SAYFALAR

29 Nisan 2022 Cuma

MANGALA

Türklerden Araplara Mangala adıyla, tüm dünyaya Mangala, Mankala, Mancala adlarıyla dağılmıştır. Oyunun 4000 yıllık bir Mangala taşı geçtiğimiz günlerde Kazakistan'da Dastarbaşı'nda bulunmuştur.

Tarihi araştırmalar neticesinde; Mangala Oyunu Tunç devrinden beri Saka, Hun, Göktürk, Uygur, Karahanlı, Selçuklu, Osmanlı ve Memlük Devletleri tarafından sıkça oynandığı, diğer Türk Oyunları gibi bir strateji oyunu olduğu ve satranç oyununun atası olduğu tespit edilmiştir.
Mangala Divanu Lugati't-Türk eserinde bile 'Göçürme-Köçürme' adıyla yer alır.

Oyuna kura ile başlanır, 48 adet farklı renk taşlarla oynanır ve 4 ana kuralı vardır.

1. KURAL: Oyuna başlayan oyuncu kendi bölgesinde bulunan istediği kuyudan 4 adet taşı alır. Bir adet taşı aldığı kuyuya bırakıp saatin tersi yönünde, yani sağa doğru her bir kuyuya birer taş bırakarak elindeki taşlar bitene kadar devam eder. Elindeki son taş hazinesine denk gelirse, oyuncu tekrar oynama hakkına sahip olur. Oyuncunun kuyusunda tek taş varsa, sırası geldiğinde bu taşı sağındaki kuyuya taşıyabilir. Hamle sırası rakibine geçer. Her seferinde oyuncunun elinde kalan son taş oyunun kaderini belirler.

2. KURAL: Hamle sırası gelen oyuncu kendi kuyusundan aldığı taşları dağıtırken elinde taş kaldıysa, rakibinin bölgesindeki kuyulara da taş bırakmaya devam eder. Oyuncunun elindeki son taş, rakibinin bölgesinde denk geldiği kuyudaki taşların sayısını çift yaparsa oyuncu bu kuyuda yer alan tüm taşların sahibi olur ve onları kendi hazinesine koyar. Hamle sırası rakibine geçer.

3. KURAL: Oyuncu taşları dağıtırken elinde kalan son taş, yine kendi bölgesinde yer alan boş bir kuyuya denk gelirse ve eğer boş kuyusunun karşısındaki kuyuda da rakibine ait taş varsa, hem rakibinin kuyusundaki taşları alır, hem de kendi boş kuyusuna bıraktığı taşı alıp hazinesine koyar. Hamle sırası rakibine geçer.

4. KURAL: Oyunculardan herhangi birinin bölgesinde yer alan taşlar bittiğinde oyun seti biter. Oyunda kendi bölgesinde taşlarını ilk bitiren oyuncu, rakibinin bölgesinde bulunan tüm taşları da kazanır.

Oyuncu elinde bulunan taşları dağıtırken elindeki son taş, rakibinin bölgesinde denk geldiği kuyudaki taşların sayısını 3 yaparsa o kuyu oyuncu tarafından ele geçirilmiş olur. Oyuncu ileride rakibi ve kendisi tarafından bu kuyuya koyulacak tüm taşların sahibi olur. Sahibi olduğu taşlar oyuncunun kendi hazinesine koyulur. Kale kuralının uygulandığı oyunlarda taşları dağıtırken hazinelere taş bırakma kuralı ortadan kalkar. Kaleyi belirlemek için farklı renkte taşlar kullanılır. Oyuncular 6 nolu kuyuya kale kuramaz. Bir sette her oyuncu sadece bir kez kale kurabilir. Oyunculardan herhangi birinin önünde bulunan kuyularda taş kalmadığı zaman oyun sona erer. Önünde ki kuyularda taş kalan oyuncu bu taşları kendi hazinesine koyar. Son olarak hazinelerde bulunan taşlar sayılır. Hazinesinde en fazla taş olan oyuncu oyunu kazanır.

Mangala Oyunu 5 set oynanır. Oyunu kazanan oyuncu (1) puan, kaybeden (0) puan ve berabere kalan oyuncular yarım (0,5) puan alır.

23 Nisan 2022 Cumartesi

ŞAMAN İNANÇLARI

SARIMSAK ASILIR
Enerji temizlerken sirke kullanımı yaygındır. Kötü enerjiyi sirke temizlediğine inanılır. Yerler, eşyalar sirke ile silinir ve sirke kabı yatağın altına konur. Yatağın altına konma nedeni, insanların uyku sırasında bilinçaltları ortaya çıktığı için etkiye açık olmalarıdır.

Evlere sarımsak asmak da çok bilindik bir harekettir. Negatif enerji sarımsak ile nötr hale getirilir. Sarımsak genelde kapı girişlerine asılır.

Eski Anadolu’da yatak odalarına ayna konmazdı veya akşamları üstleri siyah bir örtü ile kapatılırdı. Nedeni ise, negatif enerjiyi büyüteceğine inanılmasıydı.

BİZDE KADIN ENERJİSİ HAKİM
Eski Türk evlerinde çatı yoktur çünkü ‘yukarı’ ile bağlantı kanalı açık olmalıdır. Eski Sümer ve Hititlerin evlerinde de çatı yoktur. Bizim kültürümüzdeki yapılarda ise dişi enerji hakimdir.

Camiler, sinagoglar, kiliseler dişi enerjiye sahiptir. Türk kültürüne baktığımızda kadın enerjinin hakimiyetini görürüz, anne kutsaldır. İslamiyet’te, Orta Asya ve Anadolu medeniyetlerinde bu böyledir. Yaşadığımız daireler kadın enerjisine sahiptir. Feng Shui’de ise erkek enerji vardır, bizim yapı şeklimiz bu değildir.

TUZ VE KİREÇ ÖNEMLİ
Türk evlerinde kireç taşı veya kaya tuzu çok önemlidir. Tuz ve kireç negatif enerjiyi üzerinde toplar. Ev halkını hastalıklardan da koruduğuna inanılır.

Evlerin balkonlarında çiçek kültürü de çok gelişmiştir. Yeşil bitki, taze enerji getirir. Evlerin çevresinde, meyve veren ağaçlar yetiştirilir.

Gül bizim için çok önemlidir, bu bitki hem dünyayı, hem insan ruhunu, hem de Hz. Muhammed’i temsil eder. Aşk ve sevginin çiçeğidir. Güldeki koku, sevgi ve mutluluk duygularını arttırır.

MAHARET ÇENGELLİ İĞNEDE
Anadolu inanışına göre; evin içinde bir yerde demir bulundurmak da önemli. Yeni doğan bebeklere nazarlık takıldığında aslında maharet, çengelli iğnededir çünkü bu tılsımın materyali demirdir. Bilinç altındaki negatif enerjiyi dengeler.

Osmanlı’nın ilk yıllarında, kente gelenler ağaca ölü koyunları asarlar, hangi koyun geç çürürse evi oraya inşa ederlermiş. Hayvan yaşamlarından aldıkları mesajlar onlar için önemliymiş.

GECENİN ŞAHİDİ
Akşam olduktan sonra dışarı çıkılmaz. Karanlıkta dolaşmak pek uğurlu sayılmaz. Ayrıca gece görülen örümcek te uğursuz sayılır ve başka bir canlının o şekle girdiğine inanılır. Bilhassa bebeklerin korunması için beşiklerinde yatarlarken yastıklarının altına bıçak, silah veya demir parçası bırakılır. Zararlı varlıklar demire yaklaşamazlar.

POZİTİF BİTKİ REÇETESİ
Adaçayı: Nazardan ve kötü enerjilerden korur.

Tarçın kabuğu: Zenginlik ve bereket getirir.

Çörek otu: Nazara iyi gelir.

Üzerlik Otu: Kötü enerjiden korur.

Defne Yaprağı: Büyüden koruduğuna inanılır.

Üzüm: Yaradılışı temsil ediyor ve şifa verdiğine inanılır.

Kahve: Yakılan kahve enerji verir.

Tuz: Masaya konan tuz, negatif düşünceleri, konuşmaları üzerine çeker.

Baklagiller: Evin bereket enerjisi açısından önemlidir.

ÖNCE MUM YAKILIYOR SONRA TÜTSÜ
Bir yerin görünmez temizliği için işe mekanda mum yakarak başlanır. Yeni yakılan mum bulunduğunuz yerde bulunan negatif enerjiyi temizler. Ardından tütsü  bedende tamamen pozitif enerjiye odaklanır. Mekanda yaşayan insanlar da bu yeni enerji ile dengelenir ve olayların negatifinden kurtulurlar.

YATAK ODASINI KEDİ SEÇİYOR
Eskiden Anadolu’da bir eve taşınıldığı zaman, eve kedi bırakılır ve kedinin sabit durduğu yer yatak odası yapılırmış. Kediler manyetik alanı çok iyi algılar, pozitiftirler ve insandaki negatif enerjiyi alırlar. Alıntı.

17 Nisan 2022 Pazar

AYAK DELEN ZEHİRLİ ÇİVİLER

Yedi düvel gelip dayandılar Gelibolu’ya. Sahi ne için gelmişlerdi? Hem de dünyanın dört bir tarafından her türlü son model silahlarla donanıp gelmişlerdi. Ne yapacaklardı? Çeşitli oyun ve bahanelerle Türklerin yurtlarını ellerinden alacaklardı. Yoksul, üstü başı çıplak, karnı aç bir milleti hiç yok saymışlar, kolaydan ülkeyi ellerinden alacaklarını düşünmüşlerdi.

Ama umdukları gibi olmadı. Orada aslanlarla karşılaştılar. Ölümden korkmayan, kahramanlarla karşılaştılar. Canlarını verip düşmana fırsat vermeyen bir millet ile karşılaştılar. Orada Mustafa Kemal Atatürk ile karşılaştılar ve sağ kalan düşmanlar, ölen askerlerini Türk Milletine bırakıp geldikleri gibi geri kaçıp gittiler.

Son model silahlarla saldırıya geçen süper güçler, İngiltere ve Fransa Çanakkale’yi geçemeyince her türlü kalleşliğe de baş vurdular. Türk Askerlerinin bulunduğu yerlere havadan uçaklarla; dört tarafı çivili, nasıl atarsan at bir çivisi devamlı yukarı gelen özel yapılmış, ‘ayak delen’ dedikleri zehirli çivileri attılar. Bu zehirli çiviler ormanlık alanda görünmeyip, dolaşmakta olan ve ayaklarında çarıktan başka bir şey olmayan askerlerin ayaklarına batması sonucu binlerce Türk Askeri zehirlenip öldüler, bir çoğu sakat kaldılar, bir çoğu da kangren oldular, ayakları kesildi.

Savaştan sonra bile bölgede çiftçilik yapan vatandaşların ayaklarına veya hayvanların ayaklarına battılar ve yaralanmalarına, ölmelerine sebep oldular.

İşte o savaşta zehirli ayak çivileriyle yaralanıp ta bir zaman sonra şehit olan o kahraman çocuk askerin anlattıkları;

"Yaşım on altı olunca beni askere aldılar. Ninem yolcu etmeden evvelki akşam elime kına yaktı. Sabah dualarla beni ve benim yaşımdakileri yolcu ettiler. Babalarımız cepheden dönmemiş ve onlardan habersizdik. Günlerce yaya yol aldık. Köyümden o güne kadar uzaklaşmamıştım. Yürüdükçe başka köyler gördüm, yanmış, yıkılmış, düşman çizmesi altında ezilmiş köyler. Adımlarımızı daha bir sert vurduk toprağa, “bu topraklar bizim” diye haykırdık yürürken. Günler sonra köylerden temin ettiğimiz eşeklerle yol alıp ucu bucağı gözükmeyen canlı bir su kaynağına geldik. Neredeyse bizim civar köyleri de içine alacak bir hareketli su vardı önümüzde. Rengi masmavi, sesi kulaklarda yankılanan, kıyılara vuran köpükleriyle ihtişamlı görünüyordu. O güne kadar dereler dışında bu kadar suyu bir arada görmemiştim. Deniz olduğunu söylediler. Duymuştum fakat duymaktan farklıydı görmek.

Sandallarla bizi karşı kıyıya geçirdiler, dalgalara elimle dokundum ve suyun tadına baktım tuzluydu. Kimse bana deniz tuzlu dememişti. Masmavi suların içinde kendimi su kuşu gibi hissettim. Deniz çok güzeldi ve bu güzellikler benim vatanımsa kimse benden alamazdı.

Yolda analarımızın bize azık olarak verdiği peksimetlere çökelekleri katık edip yemiştik. Cepheye yaklaştıkça top sesleri geliyordu. On beş kişiydik aynı yaşlarda, birden kendimizi cephede bulduk. Tozlu arpa çorbası çeyrek somunla yarı aç yarı tok günlerce siperlerde yattık.

Göğüs göğüse süngü ile savaşacağımız zaman siperlerden çıktık. Ayağımda köyden getirdiğim çarık vardı. Bastığım topraktan ayağıma bir çivi battı ve canımı çok yaktı. Bedenimi uyuşturdu ve beni toprağa serdi, gözlerim usulca kapandı. Komutanın sesini işittim “dikkat edin Aslanlarım, düşman havadan zehirli topuk dikeni atmış! Dikkat edin üzerine basmayın ölürsünüz!” dedi.

Ben işgal kuvvetlerinin havadan attığı zehirli topuk dikeniyle yaralandım. Bu bir savaş suçuymuş aslında fakat onlar zaten ülkemi işgal ederek suç işlemişlerdi. Birde bizi insan yerine koymadıklarını söyleme cüretini göstermişler. On altı yaşımda binlerce çocuk gibi vatanım için öleceğim. Bizlerden sebep Çanakkale geçilmez oldu. Kurtuluş Savaşını unutmayın, unutturmayın bizi, ve neden canımızı verdiğimizi. Bizler sizler bugün özgür yaşayın diye öldük, UNUTMAYIN ve asla vatanınızdan vaz geçmeyin!" İşte o 16 yaşında ki bir aslan yavrusu çocuğun kendi ağzından bizler için söylediği son sözleri bunlar.

O devrin mimarları ve güya sayılı adamlarından olan esas adı  Sir Winston Leonard Spencer Churchill olan Birleşik Krallık Başbakanı bir basın açıklamasında gazetecilerin sorusu üzerine “Evet zehirli iğneler bir savaş suçu, hatta insanlık suçudur fakat Türkler insan olmadıkları için bu suç sayılmaz.” Demiştir.

Düşmanlarımıza hiç sözüm yok. Onlara bir şey demiyorum. Ellerinden geleni ardına koymasınlar. Benim sözüm Türk topraklarında yaşayıp ta o düşmanlara çanak tutan, onlarla iş birliği edenleredir. Kalleşlik ve ihanet iyi bir şey değildir. İlerde mutlaka başınızı ağrıtır. Bakınız Arap ülkeleri de Osmanlı'ya ihanet etti fakat şimdi bin pişmandırlar ve bir kaç yıl sonra dünya tarihinden silinecekler. Saygılarımla...




9 Nisan 2022 Cumartesi

YAHUDİ MORRİS

1855 yılında Manisa’da fakir bir Yahudi ailenin üçüncü çocuğu bir erkek çocuk dünyaya gelir, esas ismi Moiz Eskenazi Morris. Morris dokuz yaşında kuşpalazı hastalığına yakalanır ve ölümle burun buruna gelir. Kanuni'nin annesi Hafsa Sultan adına Manisa’da yaptırdığı Sultan Darüşşifasında tedavi görerek Şinasi adında bir Türk doktor tarafından sağlığına kavuşturulur.

Taburcu olacağı zaman ailesinin hiç parası olmadığı için çaresizlik içinde hastane yetkililerine yardım etmelerini sıkılarak anlatırlar. Doktor Şinasi’nın da yardımlarıyla hiç para ödemeden Moris taburcu edilir. Çok mutlu olurlar ve ailesi Dr. Şinasi’ya, duydukları şükran borçlarını, onun ismini oğulları Morris'e vererek, isminin yanında artık onu iyileştiren doktorun ismi ile, yanı Şinasi ismini de ekleyerek çağırırlar ve Morris artık Morris Şinasi olur.

Morris Şinasi on beş yaşına gelince fakir olan ailesine yardım etmek için Yahudi mezarlığında bekçi olarak bir işe başlar. Bir gün başka bir Yahudi ailesi mezarlıktaki yakınlarını ziyaret etmek için gelir. Fakat bir türlü mezarın yerini bulamazlar. Morris Şinasi’den mezarın yerini bulmak için yardım etmesini isterler. Morris Şinasi okuma yazma bilmediği için yardımcı olamaz. Bu duruma sinirlenen Yahudi aile Moris’i yetkililere şikâyet eder ve Morris Şinasi işten kovulur.

Yeniden iş aramaya başlayan Morris Şinasi, henüz 15 yaşlarında iken yine Yahudi olan Garofolo isimli bir tütün tüccarının yanında iş başı yapar. Kısa zamanda patronunun gözüne girer. Çalışkanlığından dolayı patronu tarafından Mısır’a götürülür. Orada da gösterdiği başarılardan dolayı patronunun gözdesi olur.

Morris Şinasi 1890 yılında 35 yaşındayken Amerika’ya gitmeye karar verir. Patronundan borç aldığı 25 bin dolarla ABD ye gider. ABD’de, Şikago Beynelmilel Fuarında bir sigara yapıştırma makinesi sergiler. Bu makine oldukça ilgi görür. Burada kazandığı para ile hem Patronu Garofolo'ya olan borcunu öder, hem de bir iş kurabilecek kadar sermaye sahibi olur.

1903 te Morris Şinasi, Türkiye Manisa da çocukken kendisine yapılan iyilikleri unutmaz ve Amerikalı bir tüccar olarak Osmanlı devletinden tütün satın almaya başlar. Ege tütününü iyi tanır ve bağlantıları da vardır. Bu bağlantıiarı geliştirir. Kısa sürede önünde geniş ufuklar açılan Morris Şinasi, erkek kardeşi Solomon’u da Manisa’dan ABD ye getirterek, iş alanını iyice büyütür.

New York’ta Brodway 120, Sokakta SCHINASI BROTHERS COMPANY’ isimli bir sigara fabrikası kurar. Bu bina hala durmakta.  Kurduğu bu fabrikada Türkiye’den götürdüğü tütünleri işleyen Morris Şinasi, kısa zamanda Türk tütününden ürettiği sigaralarla üne kavuşur.

Türkiye’den özellikle Manisa ve Akhisar civarından aldığı tütünleri ve bu bölgeden götürdüğü usta ve kalifiye işçilerle yüksek kalitede ürün elde eder.

Artık büyük bir tüccar olan Morris Şinasi Selanik’te iş arkadaşının kızı ile tanışıp evlenir. Üç kızı bir oğlu olur Morris’in. Artık Morris Şinasi çok zengindir. Eşi için 52 odalı bir malikane yaptırdığı rivayet edilir.

Morris Şinasi Yunanistan’da bir basın toplantısı düzenler. Bir gazeteci, bir kâğıda sorusunu yazar ve Morris’e verir. Morris kâğıdı yanındakine verir ve;

Ben okuma-yazma bilmem sen oku. der.

Ardından başka bir gazeteci:

Okuma- yazma bilmeden bu kadar zengin oldunuz, bir de tahsilli olsanız kim bilir ne olurdunuz? der.

Morris Şinasi,
İyi bir mezar bekçisi olurdum! cevabını verir.
Morris Şinasi, 1916 yılında şirketinin tüm haklarını Amerikan Tabacco Company’e satar ve iş hayatından çekilir. Sonraları arkadaşı Philip ile birlikte başka bir şirket kurar ve işletmeleri için çocuklarına verir. O şirket şu anda dünya devi olan ’Philip Morris Company’ dir.

Aslen Manisalı Yahudi iş adamı Morris Şinasi memleketi Türkiye’yi, Türk Doktoru Şinasiyi ve Türk kültürünü hiç unutmaz, unutamaz. Amerika’da yaptırdığı evini dahi Türk sitilinde yaptırır, içini de Türk şark tarzında döşetir. Geçmişine bu kadar düşkün olan Morris Şinasi vefa borcunu da hiç unutmaz. Ben şu anda çok duygulandım gözlerim yaşarıyor.

Sene 1928, Morris Şinasi memleketi, doğup büyüdüğü yer olan Manisa’ya gelir. Çocukluğunda çektiği hastalığı ve gördüğü vefa borcunu ödemek için bir milyon dolarlık bir bütçe ayırarak, 800 bin dolara bir çocuk hastanesi yaptırır; Morris Şinasi Çocuk Hastanesi. Bu hastaneye ait çok geniş araziler satın alır. Çocuklar taze besinler ile beslensinler diye inek, koyun, keçi, tavuk gibi hayvanlar ile sebze meyve yetiştirilen çiftlikler kurar bu arazilerde. Bütün bu ayrıntılar bizzat Morris Şinasi adında ki bir Yahudi tarafından düşünülür ve yapılır. Daha bitmedi, geriye kalan 200 bin dolarla da devlet tahvili alarak; bu tahvillerin getirisi olan 33 bin dolar her yıl iki taksit halinde Morris Şinasi Çocuk Hastanesine gönderilir. Morris Şinasi kurduğu bir vakıfla hastanenin geleceğini de garanti altına alır. Chemical Bank Of New York’u da mutemet tayin eder, üç yılda bir, kurduğu vakfın mütevelli heyeti ABD den Türkiye’ye gelerek, Manisa’da hastaneyi ziyaret eder ve yapılan işleri yerinde denetlerler. Karşılığında hastane için dolarlar verirler Türkiye ye.

Teşekkürler Morris Şinasi. Belki de Türk olduğun için gurur duyuyordun. Eserlerin yok edilse de Türk milleti seni bağrından kopan bir parça olarak asla unutmayacak. Toprağın bol olsun. Işıklarda uyu, ey güzel insan. Sen bu dünyada layıkıyla yaşadın, öbür dünyada da öyle yaşa. 

Şimdi gelelim asıl meseleye; Manisa Net Gazetesinin haberine göre bu hastane, yanı Morris Şinasi'nın yaptırdığı hastane 2018 yılında kapatılmış ve Manisa Şehir Hastanesine taşınmış. Eğer gerçekse çok yazık. Bunu insanın vicdanı kabul etmez. Bu büyük bir ihanet olur.

Manisa Şehir Hastanesinin yapılmasıyla birlikte Morris Şinasi Uluslar arası Çocuk Hastanesi ne yazık ki kapatılmış ve şehir hastanesine taşınmış. Hastane şu an çalıştırılmıyor. Morris Şinasi’nin vakfettiği ve 90 yıldır Manisa için vakfedilen para Manisa Morris Şinasi Milletlerarası Çocuk Hastanesine kalmalıdır. Aksi halde Manisalılar için harcanan bu fon iptal edilecektir. Çünkü bu fonu kuran Morris Şinasi’nin vakfettiği paranın şartlarından birisi de, hastanenin kapatılması durumunda, bu yıllık gelir 174.000  dolar  Amerikan hazinesine aktarılacaktır. Yetkililerin buna çok acil bir çözüm bulması gerekir. Moris Şinasi Milletlerarası Çocuk Hastanesi çocuklar için hizmet vermeye devam etmelidir.

Manisa'nın Net Gazetesi https://www.manisahaberleri.com/manisa/moris-sinasinin-hayati-ve-kapatilan-cocuk-hastanesinin-akibeti-h93316.html

3 Nisan 2022 Pazar

YAŞANMIŞ BİR OLAY


Eskiden A.B.D de işsiz bir genç, otomotiv sanayisinin öncüsü ünlü iş adamı Henry Ford'un bürosuna gider, iş için baş vuruda bulunmak ister. Sekreter sekiz ay sonraya randevu verir. Randevu saatinde sekreterin yanına giden genç; Henry Ford ile randevusu olduğunu hatırlatır.

Sekreter: "Ford şu an dışarı çıkıyor." der.

Henry Ford gelir, kapının önünde ki arabaya binerken, kendisini orada bekleyen genci görür ve yanına çağırır, ikisi birlikte arabaya otururlar. Araba hareket eder ve onlarda birlikte giderler. 

Yol boyu hiç konuşulmaz. Bir süre sonra bir meydanda araba durur. Henry Ford arabadan inip büyük bir mağazaya doğru yürümeğe başlar. Bu genç delikanlıyı da yanında götürür. Yanı ikisi birlikte giderler. Kapıdakiler ve mağaza yetkilileri Ford´u ve bu genci büyük bir saygıyla karşılarlar. Birlikte mağazayı gezdikten sonra, aynı gün aynı şekilde beş büyük mağazayı daha gezerler ve ardından tekrar aynı arabayla geri dönerler. 

Genç daha fazla dayanamaz;
"Sayın Ford, benimle iş görüşmesi yapmayacak mısınız?" diye sorar.
Henry Ford;
"Ya demek öyle? Pekiyi o halde!" der ve Ford arabayı durdurur, g
encin inmesini ister. 

Genç arabadan indikten sonra Ford oradan hızla uzaklaşır. Orası şehirden uzak tenha bir yerdir. Gencin cebinde ise hiç para yoktur. Sinirli bir şekilde söylenerek yürümeye başlar. Neden sonra kan ter içinde evine gelir. Bir taraftan da düşünür: Mutlaka Ford kendisine bir ders vermek istedi, ama ne? Günlerce düşünüp gizli mesajın ne olduğunu çözmeye çalışır.

Genç adam bir gün Henry Ford'un kendisine verdiği mesajı çözer ve hızla yerinden kalkar: Ford´la ilk ziyaret ettikleri o büyük mağazaya bu sefer yalnız başına gider. Genci gören mağaza sahibi ve yetkilileri genci ayakta karşılarlar. Büyük bir saygı ve iltifat gösterirler. Her sorusuna sanki karşılarında Henry Ford varmış gibi nezaketle cevap verirler.

Genç mağaza yetkililerine;
"Ürünlerinizi pazarlamak istiyorum." der.

Mağaza yetkilileri;
"Buyurun istediğiniz kadar alın, satın, parasını sonra ödeyin!" derler. 
Genç aynı şekilde diğer beş mağaza yetkilileriyle de anlaşır.

Bundan büyük yardım mı olur bir insan için? Sonra, tutun tutabilirseniz. Delikanlı 5 yıl içinde A.B.D´nin en iyi iş adamlarından biri olur. 
''Eh Ford'u bir ziyaret edeyim de kendisine teşekkürlerimi sunayım artık!'' diye düşünür.

Gidip Henry Ford'un sekreterinden tekrar randevu almak ister. Sekreterden aldığı cevap çok enteresandır:
-Buyurun efendim, Henry Ford sizi bekliyor. 

Henry Ford delikanlıyı kapıda karşılar ve ona şunu söyler;

"Aynı yerde arabadan indirdiğim ne ilk kişisiniz, ne de son. İçlerinden bir tek sen mesajımı anladın. O günden beri, hayranlıkla seni takip ediyordum!" der.

Hayatta karşılaşılan en ufak şeyler bile dikkatle takip edilmeli ve karşılaşılan olaylar iyi düşünülerek analiz edilmeli. İnsanoğlu hiç ummadığı yerlerde kim bilir ne büyük fırsatlar kaçırmış olabilir.