SAYFALAR

31 Aralık 2022 Cumartesi

DİVANÜL LÜGATİT TÜRK


DİVAN’ÜL LÜGATİ’T TÜRK İÇİN KAÇ BİLİM ADAMI ÖLDÜRÜLDÜ BİLİYOR MUSUNUZ?

Uzak yerin haberini kervan getirir. Kaşgarlı Mahmud

Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan meşhur eseri Divanü Lügati’t Türk’ü tercüme etmek isteyen çok sayıda Türk bilim adamı Rus ve Çinliler tarafından öldürüldü. İşte Rus ve Çinliler tarafından katledilen Türk bilim adamları…

Dünya üzerinde bir kitap, basımı için bu kadar çok sayıda bilim adamının can vermesine sebep olmamıştır. Bu kitabın ismi; Divanü Lügati’t Türk, yazarı da büyük bilgin Kaşgarlı Mahmud… Bu sene 1000′nci doğum yılı kutlanan ve 2008 yılı da kendi yılı ilan edilen Kaşgarlı Mahmud’un Türkçe’nin ilk büyük sözlüğü ve ilk Türk ansiklopedisi olan Divanü Lügati’t Türk, tam 800 yıl boyunca ortada yoktu; tıpkı bir diğer kitabı Kitab’ül Cevahir gibi…

Divan-ı Lügat’it Türk, geçtiğimiz yüzyılın başında, Ali Emiri tarafından bulundu. Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı Yakup Deliömeroğlu, kitabın bulunuşunu şöyle anlatıyor: “Kitabı sahaflarda Ali Emiri Efendi buldu. Ali Emiri Efendi, kitabı satın aldığında duyduğu sevincini şu şekilde dile getirir: ‘Bu kitabı aldım; eve geldim. Yemeği içmeği unuttum…

Bu kitabı sahaf Burhan 33 liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığındaki elmaslara, zümrütlere değişmem.’ Büyük bir coşku içinde olan Ali Emiri Efendi kitabını kimseye göstermek istemedi. Hem kitabı kıskanıyor ve hem de kaybolmasından endişe ediyordu. Devrin ünlü simaları Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü gibi şahıslar, Ali Emiri Efendi’nin Divanü Lügati’t Türk’ü bulduğunu işitmiş ve görmek istemişlerse de Ali Emiri Efendi onları kitaba yanaştırmamıştı. Kitabı sadece çok güvendiği Kilisli Rıfat Efendi’ye gösteriyordu.

Ali Emiri Efendi satın aldığında, kitap hırpalanmış ve yıpranmış bir vaziyetteydi. Şirazeleri çözülmüş, formaları dağılmış, sayfaları birbirine karışmış ve numaraları da yoktu. Bu sebeple kitabın eksik mi, tam mı olduğu belli değildi. Ali Emiri Efendi bunun tespitini Kilisli Rıfat Efendi’ye yaptırdı. Kilisli Rıfat Efendi, iki ay müddetle kitabı üç kere okudu, karışmış sayfaları yerli yerine koydu ve numaralandırdı. Daha sonra da kitap Matbaa-i Amire’de üç yıl süren bir maceranın ardından basıldı.

Yakup Deliömeroğlu, kitabı kendi dillerine tercüme etmek isteyen çok sayıda Türk bilim adamının da bu yolda Rus ve Çinliler tarafından şehit edildiğini söylüyor. İşte Rus ve Çinliler tarafından katledilen Türk bilim adamları…

Dîvân ü Lügati’t Türk’ün Türk dünyasında ilk tercüme girişimi Azerbaycan’da oldu. Sovyet Bilimler Akademisi’nin Azerbaycan Şubesi, bu iş için Halid Said Hocayev’i görevlendirir. Hocayev, 1935-37 yıllarında bu görevi tamamlar. Fakat Hocayev ve yardımcılarının başarısının mükafatı, ölüm olur.

1937 yılında bu kez meşhur Uygur şairi Kutluk Şevki ve eğitimci şair Muhammed Ali Dîvân ü Lügati’t Türk’ü Uygurcaya tercüme ettikleri için katledilirler ve bütün çalışmaları yakılır. Kutluk Şevki, hac yolculuğu sırasında uğradığı İstanbul’dan Kilisli baskısını alarak ülkesine götürmüştür. Bilim dünyasına hizmet için giriştikleri iş, kendi sonlarını hazırlar.

Uygurlar, 1944 yılında Şarki Türkistan Devleti’ni kurduklarında, ilk iş olarak Dîvân ü Lügati’t Türk’ün tercümesi işine girişirler. Bu iş için meşhur âlim İsmail Damollam görevlendirilir. Birinci cildin tercümesi tamamlanmıştır ki, Rusya ile Çin anlaşarak Şarki Türkistan Devleti ortadan kaldırılır ve İsmail Damollam öldürülür. Şarki Türkistan’ın Kızıl Çin tarafından işgal edilmesinden sonra Uygur bölgesinde Sinjang Özerk Yönetimi kurulur. Kaşgar bölgesinin Valisi Seyfulla Seyfullin, maddi kaynak da ayırarak tanınmış şair ve tarihçi Ahmed Ziyaî’yi, Dîvân ü Lügati’t Türk’ün tercümesi için resmen görevlendirir. 1952-54 yılları arasında Divanın tercümesi tamamlanır ve Pekin’e basılması için gönderilir. Baskının giderleri de Kaşgar valiliği bütçesinden ayrılmıştır. Ancak Pekin 'karşı devrimcilik ve milliyetçilik' suçlamaları ile Ahmet Ziyaı’yi 20 yıl ağır hapse mahkûm eder ve Ziyaî cezaevinde işkence altında can verir, divanın bütün tercümeleri de yakılır.

Yılmayan Uygurların bir başka girişimi, 1960-63 yıllarında, Çin İlimler Akademisi Şincang Bölümü Müdür Yardımcısı Uygur Sayrami tarafından hayata geçirilir. Fakat hem Sayrani yardımcılarıyla birlikte öldürülür hem de tercümenin metinleri yakılır.

Uygurların Divan’a merakı bütün bu olanlara rağmen azalmamakta aksine artmaktadır. Halkın ve aydınların yoğun isteği ile Dîvân ü Lügati’t Türk İbrahim Muti’in yönetiminde Abdusselam Abbas, Abdurrahim Ötkür, Abdurrahim Habibulla, Abdulreşit Kerim Sait, Abdulhamit Yusufi, Halim Salih, Hacı Nur Hacı, Osman Muhammed Niyaz, Emin Tursun, Sabit Ruzi, Muhammet Emin ve Mirsultan Osmanov’dan oluşan 12 kişilik komisyon tarafından tercüme edilir. Bu tercüme ile Divan, 1981-84 yıllarında Urimçi’de 3 cilt halinde ve 10 bin nüsha basılır.

Divan’ül Lügat’it Türk, Kazakistan ve Azerbaycan’da ise SSCB’nin yıkılışından sonra yayınlanabildi.

Dr. Fahri Solak Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi https://akademiye.org/tr/?p=1884

23 Aralık 2022 Cuma

HER ŞEYİN BİR SEBEBİ VAR

Ömer Seyfettin yazdığı hikayeleri ile ünlü asker bir yazardır. Aynı zamanda Kurtuluş Savaşında da bir çok cephede savaşmıştır. 

Yazarın Filistin cephesinde savaşırken bir hatırasını kısaltılmış olarak aktarmak istedim;

PİÇ

"Almanların yenilmesiyle savaş bitmiş mütareke imzalanmıştı, Filistin'den çekiliyorduk. Bir kaç subay arkadaşla karşı tarafın subaylarıyla çekilme işlerini görüşmek için düşman karargahına gittik. Karşı tarafta Fransız üniformalı bir subay bana sık sık bakıyor gözünü benden hiç ayırmıyordu. Ben buna bir mana veremiyordum.

Fransız subay yerinden kalkıp bana doğru geldi ve "Nasılsın Ömer Seyfettin" dedi. Hayretler içinde kaldım ve; "Beni nerden tanıyorsun? Ben bir yüzbaşıyım öyle tanınacak kadar üst düzey bir kumandan değilim." dedim.

"Ömer biz seninle İstanbul da askerî lisede beraber okuduk. O zaman benim adım Ahmet Nihat'tı." deyince, ben de hatırladım. Hep dini Kur'an-ı eleştiren, Türkleri devamlı kötüleyen, vatan bayrak sevgisi olmayan, bir öğrenci idi amma yine de Fransız subayı olması normal değildi.

"Peki, nasıl Fransız subayı oldun?" dedim.

Dedi ki: "Ne zaman bir savaş olsa Türkler galip gelse içimde üzüntü oluyordu. Türkler kaybetse zarar görse içimde bir sevinç oluyordu, çoğu zaman kendimi ayıplıyor neden böyleyim diyordum. Bir gün Anneme ısrarla bunun sebebini sordum."

"Oğlum dayanamayacağım, anlatayım! İstanbul hastanesinde görevli bir Fransız doktor vardı. Hastaneye gidip gelirken onunla birlikte oldum ve sen o Fransız doktorun oğlusun. Babanın bundan haberi olmadı, şimdi sen öğrendin." dedi.

"Zaten babam bildiğim Türk çoktan ölmüştü. O hastaneye gittim. O tarihte çalışmış o isimde ki doktorun adresini çıkarttım. Fransa’ya gittim, esas babam olan o doktoru buldum. Olanları, Annemin sözlerini söyledim. 'Hiç bir şeyi unutmadım, anneni gerçekten sevmiştim' dedi ve beni kabul edip nüfusuna yazdırdı. Fransız okullarında eğitimimi tamamladım ve gördüğün gibi bir Fransız subayı olarak karşındayım Ömer Seyfettin!" dedi.

Ülkemiz de o kadar çok öyle adam var ki; şimdi milletini, bayrağını, Atatürk'ü, Cumhuriyeti eleştirenleri gördükçe Ömer Seyfettin'i ve yazdığı o hikayesini hemen hatırlıyorum. Alıntı.

16 Aralık 2022 Cuma

KUŞÇUBAŞI EŞREF VE ZENCİ MUSA

Trablusgarp Savaşında Zenci Musa çok büyük yararlılıklar gösterir. İki metre on santim boyu olan, iri cüsseli ve cesur Zenci Musa, Kuşçubaşı Eşref Sencer Paşa’nin dikkatini çeker. Sonraki yıllarda Kuşçubaşı Eşref Bey onu yanına alır emir eri olur. Birbirlerine büyük bir sadakatla bağlanır, ölümüne sadık kalırlar.

Balkan Savaşı başladığı zaman Kuşcubaşı Eşref Bey'in yanında savaşa katılır. Edirne geri alınırken, cephede Kuşçubaşı Eşref’in adeta gölgesi olur. Canla başla çarpışır, devleti için mücadele ederler ve Edirne yi kurtarırlar.

I. Dünya Savaşı patlak verdiği zaman Osmanlı Devleti de bu savaşın içerisinde bulur kendini. Çanakkale, Kafkasya, Filistin ve Hicaz cephelerinde işgal devletlerine karşı var gücüyle savaşırlar.

Osmanlı Genel Kurmay Başkanı Enver Paşa, bir gece yarısı Teşkilat-ı Mahsusa’nın lideri ‘Kuşların Şeyhi’ lakabı ile tatınan Kuşçubaşı Eşref Bey'i evinde ziyaret eder. Arabistan ı ele geçiren İngilizlerin Anadolu’ya doğru ilerlediklerini ve Güneyden de vurmadıkça savaşı kontrol altına alamayacaklarını, güney de ki birliklerimizi toparlamak için de oraya yardım götürülmesi gerektiğini söyler. “300 bin altın hazır. Para İstanbul’dan Yemen'e gidecek.” der. Eşref Bey bir an şaşırır. Enver Paşa’nın gözlerinin içine bakar “Nasıl gidecek bu altınlar Yemen’e? Yemen’le İstanbul arasındaki Orta Doğu işgal altında. Medine’de Fahrettin Paşa zor direniyor, nasıl gidebilir, kim götürebilir bu parayı?” der.

“Bu parayı Yemen'e ancak sen götürebilirsin Eşref, onun için sana geldim.” Der Enver Paşa!

Kuşçubaşı Eşref Paşa ile Enver Paşa altınların götürülmesi için anlaşırlar.

Arap yarımadasını iyi bilmesi, aşiretleri tanıması, Arapçasının mükemmel olması, hatta kabile şivelerini dahi bilmesinden dolayı emireri Zenci Musa’yı ve Teşkilat-ı Mahsusa’dan da güvendiği 70 kadar adamını yanına alır Eşref Paşa. Altınlar her birine dağıtılır. Eşref Paşa da bir Bedevi kılığına girer. İki ayrı kola ayrılarak 72 kişi Medine’de buluşmak üzere İstanbul dan yola çıkarlar ve bir sorun yaşamadan Medine’ye ulaşmayı başarırlar.

Medine de Fahrettin Paşa, Eşref Paşa'ya, "Buradan bir adım dahi dışarı çıkamazsın. İngiliz istihbaratı 300 bin altınla sizin Yemen’e gittiğinizi öğrendi." der.

Eşref Paşa, “Neye mal olursa olsun bunu başaracağım.” Der ve Fahrettin Paşa’nın yardımıyla Hayber’e kadar giderler. Hayber’i geçince Cembele mevkiinde 25 bin kişilik İngiliz-Bedevi birlikleri Kuşçubaşı Eşref Paşa ve adamlarının etrafını çevirirler. Burada bir gün bir gece çok kanlı bir çarpışma olur. Kuşçubaşı Eşref Paşa başına aldığı bir kurşun darbesi ile ağır yaralanır ve esir düşer. Kuşçubaşı Eşref Paşa yaya yürütülerek ve perişan bir vaziyette İngiliz Ajani Edward Lawrence’in içinde bulunduğu çadıra götürülür. Daha sonra bir kafes içine konularak sokaklarda dolaştırılıp halka teşhir edilir.

Kuşçubaşı Eşref’in sadece iki askeri sağ kalır. Sağ kalan iki askeri Zenci Musa ve arkadaşıdır. Kuşçubaşı Eşref Paşa altınları Yemen de Ali Sait Paşa'ya gönderebilmek için bir plan hazırlar ve kendisini yem olarak gösterip, bilinen normal yoldan giderken, emir eri Musa ve arkadaşı altınlar yüklü develerle birlikte gizli çöl yollarından giderek Yemen’e doğru yol alırlar ve birkaç gün sonra Zenci Musa altınlarla birlikte Sana’ya ulaşır.

Altınları Yemen Komutanı Ali Sait Paşa’ya teslim ederken, buruk bir ses tonuyla, “Çok şükür başardık ama Eşref Paşa'mızın düşman eline düşmesine engel olamadık.” Diyerek ağlamağa başlar.

Altınların kaçırıldığını ve Yemen'e götürüldüğnü anlayan İngiliz kuvvetleri Zenci Musa ve arkadaşının peşine düşerler ancak ne Musa’yı ne de arkadaşını yakalamayı başaramazlar.

12 Ocak 1917’de gerçekleşen bu olay, London Times Gazetesi’nde sekiz sütunla manşetten verilir. İngilizleri aldatarak 300 bin altını Ali Sait Paşa’ya teslim eden Zenci Musa artık bütün İngilizler tarafından tanınmaktadır.

Zenci Musa, vatana hizmet aşkıyla büyük bir işe imza atmış, ancak engin bir muhabbet ve sadakatle bağlı olduğu komutanı Eşref Paşa'dan da ilelebet ayrılmıştı.

Zenci Musa altınları teslim ettikten sonra yine gönüllü olarak Yemen’deki direnişe katılır. Büyük kahramanlıklar gösterir fakat İngilizlere esir düşer. Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde serbest bırakılır.

Bir müddet Yemen de kaldıktan sonra Millî Mücadelenin başladığını duyar duymaz İstanbul’a gelir. Ancak ne bir kuruş parası ne de yatacak bir yeri vardır. Bir ikindi vakti kendisini Yemen’den tanıyan, kaçırdığı altınları teslim ettiği Ali Sait Paşa ile buluşur. Ali Sait Paşa, "Musa, bu vatana çok hizmet ettin, emeklilik için dilekçe ver kabul edeyim." der. Zenci Musa şöyle bir etrafına bakar ve; "Paşam, ben bu fakir milletin parasını kabul edemem." diyerek teklifi reddeder.

Ali Sait Paşa hamallar kâhyası Ferit Bey'e götürerek, ön ayak olur ve Zenci Musa’ya Karaköy Gümrüğünde hamallık yapması sağlanır.

Musa artık bir hamaldır ve hamallık yaparak geçimini sağlamağa çalışmaktadır fakat devletine hizmet etmekten de hiçbir zaman geri kalmaz. Gündüzleri gümrükte hamallık yaparken, geceleri Özbekler Tekkesi’nden Anadolu’ya gönderilen silah sevkiyatı işlerine yardım eder.

İstanbul işgal kuvvetleri komutanı Harrington'a, ‘hani şu kuvvetlerimizi atlatıp altınları Yemen’e ulaştırmayı başaran Sudanlı Zenci Musa var ya, işte o gümrükte hamallık yapıyor.’ derler. İşgal kuvvetleri komutanı General Harrington, Zenci Musa’yı görmek için Karaköy Gümrüğüne gider ve onu bir süre uzaktan izler. Sonra yanına gidip ‘kendileri ile çalışması halinde onu altına boğacağını, bu perişan halden kurtulacağını’ söyler.

Aldığı teklif karşısında çok sinirlenen ve olanca heybetiyle oturduğu yerden ayağa kalkan Zenci Musa, General Harrington’a “Komutan, her teklif, herkese yapılmaz. Senin bu teklifin beni ancak rencide eder. Benim bir devletim var. O da Devlet-i Osmanî. Bir bayrağım var. O da ay yıldızlı bayrak. Benim bir tek komutanım var. O da Kuşçubaşı Eşref Paşa. Ama şunu bil ki bu iş daha bitmedi. Sizinle mücadelemiz devam edecek.” diye bağırır.

Zenci Musa’nın uzun yıllar boyunca çektiği sıkıntı ve eziyetler nedeniyle yorulan bedeni hayat şartlarına daha dayanamaz vereme yakalanır. Bavulunu alır ve Özbekler Tekkesine sığınır. Özbekler Tekkesi Şeyhi Ataullah Efendi tarafından kendisine bir oda tahsis edilir, orada yatar kalkar. Az bir zaman sonra Zenci Musa’nın bedeni vereme yenik düşer ve ruhunu hakka teslim eder.

Vefat ettiğinde geriye sadece tahta bir valizi kalır. Ömrünü sadakatle vatanına adayan Sudanlı Zenci Musa’nın valizi açıldığında içinden; bir adet Mushaf-ı Şerif, bir adet ay yıldızlı Türk Bayrağı, beyaz bir kefen bezi, bir Osmanlı haritası ve birde birlikte çalıştığı Komutanı Kuşçubaşı Eşref Paşa'nin solmuş, eski bir fotoğrafı çıkar.

Kuşçubaşı Eşref Paşa ile birlikle Arabistan’a seyahatleri sırasında, Zenci Musa’yı tanıyan Mehmet Akif Ersoy ise Zenci Musa için, “Eşref Bey’in emir eri Zenci Musa, Omuzundan arşa yükseldi Nebi İsa” diye mısralar yazmıştır.

Zenci Musa’nın sadakatle bağlı olduğu komutanı Kuşçubaşı Eşref ise esir tutulduğu Malta’dan kurtulup İstanbul'a gelir. Gelir gelmez emir eri Zenci Musa’yı yanına almak için arar, ancak ölüm haberini alır, o da çok üzülür.

Kuşçubaşı Eşref Paşa, çok sevdiği emir eri için hatıralarında “Ben Malta’dan kurtulup Millî Mücadele’nin bayrağını açma şerefine mazhar olduğum sıra, o benim kahraman Arabım veremden ölmüş.” diye not düşmüştür.

Anadolu'ya döndükten sonra Türk Kurtuluş Savaşı'nda yer alır. Çerkez Ethem'le birlikte Kuva-yi Seyyare'de Yunan işgaline karşı çıkar. Adapazarı civarındaki Kuva-yi Milliye'nin başarıları Kuşçubaşı Eşref'e mal edilir.

Çerkes Ethem'in Türk kuvvetlerine isyan edip yenilmesinin ardından onunla beraber Yunan kuvvetlerine sığınır. Yunan ve İngiliz iş birlikçisi olduğu iddiasıyla, Çerkez Ethem'le beraber Yüzellilikler listesinde yer alır ve vatandaşlıktan çıkarılıp sürgüne gönderilir.

Türkiye'ye gelişine izin verilmez. 1936 affı ile yurda girişi serbest bırakıldığı halde "Hiçbir zaman af dilemem, ben hain değilim ki affedileyim." der ve yurda dönmez, Mısır'da İskenderiye şehrinde yaşar. 

1950 yılında Türkiye'ye geldi. 14 sene Türkiye'de yaşadı ve beraber savaştığı silah arkadaşlarının mezarlarını ziyaret etti. 1964'de hayata gözlerini yumdu. Kabri Aydın'da Söke-Kuşadası yolu Yaylaköy Caferli Granta Mezarlığı yanındadır.

Bu vatan öyle ucuz kurtulup ta yaşayalım diye Allah tarafından bize verilmedi. Bu vatanı kurtaran başta Atatürk ve yüce milletimiz çok büyük bedeller ödedi. Bu bedeller kendileri için değil, bizlerin hür yaşaması, geleceğimiz, çocuklarımız içindir. Bu vatana bir şey olursa, başkası değil, yine sen bedeller ödeyerek kurtarabilirsen kurtaracaksın. Veya hiç bir şey yapmayıp öyle uykuda sağ kalırsan sen ve evlatların vesayet altında olacak. Sen vatanını kurtarmazsan, başkası sana vatan kurtarmaz. İyi düşün....




11 Aralık 2022 Pazar

BİLİYORUZ AMA BİRŞEY YAPAMIYORUZ


Yıl 1920 kör bir adam Topal Molla lakabıyla, Afganistan’ın Güneyinde bir TEKKE kurar. Para verip bir kaç adamlara reklamını yaptırır ve Topal Mollanın müritleri üç yıl içinde 200 bine ulaşır.

Müritlerin sayısı beş yılda 400 bini aşar ve bir gün, bilgi yarışması için Türkiye'ye gönderilecek olan altı lise öğrencisi kız çocukları için 'EY VAH DİN ELDEN GİDİYOR' diye propaganda yaparak Topal Molla, Afgan Kralı Emanullah Han'a karşı ayaklanma başlatır.

Bir yıl boyunca Afganistan‘da kan gövdeyi götürür. Kral Emanullah Han, ülkesini terk etmek zorunda kalır. Hava alanında yanına kör bir adam yaklaşır ve çok güzel bir Urduca ile: “Beni tanıdın mı? Ben meşhur Topal Mollayım. Afganistan’daki görevim bitti, İngiltere’ye, geri ülkeme dönüyorum.” der.
“Seni tanıdım! Ben senin İngiliz Ajanı olduğunu da biliyordum fakat halkıma o kadar çok tesir etmiştin ki, onları hain olduğuna bir türlü ikna edemedim.“ der Afgan Kralı Emanullah.

Sarıklı ve sakallı Topal Molla, isyandan sonra sakalını kesmiş, sarığını atmış, başına silindir şapkasını oturtmuş ve İngiltere yolunu tutmuştu.

O dönemden kalma kötü alışkanlıklardan biri Afkanistan'a mal olmuş, hala daha devam etmektedir. 'Bacha bazi' denen bu adet, erkek çocuklara karşı cinsel istismardır. Fakir ailelerin 7-15 yaş arası erkek çocukları para karşılığı satın alınır, dans öğretilir, mekanlarda dans ettirilip, parti sonunda isteyene para karşılığı satılırlar. 

Bizim ülkemiz de de, tarikatlar küçük yaşta kız çocukları evlendirmek, küçük yaşta bir çok kız çocuklarına tecavüz, 
bir çok erkek çocuklara istismar olayları ortaya çıkarak adli makamlara intikal etmiştir. Halbuki müslüman ülkelerde şeriat hükümlerine göre, fuhuş suçtur ve karşılığı ölüm cezasıdır. Bu cemaat ve tarikatlarda Allah bilir daha neler yapılıyor da bizim haberimiz olmuyor ve bütün bu yaptıkları da  İslam dini ile caizmiş gibi gösteriliyor.

Böylesine çarpık uygulamalar ise, ne hiç bir dinde, ne de hiç bir insanlıkta, hatta hayvanlarda bile yoktur, olamaz.

Ülkemizde de her zaman bir çok Topal Molla’lar olmuştur. Bazıları bilinmiş, bazıları hiç bir zaman bilinmemiş, kimi politikacı, kimi din adamı, kimi ilim adamı olarak karşımıza çıkmışlar, toplumu zehirlemiş birlik ve beraberliği bozmuşlardır.

Her aklına gelen bir tekke de tarikat veya cemaat kuruyor. Kendi adamlarına kendilerini reklam ettirip, yazdıkları ve söyledikleriyle cahilleri ve gençleri zehirliyorlar. Sonra da kendilerini Allah'ın yerine koyup milleti korkutup kandırıyor, taraftar topluyorlar. Hep bilinmeyen için, öteki dünya için sanki gitmiş gelmişler de her şeyi onlar görmüş, bilmişler gibi bir şeyler yazıyorlar, söylüyorlar, fetvalar veriyorlar. Öbür dünyanın Cenneti ile aldatıp, bu dünyada millete Cehennemi yaşatıyorlar. Herkesi uyuturken kendilerini Allahın mübarek kulu gösterip, hem çoluk çocuğa tecavüz ediyor, hem de topladıkları bağışlarla köşeyi dönüyorlar. Bir taraftan da İslam Dinini baltalamış oluyorlar. Ne kadar sinsi ve kurnazca bir oyun değil mi?

Her şeyin bir fitne, yalandan ibaret olduğunu, aslında O’nun zehirli biri, yani bir hain olduğunu, milleti bir nevi din hipnozu ile uyuttuğunu anlatsan da kimse sana inanmıyor, seni hain ilan ediyorlar. 

Düşünmek, araştırmak, sorgulamak, eleştirmek ve cahil kalan toplumu aydınlatmak çok önemlidir. Topal Molla’lar, düşünen, sorgulayıp, araştıran, eleştiren beyinlere yaklaşamaz onlardan uzak dururlar.

NOT: Emanullah Han,Kurtuluş Savaşımız esnasında Türkiye’ye büyük maddi yardımlarda bulunmuş, teşviki ile Afgan kadınlar da kollarında ki altın takılarını göndermişlerdir.

Emanullah Han,Atatürk hayranıydı ve onu örnek alıyordu. Bu durum İngilizleri rahatsız etti ve meşhur İngiliz oyun ve dalaverelerini devreye soktular.

O sırada Ankara Hükümeti, Afgan ordusunu ıslah etmek üzere Kabil'de bulunan General Kazım Orbay başkanlığındaki Türk Askeri Heyeti, Emanullah Han'ı Türk vatanını müdafaa eder gibi, hayatlarını ortaya koyarak korumakla görevlendirir.

Atatürk de, Kral'ın huzurunda açılacak özel bir telgrafta Emanullah Han'a şu mesajı gönderir:

”Son günlerde Zatı Şahanenizi muztarip eden bazı ahval ve hadisattan haberdar oldum. Eğer vaki ise öz kardeş bildiğim sizin, ıstırabınızı tahfife medar olacak noktai nazarlarımı bildirmek üzere beni hakikatten haberdar ediniz. Orada bulunan ve yolda emrinize iltihak etmek üzere olan bil cümle Türk ümera ve zabitanı sizin için fedayi hayat emrini almışlardır. Büyük alaka ile cevabınızı intizar ederim kardaşım.” Der fakat mesaji kendisine ulaştıramazlar. Atatürk'ün bu mesajı sunulmadan isyancılar Kabil'e girer.

Emanullah Han, Elçi Yusuf Hikmet Bayur'un ifadesiyle bir çaduriye giyerek, kadın kılığında Kabil'den kaçar ve Roma'ya gider. Zaman zaman Türkiye'ye gelerek Atatürk'le de görüşür.

Atatürk, Emanullah Han'dan sonra Afgan tahtına oturan Mehmet Nadir Han'a biraz mesafeli durur. Ancak Mehmet Nadir Han da Türkiye'ye yakın davranır. Yeniden doğan sıcak hava üzerine Büyükelçi Yusuf Hikmet Bayur 24 Haziran 1930'da Mehmet Nadir Han'a güven mektubunu sunar ve görüşmeyi Ankara'ya şöyle bildirir:

24 Haziran'da itimatnamemi verdim. Kral mükamele (karşılıklı konuşma) esnasında ezcümle şöyle dedi, kâffemiz (cümlemiz) Reisicumhur Hazretlerini (Atatürk ü) başımız tanırız.

Ve o günlerden sonra da Afganistan'ın durumunu herkes görüyor. Dün Afganistan’ın yaşadığı bu acı olayların aynısını bugün Türk milleti olarak bizler yaşamaktayız. Haini - Ajanı - Casusu – Yüzlerce Topal Molla ları görüyoruz, tanıyoruz ama maalesef kimseyi inandıramıyoruz! Hiç bir şey yapamıyoruz!

İslami kullanarak darbeyi yapan ve Afganistani yıkan aslında bir İngiliz ajanı "TOPAL MOLLADIR" yanı İngilteredir. Afgan halkını din ile uyutarak, kandırarak emeline ulaşmıştır. Kendi milletini kandırarak bir devleti yıkmak bu kadar kolay olmamalı. Din devlete bağlı kalmalı. Çünkü bir devlet yıkıldığı zaman o din de yıkılır.



7 Aralık 2022 Çarşamba

DUVAR YAZILARI


Tuh yandık, şimdi ne yapacağız?. Adam Noel kutlamalarına karşı çıktığı için rakının yanında meze olur diye çerez satmıyor.



Sebzeciden yerinde serzeniş


IRSIZ BEY ! (HIRSIZ BEY)

 Asansör arızalı

Ölü canlı alabalık

İnsan tamiratı

Burokolinin ismi değişmiş BURUK ALİ

Karalüferli acaba balıklı daire mi?

Galiba boxter şort demek istiyor

Takma dişin ikinci el satışını da gördük

Engelli 6. kata nasıl çıkacak?

Azcık ötede her şey var.


Uyarı tam, ona göre hareket ediniz.

Rize'nin tam merkezinde 

Yerlere izmarit atıp kirletmeyin. Bu tasın içine atın. Yeniyol Köyü

Kadın veya bayan alınacakmış

Katma Değer Vergisi mi yoksa kart deve mi?

Bunu da din tüccarları icat etti

Gazete ilanı Satılık mezarlık

Tercüman

Himalya yerli nasıl olur?

Yanı namuslu tavuk yumurtası, istersen al


Satılık daire

Ne demek istiyor anlamadım

Çay alım evi
Baahçe ilanı



Namaza davet
Polis ile pazarlık
Cumhuriyetin 100. yılında Kuş Adasında bir esnafın dükkanına astığı yazı.
Fiatları ayarlayanlar