SAYFALAR

29 Haziran 2020 Pazartesi

GÜZELLİK SALONU


Temel akşam eve erken gitmiş. Bakmış Fadime evde yok. Bir saat kadar sonra Fadime eve gelince Temel sormuş;
- Neriyeydun Fadime?
- Guzelluk salonina gitmişidum da.
Temel, Fadime'nin yüzünü dikkatle inceledikten sonra tekrar sorar:
- Eeeee ne oldi sıra saa gelmedi mi?

24 Haziran 2020 Çarşamba

KUŞ BEYNİ

Ben küçük çocukken babaannemden hep duyardım. Evde herkese ortak söylerdi; "Sabahtan evden çıkmadan ağzınıza bir lokma ekmek atın ki, kuku yenmesin." derdi.

Mevsimlerden ilkbahar geldiği zaman mezramız olan Okura ya göç ederdik. Köy evimiz boş durur, oradan da yaylalara çıkar, ta son güzlere kadar köyden uzaklarda kalırdık. Kışa yakında geri köy evimize gelirdik. Okura ya taşındığımız aylarda oralarda bir kuş peyda olurdu ve 'kuku, kuku, kukku' diye öterdi bu kuş. Bizim oralarda 'KUKU' derlerdi. Asıl ismi 'GUGUK' galiba.

İlkbaharda yaprakların ve çiçeklerin açmasıyla bu kuşta ortaya çıkar ve ötmeğe başlardı. Galiba Rusya tarafından gelip geçen göçmen kuşlardandı. İki üç ay oralarda kalır sesi duyulur sonra yine kayıp olur giderdi. Bu kuş öyle bir kuştu ki kendini gören pek az insan vardı fakat o herkesin gönlüne taht kurmuştu. Oralarda yaşayan herkes bu kuşu sesinden tanır ve çok saygı duyarlardı. Sesini duyanlar birbirlerine müjdelerdi "Ben bugün kuku sesi duydum. Kukuyu yendim." derlerdi. Genel de kuku kuşu ötmeden tohumlar bahçeye ekilmezdi. Kuku sesi duyulduktan sonra tohumlar tarlaya ekilir ki, o yıl mahsul bereketli ve bol olsun. Öyle inanırlardı.

Kuku kolay kolay insanlara görünmezdi dedik ya. Sadece sesi gelir ve bütün seslerin içinde çok net olarak ayırt edilir, ta uzaklardan duyulurdu. Kendini görenlerde hep yalnız dolandığını söylerlerdi. İnsanlara da ister istemez büyük bir merak verirdi. Herkes bu mevsimde kukuyu dinledikçe çok efkarlanırlardı. Sesi çok uzaklardan gelse bile yanında ki gibi net duyulurdu. Uzun zaman ötmeğe devam etmezdi. Bir kaç defa sabahları öter, sonra kayıp olur bir daha ertesi güne kadar hiç ötmezdi. İnsanlar öyle etkilenirlerdi ki türkülere konu ederlerdi kukuyu;

E kuku ne ötersun?
O dillerun kurusun.
Daha sabah olmamış,
Bırak yarum uyusun.

Diğer bir türkü;

Kuku ne bağırursen?
Karşıya kayalara.
Annen mi vurdi sana?
Ağlarsun oralara?

Kukuyu duyanlarda,
Kimse bilmez derdini.
O dünyayı dolaşır da,
Arar kendi dengini.

Ben de bir kaç defa çok net 'kuku kuku' diye sesini duymuştum. Başım havada hep ağaçların dallarına yeni açmakta olan yaprak ve meyve çiçeklerinin aralarına bakardım. Belki o kuşu görebilirim diye. Ama ne mümkün? Sesi uzak yakın net olarak gelir fakat kendisi asla görünmezdi. Kuku dediğimiz bu efsane hayvan acaba çok küçük te yaprakların arasında kaybolur, görünmez miydi? Ama o kadar küçükse bu kadar net ve gür sesi nasıl çıkarabiliyor ve o sesiyle insanları meraklara nasıl gömüyordu? Büyüklerim yanımda bu kuştan çok bahsettikleri, hatta bazı hikayelerini anlattıkları için ben de çok merak eder ve düşünürdüm kukuyu.

Dört-beş yaşlarındayken bir gün sabahın güneş ışıkları ilk defa etrafı aydınlatmağa başladığı saatlerde yine ötmeğe başladı. 'Kuku, kuku' diye ötüyordu. Sesini duydum ve bu ses çok yakınlarımdan geliyordu. Ben küçük baltam omuzumda, yavru köpeğim bulut ta arkamdan yürüyor ve oynamak için evimizin yakınında ki Saltaskur düzü dediğimiz evden 15-20 dakika uzakta ormandaki düzlüğe gidiyordum. Orada bir kaç gün önce kendi kendine, ırmak suyundan aldığım bir oluktan akan su ile dönen küçük bir değirmen yapmıştım çarkı da dikiş makarasından. Onunla oynayacaktım. Kuku sesini duyunca hemen durdum ve sesin geldiği tarafa, ağaçların dalları aralarına doğru dikkatle baktım. Aaa ilerde yamacın altında, benim aşağı tarafımda büyük bir gürgen ağacının ta tepesine tek başına oturmuş ötüyor ve bir taraftan da dalda sallanarak beni gözlüyordu.

Hiçte düşündüğüm gibi küçük bir kuş değildi. Üstelik diğer tanıdığım kuşlardan da çok daha iri, yapılıydı ve başka da hiç bir kuşa benzemiyordu. Biraz durup seyrettikten ve sesini dinledikten sonra ben de kendisi gibi 'Kuku kuku' diye bir kaç defa bağırdım. Yanı onu taklit ettim. O kafasını sağa sola çevirip etrafı biraz inceledikten sonra galiba bir tehlike sezdi ki uçtu gitti başka bir yüksek ağacın tepesine kondu. Galiba kendisini yanılttığımı anlamıştı. Orada ötmeğe devam etti. İnsanlara pek güveni olmadığı için onların yakınlarına hiç yaklaşmıyor, devamlı onların uzaklarında ormanlarda ötüp duruyor ve kendisini kimselere göstermeden sadece sesini duyuruyordu.

Diğer kuşlara hiç benzemiyordu. Evet kuşu gördüm fakat bu kuşta bir gariplik vardı. Oturduğu dalda her iki kanadı da kırılmış gibi aşağı doğru asılmış, öyle dertli dertli durmuş ötüyordu, kuku, kuku, kuku. Yanına gidebilsem belki de yakalardım fakat o ağaca ben değil hiç kimse tırmanamazdı. Durup bu kuşu merakla seyredip bunları düşünürken kuş o ağaçtan da havalandı ve uçup gitti, gözden kayboldu. Uçarken kuyruğunu da açıyor, kuyruğu üçgen gibi oluyordu ve normal bir şekilde uçabiliyordu. Kanatları kırık filan değildi. O zaten huyu öyle, otururken kanatlarını kırık gibi aşağı sarkıtırmış demek ki. Çünkü o oturduğu diğer ağacın üstünde de kanatlarını aşağı sarkıtıp oturmuş ve öyle ötmeğe başlamıştı.

Ben çok mutlu olmuştum. Çünkü herkesin merak ettiği ve kimsenin kolay kolay göremediği bu gizemli kuş, kukuyu görmüştüm bu sabah. Hem de çok yakından. Yaptığım oyuncak değirmenin yanına gidip onunla biraz oynadıktan sonra yine köpeğim bulut ile geri eve döndüm ve akşam olunca da bütün aileme kukuyu gördüğümü anlattım. Herkes duysun istiyordum.

Ablam ve ağabeyim de benden büyük olmalarına rağmen daha hiç görmemiş olacaklar ki bana soruyorlar; "Nasıldı? Hangi kuşa benziyordu?" diye. Ben de onlara öyle ballandıra ballandıra anlatıyordum. Babam beni kucağına aldı ve sevdi. Sonra babaannem kucağına aldı ve yanaklarımdan öptükten sonra "Kukunun sesini ilk duyduğun zaman kahvaltı etmiş miydin?" diye sordu. Ben de nedenini sordum. O zaten aileden biri o mevsimde sabah evden dışarı çıkarken arkasından hep bağırır hatırlatırdı. "Ağzınıza bir lokma bir şey atın. Kuku yener ha." derdi. "Eğer kahvaltı etmeden evvel kuku sesini ilk defa duyarsan o sene halsiz ve çok hasta olursun. Hem işlerin de pek iyi gitmez. Onun için yataktan kalkınca, daha kuku ötmeden, ağzına bir lokma bir şeyler atıp, aç karnına olmayacaksın ki kukuyu yenesin. O zaman o yıl işlerin rast gider ve güçlü olursun." derdi.

Tecrübe etmişlerde doğru mu, değil mi onu bilmem? Fakat o öyle söylerdi. Babaannem o gece bana kuku kuşunu anlatırken benim de çok hoşuma gidiyor, ilgiyle dinliyor ve başka bir şeyler daha anlatmağa devam etmesi için arada bir de sözünü kesip kendisine kukuyla ilgili bazı sorular soruyordum. O da bana kukuyu anlattıkça anlatmağa devam ediyordu. "O kuş başka kuşlara benzemez. Eğer ürkütürsen veya kuku kuşu öterken, sen de ona 'kuku, kuku' diye cevap verirsen, yanı onu yanıltırsan beddua eder ve iki yakan bir araya gelmez. O kuş çok dertli bir kuştur. 

Ailesini küçükken kayıp etmiş. Şimdi bütün diyarları dolaşıp ailesini arıyor. Onun için de her gittiği yerlerde kuku, kuku diye bağırıp onları çağırıyor fakat bir türlü de bulamıyor. Onları bulmak aşkıyla da bütün dünyayı dolaşıyor. Bir iki ay buralarda, ondan sonrada başka yerlere gidecek ve ailesini oralarda arayacak. Buluncaya veya kıyamete kadar dolaşıp aramağa devam edecek." demişti. Ben de çok etkilenmiş, o söylediklerini büyük bir hazla dinlemiş, çok hoşuma gittiği için uzun zamandan beri unutamamıştım. Ancak o öterken kukuyu taklit edip yanılttığım için de biraz üzülmüştüm. Ya babaannem dediği gibi bana beddua ederse? Fakat babaanneme sorunca o beni rahatlatmıştı; “Sen çocuksun. Çocuklara günah olmaz. Beddua da tutmaz.” Demişti. Zaman geçtikçe memleketlerden ayrılmış bu kuku sesini de daha duymaz olmuş ve sonraları tamamen unutmuştum.

Geçen bir belgesel seyrettim. 'Cuckoo: The enemy in the nest.' Türkçesi: 'Kuku: Yuvadaki düşman.' Kuku dediğimiz bu kuşun belgeselini yapmışlar. İspatlı, delilli. Seyrettikçe daha da çok, çocukluğumda ki gibi etkilendim. Bir kuş bu kadar planlı nasıl hareket edebilir? Veya yeni yumurtadan çıkan bir kuş yavrusu nasıl bu kadar akıllı ve kurnaz olabilir? 'Kuş beyinli' diyoruz ya, güya beğenmiyoruz kuşların beyinlerini. İnsanlar niçin beğenmemişler kuşların beyinlerini de öyle demişler, beğenmedikleri insanlara? O da ayrı bir merak konusu tabi. Akıllara durgunluk verecek bir olay bu kuku kuşunun yaptıkları.

Kısaca hatırlatayım; Kuku kuşu hiç yuva yapmıyor. Onun yuvası, ailesi, hiç bir şeyi yok. Başka kuşlara ait yuvalarda ki yumurtaların yanına, yuvanın sahibi olan kuştan habersiz gizlice kendi yumurtalarından bir tane bırakıp yuvadaki esas yumurtayı yere düşürdükten sonra çekip gidiyor uzaklara. Bir daha o yere, yumurtasını bıraktığı yuvaya veya semte hiç uğramıyor anne kuku. Yuvanın sahibi olan her hangi bir kuş, kendi yumurtası sanarak kuku dediğimiz bu guguk kuşunun yumurtasını kendi yumurtaları ile birlikte altına alıp eviriyor, çeviriyor ve zamanı gelince kendi yavrularıyla birlikte kukunun yavrusunu da yumurtadan çıkarıyor. Yumurtadan çıkan bu yavru guguk kuşu kendini başkasının yuvasında misafir saysa veya diğer yavruların kardeşleri olduğunu sansa ne mümkün.

Kukunun yavrusu daha gözleri açılmadan, tüylenmeden bile ele avuca sığmıyor. Canavar gibi. Daha dünyaya gelir gelmez yuvada üvey olduğunu anlıyor. Aynı yuvada bulunan esas yuva sahibi kuşun yumurtalarını ve yavrularını, kanatları ve sırtı ile dayanarak bir bir yuvadan dışarı çıkartıp aşağı düşürüyor ve hepsinin yok olmasına, ölmelerine sebep oluyor. Yuva sahibi kuş, yuvada yalnız kalan kuku kuşunun yavrusunu kendi yavrusu bilip besleyip büyütüyor. Eğer anne kuş küçük bir serçeyse vay haline. Kuku büyük bir kuştur ve daha yavruyken bile beslemekle baş edip doyuramıyor kuku yavrusunu. Yavru kuku üvey anne tarafından beslenip büyütüldükten sonra uçup gidiyor ve bir daha geri o üvey annesinin yanına hiç dönmüyor. O besleyip büyüten serçe kuşu üvey annesi de kuku kuşu yavrusunu daha hiç göremiyor. Çünkü o 'Kuku kuku' diyerek dünyayı dolaşmağa başlıyor. 
O yavru kuş başka anne tarafından yumurtadan çıkarılıp dünyaya getirildikten sonra dilinin 'kuku' olduğunu nereden bilip 'kukukuku' diye bağırıyor? Bunlar hepsi gerçek. Belgesel olarak videoya çekilmiş. Merak eden Youtube de bulup seyredebilir.

İşte o yavru kuku kuşu uçtuktan sonra dünyayı dolaşıp o beğenmediğimiz beyni ile gerçek ailesini gerçekten arıyor olamaz mı? Veya o yumurtayı başka bir kuşun yuvasına bırakan esas anne kuku, o bıraktığı yumurtadan çıkan yavrusunu merak edip arıyor olamaz mı?
Yoksa neden diyar diyar dolaşıp göçebelik yapıyor? İnsanlar kuşların beyinlerini neden beğenmezler ki acaba? Onların iç alemlerini, dünyalarını ve ne düşündüklerini biliyorlar mı? Ben dört yaşlarındayken, okuma yazması dahi olmayan ve hayatında hiç video film belgeseli görmeyen babaannemin guguk kuşu hakkında bana anlattıkları bu belgesel ile nasıl doğrulanıyor? O kuku kuşunun ailesini veya bir anne kuşun yavrusunu 'kuku, kuku' diye aradığını babaannem nereden biliyordu? Kim bilir bu dünyada inanmadığımız, veya hurafe sandığımız daha ne gerçekler var?

Böylece yuvanın gerçek evlatları imha edilir ve guguk yavrusu kendisine ait olmayan yuvanın tek mirasçısı olur. Kandırdığı yuvasına yerleştiği ananın şefkatini, fedakarlığını, besleme, koruma, kollama, büyütme içgüdülerini sömürmeye başlar. İhanetin farkında olmayan zavallı anne kendine ait olmayan bu yavruyu kendi yavrusu sanıp besler büyütür, kuvvetli hale getirir. O yavru da büyüyüp büyük kuş olunca yuvayı bozar, dağıtır ve çeker gider.

Bu olayı düşünüp iyi analiz edersek anlarız. Türk Milletine ve Türk vatanına da aynı oyun düşmanlarımız tarafından uygulanmaktadır. Bir gün gelecek, Türk Ulusu ve Türk Tarihi aynı yollarla yok edilecek. Dışarıdan gelip te yerleşen yabancılar çeşitli kılıklara girip kendilerini Türk ve Müslüman gösterecekler ve bu şekilde Türkiyeyi satarak yok edecekler.


Facebook ta Yorumlar:
Oğuz Yasın Engin
Yine mükemmel bir yazı okuduk, elinize sağlık.

Niyazi Aslan

Sadece serçe kuşunun yuvasına yumurtasını bırakıyor...zamanı iyi ayarlıyor.. asıl yumurtalardan önce çikiyor yumurtadan.. oburler sağ kalsa yem yetiştiremeyecek serçe kukuda ölümle burun buruna kalacak ve asıl yumurtalar yok ediliyor kuku yavrusu tarafından...bide balmumu kuşu var oda kuku gibi başka yuvalara bir tane yumurta bırakıyor ..zaman önemli asıl yumurtalardan önce çıkıyor... gagası atmaca gagası gibi ilk yumurtadan çıkınca.. diğer yavruları öldürüyor ama sonra o atmaca gaga kayboluyor büyüdükçe... selamlar

Mustafa Parlak
Mükemmel anlatım recep abi yazar olacak adamsın

Fatma Atagün
Süpersin enişte çok enteresan

Havvanaz Serbest
Mükemmel ötesi teşekkür ederiz Abi saygılar

Ayşe Şimşek
Harika ellerine emeğine sağlık, süper anılar Recep abi teşekkürler

Şakir Aksu
https://www.youtube.com/watch?v=-xOraBKjfaM
Meditasyon | Bayağı Guguk Kuşu Ötüş Sesi | 1 SAAT FULL HD

Şakir Aksu
Kuku ile ilgili çok yazı yazdım. Bu yazınızın benzerlerini yıllar önce yazmıştım. Bahsettiğiniz videoyu da belki de 20 sene önce seyretmiştim. Burada 7 sene evvel yazdığım Kuku yazısını eklemek istiyorum.. 5 Tem 2013 · Ankara
KUKU’nun sesini her duyduğumda aklıma rahmetli babaannemin neredeyse gecenin bir yazısı sayılacak saatlerde gelinine bağırmasını hatırlarım.
“Ka kalkuuuuuuun ! Kuku ötmeye başladiiiiiiii!”
Hemşin’de Kuku’nun özel bir yeri vardır. Aslında göçmen bir kuş olan Kuku Hemşin’e Mayıs ayının ilk günleri gelir. Eskiden Kuku’nun gelişi özel karşılanırmış. Kadınlar, kızlar Kuku’nun gelme zamanı kuşluk vakti kalkarmış. Çünkü Kuku’ya yakalanmamak gerekirmiş. Kuku ötmeden kalkanın nasibi ve kısmeti bol olurken “Kuku’ya yakalananın” nasibi azalır, o sene ne mahsulün ne de yapılan işlerin bereketi olmazmış.
Kuku ile ilgili bir başka inanç ise; Kuku ötmeye başlayınca saymaktır. Kuku ne kadar öterse ömrün o kadar uzun olacağına inanılırmış.
Kuku’yu bölgede “Mübarek Hayvanlar” sınıfına sokan bir başka inanç vardır ki onu da anlatmamız gerekiyor.
Kuku o kadar mübarek bir kuş imiş ki kendisinden küçük çalı kuşları Kukunun ağzına zorla girmeye çalışırlarmış. Girsin ki Kuku kendisini yesin. Çünkü Kukunun yediği bu kuş cennete gidermiş. Küçücük kuşlar adeta yalvarır ve kendilerini yemesi için zorla Kukunun ağzına girermiş. Bunu defalarca gören dedelerimiz de varmış. Bunun şahitlerinden birdi de benim dedem imiş.
Babaannenden ve annemden senelerce dinlediğim bu hikayenin gerçeğini öğrenmek bana senelerce sonra nasip oldu. İşin doğrusu gerçeği öğrenmek de pek hoşuma gitmedi. Çünkü ben Kuku hakkında Hemşinlilerin anlattıklarını daha çok seviyordum. Gerçek ne olursa olsun ben Hemşinlilerin anlattığına inanmaya devam edeceğim. Ancak gerçeği sizinle de paylaşmak istiyorum.
Kuku ilginç bir kuş! Yumurtluyor ama kendi yuvasına değil. Kendisinden çok küçük kuşların yuvasına. Önce yumurtasını bırakacağı bir kuş yuvası buluyor. İçinde yumurta olan ve yeni yumurtlanmış bir yuva bulunca hemen o yuvaya yaklaşıyor. Tabi ki yuvanın asıl sahibi minicik kuş Kuku’yu görünce kaçıyor. Kuku ise hemen yuvaya bir tane yumurta bırakıyor ve bir daha oraya gelmemek üzere orayı terk ediyor.
Küçük kuş yuvasına dönüyor ve yumurtaların üzerine yatıyor. Zaman geliyor ve yavrular çıkmaya başlıyor. Ama en önce çıkan da Kuku’nun yavrusu. Çünkü Kuku Kuşunun kuluçka süresi hepsinden daha kısa. Yumurta’dan çıkan Kuku yavrusu kendine gelir gelmez önce diğer yumurtaları yuvadan atıyor. Yuvada sadece kendisi kalıyor. Eğer kendisinden başka yavru varsa kanatları ile itekleyerek onları da yuvadan atıyor. Bundan sonra gelen her yiyecek sadece kendisine kalıyor.
Bu arada yavru hızla büyümeye devam ediyor ve bir müddet sonra yavru Kuku annesi ve babasından daha büyük bir hale geliyor, küçücük yuvadan taşmaya başlıyor. Çünkü Kuku kuşu bildiğimiz Kumru kadar bir kuş. Anne ve baba yavrularına yem taşırken ağzını açan yavrunun ağzı o kadar büyük ki anne ve baba kuş ağzına yiyecekleri bırakırken Kukunun neredeyse ağzında kayboluyor. İşte dedelerimizin gördüğü ve Küçük Kuşlarının “Beni ye!” diye tarif etikleri olay bu.
Aşağıdaki adresteki video işte bu süreci göstermektedir. Bir de Kuku sesi bulup buraya ekledim mi memlekete gidemeyenler sanırım biraz olsun hasret giderirler.....

Şakir Aksu
Bu videoda da anlattığınız tüm süreç var... https://www.youtube.com/watch?v=FG1bFKKamGw

Kuckuck stemmt Eier aus dem Nest. Vogelwelt DOKU GERMAN HD

Namık Kemal Bayraktar
Belgesellere layık güzel yazını ilgi ve zevkle okudum. Babaannenin sana ilettiği tüm bilgi ve yöremizde kuku ya da kukku dediğimiz bu kuş hakkındaki bir kısmını bize de aktarılan söylenceler bana göre yerel kültürümüz bakımından çok değerli. Ellerine sağlık. Bu kuş bana aynen senin gibi her zaman köydeki çocukluk günlerimi ve Rahmetli Annem’i anımsattığı için çok özeldir. En fazla sesini çok uzaklardan duyduğumuz için esrarlı hali beni çekerdi. Sen bu kuşu yakından görmekle çok şanslısın. Ben hiç görmedim. Ancak, yumurtalarını başka kuşların yuvasına bırakıp savuştuğunu daha önce duyduğumda biraz üzülmüştüm.

Senden ricam, bu ve benzer tüm yazılarını ayrıca bir deftere yazıp bizden sonrakilere aktarmandır. Bu vesileyle selam ve sevgilerimi gönderiyorum.


22 Haziran 2020 Pazartesi

MEZARLIKTA


Temel Mezarlıklar Müdürlüğünde bir iş bulur ve şehrin mezarlığında çalışmaya başlar. Bir kaç gün mezarlıkta çalıştıktan sonra işi bırakır.
Arkadaşları sorarlar:
- Temel işi neden bıraktın?
Temel de cevap verir:
- Herkes gece, gündüz yatıı, ben çalışıırum. Keriz miyim?

16 Haziran 2020 Salı

AKIL

Çok eski zamanlarda insanlar ayaklarına bir şey giymeği bilmez, yalın ayak gezerlermiş. Bir kral varmış. Bu kral aslında öyle kötü bir adam da değilmiş fakat dışarıda yalın ayak yürürken ayakları çok acırmış.

Herkesin ayakları önemli değil de kralın ayaklarına çakıl ve dikenler batıp ta acıtınca, önlem almak istemiş ve hemen tüm tebaasına emir vermiş.

Herkes bulunduğu bölgeyi sığır ve at derisi ile kaplatacak. Kaplatacak ki kral da günün birinde oralardan geçerse çıplak ayağı bastığı yerlerde ayakları acımayacak. Eğer çevresini deri ile kaplatmayan olursa bedelini canı ile ödeyecek. Yanı kellesi kesilerek öldürülecek.

Bütün tebaasını büyük bir dert sarmış ve deri bulup sokakları deri ile kaplatmağa başlarken, sarayda bulunan saray soytarısı bu emre kral da duyarken kahkahayla gülmüş. Aslında kralın saray soytarısı çok bilge bir adammış da orada soytarılık yapıyormuş. Krala “Sizin bu emriniz çok komik.” Demiş.

Kral da soytarıya çok kızmış ve; “Komik neresi? Ya bana daha iyi bir fikir bulursun, yahut ta ölürsün.” Demiş.

Soytarı cevap vermiş Kral a; “Efendim, kocaman sığır derileri ile yolları kaplatana kadar, bir parça sığır derisi ile siz ayağınızı kaplatın. Olsun bitsin.” Demiş.

Bu fikir kralın da kafasına yatmış ve hoşuna gitmiş. Öyle yapmış ve ondan sonra bu günkü ayakkabılar icat olmuş.

Bence bilgelik budur işte. Her olanağı düşünmeli ve aklımızı çözümler için kullanmalıyız.


15 Haziran 2020 Pazartesi

BEN BEKLERUM

Temel idam edilirken son arzusunu sormuşlar;


Temel;

"Penu Fadimenun yanuna gömun!" demiş.

"Ama Fadime yaşıyor!" demişler.

"Olsun. Pen ölmesini peklerum." demiş.

12 Haziran 2020 Cuma

DUL KADINLA


Temel'e Karadeniz de sormuşlar:
"Ula Temel, evlen da artık. Zamanın geçeyi. Ne zaman evleneceksun?"
Temel de:
"Doğru deisiz ama dul bir kadunla evleneceğum da, o karınun kocası ölsün deyi pekleirum." demiş.

11 Haziran 2020 Perşembe

KİM BEĞENİR

Temel ile Fadime uzun yıllar nikahsız yaşamışlar.
Bir gün Fadime Temel'e:
"Temel bu iş böyle olmuyor, evlenelim artık." demiş.
Temel çok endişeli;
"Ey gidi Fadimem, bizi bu yaştan sonra kim alır ki." demiş.

9 Haziran 2020 Salı

ONA OLMAYI


Fadime çok hastaymış. Herkes yakında ölümünü bekliyormuş.
Kendisi de yakında öleceğini biliyormuş ve bir gün kocası Temel'e; 
“Ben nasısa öleceğum. Yeni alduğum elbiseyi hiç giyemedum. Benden sonra alacağun kadına giydirursun Temel.” Der.
Temel de cevap verir; “Oni deneduk te, Ona olmayı da.”

5 Haziran 2020 Cuma

AKIL VE DİL

Eskiden Yunan şehirlerinden biri Teb şehrinde bir sabah insanları isyan ettiren bir cinayet işlenmiş. Şehrin soylu ailelerinden birinin yakışıklı, iyi eğitim görmüş genç oğlu; çirkin, yaşlı, bir gözü kör, kambur bir kişi tarafından, şehir meydanında sebepsiz yere, vahşice herkesin gözleri önünde kafasına çekiçle vurularak öldürülmüş.

Ölen genç, şehirde çok sevilen, geleceği parlak, yakışıklı kısacası tanınan bir delikanlıymış. Belki de bu yüzden insanlar öldüren adama çok öfkelenmiş, isyan etmişler. Kadınlar ve genç kızlar ölünün arkasından oluk oluk gözyaşı dökmüşler. Gencin arkadaşları katili linç etmek istemişler ama o şehrin yargıçları ve yöneticileri gelenekleri hatırlatarak adil bir yargılama gerektiğini savunmuşlar ve bu cinayeti işleyen adamı linç edilmekten kurtarmışlar. Katil o şehirde o güne kadar hiç tanınmamış, kenar bir mahallede kundura tamirciliği ve çarık yaparak kıt kanaat geçinen bir adammış. Daha önce hiç bir suça karışmamış, sabıkasız altmış yaşlarında bir adam. 

İşte bu adamı şehrin gelenekleri ve gençlere örnek olmak uğruna yargılamaya karar vermişler fakat bu şehirden hiçbir avukat mahkemede çarıkçıyı savunmak istememişler. Avukatsız da savunma olmayacağına göre mecburen Atina'dan bir avukat çağırtmışlar. Çünkü çarıkçıyı asmadan önce usulen bile olsa yargılamak gerekiyormuş.

Atina'dan gelen genç avukat önce olayı, olayın olduğu civardan sormuş, soruşturmuş. Sonra da çarıkçı ile hücresinde görüştükten sonra dava gününü beklemeye başlamış. Duruşma şehrin meydanında kurulan mahkeme salonunda, bütün halkın huzurunda yapılacakmış ve duruşma günü gelmiş çatmış, duruşma başlamış. Önce savcı kısa bir suçlama konuşması yapmış. Bu konuşma halkı o denli galeyana getirmiş ki yargıç ve kolluk güçleri halkı zapt etmek ile bir hayli uğraşmışlar. Her şey çarıkçının aleyhine devam ederken söz savunmaya gelmiş. Herkes dikkat kesilmiş savunma avukatını dinliyorlarmış.

Atina'dan gelen genç avukat kürsüye çıkmış ve yüksek sesle konuşmağa başlamış; "Ey bu şehrin soylu ve bilge sayın yargıçları, önünüzde saygı ile eğilirim. Sizlere Atina şehrinin yargıçlarının selamlarını getirdim." Bu güzel sözler, doğrusu herkesi etkilemiş ve mahkeme yargıcı Atina şehrinin yargıçlarına hitaben kısa bir teşekkür konuşması yapmış. 

Sonra avukat savunmasına devam etmiş:
"Teb şehrinin sayın adil savcıları önünüzde saygı ile eğilirim. Sizlere Atina şehrinin savcılarının selamlarını getirdim." Savcılar başlarını eğip selam almışlar.
Avukat devam etmiş: "Teb şehrinin aziz mahkeme görevlileri önünüzde saygı ile eğilirim. Sizlere Atina şehrinin mahkeme görevlilerinin selamlarını getirdim."

İnsanlar bu garip savunma karşısında mırıldanmaya başlamışlar ama avukat çarıkçının iki yanındaki askerlere dönüp devam etmiş; "Teb şehrinin aziz askerleri, polisler, güvenlik güçleri, önünüzde saygı ile eğilirim. Sizlere Atina şehrinin askerlerinin, polislerinin, güvenlik güçlerinin selamlarını getirdim"
Mırıldanmalar homurdanmalara dönüşmüş ama avukat izleyicilere dönerek konuşmasına devam etmiş; "Teb şehrinin aziz yurttaşları önünüzde saygı ile eğilirim. Sizlere Atina şehrinin yurttaşlarının sıcak selamlarını getirdim." demiş. 'Eh artık selam söyleyecek kimse kalmadı.' diye düşünmüş orada olanlar ve dikkatle arkadan söyleyeceklerini dinlemeye başlamışlar.

Avukat devam etmiş;
"Teb şehrinin sevgili çocukları, önünüzde saygı ile eğilirim. Sizlere Atina şehrinin çocuklarının kucak dolusu selamlarını getirdim." demiş. İşte bu son söyledikleri bardağı taşıran son damla olmuş. Herkes isyan etmiş. Bağırmış çağırmışlar ve bazıları avukata doğru bir şeyler atmağa başlamışlar. Yargıç dahi çok kızdığı halde halkın öfkesinin dinmesini beklemiş ve bir süre sonra avukatı uyarmış; “Genç dostum lütfen artık savunmanıza başlayın, selam faslını keselim." demiş.

Avukat bu uyarı üstüne bir süre seslerin kesilmesini beklemiş ve sonra da kendinden emin savunmasına devam etmiş; "Ben zaten savunmamı yapıyorum sayın yargıç. Biraz evvel sizin de hoşunuza gittiği gibi soylu ve güzel sözler, selamlar ve sevgiler iletiyorum." demiş. "Evet ama sıktınız artık" diye cevap vermiş yargıç ve ilave etmiş; "Görmüyor musunuz? Dinleyenlerin sabrı taştı. Halk isyan ediyor." Genç avukat "Sizlere anlatmak istediğim de bu sayın yargıç" demiş. "İşte güzel ve soylu sözler bile yeterinden fazla tekrarlanınca sizleri sıktı ve isyana sevk etti. Şu anda izleyenlerin bazıları ellerine fırsat geçse beni dövebilirler bile.” Genç avukat biraz durmuş. Sonra herkesin dikkatlice dinlediklerini görünce sürdürmüş konuşmasını "Ölen genç yanımda oturan ve kendisini savunduğum çarıkçının tezgahının önünden her gün en az iki defa geçerdi ve bu zavallı adamı görünce onu nasıl selamlardı bilir misiniz?" 

İşte bu noktada avukat sesini alaycı bir tona soktu ve çarıkçıya dönerek;
"Hey kambur nasılsın?" Bir an sustu ve sonra yine alaycı bir sesle sürdürdü; "Hey kambur tek gözüne iyi bak ha. Sonra o da kör olmasın." gibi aşağılayıcı laflar ederek gider gelirdi.

Orada bulunan öfkeli kalabalık, başını önüne eğmiş için için ağlayan çarıkçıya bakmaya başlamıştı. "Ve ölen genç sonra başkalarının yanında şunu da derdi." diyor ve yine kışkırtıcı bir sesle kambur çarıkçıya dönerek; "Hey kambur sen bu boyla çarıkçı olacağına baca temizleyici olmalıymışsın. Hiç olmazsa çirkin yüzünü isten göremezdik. Ha ama unuttum bu kamburla bacaya sığmazsın sen değil mi? Ve daha neler neler söylerdi tekrarlamaya dilim varmıyor." Meydanda çıt çıkmıyordu artık. 

Avukat devam etti;
"Sayın Yargıç işte böyle aşağılayıcı sözcüklerle her gün selamlanmak ne demektir bilir misiniz? Çarıkçının yerinde sizler olsanız dayanabilir misiniz?" Bir an sessizlikten sonra seyircilere doğru yürüdü ve konuşmasını sürdürdü; "Kaderinize küsmüş, yalnız ve yoksul olduğunuzu düşünün. Kimsenin bakmak istemediği kadar çirkin ve ümitsizsiniz ve sizinle her gün tek konuşan, tek selam veren kişi bu zavallılığınızı sürekli yüzünüze vuruyor. Bir düşünün ne hissederdiniz?" 

Avukat başarmıştı, yarattığı tesirden artık emindi. Meydanda tek duyulan ses çarıkçının gizlemeye çalıştığı hıçkırıklarının sesiydi. Genç Avukat küskün bir sesle devam etti; "Ben ise sizleri sadece güzel sözlerle selamlamak istemiştim. Ama sizler buna bile sıkıldınız." Durdu, arkasını döndü ve yargıca dönüp; "Her neyse savunmam bu kadar sayın yargıç." dedi ve bu savunmayla adamı idam olmaktan kurtardı. 

Ne yumruk, ne tekme, ne de silah! İnsanın en büyük silahı aklı ve dilidir. Etkisi yakıcı, yaralayıcı, bulaşıcı. Menzili sonsuz ve zamansız, korkunç bir silah. Gelin bugün dilimizin bizlere yüklediği günahlardan kurtulmak için dua edelim ve ona sahip olalım. "Tanrım beni dilime sahip kıl ve işlediğim suçlardan dolayı beni affet." Dilimizle birbirimize kötü değil, iyi mesajlar yollayalım.
Tekrarlıyorum dilimiz en güçlü silahımızdır. Sarar da, yaralar da, yapar da yıkar da. Eskilerden duymuştum; "Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır." diye. İnsan diline hakim olduğu müddetçe bir çok belalardan kurtulur.

2 Haziran 2020 Salı

TAKSİMAT

Çok eski zamanlarda bir köyde bir adam yaşarmış. Bu adam günün birinde ölmüş. Adamın üç çocuğu varmış. Çocuklarına 19 baş at miras bırakmış. O zamanlar at çok kıymetli, bir atı olan zengin sayılırmış. Adam, çocuklarına miras kalan 19 atın, şöyle taksim edilmesini vasiyet etmiş;

En küçük oğluna atların yarısı, ortanca oğluna dörtte biri, en büyük oğluna da beşte biri verilecek. 

Paylaşmak için çocuklar uzun bir süre uğraşırlar fakat bir türlü çözüm bulamazlar. Kendi aralarında kavgalar olur, dövüşürler. Köyün akıllı adamları da bir araya gelir uğraşırlar fakat 19 u ikiye bölüp bir türlü taksimatı yapamazlar. 

Yardım istemek için komşu köyün bilge adamının yanına giderler. O köyün bilge adamı evde yok. Orada gelmesini beklerler. Birkaç saat sonra o bilge adam atının üstünde gittiği yerden gelir. Durumu kendisine anlatırlar ve bu atları adil bir şekilde taksim edip yardım etmesini isterler. 

Bilge adam “Çok kolay” der ve önce 19 atın da oraya getirilmesini ister. Kardeşler bölünecek olan19 atı oraya getirirler. Bilge adam atları düzde bir hıza da kazıklara bağlattıktan sonra baş tarafına kendi atını da bağlatır. "Bu at benden size hediye." der. Bölünecek olan atların sayısı 20 olur. 

20 atın yarısını yanı 10 atı ayırır ve baba vasiyetine göre en küçük kardeşlerine verir. O atlarını alır ve oradan gider. Geriye 10 at kalır. Ortanca kardeşe 20 atın dörtte biri, yanı beş at verilecekti ya geriye kalan 10 atın beşini de ortanca kardeşe verir. O da beş baş atlarını alır gider. Geriye beş at kalır. Baba vasiyetine göre 20 atın beşte biri yanı dört at en büyük kardeşe verilecekti. O da hakkı olan dört atı alır ve çeker gider. Geriye bir at kalır. O da bilge adamın kardeşlere verdiği at. O da atını geri alır ve adaletli bir taksimat gerçekleşmiş olur. 

Çözülmeyecek sorun yoktur. Yeter ki taraflar arasında iyi niyet olsun.