SAYFALAR

28 Aralık 2021 Salı

MÜHİM BİLGİLER

Likyalı erkekler ölülerini gömerken, şeytanın yüzlerini görüp sonradan kendilerine musallat olmasın diye kadın kılığına girip, yüzlerini gizliyorlardı. 'Şeytan görsün yüzünü' deyimi de buradan kalmış.

Adolf Hitler, 17 yaşındayken haydarpaşa gar inşaatında, alman işçi ve ustalarla birlikte işçi olarak 2 yıl kadar çalışmış.

Atatürk'ün "Türk, öğün, çalış, güven" sözünde geçen "öğün" kelimesi övünmek anlamında değil, Orhun yazıtlarında Bilge Kağan'ın Türklere hitaben söylediği "Türk, bodun, ertin, ökün" sözündeki "ökün" kelimesinden gelir ve "düşün, ders al" anlamındadır.

"Gamzedeyim deva bulmam" şarkısında geçen 'gamzedeyim' kelimesinin gamzeyle falan alakası yok, 'gam-zedeyim' 'kederdeyim' anlamındadır..

'Kel alaka' sözündeki 'kel' Fransızca 'ne' anlamına gelen 'quel' kelimesinden gelir ve 'ne alaka' anlamında kullanılır. Zamanında her cümlesine Fransızca bir kaç kelime katıp artislik yapan birisi tarafından Türkçemize sokulmuş.

RayBan markasını oluşturan kelimeler olan 'ray: ışın' - 'ban: yasaklama' demektir. Yani ışın yasağı, ışını defetme anlamına gelir.

Tuvalet anlamında kullandığımız 100 numara İngilizcedeki 'loo' kelimesinden gelir ve evet tuvalet anlamındadır. tamamen algı meselesi yani.

Vatan yahut Silistre oyununun gerçek adı 'vatan' dır. Uygulanan sansür nedeniyle bir süre 'silistre' adıyla oynanmış, daha sonra sansürün kalkmasıyla kafa karışıklığını önlemek için 'vatan yahut Silistre' adını almıştır.

Napolyon kirazı diye bir şey yoktur. Kirazıyla meşhur Bursa Ulubat'ın eski adı Apolyont'tu, vatandaşın dili Apolyont'a dönmeyince oldu sana Napolyon kirazı...

Antik Mısırda hamile kadınlar bir kaç gün boyunca arpa ve buğday tanelerini karıştırır üzerlerine idrarlarını yaparlarmış. Önce arpa filizlenirse bebeğin erkek, buğday filizlenirse bebeğin kız olacağını bu şekilde anlarlarmış.

'Happy Moon's cafe' nin ismi, sahibi Hüseyin Aymutlu'nun soyadından gelirmiş. Batı hayranlarını derinden sarsacak bir bilgi bu, evet ama adam da haklı 'Aymutlu cafe' olsa hiç kimseler gitmez çoktan iflas etmiş olurdu.

Esenboğa havalimanı adını, Ankara savaşında Timur'un meşhur fil ordularının komutanı olan 'İsen Buga' dan alır ve sağlıklı, mutlu öküz manasına gelir.

Anason min. %40 alkolde çözündüğü için rakı renksizdir, su katıldığında alkol oranı azaldığından anasonun çözünürlüğü düşer ve beyaz renkte görünür hale gelir.

İskambil kartlarında kupa asilleri, maça orduyu, karo orta sınıfı, sinek fakir halkı temsil eder. Teoman 'kupa kızı sinek valesi' derken boşa yapmamış yani..

Firavunlar kendilerini sineklerden korumak için yanlarında, her tarafına bal sürülmüş, çıplak köleler bulundururdu.

'Moruk' ne demektir? 'Yaşlanmış domuz' demektir. Bilmiyorum arkadaşlar arasında 'Ne haber moruk? Çak moruk' demek uygun mudur? Alıntı

21 Aralık 2021 Salı

DÜNYADAN SÖZLER

1- İnsanlar yaşadıkça ihtiyarladıklarını sanırlar, halbuki yaşamadıkça ihtiyarlar. Malezya
2- Ne kadar az yüksekten uçarsan, düştüğün zaman o kadar az incinirsin. Tibet
3- Evlenmeden evvel gözlerinizi dört açın, evlendikten sonra yarıyarıya kapayın. Portekiz
4- Allah’ın gülü dikenli yarattığına hayret edeceğinize, dikenler arasında gül yarattığına hayret edin. Arabistan
5- Başkalarını azarlar gibi kendini azarla, kendini affeder gibi başkalarını affet. Çin
6- Biri sizi bir kez aldatırsa suç onundur, ikinci kez aldanırsanız suç sizindir. Romanya
7- Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir. Brezilya
8- Bir ülkede küçük insanların gölgeleri uzuyorsa, o ülkede güneş batıyor demektir. Çin
9- Birine bir balık versen bir defa doyar; balık tutmayı öğretirsen ömür boyu doyar. Çin
10- Bir zincirin gücü en zayıf halkası kadardır. İngiltere
11- Bir yıllık refah istiyorsan tahıl yetiştir, on yıllık refah istiyorsan ağaç yetiştir, yüz yıllık refah istiyorsan insan yetiştir. Çin
12- İnsan bir kapıdan içeri girmeden, çıkışı da var mı diye düşünmeli. Rusya
13- Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan. Türk
14- Karşı kıyı için savaşmayan, kendi kıyısından da olur. Çeçenistan
15- Çağrılan yere erinme, çağrılmayan yere görünme. Türk
16- Yüreğinde yeşil bir dal saklarsan, şarkı söylemeye bir kuş gelecektir. Çin
17- Yürüyen üç aptal, oturan üç bilgeden daha çok yol alır. Çin
18- Oyun bitince şah da, piyon da aynı kutuya konur. İtalya
19- Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de karıncalar balıkları… Afrika
20- Nasıl indireceğini bilmediğin eşeği dama çıkarma. İran
21- Parmak ayı gösterdiği zaman parmağa değil, aya bakmak lazımdır. Maya
22- Önemli olan hayata yıllar değil, yıllara hayat katmaktır. Çin
23- Bir atı zorla suya götürebilirsiniz ama ona zorla su içiremezsiniz. Fransa
24- Hay`dan gelen, Hu`ya gider, Selden gelen, suya gider. Türk
25- Bir parmakla karşı tarafı suçlarken dikkat et, üç parmağın da seni gösteriyor. İngiltere
26- Değişim rüzgarları eserken akıllılar yel değirmeni yapar, aptallarsa duvar örer. Çin
27- Yaşayacağın bir dünyayı hayal etmektense, yaşayabileceğin bir dünyayı inşa et! Almanya
28- Ağacın köklerine değil, meyvelerine bakılır. Arabistan
29- Duyarsam unuturum, görürsem hatırlarım, yaparsam öğrenirim. Çin
30- Bir köpeğin karnını doyuruyorsan ve ona barınak veriyorsan, bu senin köpeğin sahibi olduğunu göstermez. Köpeği salıver, geri gelirse, köpeğin sahibi sensin demektir! Çin
31- Oturan bir kartal olmaktansa uçan bir boğa olmayı tercih ederim. Kızılderili
32- Saraylar yıkıldı, kılavuzluk delilere kaldı. İbrani
33- Yaşayanlar kapar ölenlerin gözlerini, ölenler açar yaşayanların gözlerini. Afrika
34- Sığır yavaştır, toprak sabırlı. Çin
35- Kurt kışı geçirir ama, yediği ayazı unutmaz. Türk
36- Sevdiklerine bağlı ol ama, bağımlı olma! Fedakar ol ama, kendini feda etme! Dünü unutma ama, saplanıp kalma! Sabret ama, katlanma! Eleştir ama, suçlama! İste ama, ısrar etme ve en önemlisi, kimseye biat etme! Şaman 
37- Çalışmadan aş olmaz. İngiliz
38- Dikkatsiz insan, ormanda yürür de yakılacak odun görmez. Rus
39- Şans cesur olanın yanındadır. Rus
40- Senin değilse alma, doğru değilse yapma, gerçek değilse söyleme, bilmiyorsan sus. Japon
41- Bir nal bir atı, bir at bir yiğidi, bir yiğit bir vatanı kurtarır. Türk
42- Pirincin içindeki siyah taşlardan korkma beyaz olanlardan kork. Japon
43- Para eğer hizmetkârın değilse, efendin olur. Japon
44- Kızgın adam girdiği tüm savaşlardan yenik ayrılır. Japon
45- Öldükten sonra doktora gidilmez. Japon
46- Yalan dörtnala gider, hakikat adım adım, fakat vaktinde yerine yetişir. Japon
47- Öküzün süt vereceğine inananlar, tez zamanda inek gibi sağılırlar. Çin
48- Dünyada kusursuz iki insan vardır; biri ölmuştur, diğeri hiç doğmamıştır. Çin
49- Sanıkların ikisi de zenginse hakim istifa eder. Biri zengin diğeri fakirse, zengin kazanır. İkisi de fakirse adalet yerini bulur. Çin
50- Muhtaçlık, yokluk, çaresizlik ve ümitsizlik insana her şey yaptırır. Türk
51- Eğer bir hak başkalarına helal size haram ise, bilin ki o din Allah'ın dini değil, sömürgecilerin dinidir. Malkolm
52- İncir ağacından oklava, mısır unundan baklava, her anasından doğandan da adam olmaz. Türk

14 Aralık 2021 Salı

SÜLÜK

Bilmem şu sevimsiz yaratığı tanımayan var mı? Adı 'sülük' durgun su bataklıklarında balçık içinde bulunur. Bir de çiftliklerde özel yetiştirilip çarşı pazarda satmak için cam kavanozların içinde. 

Açıkçası ben çok görmüşüm fakat her gördüğümde de tiksinmişim. Hatta bir kaç defa vücuduma da yapışmış ve koparana kadar neler çekmişim. Halbuki bu beğenmediğimiz hayvan ne imiş? Ne hünerleri var imiş? 

Her sülük tedavide kullanılmaz. Tespit edilen ve doğada bulunan 30 çeşit sülüğun ülkemiz de sadece bir çeşiti sülük tedavisinde kullanılır. Uygun bir süre aç olarak bekletilmiş sülükler vücutta gerekli bölgelere bırakılarak tedavi gerçekleştirilir. Fakat bu tedaviler uzman kişiler tarafından yapılmalı.

Sülük Karaciğerimizle yüzde yüz aynı hücre yapısına sahiptir.

35'e yakın beyni, 270 civarında dişleri ve ağızlarında üçgen bıçakları mevcuttur.

Vücudunda hiç kemik ve kıkırdak yoktur.

Gözleri görmeyen bu canlılar kısa bir süre içerisinde tuttuğu vucüdun tomografisini, emarını, ultrasonunu, labaratuvar tahlilini yapacak potansiyele sahiptir.

Bu sayede kişinin maddi ve manevi hastalıklarına uygun herbiri tedavi edici özelliğe sahip olan yaklaşık 118 adet enzimlerini yanı ilaçlarını yavaş yavaş insan vücuduna verir.

Sülükten ne kadar korkulursa korkulsun yada tiksinti duyulsun, tuttuğu andan 5-10 dakika sonra vücutta salgılanan enzimlerle kaslarda sakinleşme olur ve rahatlama oluşur.

Sülük derimize dokunur dokunmaz kalpten müsaade ister, eğer kalp müsaade ederse sülük kesme işlemine salgı vererek başlar.

Savunma sistemi ile ortak çalışır.

Kılcal damarlara ulaşır ve oradaki tüm katı toksinleri salgıladığı kimyasal asitlerle sulandırarak emer, yok eder.

Emme işlemi bittiğinde kestiği deriyi onarmak için;

Antioksidan - Antibiyotik - Antihistaminik - Antialerjik - Antitoksit yani tüm onarıcı salgıları o kestiği yere bırakır.

Doyduktan sonra bıraktığı bu onarıcı enzimler sayesinde, hücreler, kalp ve beynimiz ondan hoşnut kalır.

Sülük tedavisinin kullanımı, kayıtlara göre 3500 yıl öncesine dayanan en eski tıbbi uygulamalardan biridir.

Migren, Damar sertliği, Alzheimer, Kısırlık, Hepatit, Sistit, Sinüzit,

Göz hastalıkları, Kronik böbrek yetmezliği, Egzama ve daha pek çok hastalığın tedavisinde kullanılır.

Ayrıca sülüklerin tükürüğünden elde edilen kimyasallar, bazı hastalıkları tedavi edebilen ilaçlara dönüştürülür ve insan sağlığında kullanılır.

Bu sebep le Sülükle tanışan ve onu uygulayan asla bırakamaz. Fakat bunun gerçekten profesyonel yapılması gereken bir uygulama olduğunu da unutmamak lazım. Vücutta kan ile ilgili bazı hastalarda kesinlikle sülük tedavisi yapılamaz. Hayatı tehlikeler olabilir. Sülük tedavisi bir uzman gözetiminde olmalı.


10 Aralık 2021 Cuma

MEÇHUL ASKER

13 Şubat 2003 tarihi, bir sabah saatleri.. Orta yaşlı iki adam, ellerinde kadife kaplı bir kutu ile, Avusturalya T.C Melbourne Büyükelçilik önüne gelir. Yüzlerinde hem korku, hem de büyük bir utanç işaretleri vardır. Polise elçilikte bir yetkili ile görüşmek istediklerini söylerler.

Polis içeriye haber verdikten biraz sonra güvenlik ateşesi dışarı çıkar ve adamlara niçin geldiklerini sorarak odasına alır.

Adamlar ellerinde ki kutuyu gösterirler ve elçiliğe teslim etmek istediklerini söylerler.

Kutuda ne olduğunu sorar Güvenlik Ataşesi. Adamlar hiç cevap vermezler.

Güvenlik Ataşesi şaşkınlık içinde kutuyu adamlara açtırdığı zaman dehşet içinde kalır. Çünkü adamların ellerinde getirdikleri kadife kaplı kutunun içinde mumyalanmış, üzerinde saçları bile olan bir insan kafası ile karşılaşır. Hemen büyükelçiye haber verir. Büyükelçi de yanlarına gelir. Kafayı kutudan çıkarır incelerler. Ellerinde ki mumyalanmış bu insan kafası, üzerinde kurşun delikleri de bulunan gerçek bir insan kafasıdır.

Adamlar şöyle anlatırlar getirdikleri kesik insan kafasının öyküsünü;

Bir hafta kadar önce ölen babaları bir askerdi ve yıllar önce Çanakkale savaşına katılmıştı. Tarihin en kanlı çatışmalarının yaşandığı Anafartalar çıkartması savaşında; saldıran tüm Avrupa askerlerine bir taraftan yokluklarla mücadele eden bir avuç Türk Askerinin direnmesi sonucu, zorlu bir çatışmanın ardından, birçok düşman askeri ölmüş, bir çok Türk askeri de şehit olmuştu. İşte o çatışmada bir Anzak askeri, ana vatanını savunurken şehit olan bir Mehmetçiğin kafasını kesip torbasına koymuştu.

Savaş bittikten sonra Avusturalya ya sağ salım geri dönen bu asker şehidimizin kafasını da beraberinde götürmüş ve o günden bugüne kadar, yıllarca savaş anılarını anlatırken Mehmetçiğin kafasını delil olarak göstermiş ve gururla ‘ben öldürdüm’ demişti, memleketinde ki dostlarına.

Bu asker hayatının son yıllarında yaptıklarından büyük bir pişmanlık duymuş olacak ki, bir hafta kadar önce ölmüş ve ölürken de ailesine çok büyük bir rahatsızlık duyduğunu ifade ederek, bir Türk askerine ait olan bu şehit kafasının mutlaka Türkiye ye göndermesini vasiyet etmişti.

İşte bu iki adam Mehmetçiğin başını kesen o adamın çocuklarıydı ve babalarının vasiyetini yerine getirmek için 87 yıl önce Çanakkale de şehit olan Mehmetçiğin kafasını evlerinde bulunduğu yerden almış Türk elçiliğine teslim etmek için getirmişlerdi.

Elçilikte bulunanlar duyduklarına inanamadılar ve hepsi göz yaşlarına boğuldular. Büyükelçi Türkiye Devleti yetkililerine ve Avusturalya Devleti yetkililerine telefonla bilgi verdi.

Bu haberi duyan Avusturalya‘da yaşayan binlerce Türk ve Avusturalya vatandaşları da guruplar halinde akın akın elçiliğin önüne geldiler.

Avusturalya devleti bütün yetkilileri de ordaydı. Görülmemiş bir kalabalıkla büyük bir tören yapıldı bu şehidimizin başını getirmek için Türkiye'den Avusturalya’ya bir uçak gönderildi.

18 Mart 2003 te Şehit Mehmetçiğin kafası Çanakkale’ye getirildi. Halkında katılımıyla büyük bir askeri tören de Çanakkale de yapıldı ve şehidimizin kafası Çanakkale Şehitliğinde hazırlanan bir mezara defin edildi.

Ancak kim olduğu bilinmediği için ismi ’MEÇHUL ASKER’ olarak kaldı ve şu anda şehit olduğu yerde Çanakkale şehitliğinde sadece kafasının bulunduğu bir mezarı vardır.

Ey insanoğlu! Hiç düşündünüz mü? İşte bu vatan topraklarını bizlere bırakmak için, kendi canını hiçe sayıp, kafasını bile feda eden, bir çok şehit gövdeleriyle doludur bu vatan topraklarının altı. İşte böyle şehit kafalarıyla, şehit gövdeleri ile, şehit kol ve bacaklarıyla doludur bu toprakların altı. Aç, susuz ve türlü imkansızlıklarla ve nice nice şehit canlarıyla bu vatan elde edilmiştir.

İşte şair Necmettin Halil Onan'ın şiirinin iki kıt'ası ;
"Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed'in yattığı yerdir."
....................... ...............................Merak edenler şiirin tamamını internette bulabilirler.

Ve işte onun için demiştir Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşımızın 6. kıt'asında;
"Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı."

Yine başka bir Şehit Mehmed Hüseyin Çavuş: 6/5.. Not defterine düştüğü şu not ve alttaki beyit çok çarpıcıdır:
"Unutmak ihanettir. İşte, bugünün sabahı, sekiz aslan neferin elimden gasbedilmesiyle başladı. Şimdi her tarafta bir musalib harb var. Bakalım… İstikbal…

Ne bir dua ne Fatiha isterim sizlerden.
İNTİKAM… AH İNTİKAM!.. Geçmeyiniz bizlerden..”

Aziz şehitlerimizi rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum. Allahın rahmeti üzerlerinizden hiç eksik olmasın. Amin.
Resim alıntı

8 Aralık 2021 Çarşamba

YOK EDİLMEK İSTENEN BİR ULUS

Orta Avrupa da bir zamanlar bir devlet var. Tam 600 yıl Orta Avrupada yaşamış bir Türk devleti Avar İmparatorluğu. Avrupalılar tıpkı Osmanlıya yaptıkları gibi onlarıda içten yıkarak tarihten silmişlerdir. Şimdi bu Türk Devletinin varlığını bilen kalmamıştır ve o topraklardan tamamen silinmişlerdir. Şüphesiz hala daha o topraklarda yaşıyorlar fakat Türk olduklarını bilmeden başka bir kimlikle yaşıyorlar. Yok edilmek istenen büyük bir ulus onlarda Türklerdir.

Almanya’daki “İnsan Tarihi Bilimi Enstitüsü” Türkçe’nin 9 bin yıl önce de konuşulduğunu kanıtladı.

Bakın ABD li tarihçi yazar ne diyor? “Türk tarihi ile uğraşan bütün Avrupalı tarihçilerin biricik gayesi vardır, o da Türkleri tarihlerinden koparmaktır.” Arthur Mills Perce Stratton.

Tarihimizi bizden öylesine sakladılar, öylesine çarpıttılar ki, insanlarımız ancak yabancılar söyleyince inanır oldular! O zaman bir de bizden dinler misiniz?

Bize, Türklerin Anadolu’ya ilk geliş tarihi olarak 1071 Malazgirt Savaşıyla olduğu söylendi. Halbuki 1071’de Anadolu’ya gelen Türkler, Müslümanlığı kabul etmiş Türklerdi. Ya daha önce gelenler? Onları kimse söylemiyor. Çünkü tarihi çarpıtarak eskiden olduğu gibi bir ulusu, Türk milletinin varlığını tarihten silecekler. Bütün çalışmalar bu yönde yapılıyor.

Ön-Türkler, milattan önce 13 bin yılında Anadolu’ya geldiler ve Anadolu’nun dip kültürünü oluşturdular.

Esas önemli olan, Anadolu’ya gelen Ön-Türkler; Göçebe olarak değil, göçmen olarak geldiler. O tarihte resim-yazıyı biliyorlardı.

Tanrının birliğine inanırlardı. M.Ö 14 bin yılında ORAL Dağlarındaki Şölgen Taş Mağarasında, Rus ve Fransız araştırmacılar buldukları yazıtlarda bu ispatlanmıştır.

Kırgızistan Saymalıtaş Vadisinde bulunan eserlerde, Türklerin tekerleği icat ettikleri, tekerlekli sabanla çift sürdükleri, geyik-at-köpek gibi hayvanları ehlileştirdikleri ispat edilmiştir.

Çoğumuz, Prof. Dr. Afif Erzen tarafından 1967 yılında Van’da kurulan ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine bağlı “Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezini” ve yaptığı hizmetleri bilmeyiz.

Yine çoğumuz, Prof.Dr Erich Feigl, Prof.Dr Justin McCarty, Andrew Mango, Normon Stone, Stanford Shaw, Kazım Mirşan, Servet Somuncuoğlu, Prof.Dr Semavi Eyice, Ord. Prof. Dr. Ali Tanoğlu gibi isimleri ve çalışmalarını bilmeyiz. İşlerine gelmez, öğretmezler ki!

Çoğu rahmete kavuşmuş bu değerlerimiz, Ön-Türkler ve Türkler konusunda mevcut tarihi alt-üst edecek buluşlara imza attılar.

Prof. Dr. Erich Feigl ve Stanford Shaw Yahudi’dirler. Bu ikili Ermenilerin soykırım yalanlarına öyle darbeler vurdular ki, Ermeniler onların evlerini yaktılar, defalarca suikast düzenlediler.

Ön-Türklerin M.Ö 13 bin yılında Anadolu’ya geldiğini, İstanbul Üniversitesi Senatosunun “Şeref Doktoru”, Türk Tarih Kurumunun “Onur Üyesi” payesi ile ödüllendirdiği Afif Erzen, yıllar süren araştırmalarını 1984 yılında yayınladığı “Anadolu ve Urartular” kitabında bilimsel olarak kanıtlamıştır.

Kazım Mirşan’ın incelediği, Doğu Anadolu’da mevcut yazı öğelerini içeren kaya resimleri ve kaya yazıtları, rahmetli Servet Somuncuoğlu’nun Orta Asya’dan Anadolu’ya yıllar süren araştırma boyunca belirlediği on binlerce kaya yazıtı, kaya resimleri ve Damgalar, Ön-Türklerin Anadolu’ya M.Ö 13 binli yıllarda geldikleri kesin olarak ispat etmişlerdir.

Göbeklitepe M.Ö 12 bin yılında kurulmuştur. Göbeklitepe Dikilitaşlarının üzerine resmedilmiş çok sayıda hayvan ve insan figürlerinin, damgaların

Türk Dikilitaşlarındakilerle birebir aynı olması, Ön-Türklerin Anadolu’ya geliş tarihini doğrulamaktadır.

Fakat dikkat ederseniz dünya basını ve tarihçiler, dünya tarihini alt-üst edecek bu gelişmeler karşısında nedense sessiz kalmayı tercih ettiler!

Bir an için M.Ö 13 binli yıllardaki bulguların Ermenileri ve Rumları işaret ettiğini düşünün. “Türkler, Anadolu’da işgalcidir” yaygarası tüm dünyayı inletirdi…

Peki, Ön-Türkler M.Ö 13 bin yılında Anadolu’ya gelmiş de, Hıristiyanlar ne zaman gelmiş?

Hz. İsa’nın Havarilerinden Saint Paul M.S 40’lı yıllarda Anadolu’ya (Tarsus) gelmiş ve Anadolu’nun Hıristiyanlaştırılması çalışmalarına başlamıştır.

Ön-Türkler Anadolu’ya, Hıristiyanlardan 13 bin yıl evvel gelmiştir.

Böylelikle, yabancı kaynaklar ve art niyetli bilim insanlarının “Anadolu Medeniyetinin beşiği Helen-Roma-Bizans medeniyetleridir” iddiasının YALAN olduğu ve boşa düştüğü belli olmuştur.

Anadolu, Türklerin öz be öz vatanıdır. Türkler, Anadolu’da yeşermiş medeniyetlere beşiklik etmiştir. Başka bir deyişle; Türkler, Anadolu’da can bulan medeniyetlerin hem anasıdır, hem de babasıdır…Türk Tarih Tezi kitaplarını geri getirmek ve Damgalarımıza sahip çıkmak vazifedir! Tolunoğulları (868-905)

2-Ihşidoğulları (935-969)

3-Eyyubîler (1171-1250)

4-Mısır Memlüklüleri/Devletü’t-Türkiyye=Türk Devleti / (1250-1517)

Ortadoğu ve Kuzey Afrikada kurulan bu devletleri kuranlar Türklerdi, ama Araplaşıp yok oldular!

Lütfen DAMGALARIMIZA SAHİP ÇIKALIM artık! DAMGALAR NEDEN ÖNEMLİ?

Yukarıda ki şu 'dört koç başlı mezar taşının' biri

Rize'de,

diğeri Ovacık'ta,

bir diğeri Doğu Beyazıt'ta,

en altta solda ki ise, en eskisi ve taa Hakasya'dan.

Hani Doğu Karadeniz Yunandı-Rumdu! Bunu diyenler belki şimdi biraz utanırlar. Sakalar, İskitler  

Kaynak: Gizlenen Eski Anadolu Halkı

4 Aralık 2021 Cumartesi

ARKADAŞ

Eski Türk savaşçılarda arkadan gelecek saldırılar hep problem olmuş. Bu saldırıları def etmek, korunmak için daima sırtlarını bir ağaca, bir kayaya, sağlam bir yere yaslamış ve o şekilde ok atıp kılıç kullanmışlar.

Devamlı bozkır hayatı yaşadıklarından, tehlike ile karşılaştıkları her yerde veya savaşırlarken her zaman sırtlarını verecek sağlam yerler bulamadıklarından, genelde arkalarına bağladıkları düz bir taş taşırlarmış ve bu taş sayesinde arkadan gelecek saldırıları önlemiş olurlarmış. Arkaya
 bağlanan bu taşa da 'ARKA-TAŞ' derlermiş. 

Zamanla bu taşları sırtlarından kaldırıp atmışlar, daha bağlamamışlar fakat ismini atamamışlar. Bu isim az bir değişiklikle 'ARKA-DAŞ' olmuş ve günümüze kadar gelerek dilimize de yerleşmiş. Her ikisinin maanası aynı; 
'BİRLİKTE HUZUR DUYULAN, GÜVENEBİLECEĞİMİZ, SAĞLAM, SEVGİLİ, DOST, ' anlamına gelir.

Hayatınızda ve çevrenizde gerçek 'ARKADAŞ'larınız olması dileği ile.

29 Kasım 2021 Pazartesi

ÖNEMLİ TESPİT

Neden Japonya'daki çocuklara kahvaltı da çok yumurta yediriyorlar?

Osmanlı Devleti'nin son 200 yılı dahil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti'nin gıda politikasını Emperyalistler dizayn ettiğinden beri zihinsel olarak sağlam bir gençlik maalesef yetişmiyor.
Asıl sorunun kaynağına hiç inilmedi, tartışılmadı.

Japonya'da çocuklara 7 yaşından itibaren kahvaltı saati en az 2 yumurta yediriyorlar. Ekmek genellikle yok, varsa da çok az. Her akşam ise kesinlikle sofrada deniz ürünü yani balık kesin oluyor. Japonya ve Güney Kore'de ceviz ithalatı son 50 yılda %140 artmis. Çocuklara durmadan ceviz yediriyorlar. Ceviz çocukların kafalarını çalıştıran en önemli besin kaynağıdır. Günde en fazla iki öğün yemek yiyorlar. Tamamen protein odaklı bir beslenme var.

ABD'de teknolojik üretimin merkezi "Silikon Vadisi'nin" nasıl beslendiklerini anlattılar, şok oldum.

1950'lerdeki Alman Devleti'nin gıda politikasını araştırın. Güney Kore'de Japonya'yı örnek almaya başladı. Bu ülkeler resmen çocuklara nasıl beslenmesi gerektiğini öğretiyor, dayatıyor. Şeker, ekmek
(Tam buğday, kepek farketmez) odaklı beslenme beyin hücrelerini öldürüyor, beyin gelişimini mahvediyor.

Marketlerdeki karbonhidratlı paketli ürünler tamamen operasyon aracı olmuş. ABD halkı da gerizekalı, obezite olmuş. Çünkü aynı beslenmenin esiri olmuşlar. Sadece Beyin Göçü ile farkı kapatıyor yada özel olarak seçtikleri bireylerin beslenmesine önem veriyorlar. Buradan net olarak söylüyorum. Türkiye Cumhuriyeti'nde milli bir gıda politikası olmadan kalkınma imkansızdır.

Türkiye'de protein bazlı ürünler pahalı iken karbonhidratlı ürünler neden daha ucuz? En büyük protein bazlı ürün olan kuzu etini Turkiye'de kaç kişi yiyebiliyor? Hayvancılık neden bitirildi? Asıl milli mesele budur. Beka sorunu budur. Matematik zekası olmayan, kod yazmasını bilmeyen gençliğin olduğu ülke yazılımda ilerleyemez. Yapay zeka maalesef geliştiremez. Anne, babalara sesleniyorum. Çocuklarınızdan şekerli ürünleri, ekmeği uzak tutun. Bu ülkeye yazık etmeyin. Şahsen denedim. Bir aydır ekmek, şeker yemiyorum. Acıkmamaya başladım. 6 kg verdim.

Geçen gün test ettim. Bir kitapta bir sayfayı 32 saniyede okuyup anlarken şimdi 21 saniye de okuyup anlamaya başladım. Bu tesadüf olamaz! Alıntı Prof. Sami Ateş

26 Kasım 2021 Cuma

ENTERESAN ÖLÜMLER

Ülkemizde meydana gelen ve bazıları Guiness Rekorlar kitabında yerini alan enteresan ölüm olayları;

1. İstanbul-Dudullu'da bir köy nişanı töreninde Balkona 50 kişinin çıkması neticesinde balkon çökmesi ve meydana gelen toplu ölüm olayı.

2. TEM'de seyreden araçtaki 5 kişinin, radyoda kolbastı çalınca, Adapazarı-Hendek te aracı sağa çekerek otoyolda göbek atmaya başlamaları neticesinde üçünün de ayrı ayrı araçların çarpması sonucu ölümü.

3. Rize-Ardeşen Tunca Köyün de elektrik direğine yaslanıp ayakkabısındaki taşı çıkarmak için ayağını silkeleyen kişiyi, elektrik çarptığını sanan bir başka kişi, akımdan kurtarmak amacıyla ayaklarını sallayan kişinin kafasına kürekle vurup öldürmesi.

4. İstanbul - Sultanbeyli de midesine sinek kaçan bir kişinin sineği öldürmek için odaya sıkar gibi ağzına Sheltox isimli böcek ilacını sıkması ve sinekten beter ölümü.

5. Kocaeli de mühendisin kontrol için geminin buhar kazanına girdiği sırada, bundan habersiz bir gemi personelinin kapağı kapatması ve geminin sefere çıkmasıyla mühendisin ölümü.

6. Konya da aynı iş yerinde biri gündüz biri de gece vardiyasında çalışan baba ve oğlun motosikletle biri eve, biri işe giderken, sert bir virajda karşılaşıp birbirlerine selam vermek isterken çarpışarak ölmeleri.

7. Nüfus sayımı nedeniyle kendisinden başka kimsenin bulunmadığı Gebze TEM otoyolunda seyrederken, sayım görevlisinin bariyerlere çarparak ölümü.

8. Karabük Demir-Çelik Fabrikasında 600 tonluk pres makinesinin arasından emekleyerek geçen işçinin, 2450 santigratlık fırından sigarasını yakmaya çalışırken yanarak can vermesi.

9. Erzurum da tıraş ederken berberin, rahatlatır diye boynunu aniden sağa sola çevirme hareketi sonucu küt diye boynu kırılan müşterinin koltukta can vermesi.

10. Bodrum-Yalıkavak ta bir vatandaşın yatağındaki tahta kurusunu öldürmek için yaptığı ilaçlamadan sonra uykuya dalınca, tahta kurularıyla birlikte zehirlenip ölmesi.

11. Rize de yanan bir evin çatısında bulunan kişiye, aşağıdan ip atıp, ipi beline bağlayan adamı yangından kurtarmak için aşağı çekerek, orada yere çakılması ve ölmesi.

12. Adana da klüpte poker oynayan dört kişinin restleşmesi sonucu, kayıp edenlerden birinin oturduğu sandalyede, oturur vaziyette kalp krizi geçirip ölmesi.

13. Adana da birbirlerine beş metre mesafeden karşıberi ateş eden iki  kişinin, aynı anda ve aynı yerde birlikte ölmeleri.

14. Elaziğ'ın Sivrice İlçesi'nde boğazına kaçan sineği öldürmek için tarım ilacı içen ve 16 gün yoğun bakımda tedavi gören 65 yaşındaki Aydın Kıyak ise hayata döndürüldü


19 Kasım 2021 Cuma

DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR

Köyün birine bir imam tayın olur. Gider görevine başlar. Köylü ile çok güzel anlaşır ama, her eşek anırması duyduktan sonra köylülerin abdest tazelemesine bir türlü anlam veremez.

Dikkatini çeken bu olayın nedenini sorar köylülere. Köylüler, yıllar evvel ki başka bir imamın, “eşeğin anırdığını duyarsanız veya eşek görürseniz abdestiniz bozulur” diye vaiz ettiği, o yüzden de, yıllardır o vaize göre hareket ettiklerini söylerler.

İmam, böyle bir şey olamayacağını düşünür ve köyün yaşlı insanlarını bir bir dolaşır, araştırır. Evet çok yıllar evvel, köyde su olmadığı için, köy halkı toprakla abdest alıp, yani teyemmüm edip namaz kıldıklarından ve ihtiyaç olan suyu da, köye eşeklerin sırtında kaplarla taşıdıkları için; “Abdestinizi teyemmum ederek toprakla alabilirsiniz. Ancak, sırtında su taşıyan eşekler köye yaklaştıkları zaman anıracaklarından sesleri duyulduğunda toprakla alınan abdest yani teyemmum geçersiz olur, bozulur. Çünkü artık o eşek köye su getirmiş ve su vardır. Su ile abdest almak gerekir." diye o zaman ki köy hocasının vaız ettiğini öğrenir.

Halbuki yıllar sonra köye borularla su getirildiği, camilerde ve evlerde bile su aktığı, herkesin abdestlerini su ile aldıkları halde, köylüler yine de bir eşek anırmasını duydukları zaman hala daha abdestlerinin bozulduğunu düşünerek abdestlerini yeniliyorlar.

Görünen o ki, zaman geçtikçe şartlar değişse de, huy, pek değişmiyor. İnsanoğlu, bir konu hakkında, bilgi edinme, araştırma, ya da doğrusunu öğrenme yerine, medyada yer alan ya da kulaktan dolma eskiden öğrendiği batil bilgilerle yanlışları doğru bilip yaptıkları hataları sürdürebiliyor.

17 Kasım 2021 Çarşamba

TEMEL'İN AKLINI BEĞENMEYENLER

Temel Vatikan’da gezinirken upuzun bir kuyruk görür. İnsanlar ard arda dizilmiş sıra bekliyorlar.

Kuyrukta bekleyenlerden birine "Bu neyin kuyruğudur?" diye sorar.

"Bu kuyruğun diğer ucunun kiliseye uzandığını ve Vatikan Kilisesinde bir papaz tarafından Cennette bir parça yerin1000 dolara satıldığını," söylerler. Yanı 1000 dolar veren ölünce direkt Cennete gidecek."

Temel kuyruğu takip ederek doğruca kilisenin kapısına gider. Kapıdaki görevlilere; "Ben Cenneti değilde Cehennemi satın almak istiyorum. Beni papaz ile görüştürün." Der.

"Olmaz burada cehennem satışımız yok. Cennetten bir parça yer almak istiyorsan git sıranın sonunda kuyruğa gir." Derler. Tartışmaları içeriden duyan papaz; "Sorun bakalım Cehennemi almak için ne kadar parası var?" der.

Temel; "10.000 dolarım var. Cehennemin tamamına hepsini size vereceğim. Yeterki Cehennemi bana sat." der.

Papa bakar ki bu adam aptal, hazır ayağımıza gelmiş, bununda parasını alayım diye düşünür ve gülerek..;

"Tamam 10 000 dolar ver. Cehennemin hepsi senin olsun." der. Sözleşmeler yapılır, senetler imzalanır. Temel Papa dan Cehennemin tapusunu, papa da Temelden 10.000 dolar parayı alır. 

Temel kiliseden dışarı çıkar. Cennetten yer almak için kuyrukta günlerce bekleyenlerin gireceği kapıya elindeki belgelerin bir süretini ve bir de bildiri asar.

"Eyyyy Uşaklar, ben
 Cehennemin tümünü satın aldım. Hiç kimse artık Cehenneme giremeyecek. Boşuna yerden Cennetten yer alıp ta paranızı papaya kaptırmayın. Dağılabilirsiniz." Der ve herkes dağılır.

Cennet satışlarının sıfırlandığını anlayan papa ve ekibi 10.000 dolara sattığı Cehennemi Temelden geri alabilmek için Temel ile pazarlık eder ve bir milyon dolar verir fakat Temel satmaz.

Netice: Düşünen ve Allah ile arasına başka kimseyi sokmayan, akıllı insanlar çoğalırsa, din tüccarları iflas ederler.

13 Kasım 2021 Cumartesi

KITLAMA ÇAY

Anadolu'da ve Doğu İllerinde çay içilirken genellikle şeker çaya karıştırılmaz, kıtlama denilen bir usulle içilir. 

Ben ki bu şekilde çay içenleri ilk olarak çocukken gördüğüm zaman çok merak etmiş ve bende denemiştim fakat bir türlü bir tat alamamıştım. Hatta bize çay bahçesi yapan Erzurum ve İspir li işçiler vardı, onlar hep öyle kıtlama çay içerlerdi. Niçin böyle çay içtiklerini o zamanlar bir çok kişilere sormuştum. En doğru cevabı da Burhanettin Ağabeyim vermişti. "Fakirlikten." demişti. Kıtlama çay kültürü belki de İran dan bizlere geçmiş ve hala daha devam etmektedir.

Yeni öğrendim, bunun aslı öyle fakirlikten filan değilmiş. Bakın değerli İlahiyat Pröfesoru Yaşar Nuri Öztürk 'kıtlama çay' içme olayını nasıl anlatıyor?

Eskiden İran'da çaya tatlandırıcı olarak hurma ve üzüm katılıyordu.

İngilizler İran'a şeker satmaya kalktıklarında bunu başaramadılar.

Sonra İranlı Mollalarla irtibat kurdular.

İngilizler Mollaların vereceği fetva karşılığında kazancın % 10'nu

teklif ettiler...

Nitekim bir cuma namazında o bölgenin en büyük ve kalabalık camisinde cuma hutbesinde mollalar şu vaazı verdi: "Siz Allah'ın nimeti olan hurma ve üzümü nasıl olur da çaya katarsınız! Bundan böyle çaya şeker katacaksınız!"

Bu vaazdan sonra İran'lılar çaya şeker katmaya başladılar. İşler yoluna girince İngiliz'ler, mollalara verdiği % 10 payı satışların iyi gitmediği gerekçesiyle vermemeye başladılar.

Bunun üzerine mollalar ikinci bir fetva verdi cuma hutbesinde: "Gâvur icadı şekeri çaya katmak caiz değildir "!... Haramdır.

Bu fetva üzerine İran'lılar evlerindeki şekerleri sokaklara döktüler.

İngiliz firmaları mecburen, mollalarla yeniden masaya oturdu.

Fakat mollalar bu sefer % 20 pay istedi.

Eee dinsizin hakkından imanlı gelirmiş. İngiliz'ler çaresiz kabul ettiler.

Mollalar cuma hutbesinde bu sefer: "Biz size 'çaya şeker katmayın'

dedik ama 'sokaklara dökün de' demedik, şekeri sokağa dökmeyeceksiniz. Şekeri çaya batıracak ve böylece gâvur icadı şekere boy abdesti aldırarak içeceksiniz!" diye fetva verdiler.

Tabii ki bu fetva İran halkı tarafından yaşama geçirildi ve zamanla bütün müslümanlara yayıldı.

Dinin cahil insanları aldatmak, yönlendirmek, onları sömürmek açısından ne kadar etkili olduğunu gösteren bir örnektir bu yaşanmışlık. Alıntı Prof. Yaşar Nuri ÖZTÜRK. Resim internetten.

10 Kasım 2021 Çarşamba

TÜRKLERDE ÖLÜM İNANÇLARI

Göktürkler döneminde, ölen Alpların saçları kesilir ve mezarlarına konurdu. Aynı şekilde atlarının kuyruğu ve eşlerinin saçları kesilirdi. Buna 'Tullama-Dullama' adı verilirdi. Böylece ölen alp'ın veya kişinin eşi ve at'ı dul kaldığı anlaşılırdı.

Türklerin Ölü gömme adetlerinde alplar ve kağanlar kılıç, ok ve yayları ile gömülürlerdi. Demirden yapılmış parçalar diğer sıradan insanların mezarlarına da konurdu. Türk Mitolojisine göre ölen ruhların yer altında erlik han tarafından sorguya çekildiği düşünülürdü. Erlik Han'ın ve ona bağlı yeraltı ruhların, cinlerin, perilerin demirden ve demirci şamanlardan korktuğu bilinirdi. Hala daha bazı yerlerde bir çocuk dünyaya geldiği zaman, yattığı beşikte yastığın altına bıçak, tabanca ve buna benzer demir aletler konur. Böylelikle çocuk kötü ruhlardan korunmuş olur.

Geçmişi ve Türk Mitolojisi ile olan bağı bilinmese de ölülerin üzerine makas bıçak gibi demirden aletler konur. Anlamını tam olarak bilmesek te kolektif bilinç altında kayıtlı olan ve gelecek kuşaklara aktarılan bu gelenek devam eder. Bu adet aslında kötü ruhların ölüyü rahatsız etmemesi için yapılır. Çünkü kötü ruhlar demirden korkar.

Ölünün yedi'si, kırk'ı, elli ikisi, dönüm noktaları vardır ve Türk cenaze adetlerinde önemli eşiklerdir. Aslında 7, 40 ve 52 sayıları 'kozmolojik' sayılardır. Ölen kişinin öteki aleme geçme süresi de diyebiliriz. Eski Türkler, bu arada ölen kişinin ruhunun eve tekrar geri döneceğini düşür ve korkarlardı. Eve geri dönen ruh gördüklerini tanıdığına fakat kendisinin kimseye görünmediğine inanırlardı. Ölü çıktığı eve ilk zamanlar bardak içerisinde su bırakılır ve her sabah eksilip eksilmediği kontrol edilirdi. Bu yüzden bu sayılı günlerde, ölüyü memnun etmek için bir takım faaliyetler yapılır, suyun yanında yemek vermek, dua okumak, mevlüt okutmak şeklinde devam ederdi. İslam da bu tür uygulamalar yoktur.

7 sayısı, Şamanların gök yolculuklarında Tanrıya ulaşmak için aşmak zorunda oldukları, 'gök katlarını' sembolize eder. 7 sayısı, 7 gezegen ile de bağlantılıdır. Ruhun da, Tanrıya ulaşmak için bu gök katlarını aşması gerektiği düşünülür.

Türklerde 40 olgunluk sayısıdır. Kırkılmak, kırklamak, tamamen geçiş inançlarıyla bağlantılı uygulamalardır. Bir insanın olgunlaşma yaşı 40 olarak kabul edilir. Bunun sebebi, anne karnında ki çocuğun 40 haftada olgunlaşması ve tam bir insana dönüşmesi ile alakalıdır.

52 sayısı ise güneşin 1 yıllık döngüsünü ifade eder. Ya da dünyanın güneş etrafındaki tam 1 yıllık döngüsünü. 52 hafta 1 yıllık zaman dilimine denk gelir.

Bu sayıların tamamı 7 gün yani bir hafta ile alakalıdır. 7 gün bir haftadır. Türkler ölen yakınlarını geleneksel merasim ile öteki aleme uğurlar. Tıpkı yeni doğanı karşılamak için yaptıkları inanç ve merasimler gibi. Yeni doğan bebekler ve lohusalar için de demirden nesneler konur. Yeni doğan bebeğin kırkının çıkması beklenir ve bu durum bir takım inançlar ile kutsanır ve kutlanır.

Ve ölen kişinin mezarının üzerine 'can suyu' adı verilen su dökülür. Bu tören, öteki dünya inancı ile alakalıdır ve hayat suyu-yaşam suyu kavramı ile bağlantılıdır. Ölen insanların yıkanması da hayat suyu kavramı ile bağlantılıdır. Amaç, ruhun sonsuza kadar öteki alemde yaşamasını sağlamaktır. Aynı şekilde kırklanmış bebekler de bir takım özel inançlar ile suyla yıkanır. Su ister ölüm olsun isterse doğum, her ikisinde de yeniden doğuş düşüncesi ile alakalıdır ve çok önemlidir.

30 Ekim 2021 Cumartesi

HESABI ÖDEMEDEN NEREYE MUSTAFA

Aşağıda ki yazıyı eski Milletvekili Prof. Dr. Mithat Melen yazmış. Adil Sağıroğlu ve Kıymet Conker Tesal'dan, yanı Nuri Conker'in torunundan dinlediğini belirtiyor. Nuri Conker; Atatürk'ün çocukluktan beri en iyi, en yakın arkadaşıdır.
 
Tekrar tekrar okuduğum ve çok duygulandığım bir yazı. Hepsini rahmetle anıyorum ve ben de blokta yazmadan yapamayacağım.

Ankara’da havanın kapalı…

Sıkıntılı olduğu bir eylül akşamı…

Avrupa’nın üstünde savaş rüzgârları esiyor…

Çankaya Köşkü’nün havası hüzünlü…

Çünkü Atatürk hasta ama…

Memleket meselelerinden ayrı kalmak mümkün mü?

Sanki yolun sonuna geldiğini hisseder gibi…

Akşamüstü saatleri…

Yanında…

Nuri Conker var…

Selanik’ten hem mahalle hem okul arkadaşı…

Albaylıktan emekli ve…

Paşalık dahil…

Hiç bir makam, mevkii kabul etmemiş gerçek dost ve sırdaş…

***

Kadim dost Nuri Conker, o gün…

Arkadaşının yanı Mustafa'nın havasını dağıtmak ister…

Çocukluk günlerinden söz eder…

Bal gibi sohbet, uzayıp gider…

İstanbul’a ve gençlik günlerine gelir…

Harbiye ve sonra akademideki günleri anarlar…

Yedi Tepeli kentte yaşadıkları akıllarına gelir…

Tünel’deki Apostol’un yerinden bahsederler...

O ufacık ama ünlü meyhanede…

Yaşadıkları unutulmaz akşamlar gelir akıllarına…

Hatta…

Paraları olmadığı zaman…

Nasıl meyhaneciye “yaz hesaba” dediklerini hatırlarlar…

Bazen o küçük piste fırlayıp…

Rumeli havaları eşliğinde…

Zeybek oynadıkları bile gelir gözlerinin önüne…

Atatürk keyiflenir…

Sanki hastalığını unutmuş gibidir…

Kısa bir sessizlik olur…

Nuri Conker, aklına geleni hemen söyler:

“İster misin Mustafa, atlayıp trene gizlice İstanbul’a gidelim. Önce Boğaz’da gezeriz. Sonra ver elini Beyoğlu, Apostol’a uğrarız... Kimse görmeden döner geliriz…”

Gazi, çok sevinir…

Gözleri ışıldar; “Nasıl yaparız ki Nuri?” der…

***

Nuri Conker kararını vermiştir; her şeyi ayarlar…

İstiklal Savaşı’nda orduya cesaret vererek…

Conk Bayırı’nın alınmasının mimarı, bu kahraman asker için…

İstanbul operasyonu, çocuk oyuncağıdır…

***

Nitekim…

İstanbul ekspresinden üç kompartıman alınır…

Gece trene binilir; kimsenin ruhu bile duymaz…

Hafiften de olsa…

Tanınmamak için kıyafetler değiştirilir…

Kaçakları, Haydarpaşa’da Conker’in bir arkadaşı karşılar…

Sonra?

Ver elini Boğaziçi…

Gezerler, yürürler, denizi seyrederler…

Boğaz havasını ciğerlerine çekerler…

Sonra istikamet Beyoğlu…

Tünel’e gelince de doğrudan Apostol’un yerine giderler...

Akşamüstünün tüm güzelliği örtmüştür İstanbul’u…

Saat 17.00 olmuştur, bile…

Meyhanenin müdavimleri yavaştan gelmeye başlar…

(Bi'parantez açalım, sözün burasında...)

İstanbul’da eğlence yerlerini işletenler işlerini iyi bilirler…

Özellikle Rumlar…

Osmanlı’dan kalma gelenek ve görenekleriyle hizmetin piridirler…

Bilhassa meyhane’nin sahibi Apostol…

Bi’ara Nuri Conker ile göz göze gelir…

Şimşek çakar kafasında…

Tanımıştır, gelenleri…

Eski müşterisi Atatürk’ü ve dostunu …

Çok sevinir ama…

Nuri Conker hemen uyarır; “Sakın bozma havayı” der ve ekler:

“Eskisi gibi davran, hiç belli etme, gelenleri de çevirme, sadece bizimle garsonlar hariç, kimse fazla ilgilenmesin, hafifçe demlenelim. Bilhassa Mustafa tanıdığınızı bilmesin…”

Akşam ilerlemekte, keyif ise artmaktadır…

Mustafa Kemal ise gençlik günlerine döndüğü için çok mutludur...

Bi’ara merak edip, Nuri Conker’e de sorar:

“Galiba bizi kimse tanımadı!”

Nuri Bey’in tek endişesi içeriye girip çıkan birilerinin dışarıda bu olaydan söz etmeleridir… Apostol güvence verir, “Sen merak etme…”

***

Artık sıra Rumeli türkülerine, çalmaya, oynamaya gelmiştir...

Tavernanın her köşesi…

Şarkı ve türkülerle çınlamaya başlar…

Hatta…

Atatürk bile dans edip, türkülere eşlik eder…

***

Kuşkusuz…

Gazi Mustafa Kemal, oyunu sezmiş ama…

Artık o da bozmayıp, çaktırmadan eğlenmeye devam eder…

Aslında…

Kadim dostu Conker’in kıyağının farkındadır…

Dostluk da… Zaten bu değil midir?

***

Ayrılma zamanı gelmiştir…

Haydarpaşa’dan trene binilecektir, erken kalkmak gerekir…

Ayağa kalkar Mustafa Kemal…

Madem, kimse onu tanımamıştır, o da kapıya yönelir…

Arkasından bağırır Apostol:

“Mustafa, hesabı ödemeden nereye gidersin?”

Gazi Mustafa Kemal, geri döner ve şöyle der:

“Yaz hesaba, bre Apostol!”

Birbirlerine sarılıp ağlamaya başlarlar…

Bu arada bütün taverna ayağa kalkar ve dinmeyen alkışlar…

Tavernadakiler hep bir ağızdan bağırırlar:

“Bizim Mustafa, seni bırakmayacağız ama sen de bizi bırakma, daha sık gel…”

***

Cumhuriyeti kuranların önce insan olduklarını…

Hiç ama hiç unutmayalım…

Şükranla, rahmetle…

Nokta…

Sonsöz:

“Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim… "

Gazi Mustafa Kemal Atatürk…ALINTI

28 Ekim 2021 Perşembe

DÜNYADA KADIN

Çok eski zamanlarda memleketin birinde 95 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış? Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış. "bu gençliğin sırrı nedir" diye. Yaşlı adam bu soruya sadece güler geçer, sırrını kimselere anlatmazmış. 

Bir gün köyün bilgeleri toplanmış ve gençliğinin sırrını ille söylemesi için ısrar etmişler.

Yaşlı adam yine anlatmamış, yine gülmüş ve bu soruyu soran tüm meraklıları yemeğe davet etmiş evine. "Evimde size sırrımı açıklayacağım" demiş.

Herkes meraklarından davet gününü iple çekmişler. Nihayet davet günü gelmiş. Yaşlı adamın evinde yemekler yenilmiş, şaraplar içilmiş, sohbetler edilmiş, vakit iyice geçmiş fakat ihtiyar adam gençlik sırrını hala anlatmamış. Davete katılan meraklılar unuttu sanarak ne zaman anlatacağını hatırlatınca, adam hanımına seslenir.

"Hanım, kilerden bir kavun getir de misafirlerle yiyelim." der.

Hanım hemen kilere giderek kaş ile göz arasında bir kavun alır gelir.

Yaşlı adam hanımın getirdiği kavunu eline alır, bir iki vurur, eliyle tartar ve; "Bu kavun pek iyi değil, başka bir kavun getir." diyerek elinde ki kavunu hanımına verir geri kilere yollar.

Hanım onu götürür kilere bırakır ve başka bir tane kavun alır gelir. Adam onu da bir yoklar ve yine beğenmez, geri yollar, tekrar başka bir kavun getirmesini ister.

Ve bu kavun getir-götür işi bir kaç defa tekrarlanır.

Son gelen kavunu adam beğenir ve keser, misafirlerle birlikte yerler. Herkes kavunu yerken bizim ihtiyar delikanlı sorar; "Eeeee... Arkadaşlar hiç bir şey anladınız mı? İşte benim gençliğimin sırrı burada kavun yeme işinde saklı!" der. Hiç kimse bir şey anlamaz birbir yüzlerine bakarlar. "Aman beyim nerdeee? Anlamadık biz bu sırrı! Sen anlatır mısın?" derler.

İhtiyar delikanlı; "Efendiler, benim kilerimde bir tek kavun vardı. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere elinde aynı kavunla bir kaç sefer gidip geldi. Her seferinde aynı kavunu getirdi. Bir kere bile 'aman be adam, deli misin nesin? Şu tek kavunu defalarca bana ne taşıttırıyorsun?' demedi. Beni sizin önünüzde mahcup etmedi. Hayatta hiçbir zaman hiçbir yerde beni küçük düşürmez. Ben de onun için böyle genç kaldım ve her şeyimi hanımıma borçluyum." der.

Yine derler ki; Abbasilerin en meşhur hükümdarı Halife Harun Reşit savaşta esir aldığı düşman generale “Bir sorum var, o soruyu cevaplarsan seni serbest bırakırım.” der ve sorar; “Kadınlar hayatta en çok ne ister. Ver cevabı, kurtar canını.” der. Düşman General, o da bilmiyormuş sorunun cevabını. Müsaade istemiş araştırmak için ve izin aldıktan sonra sormuş, soruşturmuş, Kafdağı’nda yaşayan bir cadının cevabı bildiğini öğrenmiş. General Harun Reşit’in adamlarıyla Kafdağına bu cadının yanına gitmişler. Cadı dünyanın en çirkin kadınıymış ve o güne kadar hiç evlenmemiş. Cadı generale; “Benimle evlenirsen cevabı söylerim.” Demiş. General bakmış başka türlü kurtuluşu yok, evlenmeği kabul etmiş ve cadı ona; "Kadınlar en çok özgür iradeleriyle hareket etmek ve öyle yaşamak isterler." demiş. General de Harun Reşit'e bu cevabı bildirdikten sonra serbest kalınca gelmiş bu çirkin cadı kadınla evlenmiş.

Gece olmuş gerdeğe girecekler, general bakmış o çirkin cadı, dünyalar güzeli bir kadın olmuş. Tabi şok olmuş. Cadı; “Benim kaderim böyle. Günün yarısı güzel, diğer yarısı çirkin olurum. Gece mi, yoksa gündüz mü güzel olayım?” diye sormuş. General “Sen bilirsin, kararını özgür iradenle kendin ver.” deyince işte o zaman olanlar olmuş ve cadı kadın sonsuza kadar çok güzel bir kadın olarak kalmış. İkisi de çok mutlu olmuşlar.

Demek ki; Özgür iradesiyle hareket eden kadın her zaman güzeldir, zekidir, yaratıcıdır ve mutludur. Kadınlar özgür kalırsa hiç bir kadın çirkin olmaz.
Ne demişler? 'Su sesi, para sesi, kadın sesi.' Hele bir de sevdiğin kadının sesini duyarsan ne mutlu sana.

Yine yakın tarihimizden bir örnek; 
Kanuni Sultan Süleyman'ın en küçük kız kardeşi Fatma Sultan ile evli iken 20 yıl sonra cellatlara boğdurulan Kara Ahmed Paşa; Fatma Sultana olan aşkını dile getirirken ona bir sandık hediye gönderir. Sandığın içinde hiç işlenmemiş bir elmas taş, bir top ipek kumaş ve hiç yazılmamış bir defter ile bir de mektup vardır. Fatma Sultan önce bu hediyeye bir anlam veremez ve 'ne kadar kaba adam' diye düşünürken mektubu okur ki; "Ben yontulmamış bir elmas, işlenmemiş bir ipek ve hiç yazılmamış bir defter.... Siz beni güzelliğinizle, neşenizle istediğiniz şekle getirin, işleyin ve yazın çizin. Kulunuz, köleniz ve aşığınız olmak için hazırım, Sultanım." diye yazılıdır. 

Kadın candır!

Yaşadığınız hayat seçtiğimiz kadındır!

Herkes sonunda birini bulur!

Ama pek az kişi istediğini bulur!

Zevkli bir kadına rastlarsanız, ZEVKİNİZ,

Bilgili bir kadına rastlarsanız, BİLGİNİZ,

Zeki bir kadına rastlarsanız, ZEKANIZ gelişir.

Hayat kat kattır.

Babil'in Asma Bahçeleri gibidir kadın ve teraslar halinde yükselir, bir terastan bir terasa sizi kadınınız götürür.

Bugün durduğunuz teras , seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası, manzarası gönlü ve hayatıdır.

Hayatı barlarda, pavyonlarda, içki masalarında, kumarhanelerde geçen erkekler, kadın yönünden şanssız, aradığı kadını bulamayan, bahtsız, dünyaya küskün erkeklerdir.

Bir erkeğin başarısı kadınına bağlıdır. Ve unutmayın! Hayatınız ve yaşadığınız ömrünüz seçtiğiniz kadındır. Velhasıl kadınsız bir hayat asla düşünülemez...

23 Ekim 2021 Cumartesi

KENEVİR VE HAŞHAŞ

Boğuluruz diye yemek yemeyelim. Çok gariptir ki aynen öyle yapıyoruz. Ülkemizde bazı bitkiler kenevir ve afyon-haşhaş bitkileri üretmek yasak. Hem de uyuşturucu kategorisine girmekte ve üretenlere ciddi cezalar verilmektedir. Neden? ‘Amerika öyle istiyor’ diye. Neden? ‘Uyuşturucu maddelerin bazıları bu bitkilerden yapılıyor.’ diye. Halbuki ABD şimdiye kadar hayırlı bir şey istemiş mi?

Peki bunlar zararlı bitkiler midir? Hayır efendim. Bilakis çok faydalı bitkilerdir. Her ikisinin de faydaları saymakla bitmez. 

Haşhaş Afyon taraflarında yetişir ve bu bölgede bütün yiyeceklere katılır. Ayrıca kullanıldığı yerler hastanelerden fabrikalara her alanda kullanılır. Devlet bu bitkilerin üretilmesini serbest bırakmalı ve kötü amaçlarla kullanan olursa onları yakalayıp cezalandırmalı. Doğrusu ve yapılması gereken budur.

Kenevir, ben çok iyi hatırlıyorum. Eskiden yanı ben çocukken köyde herkes bostan dediğimiz ekin tarlalarının içinde veya kenarında büyük bir bölüme kenevir ekerlerdi. Son güzlere doğru onun tohumlarını yemek için kafes kuşları gelirdi ve tuzak kurarak onları yakalar kafeslerde beslerdik. O kuşlar kanarya ve civan gibi çok güzel kuşlardı ve çok güzel öterlerdi. Ekinler alındıktan sonra kenevirde kökünden kesilir ve toplanırdı. Güneşte kurutur, lifleri çıkarılır iplik yapılırdı. O ipliklere de keten teli derler ve dikişlerde kullanırlardı. Eskiden öyle makara iplikleri filan yoktu. Herkes dikiş dikerken bu iplikleri kullanırlardı. Sonra liflerinden halatlar yapılırdı. O halatlarla büyük gürden ağaçlarına çıkar kara kovanlar kurar çok kıymetli bal elde ederlerdi. Bal arıları bile nerde olursa olsun gider keneviri bulurlardı ve çiçeklerini toplarlardı. Kenevir çiçekleri arıların kabusu ve arıları öldüren en tehlikeli arı biti Waroa yı öldürdüğü için hiçbir arı kovanı ölmez, dolayısıyla arıcılarda mutlu olurlardı. Lifleri alınmış saplarına ‘kınçğı’ derlerdi.
 Hiç kimse kötü amaçlı kullanıldığını bilmezdi bile. 

Kenevir Neden Yasaklandı? Hiç şüphesiz insanlar için faydalı bir bitki olduğu için yasaklandı. İşte yasaklanan değerli bitki  kenevirin 
araştırmacılara göre hakkında ki ilginç gerçekler ve faydaları;

1. Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir.

2. Yine bir dönümlük yerde yetiştirilen kenevirden, 4 dönüm yerde ki ağaça eş kağıt üretilebilir.

3. Kenevir tam 8 kez kağıda dönüştürülebilirken, ağaç 3 kez kağıda dönüştürebilir.

4. Kenevir 4 ayda yetişir, bir ağaç ise 20-50 senede

5. Kenevir, gerçek bir radyasyon temizleyicidir.

6. Kenevir dünyanın her yerinde yetiştirilebilir ve çok az suya ihtiyaç duyar. Ayrıca kendisini böceklerden koruyabildiği için tarım ilacına da ihtiyaç duyulmaz.

7. Kenevir ile yapılan tekstil ürünleri yaygınlaşırsa, tarım ilacı sektörü tamamen ortadan kalkabilir.

8. İlk kot pantolon, kenevirden yapılmıştır ve 'kanvas' kelimesi kenevir ürünlerine verilen isimden gelmiştir.

9. Kenevir, AİDS ve KANSER tedavisinde kemoterapi ve radyasyon etkisini azaltma, romatizma, kalp, sara, astım, mide, uykusuzluk, psikoloji, omurga rahatsızlıkları gibi bir çok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır.

10. Kenevir tohumunun protein değeri çok yüksektir ve içindeki iki yağ asidi de doğada başka hiçbir yerde ve hiçbir bitkide bulunmamaktadır.

11. Kenevirin üretimi çok kolay ve basittir, fazla bakım gerektirmez.

12. Kenevirle beslenen hayvanlar, hormon takviyesine ihtiyaç duymaz.

13. Plastik ürünlerin tamamı, kenevirden üretilebilir ve kenevir plastiğinin doğaya dönüşmesi oldukça kolaydır.

14. Bir arabanın gövdesi kenevirden yapılırsa, dayanıklılığı çelikten tam 10 kat fazla olur.

15. Binaların yalıtımı için de kullanılabilir; dayanıklı, ucuz ve esnektir.

16. Kenevirle yapılan sabunlar ve kozmetik ürünler, suyu kirletmez; yani tamamen doğa dostudur.

17. Ameliyatlarda lokal anestezi ve narkoz uyutmalarda kullanılır.

Bu kadar faydası varken üretilmesi neden yasaktır? Şimdi siz anladınız mı?

16 Ekim 2021 Cumartesi

TÜRKİYEDE TARİKAT VE CEMAATLER

Tarikat tarik kelimesinden türemiştir. Tarik "yol" tarikat ise "yollar" anlamına gelir. Tarikat daha çok "Allah'a ulaştıran yol" anlamında kullanılır. Kul ile Allah arasında ki yol bir olmasına rağmen birçok tarikat kurulmuştur ve bu tarikatların doğuş noktası Kadiri Tarikatıdır. Kadiri tarikatı 11. yüzyılda yaşamış olan Abdülkâdir Geylânî’nin arkasından gidenler tarafından oluşturulmuştur.

Tarikatların kurulması için İngiltere ve ABD ta 1800 lü yıllardan beri 'Barış Gönüllüleri' adı altında Doğu ve Güney İllerimize binlerce ajan yollamış oralarda misyonerlik çalışmaları yapmışlar ve neticede başarılı olmuşlardır. Bütün tarikat ve Cemaat liderleri bu şekilde oluşmuştur.

Aslında Tarikat Allah'a ulaşma ve onu tanıma yollarından biri olarak bilinmekte ve tasavvuf öğretisinin uygulandığı düzenli kurumsal yapılanmayı ifade etmektedir. Türkiye'de çeşitli kişilerden ve çeşitli tiplerden oluşan farklı tarikatlar oluşmuştur. Halbuki Allaha varış yolu birdir. Tarikatlar ilk zamanlar faydalı gibi görünseler de zamanla zararlı olmağa başlamışlar ve hatta Osmanlı İmparatorluğu bu tarikatların içine sızan yabancı misyonerlerin faaliyetleri neticesinde yıkılmıştır. Osmanlı da Tarikatları, bu ülkeyi yıkmak için süper güçler kurmuştur. Osmanlı zamanında Şeyhülislamlar Mustafa Sabri ve Dürrizade Abdullah Efendi tarikat üyesidirler ve Türklere karşı kin ve nefretle doludurlar. 

Mustafa Kemal Atatürk tarikatların bu yıkıcı faaliyetlerine bizzat kendisi birebir şahit olduğu için ve bu durumları çok iyi bildiği için ajanlık yapan misyoner derviş ve tarikat üyelerini idam ettirmiş, yuvalandıkları Tekke ve Zaviyeleri de kapatmıştır. İşte bu durumu bilen tarikatçılar tarafından şimdi bile Atatürk düşmanlığı hala daha devam etmektedir. Ülke için yararlı hiç bir tarikat yoktur. Bütün tarikatlar din yoluyla ülkeyi yıkmak için düşman misyonerlerin yuvalarıdır ve çok ta başarılı oluyorlar.

Farklı sınıflarca benimsenen tarikatlardan bazıları sultanlar, generaller, hükümet adamları ve yöneticiler tarafından, bazıları ise daha çok köylü ve askerler tarafından benimsenmiştir.

Türkiye de belli başlı tarikatlar;

1- Nakşibendi ve Nurcular Tarikatı
2- Kadiri Tarikatı
3- Halveti Tarikatı
4- Rufai Tarikatı
5- Melami Bayramı Tarikatı
6- Sühverdiyye Tarikatı
7- Çeşti Tarikatı
8- Şazeliye Tarikatı
9- Mevlevi Tarikatı

Türkiye'deki faal tarikatlar ve ayrıldıkları kollar;

1- Nakşibendi Tarikatı
Türkiye'de en fazla kolu, cemaati ve müridi bulunan, siyaset ile iç içe olan, en etkili tarıkat Nakşibendi tarıkatıdır. Nurcular da Nakşibendi Tarıkatına bağlıdır. Şu kollara ayrılır;

a) İskenderpaşa Cemaati, pek çok AKP'linin bağlı olduğu cemaattır. Ayrıca AKP iktidar döneminde çok fazla güçlendiler.
b) İsmailağa cemaati İhvancılar-Cübbeli Ahmet Hoca
c) Süleymancılar
d) Hazneviler şeyh İzzettinciler
e) Menzilciler Gavsçılar, Semerkand
f) Yahyalı Cemaatı Kayserililer
g) Erenköy Cemaatı. Pek çok AKP'li bu cemaattendir
h) Tufancılar
i) Kıbrısıler. Şeyh Nazım Kıbrısi
j) Zilan Cemaatı
k) Reyhaniler
l) Hacegan Cemaatı
m) Arvasiler
n) Akfırat Cemaatı
o) Halidiye
p) Şeyh Muhammed Nayır Erzincani
r) Bilvanis Cemaatı

Nurcular

a) Gülen Cemaatı Fetullah Gülen taraftarları
b) İlim yayma Cemiyeti
c) Kırkıncı Hocacılar
d) Işıkçılar Ihlas gurubu
e) Yeni Asyacılar
f) Yeni Nesilciler
g) Aczimendiler Müslüm Gündüz
h) Meşveretçiler
i) Medzehre Gurubu
j) Zehra Vakfı
k) Kurtoğlu Gurubu Okuyucular
l) Sungurcular
m) Yazıcılar
n) Medrese Alimleri Vakfı
o) Alvarlı Efe Cemaatı
p) Hayrat Cemaatı
r) Norşin Dergahı Şeyh Nurettin Mutlu

2) Kadiri Tarikatı

Abdülkadir Geylani destekçileri. Türkiye'de çok etkin, siyaset ile iç içe geçmiş çok sayıda müridi bulunan bir tarikat.

a) Galibiler
b) İsmailciler Haydar Baş
c) Tillocular
ç) Muhammediye
d) Halisiye
e) Üveysler
f) Şeyh Osman Cemaatı
g) Zembilliler
h) Hüseyiniler
i) Farukıler
j) Nadiriler Bilali Nadir
k) Kesnizani
l) Şettariye

3) Halveti Tarikatı

Kadiri ve Nakşibendi tarıkatları ile karıştırılsa da bağımsız bir tarikattır. Türkiye'de çok sayıda cemaatleri ve müritleri bulunur.

a) Cerrahiler, sosyetik zümre-şarkıcı-popçu-futbolcu gibi tanınmış ünlü kişilerin bir çoğu bu tarikattandır.
b) Uşşakiler
c) Şabaniye
ç) Mıssırıye
d) Ticaniler
e) Ruşeniye
f) İpekyolu Gurubu
g) Sünbüliye
h) Nasuhhiye
i) İbrahimiye

4) Rufai Tarikatı

Ahmet Ali Rüfai'nin 1148 yıllarında kurduğu Sünni-İslam Tarikatıdır. Vücutlarına şiş batırmaları ile bilinirler.

a) Kubbealtı Cemaati
b) Çorum Dergahı
c) Mehmet Efendi Cemaati
ç) Maafiriler
d) Antakiler
e) Marufiler
f) Aydesussiye
g) Sayyadiye
h) Zeyniyye
i) Sebsebiye
j) Kantaniye

5) Melami Tarikatı. Bayramiler

Hacı Bektaş Veli ve Hacı Bayram Veli'nin felsefesini benimseyen ve onların yolunda giden tarikat. Aslında Anadolu'nun Türkleşmesi ve Osmanlı'nın kuruluş döneminde etkili olduysa da, devlet politikalarını tasvip etmediğinden ve idareye karşı duruşlarından ötürü yerini Nakşibendilik, Halvetilik gibi tarikatlara bıraksa da Melamiler hala daha var ve çalışmalarına devam ediyorlar.

a) Maşukiler
b) Aksarayiler
c) Edirneviler
ç) Yakubiler
d) Kabayiler
e) Kemaliler

6) Sühreverdiyye Tarikatı

Bağdat kökenli tarikat. Halvetiler ile yakın ilişki içerisindedir. Türkiye'de sayıları pek azdır. Zeyniyye Gurubu vardır.

7) Çiştiyye Tarikatı

Seyyid Giyaseddin El Çişti tarafından Hindistan'da kurulan bir tarikattır. Türkiye'de sayıları çok azdır. İki guruba ayrılır;

a) Sabiriye
b) Nizamiyye

8) Şazeliyye Tarikatı

Sultan 2. Abdülhamid'in bağlı olduğu tarikattır. Osmanlı döneminde Avrupa ve Balkanlarda çok etkiliydi. Dört kola ayrılır

a) Simaviler
b) Çizmeciler
c) Alevviye (Aleviler ile ilgisi yoktur)
ç) Derkaviyye

9) Mevlevi Tarikatı

Kökeni Anadolu olan, Mevlana Celaleddini Rumi'ye bağlı tasavvuf tarikatıdır. Tarikatın en büyük kolu mevlana'nın oğlu Sultan Veled'den gelenlerin oluşturduğu koldur. Bugün Konya İlinde yer alan Mevlana Türbesindeki dergahta yaşamlarını sürdürenler vardır. Diğer tarikatlar gibi kollara ayrılmamıştır.

Bütün bunların dışında;

a) Adnan Hocacılar,
b) Mustazaflar,
c) Furkancılar. Furkan vakfı gibi cemaatler de vardır.

Bunların hepsi dinden ayrılmış, tamamen kendi çıkarları için kurulmuş kuruluşlardır. 


4 Ekim 2021 Pazartesi

CEVİZ AĞACI VE CEVİZ

Ceviz ağacıyla ilgili bir çok söylentiler var. Hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğuna karar vermek zor.

Varsayımları bir kenara bırakarak ceviz ağacıyla ilgili bilimsel olarak kanıtlanmış bazı gerçeklere bakalım.

Atasözlerimize bile konu olan ceviz ağaçlarının altında oturmak insan sağlığı açısından ciddi riskler teşkil eder.

Böylesine güzel, böylesine estetik bir ağaç için bu ifadeleri kullanmak elbetteki onu kötülemek için değil ama ne yazık ki gerçekten insana olumsuz etkilerini de anlatmak lazım.

Biz çocukken taze ceviz yapraklarını veya kabuğunu toplar, onu çuvalın içinde iyice dövdükten sonra çuvalla birlikte derelerde gölün içine koyardık. Göl yeşil renge bulandıktan sonra içinde bulunan balıklar yarım saat kadar zaman içinde ters dönerler, bayılırlar ve bizde yakalardık.

Ceviz ağacının altında oturmanın zararları, bir tür hurafeden öte, tümüyle bilimsel gerçekliği olan, nesnel bilgilere dayanır. Salgıladığı gazlar insanı hasta eder.

Peki ceviz zararlı mı?

Cevizi çoğu zaman insan beynine benzetiriz. Adeta bir metafor gibi, beynimizle ilişkilendirdiğimiz bu özel meyvenin sonsuz faydaları bulunmaktadır. Yüksek besin değerine sahip olan cevizin insan sağlığına olan faydalarını saymakla bitiremeyiz. Çocukların zeki olmaları için özellikle ceviz yedirilir. Fakat ne yazık ki ceviz ağacı için aynı şeyi söylemek zor. “Ceviz ağacının altında oturmak, insanı erkenden öldürür” sözü çok meşhur bir sözdür.

Çevrede yer alan ceviz ağaçlarına dikkat ederseniz, etrafında çok fazla ot ya da bitkinin olmadığını görürsunuz. Bunun en temel nedeni ise ceviz ağaçları tarafından salgılanan zararlı sülfür gazlarıdır. Sülfür gazının en önemli özelliği diğer gazlara kıyasla çok daha ağır bir yapıda olmasıdır. Bu ağırlık, onun dibe çökmesini kolaylaştırır ve yapraklarının altında ağacın çevresinde çok fazla ot bitmez. Başka ağaçların da yetişmesine pek müsaade etmez.

Dikkat edilirse ceviz ağacının dibinde uzun süre oturan ve sülfür gazına maruz kalan kişilerde bir mayışma ve sersemlik hali gözlenir. Uzmanlar bu nedenle ceviz ağaçlarının şehir merkezlerinden uzakta, insanların kalabalık olarak yaşadıkları yerlerin dışında dikilmesi gerektiğini söylüyorlar.

Elbette halk arasında ceviz ağacıyla alakalı olarak söylenen sözler, bir nebze abartılı olsa da nihayetinde bir gerçeklik payı vardır. Yorgunluk hissi yaşamamak, enerji kaybetmemek için ceviz ağaçlarının altında oturmamak gerekir.

Ülkemiz bilindiği üzere ceviz ağacı konusunda zengin bir ülke. Pek çok şehirde, her zaman ceviz ağaçlarına rastlamak mümkün. Bu ağaçların güzel görüntüsüne kapılıp ta gölgesinden faydalanma yoluna gitmeyin. 

Ceviz ağaçlarının sayısını daha da artırıp, daha çok ceviz ağaçları yetiştirmeliyiz. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi yetişmelerini şehirden uzak, iklim açısından uygun olan arazilere yapmalıyız.

Çünkü zararları yanında çok büyük faydaları da vardır. Onun ürettiği sülfür gazı, dünyanın ozon tabakasını tamir etme özelliğine sahip olduğu da bilim adamları tarafından kanıtlanmıştır. Ceviz ağacının çıkardığı sülfür gazi ve diğer gazlar gök yüzüne yükselerek ozon tabakasını tamir ederler.

23 Eylül 2021 Perşembe

SAYILARIN SIRRI VE İNANÇLAR

Sayı bir nicelik olup, sayılar niceliklerin azlık ve çokluğunu bildirirler. Sayı birleşik olmayan yalın bir şey ise, onun bir’den başka bir niceliği yoktur. Buna göre tartılan ve ölçülen şey tek bir cisim iken, kendisini sayılardan biri ile adlandırılması sonucu, yani onun ölçüm değeri ifade edildiğinde, cisim tek bir hüküm kazanır. O da sayının verdiği hükümdür. Ancak bu sayıların içlerinde bazıları ayrı özellikler gösterir ve bazıları uğurlu, bazıları uğursuz olarak vasıflandırılırlar.


Dokuz Rakamı:

9 sayısı daima kendini tekrarlar. 9 herhangi bir sayı ile çarpılınca, çıkan sayının rakamlarının toplamı hep 9'dur.

Türk mitolojisine göre 9 rakamı:

Türk mitolojisinde kara han, dünyanın tam merkezine dokuz dallı çam ağacı dikmişti. Altaylara göre insanın iskeletinde; baş, bel, diz, topuk, ayak bileği, omuz ve el bileği olmak üzere dokuz ek vardır.

Yakutların gök tanrıları dokuzdur. Altay türklerinin bir kıyamet tasvirinde denizin dibinde dokuz çatallı karataş vardır ki, kıyamet zamanında bu taş dokuz yerinden ayrılacak, demirden ve koyu sarı renkte atlara binmiş dokuz savaşçı etrafa saldıracaktır.

Dede Korkut Kitabı'nda, deli dumrul doğduğunda babası dokuz buğra öldürür. Ve tabii ki dokuz ışığı da unutmamak gerekiyor...


Uğursuz sayı On Üç Rakamı:

13 sayısının uğursuz olduğuna ilişkin inanç dünyada o kadar yaygındır ki,yaşamı birçok yönde ciddi olarak etkilemektedir. Bazı ülkelerde evlerin kapılarına 13 numarası verilmez. Uçaklarda 13. koltuk sırası yoktur. Apartmanlarda, otellerde 13. kat ya 12A’dır ya da 14’tür. 13 numaralı oda veya kat yoktur.

Genel olarak bu uğursuzluğun, Hz. İsa’nın son yemeğindeki havarilerin sayısından kaynaklandığı sanılır. Bu yemekten sonra 24 saat içinde de Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürülür. Bu nedenle Hıristiyanlar akşam yemeğinde 13 kişi bir araya gelmezler. Bu inanışlara göre 13 sayısı uğursuzdur ama ayın cumaya rastlayan 13. günü tamamen uğursuzdur. Çünkü İsa Peygember o gün çarmıha gerildi. Hıristiyan geleneğinde yemeğe katılan 13. kişiden birinin Hz. İsa'ya ihanet ettiğine inanılır. 12+1=13 cehenneme ait meleklerin sayısı olarak kabul edilir.

Ondokuz Rakamı;

Rakamların yarattığı ilginç tesadüflerden biri de ulu önder Atatürk'ün hayatında ortaya çıkıyor. Atatürk, 1881'de 19. Yüzyılın bitimine 19 yıl kala doğmuştur. 1900'de 19 yaşında Harbiye' ye girmiştir.

19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkmıştı ve bindiği vapurda sadece 19 yolcu vardı. 19 yıl Türk milletinin kaderine hükmetmiş. Adı ve soyadı yani "Mustafa Kemal Atatürk" 19 harftir.

10 Kasım 1938 (19x2x19) (10 Kasım günü saat 9 da 10+9=19) 3x19 =57 yaşında yaşamını yitirdi. Doğum ve ölüm yılları (1881 ve 1938, 19 sayısının katlarıdır.)

Doksan Dokuz Rakamı:

İslam'da 99 esma-i hüsna vardır. Allah'ın isimlerinin toplam sayısıdır... Hristiyan geleneğinde ise bu sayı Tanrının birliğine işaret eden melekler düzenini ifade eder.


Altıyüz Altmış Altı Şeytanın Rakamı:

666 üzerine bir çok efsane var. En popüler olanı ise 6 rakamının İbranice yazılımına dair. İbranice 6 rakamı (w) olarak yazılıyor.

Şeytanın sembolü olan 666 yazmak istediğinizde (www) yazmanız gerekiyor. Ve www, internete girişte kullanılan 'world wide web' kelimelerinin kısaltılmış hali...


Yedi Rakamı:
Günümüze kadar rakamlar üzerine çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bir de işin din ve kutsal kitaplar da yer alan boyutu var. Neredeyse bütün dinlerde "7 rakamı" üzerine vurgu yapılmış ve 7 rakamı inanışlarda ayrı bir yer almıştır. Kainat da 7'nin sırrına tanıktır. 7 mükemmelliğin hem fiziksel hem de ruhsal sayısıdır. Anlamını doğrudan Tanrı’nın her şeyi yaratmasına bağlı olmaktan almıştır.

Örneğin tüm dünyada şansın sembolü olarak bilinen 7 gibi. 7 rakamının peşinden gittikçe birçok gizemle karşılaşırsınız. Çünkü 7 bu dünyanın dışında kalmış gibidir. Ana rakamlar içinde bir çoğu yediye tam olarak bölünmez. Sonuç her zaman sonsuz tekrarlardan oluşan ondalık sayılar olarak kalır. Haftanın 7 gün olması, 7 gezegen olması,7 iklim olması ve 7 tane Kıta’nın olması gibi pek çok sır var. İşte bu sırlar bu sayıya fazlasıyla gizem katıyor.

7 Sayısı özellikle Museviler için de önem taşıyor. 7 ile başlayan olaylar Yahudi felsefesine göre de çok önemlidir. 7 Sayısının bir başka gizemi de Tanrı’nın insanı 6 günde yaratıp 7. günde tatil yapmasıdır. Enteresan olan bir şey var 6. günde insanı yaratıp tatile çıkmadan biraz önce eşeği yaratıyor olması. İnsan nasıl olsa eşekten daha azdır diye onu daha sonra yaratıyor. Bunlar Yahudi inancı.

Bu olup bitenlerin gölgesinde 7 rakamı ile ilgili aşağıda ki gerçekleri hatırlamakta fayda vardır.

1. Müzikte 7 nota vardır.
2. Dünyada 7 kıta vardır.
3. Gökkuşağı, 7 renktir. 7 temel renk vardır.
4. Kuran-ı Kerim’in ilk suresi Fatiha, 7 ayettir.
5. Dinimiz İslam’da 7 mertebe vardır.
7. Baş melek 7 tanedir.
8. Mitolojide 7 esas tanrının var olduğu düşünülür.
9. Tibet’te 7 Buda vardır.
10. Müslümanlıkta 7 kat Cennett vardır.
11. Müslümanlıkta 7 kapılı Cehenneme inanılır.
12. Eshab-ı Kehf olayı, 7 uyurlar olarak bilinir. 7 kişidirler.
13. Büyükayı takımyıldızlı 7 yıldızlıdır.
14. Roma rakamı sisteminde 7 harf vardır.
15. İstanbul, Roma ve Kudüs’te 7 tepe vardır.
16. Antik Dünyanın 7 harikası vardır.
17. Cuma namazının yedi farzı vardır.
18. Yahudilerde kutsal şamdan 7 mumludur.
19. Türkiye’de 7 coğrafi bölge vardır.
20. Kızılderililere göre mevsimler 7 tanedir.
21. Ailede soy 7 göbeğe kadar çıkarılır. 7sülale anılır.
22. Bir uğur böceğinde genellikle 7 leke bulunur.
23. Memelilerin boyunlarının çoğunda 7 kemik bulunur.
24. Periyodik cetvel tablosundaki satır sayısı yedidir.
25. Dijital cihazlar 7 segmentli bir ekran kullanır.
26. Çıplak gözle görülebilen gök cisimlerinin sayısı yedidir.
27. Kefen 7 arşın bezden yapılır.
28. Çocuklar 7 yaşında okula başlar.
29. İnsanın yüzünde 7 delik vardır.
30. Katoliklerde 7 sakrament esastır.
31. Eski Yunan uygarlığında 7 akıllı adam varsayılmıştır.
32. Mısır’da Güneş tanrısı Ra 7 ruhludur.
33. Çin’de kutsal 7 element vardır.
34. Feng shui’de iletişim sayısı 7’dir.
35. Afrikalıların kwanza bayramı 7 sembollüdür.
36. Zulu süsleri 7 renklidir.
37. Eskimolarda kar 7 isimlidir.
38. Haftanın 7 günü vardır.
39. Tatil haftanın 7. günündedir.
40. Japonlarda rakamların en uğurlusu 7’dir.
41. Tarot falında 7 zafer vardır.
42. Pamuk Prenses’in 7 cücesi vardır.
43. Hürmüz’ün 7 kocası vardır.
44. Boyunda 7 adet omur vardır.
45. Yön ler 7 adettir.
46. Dünya 7 günde yaratıldığına inanılır.
47. İsrail halkı matem zamanı 7 gün yas tutar.
48. Hristiyanlıkta 7 mühür açılıyor, 7 kiliseye gönderiliyor, nihai yargı günü 7 defa boru çalınıyor.
49. İnsanın manevi gelişimi 7 aşamadan ve kapıdan geçerek tamamlanmaktadır.
50. Kâbe’de 7 minare vardır.
51. Bebeklerin dişleri ortalama 7 aylıkken çıkmakta ve 7 yaşında dökülmektedir.
52. Peygamberlerin çoğu 7 yıl çile çekmiştir.
53. At nalında bulunan delik sayısı 7’dir.
54. İslamiyet 7’nci yüzyılda doğmuştur.
55. Budizm’in kurucusu Gautama Buddha’nın doğar doğmaz attığı adım sayısı 7’dir.

7 sayısı ve 7 farklı tespit;

1. Antik çağlardan beri önemli olmuştur. Birçok eski kültürde öne çıkmıştır. Bunların en ünlüsü, her dünya gezgini için bir kova listesi içeren dünyanın yedi harikasıydı – Büyük Giza Piramidi, Babil’in Asma Bahçeleri, Efes’teki Artemis Tapınağı, Olympia’daki Zeus Heykeli, Anıt Mezar Halikarnas, Rodos Heykeli ve İskenderiye Feneri.

2. Hemen hemen her büyük dinde önemi vardı. Eski Ahit’te dünya altı günde yaratıldı ve Tanrı yedinci güne dayanarak bugüne kadar kullandığımız yedi günlük haftanın temelini oluşturdu. Yeni Ahit’te yedi numara, Dünya’nın dört köşesinin Kutsal Üçlü ile birliğini simgeliyor. Yedi rakamı Vahiy Kitabı’nda da yedi kilise, yedi melek, yedi mühür, yedi trompet ve yedi yıldız yer alıyor. Kur’an yedi gökten bahseder ve Müslüman hacılar Mekke’deki Kâbe’nin etrafında yedi kez yürürler. Hinduizm’de yedi dünya ve yedi de yeraltı vardır ve Budizm’de yeni doğan Buda ilk olarak yedi adım atar.

3. Şans ve büyülü özelliklerle ilişkilidir. Yedi sadece kumar makinelerinde ikramiyeyi temsil etmekle kalmaz, aynı zamanda birçok efsane ve folklor için de temel oluşturur. Örneğin, dünyanın çeşitli yerlerinde yedinci bir oğlunun yedinci oğlu hakkında inançları vardı. Ona hem iyi hem de kötü çeşitliliğin büyülü güçleri ile donatılmış efsaneler vardı. Örneğin, çocuğun Romen iken İrlanda folkloruna göre iyileştirici güçlere sahip olduğuna inanılıyordu. Folklor onun vampir olmasını öngördü.

4. Bellek kapasitemizle eşleşiyor. 1956’da Harvard Üniversitesi’nden George Miller, günümüzde psikolojide klasik gazetelerden biri olarak kabul edilen şeyi yazdı ve bu kitapta çoğu insanın kısa süreli hafızalarında yaklaşık yedi bilgi tutabildiğini gösterdi. Bu sebeple ABD ve diğer birçok ülkedeki telefon numaraları yedi basamaktan ibarettir.

5. Yedi maddeyi tercih eden zihinsel kapasitemiz nedeniyle, yedi bilgi olarak sunulduğu sürece, yedi de dikkat sürelerimiz için iyi bir seçimdir.

6. 7 bir asal sayıdır. Asal sayılar sadece kendileri ve 1 sayısı ile bölünebilen özel olarak kabul edilen rakamlardır. 7 bazıları tarafından ilk 10 sayı içindeki en asal sayı olarak kabul edilir, çünkü bunu grup içinde çoğaltamazsınız.

7. 7 en popüler sayıdır. Matematikçi Alex Bellos, 44.000 kişiden favori numaralarını adlandırmasını istedi ve 4.000 kişiden fazlası diğer numaralardan çok daha fazla 7 sayısını kullandı. Gerçekten de, insanlardan 1 ile 10 arasında bir sayı belirtmelerini isteyin ve çoğu, birçok sihirbazın bildiği gibi 7 rakamı söyleyecektir.

Özetle 7 sayısı kültürel, tarihsel, dini, sayısal ve psikolojik faktörlerin birleşimidir ve alacağımız kararlar üzerine katkıda bulunduğu için her zaman öne çıkmaktadır. (kaynak internet)

20 Eylül 2021 Pazartesi

LİDER OLMAK

Demirel anlatıyor; “39 yaşında Başbakan oldum. Ana muhalefet lideri İsmet İnönü idi. Yeminle söylüyorum, onunla görüşmeye giderken dizlerim titrerdi. Ben alt tarafı Çoban Sülü. O ise meşhur Garp Cephesi kumandanı, Cumhuriyet’in İkinci Adamı idi.” diyor Süleymen Demirel.

O zamnlar gazeteler yazdı.

Seçimlerden yüzde elli oy alarak başbakan olan Süleyman Demirel, meclisin ilk günü meclis binasında İsmet İnönü ile karşılaşır.

İnönü sorar;

"Meclisin kaç merdiveni var, Süleyman biliyor musun?" diye.

Demirel,

"Bilmiyorum!" der ve beklemediği bir soruyu yanıtsız bıraktığı için içten içe iyice bozulur. Mahçup olur.

Birkaç gün sonra yine mecliste İnönü'nün yanına giden Süleyman Demirel kulağına eğilerek;

"Efendim, meclisin 220 merdiveni var!" der.

Eski Kurt;

"Kime saydırdın? Yanlış olmasın !" diye tekrar sorar Demirel'e.

Demirel;

"Hayır efendim, bizzat kendim saydım! der.

Ve bunun üzerine İnönü şöyle der;

"Bak Süleyman, lider odur ki, zor işlerle uğraşır. Liderler basit işleri kendileri yapmaz, başkasına yaptırır. Mesela ben meclisin kaç merdiveni olduğunu bilmiyordum. Sana saydırdım ve öğrendim." der.