SAYFALAR

31 Aralık 2023 Pazar

ATATÜRKE İHANET EDEN SİLAH ARKADAŞLARI

Ulu Önder’in Nutuk’ta da yazmağa en çok zorlandığı bölüm, en yakın silah arkadaşlarıyla yollarının ayrıldığını hissettiği bölümdü. Lozan günleriydi. İsmet Paşa ve Türk Heyeti Lozan'a hareket etmişti.

Aynı gün Sultan Vahdettin İngilizler'e sığınmış, Malaya zırhlısıyla Malta'ya doğru yola çıkmıştı. Sultan kaçıyordu.!

Bir gün, O'nu akşam yemeğine davet ettiler. Gazi Paşa, Rauf Bey, Refet Paşa, Fuat Paşa, akşam sofrada bir araya geldiler. Henüz yemek bile daha başlamamıştı ki, Rauf Bey Gazi'ye döndü; “Kemal” dedi.

-Davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz. Yemeğin yanı sıra seninle baş başa konuşmak istediğimiz bir konu var, bugün seninle o konuyu da konuşmak istiyoruz".

Gelişkin hisleri O'nu yanıltmazdı. Bozuntuya vermedi. “Buyurun, konuşalım!” dedi. Rauf Bey eteğindeki taşları dökmeye başladı:

-Kemal! Bu Meclis senden korkuyor, o yüzden sana gelemiyor, tüm şikâyetler başbakan olarak bana geliyor.”

Gazi şaşırdı, belli etmemeye çalıştı ”Neyimden korkuyorlarmış?” deyiverdi.

Rauf Bey konuya doğrudan girdi:

-Senin Cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular giderek yayılıyor. Bazen o kadar abartıyorlar ki, eline bir fırsat geçerse, senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar!”

Gazi donup kalmıştı.

Soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Rauf Bey ise içini dökmeye devam etti:

-Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı. En çok sen çaba gösterdin, kurtardın, biz de sana yardım ettik"

-Şimdi vatan kurtuldu. Bize göre “emaneti sahibine” iade etmenin zamanı geldi". İşte O an Gazi, yemek davetinin bir bahane olduğunu anlamıştı.

-Peki, Rauf Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun?” diye konuşan o kişiye sordu. Rauf Bey ise:

-Kemal, benim babam padişahın baş mabeyinliğini yaptı. Boğazında padişahın ekmeği var. Şimdi o ekmek benim gırtlağımda. Ben yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Benim rejim sorunum yok"

-Üstelik madem sordun söyleyeyim: Padişah, bir İslam halifesi, ben de Müslümanım. Dini terbiyem nedeniyle de padişaha bağlıyım. O makamlar uhrevi, dünyalık olmayan makamlar. Senin, benim gibi kişilerin ulaşabileceği makamlar değil.

-Kaldı ki, bu milletin yüzlerce yıldan bu yana alıştığı yönetim de mutlakıyet yönetimidir, Cumhuriyet değil”. Gazi'nin yüz hatları gerilmişti. Bu sefer de ev sahibi Refet Paşa'ya döndü;

"Peki, ya sen ne düşünüyorsun Refet?" diye sordu. O da "Aynen Rauf Bey gibi düşünüyorum, Paşam!" deyip kestirip attı. Gazi, bu sefer de masadaki üçüncü kişi olan Fuat Paşa'ya "Peki, ya senin görüşün Fuat?" diye sordu.

Fuat Paşa Gazi'nin Harbiye'den sınıf, hatta sıra arkadaşıydı. Hukukları daha derindi yani… işte o Fuat;

-Paşam, biliyorsunuz uzun süredir Moskova'dayım, duruma muttali değilim, izin verin birkaç gün düşüneyim, yanıtımı sonra veririm" dedi ve o bile, “Kemal, ben senin arkandayım!  diyemedi yani.

Masada olmayan dördüncü kişi, Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurum'daydı ve telefonun öbür ucunda, bu toplantıdan çıkacak kararı bekliyordu…

Beşinci kişiyse, kendisiydi. Anadolu'ya çıkan ilk 5 komutan işte masadaydılar ve henüz devlet kurulamamıştı ama kozlar paylaşılıyordu.

“Benden ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu Gazi.

-Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına söz ver!” diye yanıtladı Rauf Bey. Gazi:

-Bana bir kâğıt verin…” dedi. Bağ evinde gece yarısı kâğıt bulamadılar, içtiği sigaranın kapağını yırttı ve arkasına hırsla şunu yazdı:

-Günü geldiğinde padişahla ilgili kararı en yüce icrai organ olan TBMM verecektir.” bunu yüksek sesle okudu ve sordu:

-Bu sizi ve Meclis'i tatmin eder mi? Bunu yarın çıkıp okursam, sizce Meclis tatmin olur mu?

Onlar da “Hah, işte bu olur. Bunu çık yarın kürsüden oku!..” dediler. Rauf Bey, O Meclis'ten padişah aleyhinde bir karar çıkmazdı ve bunu biliyorlardı. Masadaki komutanlar da rahatladılar.

Sofra, buz gibi olmuştu. Ayrılırken, Etlik sırtlarından yeni bir gün ışıyordu. O günden itibaren Gazi yollarını da bu arkadaşlarından ayırmak zorunda olduğunu görmüştü. Ertesi gün kürsüye çıktı ve yazdıklarını aynen okudu.

Nutuk'tan Doç. Dr. Orhan Çekiç'in yazdığına göre Meclis'le ve komutanlarla bir tartışmaya girmeden bu krizi atlatmalıydı. Öyle de yaptı.

1921 Anayasası'na göre Meclis her iki yılda bir seçim yapmak zorundaydı. Meclis 23 Nisan 1920'de açıldığına göre, seçimleri yenilemenin zamanı gelmişti. Doğal olarak da seçimlere gidildi. Gazi, bu Meclis'ten kurtuluyor gibiydi. Komutanlar yeniden endişeye düştüler: “Ya, Kemalist bir Meclis gelirse!” Bunun üzerine yeni bir plan kurdular. Mustafa Kemal'i Meclis'e sokmamanın yolunu arayacaklardı. Seçim Yasası'nı değiştirmeye karar verdiler. Tanıdık geldi mi sevgili Canlar.

Erzurum Milletvekili Necati Bey, Samsun Milletvekili Emin Bey, Mersin Milletvekili Albay emeklisi Çolak Selahattin Bey, bir önerge hazırladılar. Buna göre:

1. “Bundan böyle milletvekili adayının doğum yeri, Misak-ı Milli sınırları içinde olsun!..” dediler. Böylece Selanik dışarıda bırakılmıştı.

2. “Milletvekili adayı, adaylığını koyduğu yerde en az beş senedir oturuyor olsun!” Mustafa Kemal o cephe senin, bu cephe benim, hayatı boyu koşturmaktan ötürü, değil beş yıl, hiçbir yerde sürekli beş ay bile oturamamıştı ki…

Hedef belliydi. Bu yasa özel olarak kendisi için hazırlanmaktaydı. Hem de en yakın silah arkadaşları tarafından. Bu önerge verilince, kürsüye zorla çıktı ve avaz avaz:

-Doğum yerim Selanik, Misak-ı Milli sınırları dışında kalırken, önceki devlet ise Selaniği tek kurşun atmadan Yunan'a verirken, bu millet bilsin ki ben diğer bir yurt köşesi Derne'de savaşıyordum.”

-Hiçbir yerde beş yıl oturamadım, doğru. Otursaydım eğer, o zaman Bingazi'de, Derne'de, Sina'da, Filistin'de olamazdım. Çanakkale'de, Kafkaslar'da, Sakarya'da olamazdım. Ama ben oralarda olamasaydım, bu efendilerin de doğum yerleri, Allah korusun, Misak-ı Milli sınırları dışında kalırdı”

-Şimdi millete soruyor ve yanıtını milletten bekliyorum. Bu önergenin sahibi efendileri buraya gönderen millet onlar gibi mi düşünüyor peki ?

Hayır, elbette millet, onlar gibi düşünmüyordu. Çuvallar dolusu telgraflarla olayı protesto ettiler, önerge geri çekildi ve Mustafa Kemal, Ankara'nın Bâlâ ilçesinden milletvekili seçilerek Meclis”e girdi. Cumhuriyeti de kurdu fakat Gazi bu olayı hiç unutmadı. Sefter Hesenli

30 Aralık 2023 Cumartesi

EVİMDEN HIRSIZLIK

Eskiden hırsızlık olur, malın çalınır, dolandırıcılık olur, failleri yakalayabilmek için, polis olarak en küçük ihtimalleri, hesaplar, her türlü ihbarları değerlendirir, vatandaşın zararını asgariye indirmek için elden ne geliyorsa o yapılırdı. Şimdi Polis, jandarma niçin var? Kanun niçin var? Kimler faydalanır? Ben anlamıyorum.

Hırsız yakalanır, çalınan mallar çıkartılır ve sahiplerine teslim edilir, sahipsiz mallar Adli Emanete gönderilirdi.

Şimdi nasıl?
Eylül 2014 yılında ben memlekette iken Ankara da evime hırsız girdi. Gece saat 00.30 sıralarında komşum telefonla bildirdi. Bin kilometrelik yolu, yanı Rize den Ankara ya yedi saatte geldim. Baktım o güne kadar ki birikimim gitmiş. Karakola giderek müracaatta bulundum. 4-5 ayrı sivil, resmi polis ekipleri geldiler. Her türlü incelemeleri yaptılar. Komşular da görünce "Sen polissin, senin evine giren hırsız hemen bulunur." diyorlardı. Pencereye tırmanıp tornavida ile pencere kanadını açmak suretiyle girilmiş ve ev altı üstüne getirilmiş. Ne hikmetse kamera kayıtları da yok. Ertesi gün iki polis gelmiş, güya başka bir olay için kamera kayıtlarını incelemiş.

Ankara Polisi sadece o çalışmaları ile beklemede kaldılar. Onlara da hak veriyorum. Çünkü bir olayı çözmek ve hırsızlık olayını açığa çıkarmak parmak izi yoksa çok zordur. Benim eve girenlerde eldiven kullanmış, parmak izi yok.

Mesleğimin verdiği bilgi ve tecrübelere dayanarak, iki ay kadar sonra evimden çalınan altın kol satım ve çakmağımı başka bir ilde bir antikacı tarafından satışa çıkarıldığını tespit ettim ve fotokopi kayıtlarıyla delillendirdim. Bir dilekçe ekleyerek eski emekli olduğum yer, Asayiş Şubede ilgili birimlere verdim. Evimden çalınan saat benim olduğu belli. Satışa çıkarılan dükkan başka bir ilde belli. Satışa çıkaran adam da antikacı belli.

Dört ay kadar geçti hiç ses çıkmadı. Telefon açtım cevap alamadım. Bir dilekçe daha yazdım ve o elde ettiğim delil evraklarımı da tekrar eklemek suretiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdim. Sağ olsunlar dilekçemi bir Savcıya havale ettiler. Savcı beni dinledi. “Git dosyanı çıkart al gel.” Dedi. Koşarak gittim. Dosyamı getirdim. Tekrar ifadelerimi aldılar, dosyama eklediler ve "biz sana haber veririz." dediler.

Aradan bir sene geçti, haber yok. Tekrar adliyeye gittim. Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe daha verdim. Dilekçem tekrar bir savcıya havale edildi. Savcı tekrar "git dosyanı çıkart al gel" dedi. Tekrar koşarak gittim. O gün akşama kadar uğraştım, aradık, benim hırsızlık olayı dosyam yerinde yok, bulamadık. Ertesi gün bulduk. Takipten kaldırmışlar. Savcı da şaştı. Bu nasıl olur filan gibi laflar etti. Ne ise ben yanlarındayım ya benim tekrar ifademi aldılar. Tekrar "Biz sana haber veririz git" dediler.

Bir yıl kadar daha geçti. Bir haber çıkmayınca b
ir dilekçe daha yazdım ve tekrar Ankara Adliyesine gidip verdim. Bu sefer bende biraz ağırlaştırdım güya, dilekçeme ‘İhmali bulunan yetkililer hakkında yasal işlem yapılması’ diye de yazdım. Tekrar ifademi alıp dosyaya eklediler.

Aradan bir yıldan daha fazla zaman geçti, bir netice çıkmayınca, o zaman BİMER vardı, Başbakanlık İletişim Merkezi. Aynı belgelerle internetten oraya baş vurdum. Sağ olsun o zaman ki Başbakanımız Sayın Binalı Yıldırım Bey’den, yine internet yoluyla beş ay kadar sonra bir yanıt aldım; “Senin evine giren hırsızları Yenimahalle Polis Müdürlüğü yakalayacak.” diye yazıyordu.

2018 yılı Aralık ayında, yanı olaydan tam dört yıl kadar sonra Adliye Postacısı vasıtasıyla bir Cumhuriyet Savcısı bana tebliğ ederek bildirdi. "Evinden çalınan saatin satışa çıkarıldığı dükkan antika dükkanı olduğundan, dükkan sahibi saati kimden aldığını, ne zaman aldığını, nasıl aldığını, hatırlamadığını beyan etmiş, isnat edilen suçların hiç birini de kabul etmemiş, bu nedenle de senin hırsızın yakalanamamıştır." Ve bende evime giren hırsızla tanışamadım.

Yine Ekim 2020 de de evime hırsız girdi. İki üç gün önce bir araba satmıştım. Oğlumla telefonla konuşurken "Baba, sen biraz delisin, parayı yanında saklama, bankaya yatır. Başına bir şey gelir." demişti. Ben de kim yaklaşabilir? Para evde koltuğun altında duruyor. Başka araba alacağım." dedim ve üç gün kadar sonra hastanede mideden ameliyat oldum. Yoğun bakımda yatarken sabahtan site görevlisi telefonla aradı. "Ağabey zilini çalıyorum açmıyorsun. Evde değil misin? Senin pencerenin sinekliği düşmüş, yerde duruyor. Penceren de açık. Yan odanın lambası da yanıyor." dedi. He anladım ki hırsız yine uğrayıvermiş benim eve. Hanım gitti baktı ki ohoo, misafir odasında koltuklar tersine çevrilmiş. Telefonda dedim ya ki 'koltuğun altındadır!'
Bu sefer de kabadayılık bende kalsın dedim, polise hiç bildirmedim.

Bu üçüncü, Mayıs 2023 te bir adam +90 534 362 89 14 numaralı telefondan aradı ve "Ben Asayiş Ekipler Amiri Atilla Güven, sen şu kimlik numaralı filanca oğlu filancı, falan yerde oturmuyor musun" dedi. Allah Allah "evet ama sen bunları ne biliyor sun" dedim. Biz konuşurken arada sırada, telsiz sesleri de geliyordu yanlardan. "Kimliğin dün yakalanan bir adamın üzerinden çıktı" dedi. Anlaşıldı ki tüm kimlik bilgilerim adamın elinde. Ev adresimde elinde. Ne yapacağım? Hemen polise koştum. "Cürüm oluşmamış, biz işlem yapamayız, adam sizi dolandırsa veya bir eylem gerçekleşse işlem yapardık." dediler ve bu seferde dolandırıcımla tanışamadım.

En azından, adam benim kimlik bilgilerimi nasıl elde ettiğini öğrenebilirdik. Ondan da havamızı aldık.

Ve bir daha anladım ki yasalar herkes için değildir! Ve gösterilen o operasyonlar filan hepsi göz boyama, hikaye!

Yaşasın ADALET! Saygılarımla....


28 Aralık 2023 Perşembe

SİZ HİÇ ŞEHİT GÖTÜRDÜNÜZ MÜ

Belki tanırsınız, belki tanımazsınız; Bir komutan yazmış bu notu:

Siz oğlu şehit olan aileye acı haberi vermeye gittiniz mi hiç? Hayır mı? Dinleyin o halde;

Sabah daha mesaiye başlamadan yazılı bi emir düşer önünüze ‘Yukarı köyden Ahmet oğlu Mehmet şehit düşmüştür. Yarabbim dersin, dağa çıksam üç gün aç susuz kalsam da şu haberi vermesem.. Ama giyersin tören üniformanı, birkaç Mehmetçikle birlikte, hastaneden gelen ambulansı alırsın arkaya, düşersin yola.

Vatandaş da öğrenmiştir artık, önde bir askeri araç, arkada bir ambulans ile geliyorsa, bir eve ateşin düştüğünü.. Yaklaştığın her kasaba veya köyün buz kesildiğini hissedersin.

İçinden geçip gittiğin her yer rahatlar.. Neyse varırsın köye. Askerde evladı olan her haneden inceden bir sızının yükseldiğini, “aman bizim eve doğru gelmesin” diye dua edildiğini duyar gibi olursun.. Bütün köy donmuştur adeta.. Herkes büyülenmiş gibi izler seni!

Hangi eve gidilecek diye ıstıraplı bir merak sarar ortalığı.. Şehidin evine doğru yaklaşmaya başladığında, bahçedeki ihtiyarın büyülenmiş gibi sana baktığını, bacaklarının titrediğini, elindeki bastondan güç alarak zar zor ayakta durmaya çalıştığını görürsün.

Ayakların geri geri gider. Pencerelerde bir hareket başlar ve kapının önüne telaşla bir anne çıkar. Bir sana, bir arkanda yere bakan Mehmetçiklere, bir de ambulansa bakar. Sonra atar kendini yere. Oğlu daha toprak altına girmeden o ana düşer toprağa.. Öyle bir vurur ki yere, zelzele oluyor sanırsın.. Konu komşu yığılır. Bin feryat bin figana karışır. Dersin ki kıyamet budur… 

Kimi ana önce sana doğru koşar, ellerine sarılır, son bir umutla yüzüne bakar. “Yaralı değil mi komutan?” der. Başını öne eğer, hiçbir şey diyemezsin. Dizlerinin bağı çözülür, çökersin anayla birlikte yere, o ağlar sen ağlarsın.. Hemşire elinin titremesinden, gözünün yaşını silmekten sakinleştirici iğneyi yapamaz bile.. Baba.. Fidan gibi evlatlarını vatana feda eden o babalar.. Sicim gibi gözyaşları dökülürken gözünden, acıya gark olmuş bir gururla, “Vatan sağ olsun, vatan sağ olsun! Şehit babasıyım ben” dediğini duyarsın.

Kimi içine akıtır gözyaşlarını, kimi de donar kalır.. Kimi günlerce konuşamaz,

Kimi dua eder, kimi beddua.. Kimi kendi saçlarını, kimi saçlarımızı yolar. Ne şapka kalır başınızda, ne rütbe omuzlarınızda, söker atar..

Asıl büyük kıyamet bir iki gün sonra kopar. Gerçekle yüzleşme günüdür.. Bu sefer cenazeyle birlikte varırsın köye. Tören mören hak getire.. Köylü alır şehidini omuzlarına, yer yerinden oynar, ne protokol kalır ne düzen.. Kimi “Evladımı en son haliyle hatırlamak istiyorum” der, görmek istemez naaşını…

Kimi de ille de “Göreceğim” der. Gösteremezsin ki. Ya yüzü yoktur ya bacağı..

Yanımızdaki bi üsteğmen ya da yüzbaşı elinde daha önce de okuduğu, sadece isim hanesi değiştirilmiş standart metni okur, “Kanı yerde kalmayacak” diyerek, bitirir konuşmayı..

Tabuta sarılı analar, babalar, bacılar, kardaşlar duymaz bile bunu, duysa da inanmaz.

Sonuç olarak; Orada bir şehit mezarı, bir bayrak, bir ana, bir de baba kalır.. Alıntı

26 Aralık 2023 Salı

TÜRKİYEDE İSYANLAR

Bir insan hayatında bir kere aldanır. Aynı konuda aynı insanın ikinci defa aldanması pek mantık dışı olsa gerek. Türk milleti hep aynı şekilde aldatılmış. Bir defa değil, iki defa değil, üç te değil. Onlarca defa hep aynı şekilde aldatılmış. Bile bile aldatılmış.

Kimler tarafından aldatılmış? ABD, Rusya, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Almanlar, aldatmayan ülke hiç yok ki. Hep aynı usullerle aldatılmış, kandırarak aşağıda ki isyanları çıkartmışlar. Tarihten hiç ders almamış bir millettir Türkler!

Ali Batı Ayaklanması 1919

11 Mayıs-18 Ağustos 1919 Diyarbakır yöresinin en önemli olayı, Midyat'ın güneyindeki aşiretlerden birinin reisi olan Ali Batı'nın, yöreye hakim olarak, İngilizlerin kışkırtmasıyla, Kürdistan Devleti kurmak için çıkardığı ayaklanmadır. Bu ayaklanma tarihteki ilk Kürdistan ideolojisi ile çıkarılmış ayaklanmadır.

Bozkır Ayaklanmaları 1919

29Eylül-4 Ekim 1919 Konya valisi Cemal Bey İstanbul hükümetinin valisi olarak Milli Mücadeleye karşı tavır alıp, hapishanedeki eşkıya ve katilleri serbest bırakıp, silahlandırmış ve İtalyan İşgal Güçlerinden de yardım alarak, milli mücadeleye destek veren halkı yok etmeğe çalışmıştır.

Şeyh Eşref Ayaklanmaları 1919

Bayburt'un Hart bucağında Millî Mücadele için çalışanları 'dinsiz ve şeriat düşmanı' olarak gösteren ve elde ettiği basit başarılardan sonra şımaran Şeyh Eşref, kendisinin 'peygamber' olduğunu ileri sürerek, bunu müridlerine kabul ettirdi. Şeyh Eşref ile başa çıkamayacağını anlayan İstanbul Hükûmeti, af yoluna gidilip olayın kapatılmasını, Mustafa Kemal Paşa ise, giderek büyüyen ve tehlikeli bir hâl alan olayın bir an önce bastırılmasını istiyordu. Bunun üzerine, Erzurum’daki 15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın bölgeye gönderdiği Albay Halit Bey (Deli Halit) komutasındaki kuvvetler, Hart’a yaptığı ani bir baskınla Şeyh Eşref ve yanındakileri zor duruma düşürdülerse de isyancılar karşı koymaktan vazgeçmedi. 24 Aralık 1919’da meydana gelen çatışmada Şeyh Eşref ve çevresindeki tarikatçılar ortadan kaldırılıp adamlarının bir bölümü teslim alındı.

Ahmet Anzavur 1920

Anzavur ayaklanması Kurtuluş Savaşı’na karşı Anadolu’da düzenlenen ayaklanmalardan biridir. İstanbul Hükümeti’nce desteklenmiş olan Anzavur Ayaklanmasının adı, ayaklanmaya önderlik eden Anzavur Ahmet'ten gelir. Şubat 1920'de ikinci kez ayaklandı. Gavur İmam adlı bir başka ayaklanmacının denetimindeki Biga'yı üs edindi. Ardından Gönen, Manyas, Ulubat, Susurluk, Bandırma ve Karacabey’i ele geçirdi.

Düzce ayaklanmaları 1920

1920'de 1. Düzce Ayaklanması başladı. Düzce'de Milli Mücadele Hareketi'ne karşı ayaklanmalar çıkarıldı. 19Temmuz-23 Eylül 1920 tarihleri arasında Milli Mücadele karşıtları 2. Düzce ayaklanmasını çıkardılar.

Yozgat ayaklanmaları 1920

Kurtuluş savaşı sırasında Kuvay-i Milliyeyi uğraştıran isyanlardan birisidir. Bir ayaklanma bastırılmış, ikinci bir ayaklanma olmuştur. Birinci ayaklanmanın patlak vermesi üzerine çeşitli bölgelerdeki kuvayı milliye kuvvetleri hemen isyancıların üzerine gönderilmişler, 20 haziran 1920 gecesi şehirde sabaha kadar süren müthiş bir çatışma yaşanmıştır. İkinci Yozgat ayaklanması ise 25Haziran-21 Ağustos 1920 tarihleri arasında gerçekleşmiştir. Yine bu ayaklanma da birincisinde olduğu gibi Kuvay-i Milliye tarafından güçlükle durdurulmuştur.

Zile Ayaklanması 1920

25 Mayıs-21 Haziran 1920 Bu ayaklanma Yıldızeli ve Yozgat olaylarıyla iç içe gelişmiştir. Buralardaki olaylardan cesaret alan Avukat Ali, eski Bucak Müdürü Naci, eski mal müdürünün oğlu İhsan’ın 30 kadar atlıyı toplaması ile başlayan tehdit edici gelişmeler üzerine bölgeye gönderilen Yarbay Cemil Cahit komutasında kuvvetler duruma müdahale etmiştir. Halkı hükümet aleyhine kışkırtmaya çalışan asilerle ilk ciddi çarpışmalar Zile’de yaşanmış, 150 kadar asi ölü ve yaralı olarak etkisiz hale getirilmiş, 30 kadarı da teslim alınmıştır. Yakalananlardan 50 kişi askeri mahkemede yargılanmış ve 22’si idam cezası almıştır.

Milli Aşireti Olayı 1920

1 Haziran-8 Eylül 1920 Özellikle İngiltere’nin ve Fransa’nın olumsuz propagandaları, para yardımı ve bir takım vaatler, Güneydoğu Anadolu bölgesindeki aşiretleri Türklerden ayırarak bağımsız bir Kürdistan Devleti kurma fikrine yöneltmiştir. Bu çerçevede Milli Aşiretinin ileri gelenlerinden Mahmut, İsmail, Halil, Bahur ve Abdurrahman Beyler Güneydeki düşmanlarla gizli temas ve bağlantı kurmuş ve harekete hazır hale gelmişlerdir. Fransızların Haziran ayı başlarında Urfa’yı ikinci kez ele geçirme girişimleri sırasında Milli Aşiretinin de Siverek yönünde harekete geçmesi TBMM Hükümeti için ciddi bir sorun halini almıştır.

Cemil Çeto Olayı 1920

20 Mayıs-7 Haziran 1920 Garzan’da Bahtiyar Aşireti Reisi Cemil Çeto, bazı aşiret reislerini kendi etrafında toplayarak bölgede hükümet kurma girişimlerine başlamıştır. Bu çerçevede Reşkotan aşiretini kendi yanına çekmek için tehditkar teklifler götürmüş, ancak Reşkotan aşireti başkanı tehditlere aldırmayarak hükümete sadakatini vurgulamıştır. Yine de harekete geçen Cemil Çeto, bir süre Garzan yöresine hakim olmuşsa da 13. Kolordunun aldığı önlemler üzerine hakimiyetini yitirmiştir. Adamlarının çoğunu kaybeden Cemil Çeto 7 Haziran 1920 de dört oğlu ile birlikte teslim olmuştur

Çopur Musa 1920

Çopur Musa ayaklanması, kısa sürede çevresine topladığı kendisi gibi asker kaçağı, kanun kaçağı, maceracı kişilerle çete oluşturarak kanunsuz işler yapmaya başlar. Hatta Anzavur adına asker topladığı da söylenir. Adamlarının çoğalması ve yaptıklarının karşılıksız kalmasıyla cesaret bulan Musa, 20 Nisan 1920 günü Denizli de Çivril Hükümet Konağı önüne gelerek, “ben Padişahın emrindeyim, Kuvay-i Milliye’yi dağıtacağım” der ve burada ayaklanmayı başlatır.

Kula Olayları 1920

27 Haziran 1920 de Kula Olayları çıktı. Bozguncular Türk askerini dağıttılar. Bunun üzerine 30 Haziran 1920'de Yunanlılar, Balıkesir ve Edremit bölgelerini işgal ettiler.

Konya Ayaklanması 1920

2 Ekim-22 Kasım 1920 bu ayaklanma da Kuvayı Milliyecileri asi ve kafir olarak gören, Anlaşma Devletlerine karşı milli bir direnişin mümkün olamayacağına inanan kişilerin önayak olduğu türdendir. Ayaklanma 2 Ekim - 22 Kasım 1920'de gerçekleşmiştir.

Demirci Mehmet Efe Ayaklanması 1920

1-20 Aralık 1920 çeşitli isyanların bastırılmasında emeği geçen Demirci Mehmet Efe 1885-1959 Birinci Dünya Savaşı esnasında 
askerlik görevini İzmir 5. Depo Alayı'nda demirci olarak yaparken Ermeni bir yüzbaşıdan yediği dayak üzerine firar etti. Kendisine yapılan onur kırıcı bir muameleden dolayı bulunduğu yerden kaçarak dağa çıkp eşkıyalık etmeğe başladı. Kısa zamanda topladığı yaklaşık 200 kişilik bir çeteyle İzmir Ödemiş civarında ün salmayı başarmıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlıların cazip vaatlerini reddederek milli kuvvetler safında yer almıştır. Daha sonra Türk Ordusuna katılmağı reddeden Demirci Mehmet Efe Albay Refet Bey komutasındaki süvari birliklerinin 11 Aralık'ta başlattıkları harekat sonunda adamları ele geçirilmiştir. Yaşı uygun olanlar düzenli ordu birliklerine alınmış, diğerleri terhis edilmiştir. Demirci Mehmet Efe ise 30 Aralık 1920 tarihinde TBMM Hükümeti'ne teslim olmuş, af edilerek Nazilli-Dualar köyüne yerleştirilmiş, yanına 50 kişilik bir muhafız kuvveti bırakılmıştır.

Pontus ayaklanması 1920

Samsun bölgesi Rumlarının Pontus devletini kurma amacıyla çıkarttığı ayaklanmalardır. Aralık 1920'de başlayan ayaklanmalar kesin zaferin kazanılmasından sonra 1923'te tam olarak bastırıldı. 

Çerkez Ethem Ayaklanması 1921

Vatan savunmasında kendi birliğiyle görev yapan Çerkez Ethem'in, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kurulmasından sonra düzenli ordunun içinde yer almak istememesi yüzünden başlattığı isyandır. Bunun farklı sebepleri bulunmaktadır. Bu isyan 1. İnönü Savaşı'nda bastırılmıştır. Kendi birliği olan Kuva-yi Seyyare ile başarılı hizmetleri olan Çerkez Ethem, bundan sonra Yunan ordusuna teslim olduğundan, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından vatan haini ilan edilmiştir.

Koçgiri İsyanı 1921

1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'ne karşı Koçgiri, Pezgavır, Maksudan, Aslanan, Kurmeşan, Parçikan, Cenbergan, İzol ve Giniyan aşiretlerinin içinde bulunduğu bir ayrılıkçı ayaklanmadır.Koçgiri aşireti reisi Alişan Bey, kardeşi Haydar Bey ve ile Gülağaoğullarından Mehmed İzzet, Naki, Hasan Askeri, Kazım ve Alişir in katıldıkları isyandır.

Nasturi Ayaklanması 1924

7 Ağustos-26 Eylül 1924 Güneydoğu Anadolu'da Süryanilerin bağımsızlık için Mardin Midyat ve civarında başlattığı isyan hareketidir

Şeyh Sait İsyanı 1925

13Şubat-Nisan 1925 Doğu Anadolu'da merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı bir ayaklanmadır. Şeyh Said'e bağlı kişilerin Diyarbakır'ın Eğil nahiyesine bağlı Piran Köyünde arama yapan bir jandarma müfrezesi ile çatışmaya girmeleri kısa sürede genişleyecek yaygın bir ayaklanmanın kıvılcımını oluşturdu. Genç vilayetinin merkez kazası Darahini'yi basarak 16 Şubat ta Türkiye Cumhuriyeti Vali sini ve öteki görevlileri esir alan Şeyh Said, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. Bu bildiride 'din uğruna savaşanların lideri' anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı. Şeyh Sait ayaklanması uzun süreli bir mücadele sonucu bastırılabilmiştir. Diyarbakır'daki Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said ve arkadaşları 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi 28 Haziran. Cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün infaz edildi.

Raçkotan ve Raman da Tedip Harekatı 1925

Siirt’in Beşiri bölgesinde Raman Aşireti, Garzan ve Rackotan Aşiretleri, Silvan ve Kulp'taki Bükran Aşiretleri'nin İngilizlerin de teşvikiyle Devlet'e karşı baş kaldırmalarıyla başlayan ayaklanma diğer ayrılıkçı ayaklanmalar gibi zorlukla bastırıldı. Bu ayaklanmayı bastırmak için isyancı aşiretlere karşı düşman aşiretler kullanılmıştır. Bu da tarihe tedip yani cezalandırma harekatı olarak geçmiştir.

1.Ağrı Ayaklanması 1926

16 Mayıs 1926'da Ağrı Dağı ve civarı ile İran topraklarının da dahil olduğu bir coğrafyada meydana gelen etnik ayaklanmadır. 16 Mayıs 1926'da Soğanlı, Kızılbaşoğlu, Sori, Cilkanlı, Bilhanlı ve Cinganlı aşiretleri, Ağrı'daki Brosonlu İbrahim ve adamları ile birleşerek ayaklandılar. İran'daki Yusuf Taso ile beraber 1.000 kadar atlının İran sınırını geçip Brosonlu'nun yardımına gelmesi üzerine ayaklanma büyüdü ve zorlukla bastırıldı.

Koçuşağı Ayaklanması 1926

7 Eylül 1926'da başlayıp 30 Kasım 1926 yılında son bulan isyan Ovacık, Hozat, Çemişgezek arasındaki bölgede vergi vermek istemeyen, askerlik ödevini yapmayan, çapulculuk yapan 450 kadar asinin çıkardığı bir isyandır. Şeyh Sait isyanından kaçan ve dağlara çıkan bu Koçuşağı aşiretine bağlı bu asiler, İngiliz ve Fransızların etkisi ile devlet için tehlikeli bir hal almaları üzerine bunlara yönelik bir harekata ihtiyaç duyulmuştur.

İkinci Ağrı Harekâtı 1927

İkinci Ağrı Harekâtı 13 Eylül 1927'de başlatılan harekatla Türk Ordusu İran sınırına kadar ilerlemiştir. Bu ayaklanma da etnik ayrımcılar tarafından sürdürülen ayrılıkçı bir ayaklanmaydı.

Mutki Ayaklanması 1927

Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra Mutki bölgesinde vergi, askerlik ve silah toplamak üzere Mutki bölgesine gönderilen kuvvetlerden bir tabura bölgede yaşayan aşiretlerin bir araya gelerek saldırması ile 1928 yılının ilkbaharında başlamış ayrılıkçı ayaklanmadır.

Asi Resul Ayaklanması Olayı 1929

Eruh ilçesi Jandarma Komutanı Teğmen sebep gösterilerek Lodi bucak merkezinin Tilmişar köyünden Jilyan Aşireti Reisi Resul'un aralarındaki anlaşmazlıktan kaynaklanmıştır. Çıkan anlaşmazlık sonrasında Jilyan aşireti ayaklanmıştır ve bu ayaklanma da ayrılıkçı ayaklanmalardan biri olarak tarihteki yerini almıştır.

3. Ağrı Ayaklanması 1930

İhsan Nuri ve Zilan Bey, Hesik aşiret reisi İbrahim Ağa'nın aşiretiyle birlikte İran sınırını aşarak başlattığı yeni bir ayaklanmadır. Ağrı'da çıkan 3. ayaklanma olması sebebiyle 3. Ağrı ayaklanması adını almıştır ve Ağrı'daki son ayaklanmadır. Bu ayaklanma da diğer ayrılıkçı ayaklanmalar gibi güçlükle bastırılmıştır.Ayaklanmanın bastırılmasından sonra Adana Ağırceza Mahkemesi'nde yapılan yargılamalarda 34 kişi idam cezasına çarptırıldı. 1938'de ise Karaköse olan ilin adı, Ağrı olarak değiştirildi.

Savur Tenkil Harekatı 1930

26 Mayıs-9 Haziran 1930 tarihinde Mardin'de çıkan ayrılıkçı ayaklanmayı bastırmak için düzenlenen ayrılıkçıları uzaklaştırma harekattır.

Zeylan İsyanı 1930

Ayrılıkçı isyanlardan biridir. Van ile Ağrı arasında gerçekleştirilen bu ayaklanma etnik bölücülük amacıyla Ermeni Hoybon ve Taşnak cemiyeti tarafından planlanarak 2 Haziran 1930 tarihinde başlatılmıştır. Bendimahi Suyu, Tendürek, Murat Başı, Bozdağ, Güngör Dağı ve Erçiş bölgesinin tamamının katıldığı bu isyan, bir tümen asker ile ancak 18 Eylül 1930 tarihinde bastırılmıştır.

Oramar Ayaklanması 1930

1930'da Yüksekova'ya bağlı bir köy Oramar'daki aşiretlerin devlet güçlerine saldırması olayı 'Oramar ayaklanması' olarak kayıtlara geçti. Genelkurmay da aynen bu isimle ayrılıkçı isyanlardan biri olarak kayıtlara geçiriyor

Menemen Ayaklanması 1930

23 Aralık 1930 günü gerçekleşen, Cumhuriyet tarihinin ikinci önemli irtica hadisesidir. İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın ve yardımına koşan bekçiler Hasan ve Şevki'nin şeriat isteyen bir grup tarafından öldürülmesiyle başlayan olaylar zinciri. Olayların ardından bölgede sıkıyönetim ilan edilmiş, kurulan Divanı Harp'te failler idam dahil çeşitli cezalara çarptırılmışlardır.

Dersim İsyanı 1937-38

Dersim İsyanı olarak bilinen olaylar, şu anki adıyla Tunceli ili'nde 1937 yılında Türkiye Cumhuriyeti ile Dersim aşiretleri arasındaki anlaşmazlıklar sonucu çıkan ayaklanmalarda yaşanan olayların genel adıdır. Aşiret lideri Seyit Riza başta Ermeniler olmak üzere Yurt içinde ki yatakçıları ile birlikte isyan başlatmışlardır. Bu olayların ardından Dersim olan yörenin adı Tunceli olarak değiştirilmiştir.
Dersim isyanı, bu bölgedeki en son ayaklanmadır. Ve ayaklanmanın Alevilerin haklarıyla ya da talepleriyle en küçük bir ilgisi yoktur. Bölgedeki derebeyleri, seyit olsun, aşiret reisi olsun, Aleviler uğruna tek kurşun atmamışlardır. Ve bu derebeyleri; kendilerine Alevi kesimi temsil ederek gelen iki önemli Alevi büyüğünü de reddetmişlerdir.

Dersim bölgesi ta Osmanlılar döneminde de yağma hareketleri ile öne çıkmıştır. Kurtuluş Savaşı başlatılırken, bu bölgede Koçkırı isyanı patlak verdi. Sivas’ın doğusundaki ve Dersim’in batısındaki Alevi aşiretlerin yer aldığı bu ayaklanmadaki amaç, bağımsız bir Kürt devleti kurmak tı. Bu gerçeği öğrenmek isteyenler, mutlaka Baytar Nuri diye bilinen Dersimli Veteriner Mehmet Nuri’nin yazdığı 'Kürdistan Tarihinde Dersim' isimli kitabı okumalıdırlar. Baytar Nuri aşırı bir Kürtçüdür ve Kürdistan Teali Cemiyeti üyesidir. Kitabında, Türklere etmediği hakaret kalmamıştır ve yazdıklarını ‘İntikam, intikam, intikam!’ çığlıkları ile bitirmektedir. Kendisine, Koçkırılı Alişer yardımcı olmaktadır. Bu ikili Seyit Rıza’yı da yönlendirmektedir.
Kaynak: https://turkiye-cumhuriyeti-donemi-isyanlari.nedir.org/

TUNCELİ İLE İLGİLİ BİR TV TARTIŞMASI;

Televizyon programındaki tartışmacı dört milletvekilleri; bir tarafta Sırrı Sakık ile Murat Bozlak.

Diğer ikisi ise Kamer Genç ile Mehmet Gül.

Sırrı Sakık, Kamer Genç’e saldırıya geçerek şöyle dedi;
"Siz Atatürk’ü savunarak soykırıma uğrayan Dersim'li Kürtlere ihanet ediyorsunuz."

Kamer Genç anında şu karşılığı verdi;
"O kullandığınız cümlede bir kaç tane büyük yalan var."

Sırrı Sakık: "Ne imiş o yalan?"

Kamer Genç:
"Birincisi Dersim bir ilin değil bölgenin adıdır ve benim ilim Cumhuriyetle beraber Tunceli olmuştur. İkinci husus Dersim’de olanlar soykırım değil, yeni kurulan bir devletin başkaldıranlara karşı önlem almasıdır. Bir başka yanlışınız ise Tunceli asla Kürt değildir. Biz Hazar kökenliyiz. Dilimiz de sizden farklı, yani ne Kırmancı ne de Zazaca konuşuyoruz."

Sırrı Sakık: "Ya Seyid Rıza’ya ne diyeceksin?"

Kamer Genç:
"O İngilizlerin oyununa gelmiş bir şahıstır. Tunceli'lilerin o dönem önderi, Atatürk’ün yoldaşı olan Diyap Ağadır. O yıllarda Şeyh Said ve Seyid Rıza’yı kullananlar şimdi PKK’yı kullanıyorlar."

Kamer Bey’in şu sözü de çok düşündürücüdür:
"Ben Atatürk ve Cumhuriyet sayesinde okuyup milletvekili oldum. Cumhuriyet olmasa bir kuldum. diyor. Saygıyla anıyoruz
22.01.2016






23 Aralık 2023 Cumartesi

MENEMEN OLAYI

“Arkadaşlar, aslında imha edilmek istenen Kubilay değildir, bu Kubilay timsalidir. Caniler, şuurla hareket etmişler; yeniyi, hürriyeti, medeniyeti, gençliği ve Cumhuriyeti imha etmek istemişlerdir.” Muhiddin Adil Bey, 31 Aralık 1930

23 Aralık 1930, Salı. Sabahın erken saatlerinde Giritli Derviş Mehmet ve 5 arkadaşları Şamlı Mehmet, Sütçü Mehmet Emin, Nalıncı Hasan ve Küçük Hasan Manisa'dan Menemen'e geldiler. İçtikleri esrarlı sigaralar ellerinde, dumanlı kafalarla sabah namazında çarşıdaki Müftü (Gazez) Camisi’ne daldılar. Başı sarıklı Derviş Mehmet, “Ben mehdiyim! Dinimizi korumak için buraya geldim! Beni dinleyin!” diye konuşmaya başladı. Şeriat bayrağının altında toplanmayanları kılıçtan geçireceğini söyledi. Sonra tekbirlerle camiden çıktılar. Toplanan kalabalığın arasında gayri müslimler de vardı.

Menemen halkını şeriat sancağı altında toplanmaya çağırdılar. Camiden aldıkları yeşil sancağı Menemen meydanına diktiler. Biriken kalabalığın bakışları arasında zikre başladılar. Derviş Mehmet, olay yerine gelen Yüzbaşı Fahri Bey’e, “Ben mehdiyim! Şeriatı ilan ediyorum! İzmir Bergama yolu silahlı adamlarım tarafından tutulmuştur!” diye meydan okudu.

Bunun üzerine 43. Alay Komutanı Yarbay Nihat Bey, İzmir'in Menemen ilçesinde, askerlik görevini yedek subay olarak yapmakta olan Öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın olaya müdahale etmesini istedi. Kubilay, silahlarında eğitim fişekleri bulunan bir takımla olay yerine geldi. Takımı meydanın köşesinde bırakıp tek başına gözü dönmüş yobazlara doğru gitti. Tekbir getirenlerden Derviş Mehmet’e yaklaştı ve; “Ne yapıyorsunuz? Siz kimsiniz? Hükümete isyan mı ediyorsunuz? Haydi dağılın!” diye bağırdı. Bu sırada başlayan itiş kakış esnasında ateş ettiler ve Kubilay vurulup yere düştü.

Yaralı Kubilay sürünerek birkaç adım ötedeki camiye sığınmak istedi. Cami avlusuna kadar geldi. Çok geçmeden Derviş Mehmet, can çekişen Kubilay’ın başına dikildi. Arkadaşından aldığı, bağ bahçe işlerinde kullanılan, kıvrık kör bir bıçakla Kubilay’ın boğazını kesip kafasını vücudundan ayırdı. Elindeki kesik başı birkaç kere oradaki taşa vurdu. Rivayete göre Kubilay’ın akan kanını içti.

Sonra yeşil sancağa taktığı kesik başı meydana getirip oradaki bir elektrik direğine bağladı. Bu sırada Şevki ve Hasan adlarında ki iki bekçi, eli kanlı yobazlara ateş açtı. Ancak her ikisini de orada şehit ettiler.

Daha sonra Yüzbaşı Ragıp Bey ve Yüzbaşı Bahri Bey iki ayrı kuvvetle olay yerine geldi. Derviş Mehmet, “Mehdi ölmez! Bana kurşun işlemez!” diye bağırıyordu. Yarım saat kadar süren çatışma sonunda Derviş Mehmet ile beş arkadaşından ikisi öldü. Biri yaralı ele geçirildi. İkisi yaralı olarak kaçtılar, ancak kısa süre sonra onlar da yakalandı.

Menemen iddianamesinde, Menemen Olayı ‘tarikat ağacının zehirli meyvesi’ olarak adlandırıldı.

Bu olayla ilgili 606 kişi tutuklandı. İstanbul’da Nakşi Şeyhi Erbilli Şeyh Esat Efendi de tutuklananlar arasındaydı. Mustafa Muğlalı Paşa başkanlığındaki Divan-ı Harbi Örfi, Menemen sanıklarını iki grup olarak yargıladı. İstanbul’da yaşayan Şeyh Esat Efendi ve Laz İsmail Hoca ile Derviş Mehmet'in ilişki kurdukları tespit edilmiş ancak tam deliller olmadığından onlar daha sonra serbest kalmışlar.

Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra Şeyh Esat Efendi, müritleri köşkünde ağırlamış ve hatta onlarla mektuplaşmıştır. Mahkemede bazı sanıklar deli numarası yapmış, yargılamalar sırasında ‘kadın istismarlığı ve esrarkeşliğe’ varana kadar, tarikat, cemaat bataklığı, olanca çirkefliğiyle su yüzüne çıkmıştır. 

Duruşmalar neticesinde Menemen Olayı’nın Naşibendi tarikatı tarafından planlanan bir irtica olayı olduğu görüldü. Mürteciler, Menemenlilerin kendilerine yardım edeceğini düşünmüştü ancak umdukları gibi olmadı. Menemenliler gerici yobazlara yardım etmediği görüldü.

Yargılanan 105 sanıktan 37’sine idam verildi. TBMM, 37 idam kararından 28’ini onayladı. 105 sanıktan 27’si beraat etti. Geride kalanlara ise 24 ile 1 yıl arasında hapis cezaları verildi.

Burada Menemen Olayından sonra dikilen anıttan da bahsetmek lazım; 

Şehit Kubilay Anıtı: Heykeltıraş Ratip Aşir Acudoğu tarafından 1932 yılında, Kubilay Kışlası 57. Topçu Tugay Komutan Yardımcılığı içerisindeki, etrafı çam ağaçlarıyla çevrili en yüksek rakımlı tepenin üzerinde yapıldı. Elinde mızrağıyla ufka doğru bakan genç heykeli Türk gençliğini temsil eder. Onun altında ise Atatürk'ün Gençliğe Hitabesinin bir bölümü yer alır. Arka alanda yan yana yükselmekte olan üç sütundan soldaki Bekçi Şevki, ortadaki Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ve sağdaki ise Bekçi Hasan'ı temsil eder. Anıtın arka tarafında ise “İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz.” yazılıdır. Güvenlik açısından mezarının yeri saklı tutulmaktadır.

Şimdi Menemen Olayını tattık. Cumhuriyeti kuranlar, daha önce de Şeyh Sait İsyanında o zehirli meyveyi tatmıştı. Bu nedenle tarikat ağacını kurutmak için Tekke, Zaviye ve Türbeleri kapattılar. Ancak gelin görün ki şimdi yine canlandılar. Atatürk’ten sonra yeni filizler verdi, aynı kepazelikler tüm hızıyla devam ediyor. Saygılar.




19 Aralık 2023 Salı

LAGARİ HASAN ÇELEBİ

Osmanlı’da gerçek olduğunu düşündüğümüz yaygın bir efsane olan Hezarfen Ahmet Çelebi’nin uçuşunun gerçek olmadığını geçtiğimiz haftalarda anlatmıştım. Kanıtları ve gerekçeleriyle anlattığım bu içeriğin sonunda Lagari Hasan Çelebi adında bir şahsın ismini geçirmiştim. Şimdi ise merak edenler için, Lagari Hasan Çelebi kimdir? Gerçekten uçtu mu? İşte tüm detaylarıyla sizlerle.

Lagari Hasan Çelebi’nin şahsi hayatı hakkında elimizde fazla bir kaynak bulunmamaktadır lakin bu onun gerçekliğini çürütmez. Onun nerede doğduğu ve zamanı kesin olarak bilinmese de ufak bir tahminde bulunmak mümkündür ki yaşı konusuna daha sonra değineceğiz.

İstanbul’da, Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin on yedinci hakanı olan IV. Murat Han’ın kızı Kaya Sultan dünyaya gelmişti. Kızının doğumuna pek sevinen Han, bu sevinçli haber üzerine Payitaht’ta bir eğlence kutlama düzenlemişti.

Kutlamaların sürdüğü bu günlerde, Lagari Hasan Çelebi çok enteresan bir planı kafasında kurmuştu. Kendisini göğe yükseltecek bir aracın maketini kafasına oturttuktan sonra, bu icadın yapımına geçmişti. İçine yerleşeceği düzeneğin etrafına birkaç roket benzeri minik yapılar yerleştirmiş ve bunları düzenekle birleştirmişti. Ardından roketlerin hepsine kaynağa göre 50 Okka’yı pay etmişti. (Bir Okka, günümüz ölçüsü ile 1282 gram eder) Günümüz ölçüsüyle 64-65 kiloya eşit olan bu ağırlık, Lagari Hasan Çelebi gibi ince, zayıf birisini kolaylıkla taşıyabilecek durumdaydı. Hasan Çelebi, aklındaki uçma fikrini ve kendi emeğiyle yapmış olduğu icadı sultan’a kadar duyurmayı başarmıştı.

Sarayburnu’nda eğlenceler sırasında, Hasan Çelebi hünkarın tahtına yaklaşıp, padişahın elini öpmüş ve şu cümleleri söylemişti: “Hünkarım, seni Hüda’ya ısmarladım. İsa Babamızla konuşmaya gidiyorum.” Ardından o dönemdeki imkanlarla yaptığı roketine binmiş ve hazır olunca yardımcılarına fitili ateşlemelerini emretmişti. Fitil ateşlendiği gibi mükemmel bir duman etrafa yayılmış ve Lagari Hasan Çelebi roketiyle birlikte göğe doğru fırlamıştı. Çok kısa bir süre sonra roket düşmeye başlamış, Hasan Çelebi ise tedbir amaçlı yanına almış olduğu paraşüt benzeri aletiyle roketten atlamış ve denize yavaşça inmişti. Ardından derhal karaya çıkmıştı.

Sırıl sıklam bir şekilde tekrar Sultanın yanına varmış olan Hasan Çelebi, hünkarın elini ikinci kez öpmüş ve Sultan Murat’ın alaycı bir merakla sorduğu soruya cevap vermişti. “Ee Hasan Çelebi, İsa Babamızdan ne haber getirdin?” Sultanın alaycı sorusundan hayli keyiflenmiş olan Hasan Çelebi cevaben; “Size selamımı iletmemi söyledi Devletlüm.” diyerek mizacı sert olan padişahı güldürmeyi başarmıştı.

Ardından yaşanan gelişmelerin bir kısmı güzel gitse de sonu hiç iyi olmamıştı. IV. Murat Han, Hasan Çelebi’yi takdir ettiğini göstermek amacıyla ona bir kese altın vermiş ardından onun sipahi olarak yanında çalışmasını sağlamıştı. Fakat Osmanlı’nın çoğunluğunu kapsayan yobaz kesim ve gerici devlet adamları tarafından ayıplanmış ve Tanrı’ya şirk koşmakla suçlanmış olan Hasan Çelebi, hünkarın emriyle Kırım topraklarına sürgüne gönderilmişti.

Selamet Giray’ın hizmetinde bir süre çalışmış olan Çelebi, Kırım’da vefat etmişti. Böylesine büyük bir mucidin Avrupa’da göreceği değerin haddi hesabı olmazken kendisi maalesef Orta Doğu ve Osmanlı’nın en gerileme döneminde parlamış ve hemen sönmüştü.

Modern dünyadaki roket çalışmalarının, Hasan Çelebi’nin çalışmalarının incelenerek yapıldığı pek çok kişi tarafından bilinmemektedir. Hatta Hasan Çelebi’nin varlığından birçok insan haberdar bile değildir.  

Peygamber Efendimiz "Ey Müslümanlar, ilim Çin de olsa bile gidip öğreniniz!" demiştir. Müslümanlık gericilik yobazlık dini olmamalı. Kültürlü, ilim sahibi Müslüman olmak herkesin hayalı olmalı. Din adamları Müslümanların ileri gitmelerini engellememeli. ALINTI 


16 Aralık 2023 Cumartesi

MOUSTPHA KEMAL

Naciye Günçavdı· 13 Aralık, 09:30 Facebookta anlatıyor;

Kanada'nın Ontario eyaleti, İngiliz bölgesidir. Benim de hayatımın önemli bir kısmı ve çocukluğum burada geçti.

Burada doğdum ve bu kültürün eğitim sisteminde temel eğitimi aldım.

Bir öğretmenimiz vardı, şimdi ismini hatırlamıyorum. Orta boylu, turuncu kafa, yuvarlak gözlüklü sevimli bir tipti. Bildiğin İngiliz kızılı.

Badi badi yürüyen, koltuğunun altında hep bir kitaplar olan, arada onları düşüren bu adamı hepimiz severdik.

Tuhaf da konuşurdu ama her şeyi bilirdi bak. Ne sorsak; 'şak' diye cevap verirdi.

Birleşik Krallığa bağlı ülkelerin eğitim sisteminde, Çanakkale ve Türkiye konuları biraz hızlı geçilir. Çünkü bu savaşlarda mağlup olmuşlardı, pek anlatmazlar.

Aylarca Paupa Yeni Gine'yi ne biçim fethettiklerinden bahseder de, bundan pek söz etmemeye çalışırlar.

Ama gerçekler, acıtsa da gerçektir...

Bir gün, konu dönüp dolaşıp birinci dünya savaşında gelmişti.

Bizim turuncu kafa, öyle örtbas edebilecek bir adam değil, yekten anlattı.

"Savaşı kazanırken kaybettik." dedi.

Devam etti.

"Biz aslında birinci dünya savaşında bu Osmanlı ve Almanya'yı feci şekilde yendik. (Biz dediği, Birleşik Krallık ve oyun arkadaşları)

Fakat nasıl olduysa; Türkler, bu işten daha karlı çıktı.

Bir devlet kurdular, yok olmaya yüz tutan kültürel değerlerini geri getirip, batının çok ilerisinde bir cumhuriyet ilan ettiler" Dedi.

O dedikçe, ben sıramda devleşiyor, triplere giriyordum.

Devam etti ve tahtaya;

"Moustpha Kemal Ataturk"

Yazdı.

"Bakın millet"

dedi ve doğru cümleyi kurabilmek için elindeki tebeşiri çevirerek biraz düşündü kafasını kaldırdı;

"Bu ismi iyi tanıyın. Hatta kafanıza yazın ve hiç unutmayın. Dünya tarihinde, bu adamın vizyonuna sahip başka birisine ben hiç rastlamadım.

Çok iyi bir asker, çok iyi bir öğretmen, çok iyi bir yönetici, çok iyi bir matematikçi, çok iyi bir tarihçi, çok iyi bir diyebileceğiniz bir sürü şeyi, kendinde barındıran başka bir insan yok.

Tanıyın ve unutmayın." dedi.

Çocuğum, en çok 12 falan sanırım. Başladım ağlamaya.

Yanıma geldi;

"Senin yerinde olsam böyle hissederdim" dedi, başımı okşadı ve yerine gitti.

İngiliz Hoca böyle dedi..”

                   Gülerden Altıntaş Sayın Dr. Mehmet Okan Özdemir

11 Aralık 2023 Pazartesi

TECRÜBE

Yıllar önce öğretmenlik yaparken bir toplantıda 'TECRÜBE' nedir? diye bir soru sordular. Herkes kendine göre çeşitli tarifler ettik. İçlerinden bir tanesini beğenildi ve birinci kabul edildi. İşte o tarif; "Hayatta her konuda deneyimlerle elde edilen bilgilerdir." 

50'li yaşlarda bir adamın doğum gününde yazdığı 21 maddelik hayat dersleri tecrübe olabilir mi? Bence olması gerek!

-Her gün ne kadar aptal olduğumu daha iyi anlıyorum. Aptal olmak normaldir. Ama ben 18 yaşındayken kendimi bir dâhi sanıyordum. Şimdi ise tam bir ahmak olduğumu fark ediyorum.

-Deneyim, her türlü maddiyattan daha değerlidir.

-Hayatınızda yapacağınız en önemli kariyer seçimi, eş seçiminizdir. Bir insanın hayatını eşleri şekillendirir.

-Parayla ilgili üç yetenek vardır; kazanmak, elde tutmak ve büyütmek. Bunların üçü de birbirinden çok farklı yeteneklerdir.

-Çocuk sahibi olmak korkunç ve muhteşem bir şeydir. 

-İnsanın hayatında sekiz saatlik bir uyku çok önemlidir.

-Yiyip içtiklerinize dikkat edin ve her geçen yıl porsiyonlarınızı biraz daha küçültün. Yaş ilerledikçe ne kadar spor yaparsanız yapın bir faydası olmuyor.

-İnsanların sizin hakkınızda ne düşündüğünü önemsememek için çaba sarf edin. Bu, benim için hâlâ çok zor ama öğreniyorum.

-İletişim kurduğunuz herkesi sanki kendi çocuğunuzmuş ve yarın ölecekmiş gibi hayal edin. Böylece dinlemeyi ve nazik olmayı öğrenirsiniz.

-Öfke aslında gerçek bir his değildir. Onu yaratan korkudur. Öfkelenmeden önce sizi korkutan şeyin ne olduğunu düşünün.

-Her beş senede bir hayatınızda radikal değişiklikler yapın. Aksi halde hayat oldukça sıkıcı olabilir.

-Her gün yaratıcılığınıza belirli bir zaman ayırın. Yaratıcılık bir kas gibidir ve onu geliştirmeniz gerekir. İlham ise içi boş bir hurafeden ibarettir.

-Minnettarlık ve şikayet etmek, suçlamak gibi durumlar bir insanda aynı anda bulunamaz. Hangisini yansıtmak istediğinizi seçin.

-Okumak, bir hayata sığdıramayacağınız kadar deneyimi öğrenmenizi mümkün kılar. Bol bol okuyunuz.

-Hayatta en çok yapmak istediğiniz 25 şeyi listeleyin ve sizin için en önemli olan 5 tanesini bunlardan ayırın. Daha sonra kalan 20’yi çöpe atın ve unutun;  çünkü onlar sizde yalnızca kafa karışıklığı yaratır.

-Başarının yüzde doksan dokuzu çalışmak, yüzde biri ise yetenektir. Yetenek ateşleyici güç ise, çalışmak benzindir.

-Sık sık komedi izleyin; hatta imkânınız varsa her gün izleyin. Çünkü gülmenin hastalıkları iyileştiren bir gücü vardır.

-Isaac Newton merkez kaç ve kütle çekimi kalkülüsü icat etti; fakat aynı zamanda simyaya da inanıyordu. Pek çok aptalca şey yapmadan zeki ve başarılı olmanız mümkün değildir.

Hayatı akışına bırakmayı bilin. Tüm problemlerinizi bugün çözmeye çalışmayın.

-Ne kadar az şeye sahip olursanız, o kadar az şey size sahip olur.

-Sizden nefret ettiğini bildiğiniz insanlarla karşılaştığınızda onlara bakın, ellerini sıkın ve içten bir tebessümle karşılık verin.

-Kabalık etmek insana hiçbir zaman hiçbir şey kazandırmaz. Karşınızdakileri anlamaya çalışın ve istedikleri her ne olursa olsun bunu başarabileceklerini söyleyin.

Hayırlı, huzurlu mutlu günler dilerim.

1 Aralık 2023 Cuma

ÇOK YARARLI TIBBI BİLGİLER

Her insan hayatı için gereken tıbbi sayılar:

1. Tansiyon : 120/80

2. Nabız : 70 - 100

3. Sıcaklık (Ateş): 36.8 - 37

4. Nefes alma : 12-16

5. Hemoglobin : erkek (13.50-18) Kadın (11.50 - 16)

6. Kolesterol : 130 - 200

7. Potasyum : 3.50 - 5

8. Sodyum : 135 - 145

9. Trigliserid : 220

10. Vücuttaki kan miktarı:

Pcv % 30-40

11. Şeker : Çocuklar için (70-130) Yetişkinler : 70 - 115

12. Ütü: 8-15 mg

13. Beyaz kan : 4000 - 11000

14. Pattika : 150.000 - 400.000

15. Alyuvarlar: 4.50 - 6 milyon..

16. Kalsiyum: 8.6 - 10.3 mg/dL

17. D3 vitamini: 20 - 50 ng/ml (ml başına nanogram)

18. B12 vitamini: 200 - 900 pg/ml

Bu değerleri aşanlara tavsiyeler: (40, 50 ve 60 yaş için)

*ilk ipucu:

Susamasanız da, istemeseniz de her zaman su için.. En büyük sağlık sorunlarının çoğu vücutta susuzluktan kaynaklanır. Günde minimum 2 litre 24 saatte

*ikinci ipucu:

Vücut hareket etmelidir, ister yürüyerek, ister yüzerek ya da herhangi bir spor yaparak. Yürümek başlangıç için iyidir..

*üçüncü ipucu:

Yemeği yere bırakın..

Aşırı yemek isteğini dizginleyin. Açlığı abartmayın ama miktarı azaltın. Daha fazla protein, karbonhidrat bazlı yiyecekler kullanın.

*dördüncü ipucu:

Gerekmedikçe araba kullanmayın.. Yürüyün. Asansörü ya da yürüyen merdiveni kullanmaktansa normal merdivenleri tırmanın

*beşinci ipucu:

Öfkenizi bırakın..

Endişeleri bırakın. Bazı şeyleri görmezden gelmeye çalışın...

Problemli insanlara bulaşmayın... Pozitif insanlarla konuşun ve dinleyin.

*altıncı ipucu:

Kendinizi ve etrafınızdakileri sınırlamayın..

*yedinci ipucu:

Başaramadığınız hiç kimse için ya da bir şey için üzülmeyin

Sahip olamayacağınız şeylere üzülmeyin,

Görmezden gelin, unutun gitsin;

*sekizinci ipucu:

Tevazu içinde olun. Tevazu insanları sevgiyle size yaklaştırır.

Yetişkinler için sağlık ipuçları:

Ne kadar meşgul olursanız olun, sağlıklı kalmak için bunları izleyin:

Çayda daha az süt için. Bunun yerine limon veya limon suyu ekleyin.

Gündüzleri çok su için; ama geceleri az için.

Gün içinde 2 fincan kahveden fazla içmeyin.

Daha az yağlı yiyecekler yiyin .

Uyumak için en iyi zaman 22:00'den sabah 6:00'ya kadardır.

5 veya 6'dan sonra biraz yiyin.

Sıcak suyla ilaç almayın.

Yaş ilerledikçe soğuk su içmeyi bırakın, sadece oda sıcaklığında su için

Günde en az 8 saat uyumaya çalışın.

Stres atmak, genç kalmak ve kolay yaşlanmamak için öğleden sonra 3'e kadar bir buçuk saat uyuyun

Telefonunuzun pili sadece bir çubuk kaldığında artık arama yapmayın çünkü tehlikeli radyasyon ve dalgalar tam dolu bir pilden kat daha fazladır

Çağrılara cevap vermek için sol kulağınızı kullanın, sağ kulak doğrudan beyninize zarar verir. Aramalara cevap vermek için kulaklık kullansanız iyi olur.

Mümkün olduğunca kontrol etmeniz gereken iki şey:

(1) tansiyonunuz

(2) kan şekeriniz

Diyetinizi azaltmanız gereken en az beş şey:

(1) Tuz

(2) Şeker

(3) özel olarak kızartılmış kırmızı et

(4) İşlenmiş et ürünleri

(5) süt ürünleri

Diyetinizde artırmanız gereken dört şey:

(1) Yeşillikler / Sebzeler

(2) Fasulye

(3) meyveler

(4) çeşit tohum

Unutmanız gereken üç şey:

(1) yaşınız

(2) geçmişiniz

(3) Endişeleriniz / kederleriniz

Ne kadar zayıf ya da güçlü olursanız olun, sahip olmanız gereken dört şey:

(1) gerçekten seven arkadaşlar

(2) ilgilenen aile

(3) olumlu düşünceler

(4) sıcak ev

Sağlıklı kalmak için yapmanız gereken beş şey:

(1) Şarkı söylemek

(2) Danslar

(3) gülümsemek / kahkaha

(4) trek / egzersiz

(5) Kilo vermek

Yapmamanız gereken beş şey:

(1) Yemek için aç kalana kadar beklemeyin

(2) İçmek için susayana kadar beklemeyin

(3) Uyumak için uyuyana kadar beklemeyin

(4) Dinlenmek için yorgun hissedene kadar beklemeyin

(5) Sağlık kontrole gitmek için hastalanana kadar beklemeyin, yoksa hayatınıza pişman olursunuz.

Bu sağlık ipuçlarını okuduktan sonra yapmanız gereken bir şey:

(1) Bunu sevdiklerinize ve dostlarınıza iletin.

Normal işinizi yürütürken, ne kadar formda olduğunuzu görmek için her zaman vücudumuzu kontrol etmeyi unutmayın. Sağlık zenginliktir

Yüksek tansiyon

120/80 -- sıradan

130/85 -- sıradan ( yönetim

140/90 -- üst

150/95 -- V. Yüksek

Kalp Ritmi

Dakikada 72 (ideal)

60 --- 80 arasında. ( Normal )

40’dan az – 180’den çok (Sıra dışı)

Sıcaklık

98.4 F (36,9 C)- Normal

99.0 F (37,2 C)- Ateş

Kalp krizleri ---

Sıcak su içmek gerek. Soğuk su içmeyi sevenler, bu yazı sizin için geçerli.

Çinliler ve Japonlar yemekleriyle soğuk su değil sıcak çay içiyorlar. Belki de yemek yerken onların içme alışkanlığına alışmanın zamanı gelmiştir. Yemekte soğuk içecek/su içmek çok zararlıdır. Çünkü tükettiğiniz yağ maddesi serin su ile kalınlaşır. Bu, yiyeceğin yapışmasını yavaşlatır. Bu 'çamur' asidi katı yiyeceklerden daha hızlı bir hareketle parçalanır ve emilir. Yağlanır ve kansere neden olur. Yedikten sonra sıcak çorba veya sıcak su içmek daha iyidir.

Patates kızartması ve burgerler kalp sağlığının en büyük düşmanıdır. Kola bu şeytana daha fazla güç verir.

Kalbiniz ve sağlığınız için bunlardan uzak durun.

Gece kan pıhtılaşmasını, kalp krizini veya felç riskini önlemek için uyumaya hazırlanırken bir bardak ılık su için. Alıntı.