SAYFALAR

27 Şubat 2022 Pazar

İNSANLAR İÇİN TAVSİYELER

1. Bol su için.
2. Kahvaltıda çok, öğle yemeğinde orta, akşam yemeğinde az yiyin.
3. Ağaçlarda yetişen meyveleri, sebzeleri daha çok, fabrikalarda üretilen beklemiş yiyecekleri daha az yiyin.
4. Hiç bir şeyi içinize atıp dert etmeyin.
5. Geçmişte neler yaptığınızı unutmadan, gelecek için plan yapın.
6. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun. Tefekkür edin.
7. Düzenli uyuyun.
8. Her gün en az 30 dakika yürüyüş yapın, ve gülümseyin!
9. Hayatınızı başkalarının hayatı ile karşılaştırmayın. Onların nasıl olduğuna dair hiçbir fikriniz yok.
10. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere sahip olmayın. Bunun yerine enerjinizi şu an için harcayın, nefes aldığınız her anın kıymetini bilin.
11. Sadeliğin güzelliğini keşfedin.
12. Hayatı çok da ciddiye almayın. Fâni olduğunuzu unutmayın. Ölümden korkmayın.
13. Kıymetli enerjinizi başkaları hakkında konuşarak harcamayın.
14. Sû-i zandan kaçının.
15. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. 
16. Geçmiş meseleleri unutun. Kişilerin geçmiş bırakanlarını hatırlatmayın. Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.
17. Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır. Kimseden nefret etmeyin.
18. Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.
19. Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın. Problemler, cebir dersi gibi gelip giden, ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu devam ettiği eğitim programının bir parçasıdır.
20. Daha fazla gülümseyin ve pozitif olmaya çalışın.
21. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz. Aynı fikirde olmasanız da, hoşgörülü olun.
22. Ailenizi sık arayın ve yakınlarınızdan irtibatı kesmeyin.
23. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin. Gülümseme, teşekkür, iltifat, yardım, destek, moral.
24. Herkesi her şey için affedin.
25. 70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.
26. Her gün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız birine SELÂM verin.
27. Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü ile ilgilenmeyin.
28. Doğru olanı yapın, yanlışlarınız için de pişman olmayın. Ne oluyorsa ya da olmuyorsa, hayrımıza olduğu içindir.
29. Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan her şeyden uzak durmaya çalışın.
30. Her şeyin iyiliğine inanın, yaşadığımız her şey iyiliğimiz içindir.
31. Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir. Durumu kabullenin.
32. Nasıl hissederseniz hissedin, kalkın, giyinin ve ortaya çıkın. Kendinizi eve kapatmayın.
33. En iyisine henüz sıra gelmedi.
34. Sabah canlı olarak uyandığınız için ALLAH’ a şükredin.
35. Maneviyatınız daima mutluluğunuzdur. Hislerinizi önemseyin.
İnanın, dua edin, gerekeni yapın ve gerisini ilahi akışa bırakın. 
Alıntı.

21 Şubat 2022 Pazartesi

HATIRLANMAYAN TALİHSİZ ADAM

Mustafa Kemal Atatürk: "Karadeniz Havaları Bizim Milli havalarımızdır."

Trabzon'u henüz Ruslar işgal etmeden önce 1912 yılında Maçka’da dünyaya geldi. Çocukken o zor işgalci dönemleri geçirdi. Daha sonra her Maçkalı'nın yaptığı gibi İstanbul'a, gurbete çalışmaya gitti. Kendi başına kemençe çalmayı öğrendi. Ancak çaldığı kemençe diğer kemençelerden başka bir ses çıkarıyordu.

"Maçkalı bu büyük sanatçı iki büyük savaş gördü, gurbet gördü, sevda yaşadı. Bu büyük sanatçıyı dinlemeden kimse "Karadeniz türküsü dinledim." diyemez! Her bir türküsü Karadeniz'in millî marşı olmuştur. Bu muhteşem adam Karadeniz'in bütün sırlarını verir bize. Sanki tarih konuşur, dağlar konuşur. Bu Maçkalı sanatçı tek kelimeyle Zigana dağlarının sesidir!" diye yazmıştı Nihat Genç.

Trabzon kültürünün ses haritası olan bu değerini bilmediğimiz insanın bazı türkülerinden örnekler vereyim size:
*Ben seni sevdiğimi
*Dertliyim Kederliyim
*Asker ettiler beni
*Divane aşık gibi
*Menşure dedikleri
Tanıdınız mı? Çoğunuz tanımamışsınızdır! Neyse biz asıl hikayemize gelelim. Hamiyet Yüceses bir gün İstanbul'daki evinden çıkar ve cadde boyu yürümeye başlar. Bir yorgancı dükkanının önünden geçerken kemençe sesi duyar; ancak bu, şimdiye kadar duyduğu kemençe seslerine hiç benzememektedir. Bu seste ayrı bir hava ve gizem vardır. Dükkanın önünde durur ve bir süre dinler. Daha sonra kapıyı açarak içeri girer; bir gencin elindedir kemençe. Genç onu görünce çalmayı sonlandırır ve ayağa kalkar.
"Buyurun; ne bakmıştınız?" der.
"Sizi dinlemek için içeri girdim. Rica etsem biraz daha çalar mısınız?" der gence.
Genç bu istek üzerine iskemleye oturur ve çalmaya devam eder.
"Böyle çalmayı kimden öğrendiniz?"
"Kimseden öğrenmedim. Kemençe çalmayı kendi kendime öğrendim."
"Ama çok farklı çalıyorsun. Kemençeni radyoda çalmayı ister misin?"
"Tabii ki isterim; ama beni oraya alırlar mı?"
"Alırlar, alırlar!" deyip çantasından çıkardığı kağıda bir isim yazar ve ardından:
"Adını yazdığım bu beyefendiye git! O sana yardımcı olacaktır!" deyip dükkandan çıkar.
Gencin elindeki kağıtta Ahmet Yamacı yazmaktadır. İşte bu adımla Türkiye'de ilk defa Türk halkı radyoda kemençe dinlemeye başlamıştır. Bunu başaran sanatçının ne yazık ki Maçka'da ne adı geçer ne de Maçkalılar bu sanatçıyı tanımak için çaba sarf eder!
Bu olay, sanatçı ve Türkiye için bir ilk olmuştu. Biz Maçkalılar kıymetini bilmesek de "Maçkalı sanatçı" diye radyoda anons edildiğinden o zamanlar kıymetini bilenleri onurlandırmıştır.
Bu adını sanını Maçkalıların bilmediği ve bilmek için çaba sarf etme makamında olanların sanatçıyı görmezlikten gelme tavırları utanç verici durumda olsa da ben bu Maçka'nın yedi veren güllerini hatırlatmaya devam edeceğim.
Artık radyoda haftada bir gün yirmi dakikalık canlı yayına çıkıyor, daha sonra dükkanına geri dönüyordu. Bir gün dükkandayken iki görevli dükkandan içeri girerek:
"Maçkalı kemençe sanatçısına baktık; burada mı?" diye sorarlar.
"Evet benim! Buyurun, ne vardı?"
"Akşam sizi bir yere götürmek için görevlendirildik. Onun haberini vermeye geldik."
"Nereye gideceğiz?"
"Onu şimdi söyleyemeyiz; akşam sizi almaya geldiğimizde söyleriz. Ha unutmadan kemençeniz yanınızda olsun!" deyip dükkandan çıktılar.
Dedikleri gibi de oldu. Akşam onu alarak Beylerbeyi Sarayı'na doğru yola çıktılar. Saraydan içeri salona geldiklerinde karşılarındaki masada Mustafa Kemal Atatürk oturuyordu. Maçkalı sanatçı o manzara karşısında çok heyecanlandı; ne yapacağını şaşırmıştı! Ancak salonda bulunan Soldoy horon ekibini görünce biraz rahatlamıştı. Soldoy horon ekibinin şefi onu tanıyordu. Yanına gelerek:
"Bugün çok önemli bir gün! Ata'nın huzurunda horon oynayacağız! Bizim için çok önemli bir gece olacak!" dediğinde heyecanı biraz olsun yatışmıştı.
Artık bütün hazırlıklar bitmiş, kemençeden çıkan sesle horon başlamıştı. Salonda bulunan herkes Soldoy ekibini pür dikkat izliyordu. Horon sona erdiğinde salon alkışla inliyordu. Ekip yavaşça salondan çıkmış, Maçkalı sanatçı olduğu yerde kalmıştı. O da çıkmak için hazırlanırken görevlilerden biri "Sen otur!" anlamına gelen el işareti yapınca sandalyesine oturdu.
Artık gözü, ona el işareti yapan görevlideydi. Salon alkış seslerini sessizliğe bırakınca görevli "Çalabilirsin!" işaretini verdi. Üstat kemençenin teline dokununca konuşmalar susmuş, dikkatler onun üzerine dönmüştü. Birkaç Karadeniz türküsünden sonra o anda mısraların aklında sıraya girdiği ve kalben okuduğu dörtlüğü söyledi.
Dağlar baştan başa,
Yayılır taştan taşa,
Bu ülkeyi sen kurdun,
Atatürk binler yaşa.
Bu sözlerin üzerine Atatürk oturduğu yerden:
"Çal evlat çal! Karadeniz havaları, bizim milli havalarımızdır!" diye seslendi.
İşte bu tarihi olay, 1933 yılında gerçekleşti. Biz kendisini unuttuğumuz, hatırlamak için bir çaba içinde dahi olmadığımız, ancak Atatürk'ün bu sözlerle onurlandırdığı sanatçı, Maçka'nın yediveren güllerinden biri olan Maçkalı Hasan Tunç idi!
Bu sözler, Maçkalı Hasan Tunç'un sanat hayatı boyunca unutamadığı anıların başında gelmiştir. Bu olayla ilgili yazı, İstanbul radyosu arşivlerinde mevcuttur.
Birlik ve beraberlikten sıkça bahsedilen bu günlerde tarihe mal olmuş bu sanatçımızı Maçka'da yaşayan yetkili ve yetkisizlerin el ele verip yılda bir kere anmaları çok mu zor olur?  
Kaynak: 1) Nihat Genç Yazar. 2) Turhan Eyüboğlu - Kuzey Ekspres Gazetesi

16 Şubat 2022 Çarşamba

ÖĞRENMEK

Napolyon Bonapart savaşta Ruslara yenilir ve  kaçar. Canını kurtarmak için yol üzerinde ki bir dükkana sığınır. Dükkan sahibine kendisini saklamasını söyler. Dükkan sahibi Napolyon'u içeri alıp saklar. Hemen arkasından gelen Rus askerlerine de yalan söyler, kendini riske atar; "Az evvel biri koşarak şu taraftan gelip, şu tarafa kaçtı." diye onlara yanıltır ve Napolyon Bonapart'ın hayatını kurtarır.

Az zaman sonra Napolyon'un korumaları da yetişirler ve Napolyon Bonapart rahat bir nefes alır. Dükkan sahibi dükkanını terk etmek üzere olan ve ömründe bir daha göremiyeceği Napolyon Bonapart'a bir soru sorar. Daha doğrusu gevezelik eder; "Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu?" der.

Napolyon Bonapart hemen öfkelenir. "Sen kim oluyorsun da benimle dalga geçer gibi böyle sorular sorabiliyorsun? Haddini bilmez adam!" diye bağırır, hayatını kurtaran adama. Adamı hiç konuşturmadan askerlerine de; "Bu adamı hemen yakalayın, elini, kolunu, gözlerini bağlayıp, burada kurşuna dizin." diye emir verir. Bir manga asker dükkan sahibini hemen yakalarlar. E
lini, kolunu, gözlerini bağlayıp, dükkanın arka tarafına duvarın dibine götürüp, karşısına geçer tüfeklerini şakır şukur doldurduktan sonra 'ateş' emri beklemeğe başlarlar.

Dükkan sahibi tır tır titremektedir ve içinden de 'Ah Allahım ben ne yaptım? Boşu boşuna şimdi ölüp gideceğim' diye düşünürken, arkadan bir el uzanır, gözündeki bağı çeker alır. Karşısında Napolyon Bonapart'ın ta kendisi.

Tek cümleyle cevaplar Napolyon: "Ölüm korkusu işte böyle bir duygu!" der.

"Bir şeyi yaşayarak öğrenmek, en iyi öğrenme biçimidir!

8 Şubat 2022 Salı

ESKİ TÜRK OYUNLARI

Türk dil kurumuna göre; Yetenek ve zekâ geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeği sağlayan eğlencedir, oyun. Oyunlar; çocukların zeka, beden ve kültür gelişimine etkili olup, mücadele ve kendine güven duygusu kazandırır. Savaş taktiklerini de geliştiren, saldırı ve savunmayı öğreten bu oyunları, Türk çocukları ağaç parçaları, çaput, urgan, kemik, taş, kum, yaprak gibi doğada buldukları bir çok eşya ile daha ziyade at üzerinde oynanır hem de spor olarak yapılırdı.

Düğünlerde kesilen hayvanı, kız tarafı kaçırır, damat tarafı yakalamak için kovalardı. At üzerinde oynanan bu oyunun adı 'Kız-Börü' diye bilinirdi. 

Atlı oyunların bir başka şekli de düğün törenlerinde kız ve erkeğin bir mesafe içinde karşılıklı yarışması olan 'Beyge veya Babiga' oyunuydu. Amaç hedefe önce varmaktı. 

'Çöğen' de eski Türkler arasında yaygın bir oyundu. Bu oyun bugün Polo denilen atlı hokey oyununun ilk şeklidir. İlk defa Türkler tarafından oynandığı söylenir. 

Anadolu’nun birçok yerinde hala daha oynanan 'Atlı cirit oyunu' eski Türklerin çok sevdiği bir binicilik oyunuydu. Cesaret, algılama sürati, refleks, denge gibi özellikleri bünyesinde barındıran bu oyun iyi bir binicilik ve ata hakim olmayı gerektirirdi.  

'Avcılık, okçuluk, binicilik' gibi oyunlarda at sırtında oynanır, Türklerin en çok oynadıkları oyunlardan dı.

Türklerde güreş; ata sporu, bunun yanında kayak ta yaparlardı. Kayağa 'Çana', kızağada 'Çanak' derlerdi, ayaklarına hayvan derileri sararak kayarlardı.

İşte Türk çocuk ve Gençlerinin boş zamanlarını değerlendirmek için oynadıkları bazı normal oyunlar. Bir çoğu günümüzde bile oynanmakta ve spor olarak yapılmaktadır. 

KARAGUNİ
Bu oyun, gizlenme, pusuya yatma, avını bekleme, düşmanı aldatma, ve sabırlı olmayı öğreten bir oyundur. Günümüzde bile oynanmaktadır ve 'Saklambaç Oyunu' olarak bilinmektedir.
Oyundan önce aşağıdaki şekilde sayışma yapılarak oyuncular arasında ebe belirlenir.
"Üsüynen bitti, ucu yitti.
Bal ballı hoca, ballı hoca.
Şaptan şabadan, kuş dili cabadan."

Oyunda bir kale olur. Ebe kalede gözlerini kapatarak 10 dan aşağı sıfıra kadar kadar sayar. Sayma bitince;
"Yanım yörem, sağım solum sobe, yakalanan ebe" der ve gözlerini açar. Saklanan oyuncuları bulmaya çalışır. Herkesi bulur ve yaklarsa onları sobeler ve içlerinden birini ebe seçer, veya en önce sobelenen ebe olur. Eğer ebe yanlış kişiyi sobelerse
"Çanak çömlek patladı" olur ve oyun yeniden başlar.

KEŞAF
İki gurup arasında oynanan, düşmana karşı bir taktik oyunudur. Bir kişi seçilir, arkadaşları onun arkasında durur. Karşı taraf onun arkasındakileri yakalamak isterken, 'KEŞAF' olan o kişi de karşı taraftakileri yakalamağa çalışır. Karşı taraf keşaf tan kaçarak kaleye sığınır. Keşaf kale dışında elini birine vurduğu zaman 'MAYNA' diye bağırır ve kişiyi yakmış olur, oyundan çıkarır. Karşı taraf ebeye yakalanmadan ebenin adamlarına el vurursa o da 'MAYNA' diye bağırır ve onları yakmış olur. Hangi tarafın oyuncuları biterse o taraf oyunu kayıp eder.

ESİR ALMACA
Oyun oynayacak çocuklar iki gruba ayrılır. Futbol kalesi direkleri gibi karşılıklı taştan ikişer kale dikilir. Kaleden çıkan oyuncu karşı kaleye doğru yaklaşır. Diğer takımın oyuncuları onu yakalamaya çalışır. Kaleden en son çıkan oyuncu diğer grubun oyuncusunu yakalama hakkına sahiptir. Yakalanan oyuncu esir alınmış sayılır. Yakalayan grubun kalesinin yanında bulunan taşa ayağını basar ve bekler. Esir oyuncular el ele tutarak sıralanırlar. Kendi gruplarından bir oyuncunun gelerek eline dokunmasıyla kurtulur. Oyuncularının hepside esir alınan grup oyunu kaybetmiş sayılır.

BUYNUZ
Çocuklar su kenarında toplanırlar biri ebe olur ve kumların üzerine otururlar. Bacaklarının arasına kum doldururlar. Kumlara elleriyle vururlar. Ebe başında boynuz olan hayvanların isimlerini sayar. Ebenin söylediği her hayvan isminden sonra çocuklar tempolu bir şekilde o ismi tekrar ederler. Ebe birdenbire boynuzsuz bir hayvan adı söyleyince, bazıları şaşırıp ebenin söylediği boynuzsuz hayvan ismini tekrar ederler. İşte o zaman ceza alırlar. Oyunda olan çocuklar ceza olarak kolundan bacağından tutarlar ve zorla suya atarlar. Bu oyunda çocukların dikkatli ve dayanıklı olmaları sağlanır.

KUZURCUK
Bu oyun, kız çocuklarının insan suretinde oyuncaklar yaparak, onları konuşturarak oynamaları şeklindedir. Bu oyun günümüzde de devam etmektedir. Aile bağlarını güçlendiren bir oyundur.

TEPÜK
Bir nevi futbol oyunudur. Daha ziyade at üzerinde oynanır. Kaşgarlı Mahmut bu oyunu eserinde şöyle açıklar: "Bir yuvarlak cismin etrafına hayvan kılı, keçe ya da bez gibi şeyler sarılmak suretiyle bir büyükçe yuvarlak cisim" yani top elde ediliyor. Çocuklar bu cismi tepikleyerek oynuyorlardı. Bedensel gelişim ve mücadele azmini güçlendiren bir oyundur.

AŞUK
Bu oyun 'AŞUK' denilen kemiklerle oynanılır. Aşuk un dört yüzeyi vardır. Düz yüzü, sırt yüzü, çukur ve anaç denilen kısım avuç içini dolduran bir yüzeydir. Önemli olan aşuk kemiğinin düz yüzünün yere gelmesidir. Buna tam yerine oturdu manasında 'Cuk Oturdu' denilirdi. Bu oyun günümüzde 'Aşık Atma' olarak oynanır.

YALINGU
Bugün salıncak dediğimiz oyundur. Eski Türklerde, çocukların çok sevdiği bir oyunda salıncakta sallanmaktı. Salıncaklarda sadece çocuklar değil baharlarda, bayramlarda ve nevruzlarda genç kızlar, kadınlar ve genç erkeklerde sallanırdı.

CEVİZ
Divan-ı Lügati’t Türk’de ceviz oyunundan iki yerden bahsetmesine rağmen nasıl oynandığı hakkında bilgi verilmemiştir. 'Atıç ve Eteçlik' Ceviz oynamak için çukur açılmış yer manasına gelmektedir.

KÖREBE
Oyucular arasında bir ebe seçilir ve gözleri bağlanarak oynanan bir oyundur. Gözleri bağlı olan ebenin öteki oyunculardan birini yakalaması, yakaladıktan sonra onu tanıyıp ismini söyleyebilmesine dayanır. Yakalanan oyuncu yeni ebe olur.

KÖÇÜRME
Yere çizilmiş bir takım çizgiler üzerine dizilen taşları göçürme ve yer kapma suretiyle öbür tarafın taşlarını bir bir toplayarak kazanılan bir oyundur. Bugün beş taş veya dokuztaş denilen oyuna benzerdir.
Saka yani Yakut Türkleri çocukları da bizim beş taş dediğimiz oyunu ve topaç dediğimiz oyunları oynamaktadır.

AÇ KAPIYI BEZIRGAN BAŞI
Grup halinde 8-10 çocukla oynanır. İki kişi kapıcı olur ve aralarında kendilerine birer takma ad seçerler, bunu diğer oyuncular bilmez. Karşılıklı geçerek ellerini köprü gibi tutarlar. Bezirgân başı önde olmak üzere kuyruk olurlar. Geçmek için;
"Aç kapıyı bezirgan başı" derler. Kapıcılar "Kapı hakkı ne verirsin, ne verirsin?" diye sorarlar. Bezirgan başı, "Arkamda ki yadigar olsun, yadigar olsun." diye yanıtlar. Kapıcıların kolları yukarı kalkar, çocuklar sırayla altından geçerler. Sona kalanı kolları arasına alırlar ve oyuncunun kulağına sessizce aldıkları takma adlardan birini seçmesini söylerler. Çocuk kapıcılardan hangisinin adını söylerse onun arkasına geçer. Oyun bu şekilde kuyruktaki oyuncuların hepsi seçilene kadar devam eder. Sonunda ortaya bir çizgi çekilir. İki grup birbirlerinin bellerinden tutarak karşılıklı çekmeğe başlarlar. Çizgiyi geçen grup oyunu kaybeder.

BEŞ TAŞ OYUNU
Birden fazla kişiyle beş tane yuvarlak taşla oynanır. Taşlar serbest yere bırakılır. Ebe yerdeki taşlardan uygun olanını seçer eline alır, havaya atar. Her attığında yerden bir taş alıp havaya attığı taşı da yakalar. Yerdeki taş bitinceye kadar işlem devam eder. Eğer havaya attığı taşı kapamaz veya yerden almak istediği taştan başka taşa dokunursa oynama hakkı karşı tarafa geçer.
İkinci aşama; yerdeki taşlar ikişerli olarak alınmaya çalışılır.
Üçüncü aşama; taşlar yere atılır taşın biri tekli, diğeri üçü birden alınmaya çalışılır.
Dördüncü aşama; taşlardan uygun olan bir tanesi havaya atılır. Yerde kalan dört taş bir seferde alınmaya çalışılır.
Beşinci aşama; taşlar yere atılır. Oyuncu bir taşı eline alır havaya atar ve diğer taşları parmak aralarından geçirmeğe çalışır. Geçirirse oyunu kazanır. Son bölümde taşların tamamı avucunun içinde hafifçe yukarı doğru atılır ve avucun tersiyle taşlar tutulmaya çalışılır. Avucunun tersinde en çok taş kalan oyuncu oyunu kazanır.

BİLYE OYUNU
Eskiden top biçimindeki küçük taşlarla oynanan oyundur. Günümüzde bu oyun bilyelerle oynanır. Oyuncu sayısına göre değişen boyutlarda bir üçgen çizilir. Her oyuncu üçgenin çizgileri üstüne ve içine eşit sayıda bilye koyar. Üçgenden 3-4m.uzağa bir kale çizgisi çizilir. Her oyuncu oyun bilyesi ile bu çizgiye atış yapar. Bilyelerin çizgiye yakınlığına göre oyuncuların başlama sırası belirlenir. Kale çizgisinden üçgendeki bilyelere atış yapılır. Vurulup üçgenden dışarı çıkartılan bilye, atışı yapan oyuncunun olur. Üçgendeki bütün bilyeler bitinceye değin oyun sürer.

ÇELIK ÇOMAK
Daha çok açık alanlarda oynanan bir oyundur. Bir kısa, bir uzun iki sopa ile oynanır. Kısa olan çelik, uzun olan çomaktır. Oyun oynayacak olanlar iki gruba ayrılırlar. Her iki taraftan birer kişi seçilir ve bu seçilen kişiler çeliklerini uzağa fırlatırlar. Hangi oyuncu çeliği daha fazla uzağa atabilmişe o taraf oyuna başlar. Yere küçük bir çukur açılır. Diğer oyuncular karşı tarafa geçer. Oyun başlamış olur. Oyuncu elindeki sopayla çukurun üzerine yerleştirdiği çeliğe vurur ve karşı taraf oyuncularına doğru hızla atar, elindeki sopayı yere bırakır. Karşı taraf oyuncuları atılan çeliği havada 'çalduruk' denilen ağaç dalı ile yakalarsa, hem sayı kazanırlar hem de çeliği kaptıran oyuncu oyundan çıkar. Karşı taraf çeliği yakalayamazsa, düştüğü yerden tekrar yerdeki sopaya doğru atarlar. Sopayı çeliğe vurursa o oyuncu oyundan çıkar. Bu şekilde devamlı tekrarlanarak oynanan bir oyundur.

DOKUZ VE ON İKİ TAŞ
Bir yere iç içe üç kare çizilir ve kenarları orta noktalarından birleştirilir. Böylece 12 köşede ve 12 kenar üzerinde olmak üzere 24 nokta ortaya çıkar. Oyunun başında, iki oyuncu sırayla birer birer taşlarını noktalara yerleştirir. Dokuzar taş yerleştirildikten sonra sırayla hamle yapmaya başlanılır. Yatay, dikey veya çapraz bir üçlü dizebilen oyuncu rakibinin bir taşını dışarı atma yani 'kırma' hakkı kazanır. Fakat bir üçlü dizi içindeki taşlar kırılamaz. İki taşı kalan oyuncu, oyunu kaybeder. Bu oyun birçok ülkelerde oynanır ve morris diye bilinir.

DAMA
64 kareden oluşan bir tahta üzerinde yarısı siyah yarısı beyaz 32 taş ile iki kişi ile oynanır. İkinci ve üçüncü sıraya beyaz taşlar, altıncı ve yedinci sıraya siyah taşlar dizilir ve oyuna beyaz taraf başlar. Taşlar, klasik damanın aksine çapraz hareket etmez, komşu kareler boş ise sağa, sola ve ileri hareket edebilir fakat geri gidemez. Bütün taşların amacı en ileri sıradaki kareye ulaşıp 'dama' olmaktır. Dama olarak güçlenen taş geri ve her tarafa gitme hareket kabiliyeti kazanır, ayrıca karşı tarafın bir veya birkaç taşını almak şartıyla birden fazla karede L şeklinde hareket edebilir. Taşlar arasında en kıymetli taş dama olarak adlandırılan bu taştır. Dama olmamış taşlar 'yoz' olarak adlandırılır. Amaç karşı tarafın taşlarını bitirip oyunu kazanmaktır. Her iki oyuncununda bir hamle hakkı vardır. Bir taraf hamlesini yaptıktan sonra sıra karşı tarafa geçer. Oyun sonunda her iki tarafın da bir taşı kalmışsa taşlardan biri dama olsa bile, oyun beraberlikle sonuçlanır ve bu durum 'gayyım' olarak adlandırılır. Taşları biten oyunu kayıp eder.

DEVE CÜCE OYUNU
Grup halinde oynanır. Bir kişi ebe olur. Deve diye bağırınca herkes ayağa kalkar, cüce diye bağırınca herkes yere çöker. Ebe bunları ardarda, hızlı ve şaşırtmalı bir şekilde karışık olarak söyler. Ebenin talimatlarına uymayan yanar ve oyundan çıkar. En son kalan oyunu kazanır ve ebe olur.

ŞAP ŞAP OYUNU
İki kişi tarafından oynanan 'Şap, Şap' oyunu el kızartmaca olarak da bilinir. Bir çeşit refleks oyunudur. Oyunculardan biri avuçları yukarı gelecek şekilde öne doğru ellerini uzatırlar. Diğeriyse ellerini avuçları aşağı gelecek şekilde arkadaşının elleri üzerine uzatır veya koyar. Elleri altta olan oyuncu elini aniden çekerek arkadaşının elinin üzerine vurmaya çalışır. Vurabilirse, oyuna aynı şekilde devam edilir. Iskalarsa, ellerini üste koyar ve vurma sırası diğer oyuncuya geçer.

KEMİK BULMA
Özellikle mehtaplı gecelerde oynana bu oyunda çocuklar iki eşit gruba ayrılırlar. Gruplar 'ak koç, 'kara koç' gibi iki isim alırlar. Yere bir taş dikilir. Küçük beyaz bir kemik bulunur.
Oyunculardan biri kemiği bu taşın yanından uzağa atar. Ay ışığında her iki grup da bu kemiği aramaya başlarlar. Kemiği önce bulan çocuk hangi guruptan ise diğer gurubun adını vererek "Ak koç kara koça bindiii, veya Kara koç ak koça bindiii" diye bağırır. Karşı guruptan kimi yakalarlarsa onun sırtına binerek dikilen taşın yanına kadar getirtir. Yakalanmadan taşın yanına gelenler karşı tarafı sırtlarında taşımaktan kurtulurlar.

KÖŞE KAPMACA
Çok kişi ile oynanır. Oyunda amaç köşeleri kapmaktır. Bir tane ebe vardır. Oyuncular köşeleri kapmaya çalışır. Dışta kalan ebe olur.

MENDİL KAPMACA
İki grup halinde oynanır. Ortaya bir medil konur ve gruplar eşit uzaklıkta ikiye ayrılır. Orada, oyunu yöneten ebenin işaretiyle gruplar, mendili öncelikle kapıp eşlerine getirmeye çalışırlar. Mendili kapan, eşlerine zamanında yetişemezse, diğer gruplar tarafından mendille sırtına vurulur ve karşı grubun adamı olur. Yenen grup, yenilen grubun sırtına binerek, önceden belirlenen yerde tur atar.

MENEKŞE OYUNU
Çok sayıda oyuncu ile oynanır. İki grup seçilir ve bu gruplar kendi oyuncularından birini başkan olarak seçerler. Oyuna ilk olarak başlayacak olan grubun elemanları el ele tutuşurlar ve diğer grubun elemanları “Menekşe mendilin düşe, bizden size kim düşe” diye sorarlar. El ele tutuşan grubun başkanı genellikle o gruptan zayıf bir oyuncunun bir ismini söyler. Seçilen bu oyuncu koşarak gelir ve el ele tutuşan oyunculara çarpar. Bu çarpma sırasında el ele tutuşan oyuncuların elleri açılırsa, bu oyuncular karşı tarafa geçer. Elleri açılmazsa diğer gruptan çarpmaya gelen oyuncuda bu tarafa geçer. Oyun gruplardan birinde hiç oyuncu kalmayana kadar devam eder.

KAMÇI OYUNU
Çok kişi ile oynanan bir oyundur. Bir kişi ebe olur, diğerleri çember olarak yere çökerler. Ebe elinde kırbaç yapılmış bir mendille, "yağ satarım, bal satarım, ustam ölmüş ben satarım, ustamın kürkü sarıdır satsam onbeş liradır, zambak zumbak, dön arkanı sıkı sıkı bak" diyerek arkalarında dolaşır. Dolaşırken elinde ki kırbaçı yerde çömelenlerin birinin arkasına koyar ve yürümeğe devam eder. Kırbacı arkasına bıraktığı kişi farkına varırsa, yeni ebe olur ve kalkıp kırbaçı eline alıp eski ebeyi kovalamaya başlar. Halka olan oyuncuların arkasından koşarak eski ebe o kalkan oyuncunun yerine girer ve kırbaç yemekten kurtulur. Eğer kırbaç arkasına bırakılan oyuncu farkına varmaz kırbacı alamazsa, ebe ikinci dönüşte tekrar kırbacı alır ve o oyuncuyu kırbaçla dövmeğe başlar. Oyuncu yerinden çıkar, ebe onu kovalar ve halka oyuncuların etrafında dolanarak tekrar yerine girdimi kırbaç yemekten kurtulur.

4 Şubat 2022 Cuma

İNGİLİZ RAPORU

2013-2015 yılları arasında İngiltere'nin Yemen, Sana daki Büyükelçisi Jane Marriot’un İngiliz Avam Kamarasına sunduğu “Arap Dünyası” konulu rapordan bir kaç önemli madde:

1- Birinci derece en zeki öğrenciler, tıp ve mühendisliği tercih ediyorlar.

2- İkinci dereceler ise iş idaresi ve iktisat gibi bölümlere giderek birinci derecenin yöneticisi oluyorlar.

3- Üçüncü derece ise siyasete yöneliyorlar ve ülkenin siyasetçileri olarak birinci ve ikinci derecelere hükmediyorlar.

4- Eğitimde tamamen başarısız olanlar ise ordu ve emniyete katılarak siyaset ve iktisata tahakküm ederek, onları mevkilerinden indirip, isterlerse hapise atıyor veya öldürüyorlar.

5- Gerçekten dehşet verici olan ise, asla hiçbir okula gidemeyen, kafaları çalışmayan, hiç başarısız olanlar, din adamı oluyorlar ve herkesin onlara itaat etmesini sağlıyorlar.

Bu rapor Arap dünyasına yönelik ve Arap halklarının sosyolojisi gözönünde bulundurularak bir Büyükelçi tarafından yazılmıştır, aynı zamada doğru ve yerinde tespitlerdir. İşin enteresan tarafı Türklerde de durum farklı değildir. Alıntı.