SAYFALAR

30 Haziran 2021 Çarşamba

ÜSKÜDAR MARMARAY'DA


Bir arkadaşım var Hüseyin, eskiden sol örgütlerdendi. Görev icabı tanışmıştık. Ben emekli olduktan sonra da görüşmelerimiz devam etti ve daha da ilerledi, hala daha da devam ediyor. Şimdi de diğer solcular gibi öyle milliyetçi olmuş ki, Ülkücüler eline su bile dökemez. İstabbul da oturuyor ve o anlattı. "Bloğunda paylaş ağabey herkes bilsin." Dedi. Ben de paylaşmağa karar verdim;

Tam metroya binerken gördüm, yaşlı bir amca dolum makinesinin önünde uğraşıyor fakat panik yapmış kartını bir türlü dolduramıyor. Arkasında birkaç tane genç birikmiş, bağırıyorlar amcaya "hadi be! ne yapıyorsun, flört mü ediyosun makinayla. Hadi çabuk olsana, filan." Tabi bunu duyunca delirdim. "Ne yapıyosunuz ya?" dedim, gittim bu yaşlı amcaya yardım etmeğe.

"Canım amcam sen ne istiyorsun?" dedim. "Kartım yok." Dedi. Parası da yoktu üzerinde. Doldurdum kartını ve; "Al istediğin yere git bununla, hatta sen başvuru yap senin yaşına ücretsiz ulaşım kartı verirler." dedim. Neyse ben de doldurdum kendi kartımı ve metroya geldim. Baktım amca orada bekliyor hala ve bana yanaştı. "Ne oldu?" dedim. "Yavrum adres soracaktım, beni azarlarlar diye başkasına soramadım, seni bekledim." dedi. "Olur mu öyle şey amcam, peki nereye gidecektin sen?" dedim. Üsküdar Marmaray dedi. "Amca Kirazlıdayız, o karşı tarafta. Nasıl buraya geldin? Uzak!" dedim. Kafasını eğdi hiç cevap vermedi. "Dur!" dedim, anlattım ona. "Buradan Yenikapıya git. Oradan sarı çizgiyi takip et, Marmaraya bin. Oradan iki durak sonra Üsküdar Marmaray dasın, in!" dedim.

Baktım amca mahzun mahzun hala yüzüme bakıyor, anlamamış durumu, "Tamam gel amca, gidiyoruz." Dedim ve birlikte atladık metroya gidiyoruz. Üsküdar’a doğru, yolumuz uzun. Muhabbet olsun diye sordum "Amca sen nerelisin?" Malatya dedi. Var mı kayısı bahçesi filan dedim. Hiç ses etmedi. "Amca Malatyadan İstanbula neyle geldin? Uçakla mı yoksa otobüsle mi?" diye sordum. Amca dedi ki, "Hatırlamıyorum." Dedim; "Amca valizlerin nerede?" Dört yaşlarında ki çocuk gibi yüzüme baktı ve "Ne nerede?" dedi. O an anladım ki amca demans hastası, yani kişisel tarihini unutmuş. Kendi geçmişini silmiş. Kafasını resetlemiş. Eski ile ilgili hiçbir şey hatırlamıyor.

"Peki amca Üsküdarda nereye gideceksin?." Dedim. "OĞLUM POLİS, BENİ ÜSKÜDAR MARMARAY’DA BEKLİYOR" Dedi. Neyse dedim, "Oğlunun telefon numarası yok mu amca?" dedim. "Nerede bilmem?" dedi. Neyse o sırada da indik Üsküdar Marmaraya.

Amcayla birlikte her tarafı dolaştık, oğlu filan yok. Belki görevdedir de gelmeğe fırsat bulamadı. Oturduk bekliyoruz. Gelen yok, giden de yok. Dedim "Amca kimliğini ver." Onun da hangi cebinde olduğunu bilmiyordu. Gömleğinin üst cebinde gördüm ve cebinden aldım kimliğini. Adına soyadına baktım. Adı Halim. Kimliğin bulunduğu naylonda, kimliğin arka tarafında bir not vardı, o not ilişti gözüme. Bir telefon numarası ve altında babam 'defans hastasıdır.' Kızı Nazan diye yazıyordu. Aradım, "Gece gece rahatsız ettim, kusura bakmayın ama." Daha lafımı bitirmeden o bana; "Üsküdar Marmarayda mısınız?" dedi. Şaşırdım ve "Evet. Siz nerden biliyor sunuz?" Dedim. Dedi ki "Ben İstabul dışındayım. Size eşimin numarasını vereceğim, onu arayın." Aldım numarayı aradım enişteyi, dedim "Gece gece rahatsız ediyorum ama." O da hemen bana; "Üsküdar Marmarayda mısınız?" dedi. "Evet!" dedim.

Ya herkes biliyor acaba bir ben mi bilmiyorum niye burdayız diye düşünürken, neyse enişte birazdan yanımıza geldi. Gece çok geç olmuştu. Gelir gelmez sarıldı bana, ben başladım azarlamağa; "Demans hastası bu adamı niye tek başına salıyorsunuz dışarı. Dört yaşında birini salmakla aynı şey! O polis oğlu da kim? Amcaya burada bekliyorum diyor, çağırıyor da gelmiyor." dedim.

Enişte başladı anlatmağa "Abi bu adam emekli Ağır Ceza Reisidir. Demans hastası, evet geçmişindeki hiçbir şeyi hatırlamıyor, doğru. Ama oğlu polisti. Üç yıl önce şehit oldu! Ve oğluyla son telefon görüşmesinde "BABA ÜSKÜDAR MARMARAY'A GEL. ORADA BULUŞALIM, SENİ BEKLİYORUM !" demişti. "Her şeyi unuttu, tek onu unutmuyor, arada evden kaçıp buraya geliyor." Dedi.

Dizlerimin bağı çözüldü, kaldım öylece. Neyse Amcayla enişte gittiler. Benim kafamda sorular dolaşıyor. "Vayy be.. Onlarca kişiye müebbet, 30 yıl, 20 yıl, 10 ar yıl hapis cezaları ver. Sonra gel metroda kartı şaşır! Ey insanoğlu!" dedim içimden. Belki oğlu da gerçekten oraya geliyor ama biz göremiyoruz.

Konu üzerine daha sonra biraz daha düşündüm de. Biz de toplum olarak, yukarıda ki Halim Amca kadar olmasak ta Demans hastası olmuşuz, bu bizim ortak hastalığımız galiba. Toplum olarak geçmişimizi unuttuk. Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi unuttuk. Nereye gideceğimizi de unuttuk. Bilmeden sağa sola savrulup rast gele gidiyoruz işte. Maksat gün dolduruyoruz. Tamamen mankuf bir kafa yapısıyla yaşıyor sadece sahibimize hizmet ediyoruz. Herkese saygılar.


22 Haziran 2021 Salı

SAHTE KARAKOL

Bu ülkede her çeşit insan yetişmiştir. Yapıcısı da yıkıcısı da yetişmiştir. Vatanını sevmeyen de seven de olmuştur. Hiç yoktan bir vatan, yurt ve millet yaratan Mustafa Kemal den tutun da, her çeşit insan vardır bu vatan topraklarında.

Sadece teknolojiye merak salıp ta kalıcı bir müteşebbis, işe yarar bir fabrikatör yok. O da yetişmiştir, var fakat yıkıcılar engel olmuş onları yaşatmamışlar. Nuri Killigil, Nuri Demirağ, Vecihi Hürkuş, Şakir Zümre ve bir çoklarını kurdukları fabrikalarıyla birlikte, hatta mühendisleri ile birlikte yok etmişlerdir.

Bu yurdun insanı Afrika ülkesi Gana da sahte Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği açmış, uzun süre çalıştırdıktan sonra pasaport ve vize işlemlerinden çuvallarla dolar kazanmışlar, ABD nin on yıl sonra haberi olmuş.

Sahte büyükelçiler.. Sahte kaymakamlar.. Sahte doktorlar.. Sahte mühendisler.. Sahte polisler.. Sahte askerler.. Köprü satanlar.. Lokomotif ve vagonları satanlar.. Galata da uçan martıları ve güvercinleri insanlara saydırıp ta para kazanan Sülün Osmanlar.. Ne istersen hepsi var. Belki de sahte savcı, sahte hakim de var da daha ortaya çıkmadılar.

Ancak ‘sahte bir polis karakolu’ kurulacağı kimsenin aklına gelmez, kurulmaz diye bilinir fakat o da olmuş, o da var. Sahte polis karakolu da kurmuşlar ve bu karakol uzun yıllar varlığını koruyup sonra da sahtelikten çıkıp yasal karakol olmuş ve hala daha yasal olarak hizmete devam etmektedir. Küçük Pazar Polis Karakolu, Biliyor muydunuz?

1950’li yıllarda Sirkeci Emniyet Amirliği’nde görevli üç kafadar ve samimi arkadaş polis memurları birlikte emekli olurlar. Emekli olurlar ama yaşları genç boşta duramazlar hem de geçim sıkıntısına düşerler. Sultan Ahmet te Ağır Ceza Mahkemelerinin önünde bir süre arzuhalcılık yapmaktan tutunda, bir çok iş denemesinde bulunurlar fakat başarılı olamazlar. Üç kafadar baş başa verip 'ne iş yapalım' diye düşünmeğe başlarlar. Şu iş, bu iş derken içlerinden biri; “Biz polisiz. Polislikten başka hiç bir iş yapamayız. Bir Polis Karakolu kuralım!” der.

Önce 'nasıl olur?' diye tartışırlar. Ölçerler biçerler, daha önceden Sirkeci Emniyet Amirliği bölgesinde görev yaptıklarından bu çevreyi de iyi bildikleri ve esnaflar tarafından da tanındıklarından o bölgeyi seçerler ve bir bina kiralarlar. Tabelacıya gidip “KÜÇÜKPAZAR POLİS KARAKOLU” yazan tabelayı yaptırır, getirir binaya asarlar. 

Üç kafadar emekli polis memurları biri komiser ikisi memur resmi elbiselerini giyer, kurdukları karakolda gelip otururlar. Bir düzen tutturup masaydı, sandalyeydi, daktiloydu, dosyaydı, kağıttı, ıstampa, mühür, defterdi, kalemdi vs gibi bir karakolda bulunması gereken bütün malzemeleri esnafında yardımlarıyla, bazı şeyleri de emniyet birimlerinden veya ceplerinden temin ettikten sonra, dünyada ilk olarak özel polis karakolunu sahte olarak hizmete açarlar ve hiç kimsenin ruhu dahi duymadan bir kaç yıl faaliyetlerine devam ederler.

Sirkeci Emniyet Amirine hoş geldin ziyareti;

Yeni tayin olup göreve gelen Sirkeci Emniyet Amiri bölgede Küçükpazar Karakolu diye bir karakol olup olmadığını bilmiyor. Üç kafadar emekli polis memurları uygun bir fırsat kollayıp Emniyet Amiri’ne bir kutu çikolata yaptırıp komiser durumunda ki arkadaşlarını 'Hoşgeldin' ziyaretine yollarlar. Komiser de, yanı sahte karakolun sahte amiri, Emniyet Amirine karakolda memur azlığından yakınıp takviye memur talep eder. Sirkeci Emniyet Amiri de, “Bende memur çok,” der ve sahte karakol Küçükpazar Karakolu emrine üç polis memuru geçici görevle tayin ederek gönderir. 

Böylece bir karakolda olması gereken her şey tam olur. Suçlular adliyeye götürülmekte, evraklar gelmekte, evraklar gitmekte, yazışmalar dosyalanmakta, suçüstüler yapılmaktadır. Bildiğiniz normal karakol gibi, üç emekli, üç te görevli toplam altı polislerle birlikte normal karakollar gibi vatandaşa hizmete devam ederler.

Karakollara kömür dağıtımı;

İşleri o kadar aksamadan ve mevzuata uygun olarak yürümektedir ki, izin programları bile var. Ama karakolun kurucu üç emekli polis memurları izine münavebeli çıkmaktadırlar. İkisi izine ayrılırsa işler karışmaması için biri muhakkak karakolda bulunması gerektiğinden, onlarda öyle yaparlar fakat aksilik ya, iki emekli memur yıllık izin kullandıkları sırada, karakolda bulunan emekli memurun bir yakını vefat edince, o da mecbur kalır iki üç günlüğüne zorunlu olarak karakoldan ayrılıp, memleketine gitmeğe.

Aynı günlerde de daha önce İkmal Şube Müdürlüğünde karakollara kömür tevzi bölümünde çalışmış bir Polis Memuru tayin ile Sirkeci Emniyet Amirliği’ne verilir. Sirkeci Emniyet Amiri bu memuru da geçici görevle Küçükpazar Karakolu’na gönderir. 

Daha önce karakolların kömür dağıtım işlerini yaptığı için, İstanbul da ki tüm karakolların isimlerini ve yerlerini tam olarak bilmektedir. Küçükpazar Karakoluna görevlendirilince şaşırır. Çünkü Küçükpazar Karakolu diye bir karakol İstanbul da yoktur fakat yine de gider bu karakolu bulur, göreve başlar. Orada ki memurları konuşturup bir şeyler öğrenmeğe çalışsa da diğer memurların da pek bir şey bildikleri yok, hiç bir şey öğrenemez.

Bu arada kış yaklaştığından İstanbul da karakollara kömür dağıtımı başlamış ve bitmek üzeredir ama Küçükpazar Karakoluna kömür gönderilmemiştir. Bir gün bu geçici görevle gelen polis memuru kendine iş edinir ve kimseye danışmadan 'herkesin karakoluna kömür geldi de bizim karakola niye gelmiyor' diye meraklanıp Emniyet Müdürlüğü’nün kömür dağıtım bölümünde, eski arkadaşlarının yanına gider.
Arkadaşlarına;
“Herkesin karakoluna kömür verdiniz de bizim karakola niye vermiyorsunuz?” diye sorar.

-Sizin karakol neresi?

-Küçükpazar Karakolu...

-Ne yanda bu karakol?

-Unkapanı’nda...

- Biz öyle bir karakol bilmiyoruz.

- Hemşerim nasıl olur? Binası var. Memurları var. Beni oraya verdiler, orada görev yapıyorum.

Karakolların isim listeleri çıkartılır, bakılır ama böyle bir karakol yok. Yine de eski arkadaşları boş göndermez hatıra binaen oraya da bir ton kömür göndermeğe söz verirler. Bir zaman sonra karakolun kurucusu üç emekli memurların hepsi de izinden dönmüş, karakolda bulundukları sırada bakarlar ki Emniyet Müdürlüğünden karakola bir kamyon ile kömür getirilir.

'Bu kömür nasıl gönderildi?' diye araştırırken, o geçici görevle gelen arkadaşları durumu kendilerine anlatır. Biraz korkuya kapılırlar. Çünkü üç kafadar, karakolun elektrik, su ve kömür ihtiyaçları gibi bazı giderleri, sahtelikleri ortaya çıkmasın diye kendi ceplerinden karşılamaktadırlar.

Üçü de şaşırırlar fakat belli etmez, yine de işlerine devam ederler. Çünkü yapacakları bir şey yoktur.

Karakolun sahte olduğunu anlayan geçici görevli, o uyanık polis memuru ertesi gün yanına bir arkadaşını da alıp, Sirkeci Emniyet Amiri’nin yanına gider. Olup biteni amire bir bir anlatırlar. Emniyet Amiri, yanına bu iki polis memurunu da alıp İstanbul Emniyet Müdürü Cemal Tarlan’ın huzuruna çıkarlar. Olayı anlatırlar. 

Cemal Bey İkmal Şube Müdürünü çağırır ve karakolların listesini ve giderleri hakkında ki ödemelerle ilgili bir doküman ister. Böyle bir karakol olmadığı ortaya çıkar. Konuyu tam olarak anlamak için son olarak ta bir yazı ile Emniyet Genel Müdürlüğü’nden Küçükpazar Karakolu’nun demirbaş dökümü istenir. Emniyet Genel Müdürlüğü “İstanbul'da böyle bir karakol yoktur.” cevabı verir.

Baş Müdür Bey Karakola geliyor;

İstanbul Emniyet Müdürü Cemal Bey bütün Şube Müdürlerini çağırtır. Onlara olayı anlatır ve hep birlikte Küçükpazar Karakolu’na giderler.

- Getirin şu defteri !

- Getirin bu defteri !

- Ceraim defteri !

- Demirbaş defteri! Hepsi tamam.

- Sen kaç yıldır bu karakolda çalışıyorsun?

- Sen kaç yıldır görev yapıyorsun?

Ayrıla ayrıla geriye karakolu kuran üç eski emekli memurlar kalır.

- Siz geldiğinizde bu karakol var mıydı? Filan gibi sorulardan sonra;

Maaş bordrolarını çıkartırlar ki; Karakolu kuran o üç memurun, Emniyet Teşkilatında kayıtları yok. Her şey ortaya çıkar, Polis bile değiller.

Biraz kem kümden sonra karakolu kuran o üç memur konuşmaya başlarlar.

"Valla Müdürüm emekli olduktan sonra iş aradık, bir iş bulamadık. Aklımıza karakol kurmak geldi. Biz de kurduk." der, her şeyi itiraf ederler.

Karakol filan yok, var fakat yasal değil her şey sahte. Ortaya çıkar.

Müdür Bey orada bulunanlara;

"Bu olayı hiç bir zaman, hiç bir yerde anlatmayacaksınız."

O emekli memurlara da; "En yakın zamanda İstanbul’u terk edip, ailenizle birlikte izinizi kayıp ettireceksiniz." der.

Şube müdürlerine de talimat verir;

"Bu karakol bugünden itibaren yasal hale gelecek. Ankara’ya bir yazı yazın! Ne yaparsanız yapın! Bir şeyler uydurun!" der.

Onlar da Emniyet Genel Müdürlüğüne bir yazı yazarak ihtiyaç olduğunu belirtirler ve üç emekli polis memuru tarafından sahte olarak kurulan İstanbul Küçükpazar Polis Karakolu o günden sonra yasal hale dönüştürülür, sonra da yasal olarak yıllarca, hala daha hizmet verir.






15 Haziran 2021 Salı

BÜYÜK OYUNLAR

1948 yılı, SSCB Devlet Başkanı Josef Stalin Türkiye’den Kars'ı istemesi üzerine, sınıra doğru yola çıkan Türk tankları, Sovyetler Birliği Liderinin bu isteğini kursağında bırakır ve Sovyetlerin Türkiye'den toprak talebi resmen belgelenmiş olur.

ABD ve İngiltere'nin 2. Dünya Savaşı'nda Moskova ile yaptığı müzakerelerin tutanakları, "Stalin liderliğindeki Sovyetlerin o dönemde Türkiye'den Kars ve Ardahan'ı talep ettiği ve Boğazlar da üs istediğini" ortaya koyuyor.

Belgeler ayrıca, Josef Stalin'in dünyanın çeşitli ülkelerinde ki Ermenilere çağrı yaparak SSCB'ye getirttiği ve onları, işgal etmek istediği, Doğu Anadolu'ya yanı Türkiye'ye yerleştirmeği amaçladığı, Ermenileri kullanarak Doğu Anadolu'yu işgale haklı zemin oluşturma çabası içerisinde olduğu anlaşılıyor.

Nazilere karşı, o zaman müttefik olan ABD, İngiltere ve SSCB arasında 16-26 Aralık 1945'te Moskova'da düzenlenen dışişleri bakanları konferansının tutanakları, Sovyetlerin Türkiye'ye yönelik toprak ve üs taleplerinin en yetkili ağız SSCB Devlet Başkanı Josef Stalin tarafından dile getirildiği konferans tutanakları belgeleri mevcuttur.

Sovyetlerin Türkiye'den toprak ve üs iddialarının varlığı her zaman biliniyordu. Batı'nın açıkça Türkiye'nin yanında yer almasının da yardımıyla, planı başarısızlığa uğrayan Josef Stalin'in ölümünden sonra Sovyet Birliği Hükümeti, 30 Mayıs 1953'te Ankara'ya yeni bir yaklaşım yaparak "Sovyetler Birliği'nin Türkiye'ye karşı hiç bir toprak ve us iddiasında olmadığını beyan ederiz." Şeklinde teminat vermiş ve Stalin'in dile getirdiği iddialardan geri adım atmış, durum normale dönmüştü.

Moskova konferansı sırasında İngiliz ve Sovyet heyetleri arasında 19 Aralık 1945 tarihinde, Kremlin Sarayı'nda bir görüşme yapıldı. Stalin, beraberinde Dışişleri Bakanı Vyacheslav Molotov olduğu halde, İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin ve beraberindekileri kabul etti. İngiltere heyeti, bu görüşmenin tutanaklarını, ertesi gün Amerikan heyetine de verdi ve tutanakları içeren belge, Amerikan arşivlerine girerek hala daha burada muhafaza edilmektedir.

Bu belge, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın belgelerinin tasnif edildiği, "Foreign Relations Of The United States: Diplomatic Papers" adlı yayın (FRUS belgeleri) içerisinde kamu oyuna açıldı.

Stalin-Bevin arasında yapılan bu görüşme tutanaklarına göre, toplantıda önce Bakü petrolleri ve İran konuşuluyor, sonra Türkiye ele alınıyor. Türkiye konusunu Bevin açıyor ve Stalin'e, "Türkiye ile ilgili sorun nedir?" diye soruyor, "Yanlış anlaşılabilir ama bir 'sinir savaşının' sürdüğünü gösteren belirtiler var" diye devam ediyor.

Bevin, "Biz Türkiye'nin müttefikiyiz ve bu sorunu anlamak istiyoruz" ifadesini kullanıyor. Bu konuda iki sorunun bulunduğu karşılığını veren Josef Stalin, birincisinin Boğazlar olduğunu, ikinci olarak ise "Kars ve Ardahan'ı Sovyet sınırları içerisine katmak istediklerini" söylüyor.

İngiltere Dışişleri Bakanı Bevin, "Boğazlar da bir Sovyet üssü kurulması konusunda konuşmalar olmuştu" deyince, Stalin bunu teyit ediyor ve "Boğazlar da üs istediklerini, bu isteklerinin sürdüğünü" ifade ediyor.

Kars ve Ardahan ile ilgili olarak da Stalin, buraların, "Türkiye'nin ele geçirdiği topraklar" olduğunu iddia ediyor. "Bu durum düzeltilsin, 1921 öncesi sınıra geri dönülsün" diyor.

1870'ten itibaren Çarlık Rusya'nın denetimine giren Kars ve Ardahan, Kurtuluş Savaşı sonrası Atatürk ve Lenin yönetimlerinin mutabakatı sonucu 1921 Kars ve Moskova antlaşmalarıyla geri alınmıştı.

Stalin dönemindeki Sovyet yönetimi ise "1921'de zayıftık, Türkiye bundan faydalandı, bu haksızlık giderilsin" iddiasını ortaya atıyor.

İngiltere'den Türkiye'ye destek

Bevin, Stalin'in tehditleri karşısında Türkiye'nin yanında yer alacaklarının işaretini de veriyor. Belgelere göre, ABD Dışişleri Bakanı James Francis Byrnes ile Moskova'da baş başa bir görüşmesi sırasında Bevin, "Sovyet politikası rahatsız edici" diyor.

Bevin, Amerikalı muhatabına, “İngiltere Hükümeti, Rusya'nın Türkiye'ye yönelik tehditleri karşısında tarafsız kalamaz, Türkiye'nin yanında yer alacaktır. Sovyetlerin Boğazlar da üs ve Kars, Ardahan talepleriyle mutabık olmamız mümkün değil" diyor. Batılı Ülkeler ve İngiltere bu istekleri Türkleri sevdiği için değil de kendi ulusal çıkarlarına ters düştüğü için kabul etmiyorlar.

ERMENİLERİN KULLANLMASI

ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine göre, SSCB Lideri Josef Stalin, işgal etmeği planladığı Türk topraklarına yerleştirmek, işgale gerekçe olarak kullanmak için dünyanın çeşitli ülkelerinden Rusya’ya getirttiği Ermeniler, ABD ye göre "Stalin'in Türkiye'den toprak ilhak etmesinde gerekçe olarak kullanılmaları" planlanıyordu. ABD'nin Ankara Büyükelçisi Edwin C. Wilson, 19 Aralık 1945'te Washington'a gönderdiği bir mesajda, bu durum açıkça belirtiliyor. Büyükelçi, Ermenilerin SSCB'ye götürülmelerinin, bunların ileride ilhak edilmesi planlanan Türk topraklarına yerleştirilmesi planının bir parçası olduğunu belirtiyor.

Büyükelçinin mesajlarına göre, yalnız ABD, Avrupa ve Orta Doğu ülkelerinden değil, Türkiye'den de bazı Ermenilerin SSCB'ye götürülmeleri sağlanıyor.

İŞLERİ BİTİNCE ERMENİLERİN SİBİRYA YA SÜRÜLMELERİ

Dünyanın çeşitli ülkelerinden SSCB'ye getirilen Ermeniler, Rusya'nın Türk topraklarını işgal planlarının suya düşmesinden sonra bu kez Rusya da toplanan Ermeniler SSCB yönetimi tarafından sorun olarak görülmeye başlanıyor ve ABD'de yayımlanan "Cold War International History Project Bulletin" adlı dergide yer alan bir belgeye göre, getirilen Ermeniler Türkiye'ye yerleştirilemeyince, Moskova yönetimi tarafından, ‘Bunlar Batı ülkelerinden geldi, aralarında casuslar olabilir’ gerekçesiyle Sibirya'ya sürülüyorlar.

"http://www.wilsoncenter.org" adresinden ulaşılabilen bültende, Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti Komünist Partisi Sekreteri Grigori Arutinov'un, Stalin'e gönderdiği, 22 Mayıs 1947 tarihli bir mesaj yer alıyor.

Bu mesajda, SSCB'den gelen Ermenilerin sayısının 50 bin 945 olduğu belirtiliyor. Ermenistan devlet arşivlerinin bugünkü Müdürü Karen Haçatriyan'ın sağladığı belirtilen bu belgede, gelenlerin güç koşullar altında kaldıkları, içlerinde geri dönmek isteyenlerin bulunduğu, hatta 21 Ermeni'inin sınırdan Türkiye'ye kaçtığı kaydediliyor. CNN Türk 01.12.2007




8 Haziran 2021 Salı

BİR LAHİTTEN ALINTI


Bu sözler MS 65 yılında ölen 'Seneca' isimli bir bilgine ait. Hatay müzesinde bir lahitten alıntı.

Para ile satın alınan sadakat, daha fazla para ile de satılır.

Başlayan her şey biter.

Büyük bir servet, büyük bir köleliktir.

Ölüm, bazen ceza, bazen bir armağan, çoğu zaman da bir Iütuftur. HER ŞEYİ EŞİT KILAR.

Yeryüzünde gün ışığına layık olmayan nice insanlar vardır ama, güneş her gün yeniden doğar.

Hayatı komedi sananlar, son espriyi iyi düşünsünler!

Yaşıyorsak, hala umut var demektir.

Aza sahip olan değil, çok isteyen fakirdir.

Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır, yaşamın anlamını kaybetmek.

Unutmazsan senin, af etmezsen onun canı acıyacaktır. Unutma, af etmek ve unutmak sadece iyi insanların intikamıdır.

Ey hayat, senin bu kadar önemli tutulman ölüm sayesindedir.

Unutma ki, birlikte olduğun insanın geçmişini kurcalamak, onunla kurmayı düşündüğün geleceği yok etmekten başka bir şeye yaramaz.

İnsanları tanımak için onları sınamaktan korkmayın; çünkü kaybedilmesi gerekenler, en önce kaybedilmelidirler.

Gençliğinde bilgi ağacını dikmeyen, yaşlılığında rahatlayacağı bir gölge bulamaz.

Hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir.

Kafası boş olan insanlar yeni yapılmış tomruğa benzerler, onları istediğin şekle sokup sırtlarından yükselebilirsin. 

3 Haziran 2021 Perşembe

KAHVENİN HATIRI

Vaktiyle İstanbul Eminönünde Yemiş İskelesi’nde bir kahve varmış. Bir de bu kahveyi çalıştıran kahveci. Kahveci kahveyi çalıştırır fakat aynı zamanda hem de Yeniçeri askeriymiş. Ek iş olarak kahvecilik yaparmış.

Kahvesine bir gün başka bir Yeniçeri askeri gelmiş ve kapının üstünde durup şöyle bağırmış;

"Hey arkadaş! Kavede ki bütün müşterilerine benden birer kahve yap, lakin şu kâfire yapma." Der ve köşede oturan Rum gemi kaptanını gösterir. Kahveci herkese kahve yapar verir ve o Rum kaptanın gönlünü almak için iki kahve daha yapıp alır gider Rum'un yanına oturur ve birlikte içerler.

Herkese kahve ısmarlayan Yeniçeri; "Heeyy!.. Ben sana o kafire kahve yapma diye tenbih etmedim mi?" diye çıkışınca kahveci "Kaptana yaptığım kahve senden değil, ocaktandır ağa!" diye cevabını verir.

Aradan zamanlar geçer. Sisam Adası'nda Rumlar büyük bir isyan çıkarırlar. Eminönü Yemiş İskelesinde kahvecilik yapan bu kahveci de isyan bastırılması için diğer askerlerle adaya sevk edilir ve orada Rumlara esir düşer.

Sisam Adasında asi Rumlar, ele geçirdikleri Türk esirleri esir pazarı kurarlar ve bir meydanda müzayede ile satışa çıkarırlar. Yemiş İskelesi'nin kahvecisi de esirlerle birliktedir ve o meydanda o da satışa çıkarılır.

İstekliler kaç kişi ise karşılarına dizilip, bekleşirler. O sırada tepeden tırnağa silahlı bir Rum gelir. Müzayade ilk, bir paradan başlar. Bir anda beş paraya, on paraya kadar çıkar. Esirlerin bir çoğu satılır. Sıra Yemişli kahvecisine gelince o silahlı Rum ilk baştan, "Beş kuruş!" diye bağırır. Hiç kimse arttıran olmayınca da esiri alıp şehirden hep birlikte çıkarlar.

Yemiş İskelesinde ki kahveci, "Beni beş kuruşa aldığına göre kim bilir ne gibi işkencelerle öldürecek?" diye düşünür.

Issız bir yerde o silahlı Rum satın aldığı esir Yemiş iskelesinde ki kahvecinin yanına gider ve; "Korkma! Sen beni tanımadın ama ben seni tanıdım. Hani bir Yeniçeri herkese kahve ısmarladı, bana ısmarlamadı da, sen onu dinlemeyip bana kahve ikram etmiştin, Yemiş İskelesindeki o kahveci değil misin?" der ve boynuna sarılır kucaklaşırlar.

Bir fincan kahvenin hatırı orada görülür.

Kaynak: İstanbul Ansiklopedisi V-2808 - Prof. Dr. Erkan TOPUZ.