığı risalelerin Meşved Yahudilerine ait din kitaplarından derlendiği tespit edilerek, tımarhaneye kapatılan bir yalancı, Şeyh Sait ile birlikte hareket ederek Türk Devletini yıkmak isteyen bir isyankar, Said Okur. (Saidi Kürdi,  Saidi Nursi) ‘in ismi Güneydoğu da Türk okullarına verilmektedir. 

Bu adam kimdir? Kimin nesidir? İsmi kim tarafından Güneydoğu İllerimizde ki okullara veriliyor? Buna kadar isim bulamadılar mı?

Yalancı, Müslüman bile olmayan, meczup insanlar, din adamı kabul ediliyor ve yazdığı sahte dini eserlere itibar edilip, ilk olarak 2014 te Diyanet Yayınları, onun eserlerini basıyor. Fikirleri din diye gençlerin beyinlerine sokuluyor ve buna da herkes göz yumuyor. Seyirci kalıyor.

Bitlis'in Hizan ilçesi İsparit nahiyesinin Nurs köyünde, dünyaya geldi. 1878 yılında doğduğu tahmin ediliyor. Esas adı Sait Okur dur. Babasının adı Abdullah Mirza, annesinin adı ise Nuriye'dir. "Bizler Kürtçülüğün temellerini attık, sizlerde inşa edersiniz!" dedi ve 23 Mart 1960 da Şanlıurfa da öldü.

Risale-i Nur'un yazarı Saidi Kürdi 2.Abdülhamid tarafından akıl hastanesine kapatıldı. Sebebi ise Said'i Nursi’nin Bitlis mağaralarında Risalelerin gökten vahiy ile kendisine geldiğini ileri sürmesi ve yalancı olmasıdır. Tabiki bu koca bir yalandır. Abdülhamid Saidi Nursi iddialarının araştırılmasını ister. Araştırma sonucunda yazdığı Risalelerinin İran’daki Meşved Yahudilerinin kutsal kitabı Tevrat'tan aldığı ortaya çıkar ve Saidi Kürdi akıl hastanesine kapatılır. Saidi Kürdi hem Osmanlı, hem e Türkiye'ye isyan eden Şayh Sait ile beraber çalışmış isyanları desteklemiştir.

FETÖ'nün devlete sızmadaki fikir babası Said-i Nursidir. Risalelerinde Atatürk'e ve silah arkadaşlarına çeşitli hakaretler edip 'deccal, süfyan, mülhid, mürted, habis, firavun, zındık, mason, münafık' diyerek saldırmıştır. FETÖ bataklığını besleyen ana damar Said-i Kürdidir. Saidi Kürdi Nur cemaatleri adı altında farklı kollarda ve isimlerde hala daha aktiftir ve faaliyetler göstermektedir. Bu cemaatler yasaklanmadıkça Nurcular Devlete başka isimler altında sızmaya devam edecektir. Said-i Kürdi Kurtuluş Savaşında bölücü Kürt Teali Cemiyeti ile işbirliği yapmıştır.

Saidi Nursi, kendisini Müslüman olarak tanıtmağı başarmış ve herkesi kandırıp, kurtuluş savaşından önce ki yıllarda Enver Paşa'nın isteği ile gönüllülerden oluşan 4-5 bin kişilik milis teşkilatı kurulmuş. Bu kurulan kuvvetlerin başına Miralay rütbesi ile Saiti Nursi komutan olmuş. Van, Muş ve Bitlis'te Rus birlikleri ve Ermeni çetelerine karşı güya savaşmış. Ancak bu savaşların hiç birinde başarılı olamamış, Ermeni çeteciler, Osmanlı Askeri Birliklerine baskınlar yapıp, top bataryalarını bile ele geçirmiş, Osmanlıya, Türk askerine, Türk halkına ve Kürt halkımıza karşı kullanmışlardır.

Asıl ismi Said Okur olup, sonradan Saidi Kürdi, İstanbul’a gidince Saidi Nursi adını kullanmaya başlamıştır. Said-i Nursi'nin müritleri bekardır. Fetullah Gülen de hiç evlenmemiş bekardır. Bunlar hiç evlenmez kadını şeytan olarak görürler. Kadını şeytan olarak görmek ise Zerdüş inancından gelir. Onun için cemaatlerde çok sayıda tecavüz ve cinsel suçlar işlenir. Ve dolayısıyla bu adamın ne millet olduğu de belli değildir.

Saidi Nursi, Kürtler lehine Türk nüfusunu azaltmak için evlenme yasağını Türkler arasında yaymaya çalışmıştır. Risale-i Nur bugün Kur'an yerine cenazelerde ve mezar başında okunuyor ve kutsal sayılıyor. Bunlar resmen paralel din icat etmişlerdir ve esas din hükümlerini boşa çıkarmışlardır.

Devlet tarafından gerçek yüzü ifşa edilmiş birinin peşinden niye gidilir? ATATÜRK düşmanı ve en basit dini konularda bile bilgisi olmadığı için mi? Said-i Nursi ABD gibi emperyalist devletlere çalışmıştır. Papa'ya mektup yazması ve papanın cevabi mektup yazması bu sebepledir.

ABD övmesi de bu faaliyetlerinden dolayıdır. Fetönün dinler arası diyalog planının arkasında ise aslında Saidi Nursi'nin fikirleri vardır. Dediğimiz gibi Fetö ne ise şu anki Nur Cemaati ve Saidi Nursi de odur, farkı yoktur.

Fetö İmamı Adil Öksüz'ün tezide dinler arası diyalogtur. Atatürk Saidi Nursi ve Risale-i Nur konusunda da uyarmıştı.

Atatürk'ün Mecliste söylediği bu sözler Saidi Kürdinin 1925 te yazmaya başladığı ve 24 yılda tamamlanan Risale-i Nur Kitaplarıyla ilgiliydi. Atatürk düşmanı Fetö-nurcu taraftarı Fetöcü tarihçiler bu konuşmayı Kur'an'la ilişkilendirmiştir. Halbuki Kur'anla alakası yoktur. Zira Atatürk KİTAP demiyor, KİTAPLAR diyordu. Risaleler ise 14 cilttir ve esasında Yahudi din adamlarına aittir, bunları kast ediyordu.

Atatürk'ü yıllardır bu şekilde karaladılar. Atatürk’ü din düşmanı gösterdiler. Bakın kimler ne diyor? Acaba niçin neden diyor? Yazar @yusufkrc70

"Sait Nursi’yi değil, imanınızı kurtarın" isimli yazısında Sait Kürdinin Gülen’in hocası olduğunu belirterek Aytunç Altındal’ın kendisine Sait Kürdi'nin Vatikan’a gömüldüğünü söylediğini yazdı. Atatürk, sadece Türk Milletinin menfaatini düşündüğünden Türk'e zarar vereceğini bildiğinden tarikatları yasakladı. Ancak ülkenin son 70 yılında siyasiler bir kaç oy için cemaatlerin tezgahından geçti. Netice 15 Temmuz oldu ve daha da çoğalarak aynı tehlike devam etmektedir. ALINTI








 

24 Mart 2023 Cuma

DAMAT RÜSTEM PAŞA



Bosna’da domuz çobanlığı yapan bir babanın oğludur. Bazı kaynaklarda Sırp olduğu söylenir. Babası vergisini ödeyemeyince çiftlik ağası küçük Rüstem’i babasından alıp Osmanlı’ya devşirme verir. Osmanlı Sarayına iç oğlanı olarak girer. Hırpani giyimle gelen kirli bir çocuk tez zamanda şans yüzüne güler ve zengin olur.

Sarayda Kanuni Sultan Süleyman’ın elindeki bir şey pencereden düşer. Padişahın yanında bulunan aveneleri düşen eşyayı yere düşmeden yakalamak için çapalarken aşağıdaki Genç Rüstem sıçrayarak havada yakalar ve bu hareketiyle padişahın gözüne girer. Artık şans hep ondan yanadır.
                                                                           
Paşa olduğunda Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan’ı alarak damat olmağı çok ister. Bu durumu sezen ve Rüstem Paşa’yı kıskanan diğer paşalar onun cüzzamlı olduğu dedikodusunu çevreye yayarlar. O yıllarda kan tahlili laboratuvarları olmadığı için cüzam hastalığını bit ile test ederler. Eğer üzerinde bit çıkarsa cüzzamlı değildir, bit çıkmazsa cüzamlı olduğuna inanırlar. Çünkü bitler cüzzamlı insana yaklaşmazmış.

Rüstem Paşa Kanuni Sultan Süleyman’ın kızına talip olunca sarayda soyundurulur ve üzerinde bit aranır. Kaftanının yakasında bir tane bit bulunur ve cüzzamlı olmadığı anlaşılarak padişahın kızı Mihrimah Sultan ile evlendirilir. Bazı kaynaklara göre de bit olmadığı halde Rüstem Paşa üzerini arayan adamı tehdit ederek bit olduğunu söyletir.

Bu durumlara şahit olan şairin biri de şöyle der;

“Olursa bir kimsenin bahtı kavi talihi yar,

Gün gelir ki kehlesi bile işe yarar.” 

Kehle bit demektir. Bir kimsenin şansı olur talihi yaver giderse, gün gelir biti bile işe yarar. Demek istemiş şair.

Bitin kerameti bu kurnaz Sırp’ı sadrazamlığa kadar götürür. 

Rüstem Paşa’nın talihi güldüğü başka bir şey daha var, sarayın şeytanı kaynanası Hürrem Sultan ile omuz omuza verip Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi dahil bir çok olayda işbirliği yapması ve Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü başlatması. 

Hürrem Sultan sarayda gücünü gösterirken Rüstem Paşa Osmanlı için vergi toplayanlardan, iş yapan iş adamlarından, şeytanın bile aklına gelmeyecek yerlerden Besmele ile sakalını sıvazlayıp “sakal” yani rüşvet alması. O kadar çok rüşvet topladı ki, küp küp altınları saklayacak yer bulamıyordu.

Dikkat çekmemek ve Osmanlı gelirinden çaldığı paraları aklamak, sarayın gözünü boyamak için camiler, külliyeler, köprüler yaptırıyordu. Rüstem Paşa Cami, Mihrimah Sultan Cami en bilinenleridir. Ola ki Kanuni huzura çağırıp “Şu şu yerlerden niye rüşvet aldın?” diye sorsa:

“Almaya aldım ama o paraları cami yapımında hayır hasenat işinde kullandım.” Diyordu.

Bitli Rüstem Paşa da her hırsız gibi çaldığı paraları yiyemeden daha 61 yaşında iken öldü. Ölmeden önce kendi dışkısını karıştırıp içinde altın aradığı söylenir. Küpler dolusu altınları ile Kanuni’den daha zengin olduğunu söyleyenler bile vardır. 

Ama neyine yaradı. Şimdi kendisini kimler aklına getirip yad ediyor? Hiç kimse! Çalmak veya başkasının hakkını almak kimseye fayda sağlamaz. Bunu herkes anlayabilse bütün kötülükler kendiliğinden silinip gidecek.

18 Mart 2023 Cumartesi

KAĞNI KOMUTANLIĞI

Kurtuluş mucizesini anlatabilmek ve anlayabilmek için, kağnıların katkısını görmek, Kağnı Komutanlığı kavramını bilmek gerekir.

Memlekette yol yoktu. İstanbul Ankara arasındaki demir yolunda, Eskişehir'in doğusunda küçük bir bölümü eldeydi. Vatanın milli irade altında kalan kesiminde tek bir fabrika yoktu. Doğu cephesinden Batı cephesine gönderilecek bir cephane sandığı 1200 km yol kat etmek durumundaydı. İnebolu'dan Ankara'ya bir haftada ulaşılabiliyordu. Bu yoldan Ankara'ya kağnı ile gidip dönmek , bir ay sürüyordu. Birkaç yüz kilo yük taşıyabilen bir kağnının hayvanları ve onu sürenlerin bu sürede neredeyse bir kağnı yiyeceğe ihtiyaçları vardı. Ama Anadolu açtı.

Bozkırı arkasına almış , yolsuz, vasıtasız, ancak sırtta taşınan cephaneler ve kağnıların ulaştırdığı malzeme ile ikmal yapmaya çalışan bir ordu, belki de bir daha görülmeyecekti. Batı Cephesi'nde Kurmay Subay olarak görev yapan Cevdet Kerim İncedayı, kağnılar konusunda şöyle söz etmektedir:
"Bize tahsis edilen bölgede 300 kağnı vardı. Muharebe sırasında, ivedi düzenleme için önceden bir deneme çağrısı yaptık. 24 saat içinde 250 kağnı gelmişti. Bazıları öküzleri olmadığı için kanılarına inek koşmuşlardı. Kağnıları getirenlerin bir kısmı çocuk ve ihtiyarlar, çoğu da kadınlardı. Kağnıları denetleyen Tümen komutanı, hayvanlarının başında dizilen kadınlara, bu zahmetli işte çok yorulacaklarını, dayanamayacaklarını belirterek, erkeklerinin niçin gelmediklerini sordu. Kadınların cevabı ;
- Erkeklerimiz askerliktedir. Emrinize biz geldik. Böyle bir günde bize bu kadarcık iş düşmesin mi? '

Oysa bu kadınların çoğu, harap olmuş köylerinde çocuklarını komşularına emanet etmişlerdi. Nitekim muharebe başlayınca bu kağnılar ve süren kadınlar uzun süre birliklerle geldiler.
Cephede bu gayret devam ederken, gerilerde, İnebolu - Ankara yollarında da bu halk, sırtlarında cephane taşıyordu."

İstiklâl savaşını bu yokluklar içerisinde yürüten Atatürk, yalnız değildi. Binlerce, yüz binlerce adsız kahraman vardı. Bu adsızlar ya savaşkan birer erdiler ya muharebelerin sıkıntılarına alın terleri ve göz yaşları ile katılmış, yarı aç yarı tok, lime lime kıyafetli analar, gelinler, kızlar, çocuklar ve yaşlılardı. Hep birbirlerine sokularak, birbirlerini kendilerine siper eden, önlerindeki hayal meyal kağnıları, böğürleri birbirine geçmiş öküzleri, inekleri ve ellerinde övendirelerle uçsuz bucaksız bir kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar ordusu...

İşte asıl Kuva-yı Milliye buydu!..
Batı Cephesinin silah ve cephane ihtiyacının bir kısmı İstanbul' dan gemilerle ve kayıklarla, bir kısmı develerle, bir kısmı Diyarbakır ve Sivas 'tan kağnılarla getirilmişti.
Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul' dan kaçırılan ve Rusya 'dan alınan silah ve cephane, üç eski gemi Alemdar, Preveze ve Aydın Reis ile İnebolu ve Samsun limanlarına taşınmış, buradan cepheye gönderilmişti. Bu sevkiyatı daha çok İnebolu, Kastamonu ve Çankırı yöresi kadınları gerçekleştirmiştir.

Cephe gerisinden cepheye yiyecek, giyecek, malzeme, silah ve cephane taşıma işinde görev alan kadınlara, çocuklara ve yaşlılara yol gösterecek kişilere 'kağnı komutanı' denilmişti.
Kurtuluş Savaşının kağnı komutanlarından biri olan Enver Behnan Şapolya, yıllar sonra bu görevini anlatırken ;
"Milli Mücadele'nin ilk günlerinde bana milli bir görev verilmişti, 'kağnı komutanlığı'

O acı ve yoksul günlerde ordumuzun cephe gerisi hizmetleri üç türlü araçla sağlanmaktaydı. Bunlar deve kolları, katır kolları ve kağnı kollarıydı. Çünkü o zamanlar ordumuzun elinde hiçbir motorize kuvvet yoktu. Cepheye silah ve yiyecek bu taşıma kollarıyla sağlanmaktaydı." demektedir.

Amerikalı yazar Ann Bridge, İnebolu - Ankara arasındaki silah ve cephane taşıma çalışmalarından söz ederken ;
" Sonsuz bir insan seli birbirinden bir buçuk metre aralıklarla ve tek sıra halinde akıyordu. İnsanlar, taşıdıkları tüfek demetleri, cephane kutuları ve top mermilerinin ağırlığı altında öne doğru eğilmişlerdi. Şaşırtıcı olan, bu insanların dörtte üçünden fazlası kadınlardı. Kadınların bazıları sırtlarına sarılı yükle beraber, kucaklarında emzikli bebeklerini taşıyorlar, bazılarının ise arkasında yürüyen iki üç küçük çocuk vardı. Böylece bir gece önce İstanbul 'dan kaçak olarak gemi ile gelen askeri malzeme Küre dağlarını aşıyordu. Düzenli, kesintisiz ve yavaş bir şekilde yukarılara, daha yukarılara tırmanılıyordu. Genellikle sessizlik içinde dik tırmanış ve ağır yük nedeniyle, derin solumalarla yürüyorlardı." demektedir.

Kaynak :
- Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt II, syf 463, 466
- Sinan Meydan, Bütün Dünya Dergisi, Başkent Üniversitesi Kültür Yayını, sayı 2013 /10, syf 17 - 22

Ölümü göze alıp kadını erkeği, küçüğü büyüğü, fakiri zengini hepsi tek vucut olup, bu vatanı savunan ve kurtaran isimsiz kahramanlara selamlar olsun. Bu topraklarda yaşayan, nefes alan her insan sizlere minnettardır. Sizlerde onların gönlünde yaşayan birer ölümsüz kahraman olarak kalacaksınız.

Kağnılarla milli mücadeleye katılan tüm insanlarımız, bizler onların hakkını nasıl öderiz? Bu gün bu güzelim topraklarda hür bir şekilde yasıyorsak, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere silah arkadaşlarını, bu uğurda canlarını kanlarını veren tüm gazı ve şehit atalarımızı, rahmet minnet ve şükranla anıyorum.




7 Mart 2023 Salı

TÜRKİYEDE YAŞANAN DEPREMLER


Avrasya-Afrika ekseni üzerinde yer alan Türkiye, bir deprem ülkesidir. Kuzey Anadolu Fay Hattı, Doğu Anadolu Fay Hattı ve Batı Anadolu Fay Hattı ile deprem kuşaklarının kesiştiği yerde bulunan ülkemiz, son olarak Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan İlçelerinde gerçekleşen deprem ile 11 İl ve çok sayıda İlçeler sarsıldı ve bir çok yerleşim yerleri yerle bir oldu.

İşte yurdumuzda meydana gelen depremler sırasıyla şöyle:

1930 HAKKARİ DEPREMİ

7 Mayıs 1930 tarihinde saat 00.34'te Türkiye-İran sınırında meydana gelen depremden Hakkari İlimiz etkilendi. Büyüklüğü 7,2 Ms olan bu depremde 2514 kişi öldü,

1939 ERZİNCAN DEPREMİ

27 Aralık 1939 da dünyanın en büyük depremlerinden biri olan Erzincan depreminin büyüklüğü 7.9 – 8.0 Ms olarak kayıtlara geçmiştir. Bu depremde 32.962 vatandaş hayatını kaybederken, 100.000’den fazla kişi yaralanmıştır.

1942 NİKSAR - ERBAA DEPREMİ

20 Aralık 1942 tarihinde saat 17.05'te meydana gelen, 7.0 Ms büyüklüğünde deprem, Erbaa’nın resmen haritadan silindiği şeklinde kayıtlara geçmiştir. 3000 kişi hayatını kaybederken 6300 kişi yaralanmıştır.

1943 TOSYA-LADİK DEPREMİ

27 Kasım 1943 saat 00.20'de Kastamonu, Tosya'da meydana geldi. 4000 can kaybına yol açan ve 7.2 Ms büyüklüğünde ki depremde yangınlar çıkmış yollar kullanılmaz hale gelmiştir.

1944 BOLU-GEREDE DEPREMİ

1 Şubat 1944 tarihinde 05.22'de 7.2 Ms büyüklüğünde meydana gelen deprem tüm köylerin ve kasabaları yerle bir etmiş, 3959 kişi hayatını kaybetmiştir.

1966 VARTO DEPREMİ

19 Ağustos 1966'da Türkiye saatiyle 14:22'de Muş’un Varto ilçesinde meydana gelen depremin büyüklüğü 6.9 olarak kayıtlara geçmiştir. 2394 kişi hayatını kaybederken 1489 kişi yaralı

1975 LİCE DEPREMİ

6 Eylül 1975 tarihinde yerel saatle 12:20'de Diyarbakır'ın Lice ilçesi ve köylerinde meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki depremde 2385 vatandaş hayatını kaybetmiştir.

1976 ÇALDIRAN DEPREMİ

24 Kasım 1976 tarihinde yerel saatle 12:22'de merkez üssü Van'ın Muradiye ilçesi Çaldıran bucağı olan 7,5 büyüklüğündeki deprem. 3840 kişi öldü.

1999 GÖLCÜK – DÜZCE DEPREMİ

17 Ağustos 1999 Merkez üssü Kocaeli - Gölcük olan 7.5 büyüklüğündeki depremde 18.373 kişi hayatını kaybederken, 48.901 kişi yaralanmıştır. Etkileri oldukça kötü olan bu deprem sebebiyle 600.000’den fazla kişi evsiz kalmıştır. 52 ülke kendi yardım konvoylarını yollamıştır. Dönemin ABD başkanı deprem bölgesini ziyarete gelmiştir.

Düzce depreminin büyüklüğü 7.2 olarak kayıtlara geçmiştir. 5000’ yakın kişi de yaralanmış ve 845 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.

1941 ve 2011 VAN-ERCİŞ DEPREMİ

10 Eylül 1941 tarihinde Van'ın Erciş ilçesinde meydana gelen deprem. Richter ölçeğine göre 5.9 Ms büyüklüğündeki depremde 192 veya 194 kişi ölürken 36 köy de tamamen yıkıldı.

23 ‎Ekim Kasım 2011 Van depremleri merkez üssü Van olan depremin büyüklüğü 7.2 olarak kayıtlara geçmiş, ancak daha sonra AFAD tarafından depremin büyüklüğü 9.0 Mw olarak düzeltilmiştir. 604 vatandaş hayatını kaybederken 4152 kişi de yaralanmıştır.

2020 İZMİR DEPREMİ

30 Ekim 2020İzmir ilinde meydana gelen deprem, bölgede ölümler ve yıkımlarla sonuçlandı. Deprem, saat 14:51'de İzmir'in Seferihisar ilçesinde 6.9 büyüklüğünde ve yaklaşık 16 saniye sürdü. İzmir merkezli deprem Aydın, Manisa, Muğla ve Uşak illerinde ciddi şekilde hissedildi. Deprem, İzmir'in Bornova, Bayraklı, Konak, Buca ve Aliağa ilçeleri depremin yoğun etki bıraktığı ilçeler oldu. 117 kişi hayatını kaybetti, 1.034 kişi de yaralandı.

2020 ELAZIĞ DEPREMİ

24 Ocak 2020 tarihinde yerel saatle 20.55'te
 40 saniyeden uzun süren Elazığ depreminin büyüklüğü 6.8 olarak kayıtlara geçmiştir. 41 kişi hayatını kaybederken 1607 kişi yaralanmıştır.

2023 KAHRAMANMARAŞ-HATAY DEPREMİ

6-7 Şubat 2023 Kahramanmaraş'ın Pazarcık ve Elbistan İlçelerinde saat 04.17'de, 7,7 ve 7,6 Ms büyüklüğünde iki deprem meydana geldi. Saat 04.26'da merkez üssü Gaziantep'in Nurdağı ilçesi olan 6,4 büyüklüğünde bir deprem daha meydana geldi. Bu üç depremde Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu ve Akdeniz Bölgesi'ndeki birçok il ve ilçe sarsıldı, bir çok yerleşim yerleri yerle bir oldu. Kahramanmaraş, Hatay, Gaziantep, Osmaniye, Malatya, Adana, Diyarbakır, Şanlıurfa, Adıyaman ve Kilis, Elaziğ da çok sayıda binalar yıkıldı. Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki Trabzon, Rize, Ordu, Giresun ve Gümüşhane illerinde de hissedildi. Başta bu iller olmak üzere çevrede bir çok ilçelerde binalar yıkıldı ve 50.069 insanımız öldü. 107.204 insanımız yaralandı.


3 Mart 2023 Cuma

MİHRİBAN

Okuduğum veya dinlediğim zaman duygulandığım bir şiir var;

 ‘MİHRİBAN’

1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un, kızın gerçek adını gizleyip, bu adı taktiği o güzel Anadolu kızına yazılmış bir şiirdir

İşte hikayesi;

Abdürrahim Karakoç, Kahramanmaaş’ın Ekinözü İlçesinde yaşar. Ataları gibi kendisi de şiir yazmağa heves eder. Bir çok yazdığı şiirlere beğenmez yakar. Hollanda'da yayınlanan ‘Platform’ dergisine ölümünden önce verdiği bir röportajda Mihriban'ı şöyle anlatır:

Ekinözü’nde ki Köyde düğün olacaktır, civar köylerden misafirler gelirler. Genç Abdurrahim köyde bu misafirlerin içinde bir genç kız görür. Ailesiyle komşunun düğününe gelen bir misafir kız.

Tanışıp konuştuktan sonra dost olurlar ve Abrurrahim kıza aşık olur. Bir sabah Abdurrahim kalkar ve sevdalısını görmeğe onun kaldığı kaldığı eve gider. Gider ki misafirler gitmişler. Daha da görmek nasıp olmaz. Zaman geçtikçe daha da aşık olur ve kızın hayalı Abdurrahim’in aklından çıkmaz, dünyası değişmiş, hayat manasızlaşmış, aşk acısı yüreğini yakmağa başlamıştır.

Ailesi durumu anlayınca kızın izini sürdürüp bulmak için Maraş’a giderler. Uzun aramalardan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce ‘kız küçük’ derler, ‘henüz erken’ derler, bahaneler bulurlar, kızı vermek istemezler. Abdurrahim’in ailesi ısrar edince gerçeği söylerler: ‘Kız nişanlıdır’ ve yakın zaman da bir başkası ile düğünü olacaktır.

Abdurrahim kızın nişanlı olduğunu duyunca yıkılır ve “Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” Der, vaz geçerler.

Yedi yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılır ve Abdurrahim Karakoç o kızın asıl ismini saklayıp kendisi bir isim takar ve o isimle bir şiir yazar aşkını dile getirir. ‘Mihriban’

Bu şiir bestelenip türkü olunca da duymayan kalmaz. Tabi o sevgili kız, Mihriban da.

Şiirden etkilenen esas ismi saklı Mihriban bir mektup yazar Abdurrahim’e, demek ki onun da içinde bir sevda varmış ki ‘Unutmak kolay değil’ diye dert yanar.

Bunun üzerine Abdurrahim ikinci bir şiir yazar ona cevap verir: ‘Unutursun Mihriban'ım’

“Son bir kez daha görmek istemem. O beni hayalindeki gibi yaşatsın. Ben de onu hayalimdeki gibi. O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın.” Der Adurrahim Karakoç.

Abdurrahim Karakoç, “Ben 'unutursun' diyorum ama insan hiçbir zaman unutamıyor. O bir mektup üzerine yazılmıştır. Ben bir mektup aldım. 'Unutmak kolay mı?' mektubun başlığı.”

Röportajının sonuna doğru ‘’Mihriban nasıl biriydi?’’ diye sorulduğunda ‘’Sıradan insanlara benzerdi’’ diyor. "Ne çok güzel, ne çok özel, ne adı Mihriban, ne saçları sarı. Belki bu şiirin bu kadar beğenilmesinin sebebi herkesin içinde bir Mihriban’ın olması. Gerçek yaşanıp, yazıldığı zaman okuyucu kendini bulur. Bu yüzden diyorum ki, herkesin gönlünde bir Mihriban var."

MİHRİBAN

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışsın, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Çekmeyince bilinmiyor Mihriban

Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban

Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban

Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban

UNUTURSUN MİHRİBANIM

‘’Unutmak kolay mı?” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.

Zaman erir kelep kelep..
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.

Yıllar sinene yaslanır;
Hatıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır...
Unutursun Mihriban’ım.

Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce...
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.

Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir her şeyin rengi
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.

Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.
Alıntı