SAYFALAR

28 Ocak 2024 Pazar

KAFKA'NIN BEBEĞİ

Kafka, Bohemya Krallığı'nın başkenti ve daha sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun parçası olmuş, Çekoslovakya'nın başkenti olan Prag'da, doğmuş, Almanca konuşan, Yahudi  bir ailenin çocuğudur. Avukat olmak amacıyla hukuk eğitimini tamamladıktan sonra bir sigorta şirketinde çalışmaya başladı. İşinden dolayı bulduğu boş zamanlar onu yazı yazmaya sevk etti. Yaşamı boyunca, gergin ve mesafeli bir ilişki yaşadığı babası dahil olmak üzere, ailesine ve yakın arkadaşlarına yüzlerce mektup yazdı. Birçok kez nişanlandı fakat hiç evlenmedi ve 1924'te yaşında iken veremden öldü.

Franz Kafka,

Berlin'de bir parkta yürürken, çok sevdiği oyuncak bebeğini kaybettiği için ağlayan hiç tanımadığı küçük bir kız çocuğu görür. Çocuk üzülüp ağladığı için onunla ilgilenir ve çocukla birlikte bebeği uzun süre arar fakat bulamazlar. Ertesi gün onunla bebeğini aramak için yeniden buluşurlar fakat yine bebeği bulamazlar,

Sonraki ertesi gün çocuk ile tekrar buluşurlar. Kafka teselli etmek için kaybolan bebek tarafından yazılmış bir mektup verir bu kız çocuğuna. Mektupta "Lütfen ağlama, dünyayı görmek için bir gezintiye çıktım. Maceralarım hakkında sana yazacağım,"diyordu. Böylece, Kafka'nın yaşamının sonuna kadar devam edecek bir hikaye başlar ve kız çocuğu da bu haberi alınca biraz rahatlar.

Franz Kafka küçük kızla her buluşmasında, kaybolan bebeğin maceraları yazılmış olduğu mektupları küçük kıza verir ve akabinde küçük kız çocuğunun çok mutlu olduğunu görür.

Bir zaman sonra Kafka Berlin'e dönmeden önce oyuncak dükkanda uğrar ve bir tane oyuncak bebek satın alır. Ertesi gün kız çocuğu ile buluşmaya parka gidince bebeği çocuğa uzatır. "İşte bebeğin döndü." der. Çocuk "Ama hiç benim bebeğime benzemiyor" der. Kafka, bebeğin yazdığı bir başka mektubu çocuğa uzatır. Bu mektupta da
"Seyahatlerim beni değiştirdi" yazmaktadır. Küçük kız yeni bebeği kucaklar ve onunla mutlu bir şekilde evine gider.

Bir yıl kadar sonra Franz Kafka ölür. Yıllar sonra yetişkin bir kız olan bu küçük çocuk Kafka’nın verdiği bebeğin içinde bir mektup bulur. Mektupta şöyle yazmaktadır: "Sevdiğin her şeyi er yada geç kayıp edeceksin, ama sonunda sevgi başka bir şekilde geri dönecek.”



23 Ocak 2024 Salı

YOK YOK

İşte sizlere bir HAZİNE;  İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK BİR ARŞİV, İÇİNDE YOK YOK

1- Türkiye'de yayınlanan ve yayınlanmış olan gazetelerin geçmişten günümüze tüm sayılarına ulaşabileceğiniz bir platform:

https://t.co/Doz0MiMR3g

2- Tübitak'ın tüm yayın ve dergilerinin arşivi:

https://t.co/Ts07vP30xd

3- Milli kütüphane arşivindeki tüm taş plaklara ses dosyası olarak ulaşabileceğiniz bir platform:

https://t.co/6d9xR1MEcX

4- ABD Meclis Kütüphanesi, 1800-2020 yılları arasında dünya üzerinde çekilmiş milyonlarca fotoğrafa ulaşabilirsiniz:

https://t.co/TAnRGqCJNP

5- Yüz binlerce resim, çizim, karikatür ve görseli konularına göre arayabileceğiniz büyük bir arşiv:

https://t.co/aQkjrZcVfr

6- 1920-23 arası TBMM 1. Dönem gizli celse kayıtları:

https://t.co/ibbq2sLiOz

7- Servet-i Fünun dergisinin yayınlanmış tüm sayıları:

https://t.co/g3oobfwnpY

8- İBB'ye ait Taksim kütüphanesindeki binlerce esere ücretsiz olarak ulaşıp, okuyabilirsiniz:

https://t.co/OHRr39Bm0V

9- Sultan 2. Abdulhamit'in fotoğraf arşivi:

https://t.co/ErRooRF69B

10- Geçmişten bugüne çizilmiş tüm haritalara ulaşabileceğiniz bir arşiv:

https://t.co/sSek4ilFMl

11- Birleşmiş Milletler bünyesinde yayınlanan tüm eserlere ulaşabileceğiniz bir arşiv:

https://t.co/4ALBiAtYlG

12- Balkanlar'daki Osmanlı eserlerinin olduğu fotoğraf arşivi:

https://t.co/mFrHHkEAyL

13- Türkiye'deki tüm yer isimlerinin tarihi, eski adları ve değişimlerini inceleyebileceğiniz bir platform:

https://t.co/mP2bGx5HLI

14- Çekilmiş tüm filmlerin çarpıcı sahnelerinin olduğu bir arşiv:

https://t.co/dyoYVG7Xsa

15- Telifsiz film, kitap, makale, fotoğraf arşivi:

https://t.co/A4kjVB8PPx

16- Antik Yunan, Mısır, Çin ve Asya üzerine yazılmış binlerce esere ulaşabileceğiniz bir platform:

https://t.co/ukIhS1nM1G

17- Marmara Üniversitesi'ndeki nadide eserlere online olarak ulaşabileceğiniz platform:

https://t.co/2IXnhyxhBI

18- Dünyanın her yerinden yüzlerce üniversitenin ortak çevrimiçi kütüphanesi:

https://t.co/aEBpyME6mC

19- Her dilden birçok konuda makalelere, eserlere ulaşabileceğiniz dünyanın en büyük online kütüphanelerinden biri:

https://t.co/eqwnmM8bLC

20- Telif süresi dolmuş tüm eserlere e-kitap olarak ulaşabileceğiniz bir site:

https://t.co/NhKKR7tWvN

21- Türkiye'de 1950 öncesi çıkan sinema dergileri arşivi:

https://t.co/FuI2wk2GrK

22- Ücretsiz sesli kitap arşivi:

https://t.co/93t8HhHgHT

23- Western Filmleri İzle - En İyi Kovboy Filmleri - HD:
sinema.cc›izle/western-filmleri/

24- Western Filmleri İzle, 1080P Full HD İzle - Filmizlesene:
filmizlesene.pro›kategori/turler/western-izle


16 Ocak 2024 Salı

RİZE'NİN İŞGAL YILLARI

SÜLEYMAN KAZMAZ ANILARINDA RİZE’NİN İŞGAL YILLARI

21 Şubat 2013 tarihinde aramızdan ayrılan Süleyman Kazmaz, kalemini yüreğini Rize’ye Rize kültürüne adamış koca bir çınardı. Kazmaz, zaman içerisinde kırk bir kitap, yüzlerce makale, araştırma ve derlemeye imza atarak Rize ilimizi ülkemizin sanatını, kültürünü, güzelliklerini ve gerçek değerlerini dünyaya tanıttı. Her anında yeni bir eserin heyecanı ve paylaşma arzusu vardı. Süleyman Kazmaz üstadımı rahmetle anarken Rusların Rize ilini işgali sırasında yaşananları kaleme aldığı derlemeleri sizlerle paylaşıyorum.

*Rizeli Hafız Rasim oldu Gavur Rasim

* Ruslar Rize'ye bağırsak kurdu hastalığını getirmişlerdir.

* Karadeniz'i kan gölü haline getirmek istiyorlardı.

* Rize'de de Tuzcuoğlu Nigahı Bey'in evini hastane yaptılar.

*Amaçları Rize'ye Rum mutasarrıf atamak, Rum bayrağı çekmekti.

* Taşlıdere-Fener burnu arası boydan boya Rus nakliye gemileriyle doldu.

Rize'nin 1916-1918'li yıllarda Ruslar tarafından istilâ ve işgali;

Bir gün Rize'de şöyle bir haber dolaştı: “Bugün Rus çok asker döktü, satırlar bilendi. Rize'de Türkler kesilecek, kimse yatmasın, beklesin”. O gün çok yağmur yağdı. Gece yatmadılar, herkes ağlıyor, helalleşiyor. Rus taraftarı olarak bilinen Rize’nin yerlisiydi. Gâvur Rasim namı ile anılan bu kişi için, “Bizim Gâvur Rasim, oldiler bize hasım!” deniliyordu. Ruslar gittikten sonra, Gâvur Rasim'i öldürdüler. Sonra karısını, oğlunu ve kızını aradılar. Onlar da ahırda gizlenip, üzerlerine ot döktüler. Böylece saklandılar. Halk onları bulamadı. İşgal sırasında Gâvur Rasim olarak anılan, Hafız Rasim Ruslara casusluk ederdi. Kim Rusların aleyhine bir şey söylerse hemen gider, Ruslara haber verirdi. Gâvur. Rasim çok iyi yaşardı. Giyimi çok iyi idi, kat kat elbisesi vardı. Kimsenin onun kadar elbisesi yoktu. Kimse onun kadar iyi yaşayamazdı. Bütün bunları Ruslardan aldığı paralarla yapardı. Ruslar çekildikten sonra Rasim'in cesedini bir köprünün altında buldular. Rize'nin Portakallık Mahallesi'nden Hacı Rasim bir gece eve geldi, ev halkına şöyle dedi: “Bu akşam Rize hep kılıçtan geçecek, bir evden bir eve gidilmesin!”. O gece yeni evlenen bir çift katliam olmasın diye sabaha kadar dua etti. O gece, sabaha kadar yağmur yağdı; katliam olmadı. Sonradan öğrenildi ki katliamı Ermeniler yapacaktı. Fakat Rusya'daki Türkler Çar'a baskı yaptılar. Ermeniler de katliamdan vazgeçtiler. Ardından Hacı Rasim şöyle dedi: “Rusya'da ihtilâl oldu, sonra Ruslar Rize'den çekildi. Gâvur Rasim, Rusların adamıydı, onun için Gâvur Rasim'in teyzesine "Rasim seni kurtarır" dediler. O da "Nereden kurtaracak?" diye cevap verdi. Düşman istilâsı ve işgali milletler kadar aileleri de harabeden, maddî ve manevî acılara ve kayıplara sürükleyen olayların başında yer alır. Rize'nin 1916-1918'li yıllarda Ruslar tarafından istilâ ve işgali ailemizi manevî bakımdan derin acılara sürüklediği gibi, maddî açıdan da büyük kayıplara ve yokluklara uğratmıştı. Yabancı bir devletin buyruğu altında yaşamak, bağımsızlığı, özgürlüğü ve kişiliği yitirmek gibi acıların en büyüğü en derinidir.

RİZE’Yİ YAKTILAR YIKTILAR

Ailemiz iki yıl bu acıyı yaşamış, ayrıca büyük maddî kayıplara uğramıştı. Ana tarafından dedem, Rizeli Hacı Bilâl Zade, Hacı Mahmut Efendi'nin Rize çarşısındaki camii ve dükkânı yakılmıştı. Baba tarafından da öyle; Ruslar Çayeli'nin Beyazsu Köyü'ndeki ailemizin atadan kalma evini yakmışlar, ayrıca Çayeli’nin merkezinde, Eskipazar Mahallesi'ndeki evi yağmalamışlar, evin bütün eşyasını alıp götürmüşlerdi. Bu yağmanın yarattığı darlık ve yokluk, ömür boyu telâfi edilememiştir. Öyle ki evde herhangi bir eşyadan söz edildiği zaman, "Yağmaya gitti." deyimiyle anlatılmak suretiyle yaşanan acı daima tekrar edilmiştir. Ayrıca ev Ruslar tarafından hastane olarak kullanıldığı için aile iki yıl Rize'de oturmak zorunda kalmış, ancak Ruslar çekildikten sonra Çayeli'ne dönmek imkânını bulabilmiştir.

KENDİLERİ GİTTİ HASTALIĞI BIRAKTILAR

Ruslar Rize'yi işgal ettiği zaman halk büyük ölçüde batıya ya da İstanbul'a göç etmiştir. Göçün acılarından biri de Rusların bıraktığı hastalık toplum için büyük bir acı kaynağı olmuştur. Çünkü Ruslar Rize'ye "ankilostom", başka bir deyimle, bağırsak kurdu hastalığını getirmişlerdir. Ankilostomla mücadele günlerini hatırlarım. Henüz çocuktum, bir gün evin arkasındaki tarlada iki kocaman kazan kuruldu. Kazanların birinde ilaç, ötekinde de müshil vardı. Kazanlar, altlarına ateş yakılmak suretiyle kaynatıldı. Halk toplandı, önce asıl ilâç, ardından müshil verildi. Böylece bağırsakların boşaltılması sağlandı ve hastalığın önü alındı. Bilindiği gibi Cumhuriyet'in ilk başarılı eserlerinden biri, sağlık çalışmaları, bulaşıcı hastalıklarla yapılan mücadeledir. Böylece halk sağlığa kavuştu ve sağlıklı kuşaklar yetiştirildi. Rusların Karadeniz donanmasına mensup büyük savaş gemileri, batıdan Rize yönünden doğuya doğru geliyordu. Çayeli önlerinden tekrar Rize'ye döndüler. Rize limanındaki yelkenli ticaret gemilerini topa tutarak batırdılar. Daha önce Araklı limanında bulunan tüccar gemilerini batırmışlardı. Böylece Ruslarla da Doğu Karadeniz'de savaş başlamış oldu. Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki cephe Hopa idi. Sonraları cephe Arhavi, Fındıklı, Ardeşen ve Fırtına Deresi oldu. Çayeli'ne kadar olan cephedeki ordumuz için Midilli savaş gemisinin himayesindeki yük gemileri ile Trabzon'a getirilen yiyecek maddeleri küçük yelkenli kayıklarla cepheye naklediliyordu. Ruslar ordumuza yiyecek taşıyan bu kayıkları sıkı bir şekilde izliyordu. O tarihlerde telefonla haberleşmek imkânı yoktu. Kıyı boyu seyreden yelkenli kayıkları, Rus gemilerinin saldırısından korunmak için şöyle bir haberleşme düzeni kuruldu: Kemer, Limanköy ve Taşlıdere burnuna bayraklar çekilmek suretiyle Rus gemilerinin geldiği haber verilirdi. Kemer burnuna bayrak çekildiği zaman halk toplanır, Limanköy dolaylarında, kıyı boyu seyreden kayıkları, duvarların, tümseklerin arkalarına çekmek suretiyle gizler, dolayısıyla Rus gemilerine karşı korurdu.

İstilâ ve işgal günlerini Mustafa Kazmaz hatıralarında şöyle anlatırdı; “ilkokul ikinci sınıfa devam ederken, hocamız Yelkenci Ali Efendi bir gün, “Ruslarla harbimiz var” diyerek, bizi okuldan salıverdi. Biz de evin arkasındaki tepede, günümüzde çaylık olan Sofuoğlu'nun hozan dediğimiz çimenliğine, başka bir deyimle düzlüğe çıktık, buradan denizi seyrettik. Rusların Harşid Deresi'ne kadar ilerlemesinin sebebini vaktiyle Osmanlı Devleti'nin yaptığını tekrarlamak, Karadeniz'i kendileri için bir göl haline getirmek, dolayısıyla işgal ettiği Doğu Karadeniz Bölgesi'nden çıkmamaktı. Bunun için halka iyi davrandılar. Çayeli'nde bizim evi, Rize'de de Tuzcuoğlu Nigâhı Bey'in evini hastane yaptılar. Buralarda doktor muayenesi yatak, ilaç, tedavi parasızdı. Ayrıca Dağıstan Türklerinin ve Müslümanların yöreye mısır gönderdiklerini söylerler ve bu mısırı halka parasız olarak dağıtırlardı. Böylece Dağıstan Türklerinin Rus yönetiminde, dolaysıyla Ruslar sayesinde size yardım edecek duruma geldiklerini anlatmak "Siz de Rusların burada kalmasına itiraz etmeyin ki, onlar gibi zengin olun" demek isterlerdi.

GÖRÜRSÜNÜZ NELER OLACAK

Mustafa Kazmaz Rumlarla ilgili dikkate değer bir olay anlattı. Bir Ramazan günü, vakit akşama yakın, kahvede kimse yok, kahve pişirilmiyor. Kasabada bulunan Rum terzi ocakta kendisi için yaptığı kahveyi içiyor, o sırada kahveye giren Mustafa Kazmaz'a şunları söylüyor: “Görürsünüz, neler olacak!

Mustafa Kazmaz bu sözün anlamını sonraları anladı. O günlerde Yunanlılar İzmir'e çıkmıştı. Atatürk henüz Samsun'a varmamıştı. Rum hayal kuruyordu: Trabzon'da Pontus Devleti, Sürmene'ye Rum kaymakam, Rize'ye Rum mutasarrıf ve buralarda Rum bayrağı. İşte Rumların hayalleri. Fakat Rumlar Türk gücü sayesinde bu hayallerini hiçbir zaman gerçekleştiremediler ve günün birinde Anadolu'dan çıkarıldılar.

RUSLAR KARŞISINDA ÇEKİLME

Hopa, Arhavi, Fındıklı, Ardeşen, Pazar işgal edildiği zaman, halk Çayeli'ne, Rize'ye geldi. Bu hareket iki yıl kadar sürdü. Halk Rize'den İstanbul'a kadar göç etti. Erzurum'a gidenler, erken saatlerde bizim eve gelerek babamla vedalaştılar. Pazar'dan sonra Çayeli işgal edildi. Ruslar kıyı boyunu işgal ederken bizim askerler de dağ tarafından yollarına devam ettiler. Çayeli'nde, Büyükdere Vadisi'ndeki çarpışmada dört şehit verdik. Ruslar Çayeli'nin önüne asker çıkararak Büyükdere Vadisi'nde dağa doğru asker sevkettiler. Maksatları son cephemiz olan Fırtına Deresi'nden cephenin bozulması yüzünden dağlar istikametinde yollarına devam eden askerlerimizin önünü kesmekti. Köylere doğru çıkmakta olan Rus askerleri denizdeki harp gemilerine mevkilerini göstermek suretiyle bizim askerlerin topa tutulması için önlerine çıkan evleri yakıyorlardı. İlk yaktıkları ev bizim mahallenin, Eskipazar Mahallesi'nin yukarı kısmında, tepe üzerinde bulunan Kavranoğlu Şakir’le Kavranoğlu Mehmet Ali'nin evleri oldu. Onlardan sonra, Sabuncular Mahallesi'nde on kadar ev yaktılar. Harp gemilerinin koruması altında yollarına devam eden Rus askerleri Beyazsu Köyü'ndeki bizim ailenin evini de yaktılar ve Haramtepe Köyü'ne doğru yürüdüler. O sırada bizim birliğin komutanı Ziya Paşa, emrindeki askerlerle beyaz at üstünde Haramtepe'den Karaağaç Köyü'ne doğru yürüyordu. Haramtepe Köyü'nde İsmail Çorapçı da yaya olarak askere yol gösterdi. Ziya Paşa beyaz atıyla yoluna devam ederken Rus askerleri de kıyıdan içerlere doğru ilerliyorlardı. Ziya Paşa Rusça bilen tercüman vasıtasıyla savaş mı yapılacağını yoksa geri mi çekileceğini sordu. Ruslar geri çekilme teklifini kabul ederek, Beşikçiler Köyü'ne doğru geriledi. Bunun üzerine bizim asker Sant Boğazı üzerinden yürüyüşe devam etti.

TAŞLIDERE’DE CEPHE KURULDU, ŞEHİTLER ÇEŞMESİ VE HATIRALAR

Dağ yolundan giden askerlerimizle kıyıdan yürüyen askerlerimiz Taşlıdere'de birleşerek bir cephe kurdular. Rize Jandarma Komutanı Kalkavan Zade Kahraman Bey’in komutasında Ruslarla savaştılar. Rize Jandarma Komutanı Kalkavan Zâde Kahraman Bey Rize'deki jandarmalarla askerleri toplayarak Taşlıdere'de cephe kurdu, Ruslarla savaştı. Bu sırada Rus gemileri denizden top atışıyla bizim cepheyi bozdu. Burada birkaç şehit verdik. Şehitler yurttaşlar tarafından gömülürken aralarından birinin çorabının içinden altın çıktı. Bu altınlarla orada yurttaşlar bir çeşme yaptılar. Şehitler Çeşme'si adıyla anılan bu çeşme uzun yıllar hizmet gördü. Ordumuz geri çekilirken, Değirmendere'deki ordunun deposu ateşe verilerek yakıldı, mayın fişeklerinin patlaması etrafta bir hayli korku yarattı. Bu durumu ağabeyim Mustafa Kazmaz şöyle anlatır: “Bizim ordu, İyidere Vadisi’nde cephe kurdu. Bu cephede askerlerimiz Rusları iyice sıkıştırmıştı. O sırada Taşçıoğlu Camii'nde okuyorduk. Bir sabah kalktığımız zaman, Taşlıdere burnuyla Fener burnu arasındaki deniz bölgesinin boydan boya büyüklü küçüklü Rus nakliye gemileriyle dolu olduğunu gördük. Bu gemilerden Rusların getirdiği Kazak askerleri kıyıya çıkarılıyordu. Yine bu gemilerden vinçlerle denize indirilen atlar yüzerek kıyıya varıyordu. Gemilerden indirilen Kazak askerleri savaşa girince, İyidere'deki cephemiz bozuldu. Trabzon'da da mukavemet edecek kuvvetimiz olmadığı için Ruslar Harşid Deresi'ne kadar ilerlediler. Bu arada Erzurum işgal edildi. Bayburt'tan gelen birliklerimiz İyidere Vadisi’nden Erzurum'a doğru ilerleyen Ruslarla Çaykara ilçesinin Sinek Yaylası'nda savaşa başladılar. Yapılan savaş sonunda otuz kadar şehit verdik. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın emriyle burada şehitlik yapıldı; çevresi duvarla çevrildi. Şehitlerin başlarına dikilen mermer levhalarda savaşın tarihi, şehitlerin adları ve rütbeleri yazılıdır. Savaşın her yıl dönümünde şehitlik ziyaret edilir. Fatih Sultan KAR / İST. Alıntı

15 Ocak 2024 Pazartesi

CUMHURİYETTEN SONRA TÜRKİYE

1923 Cumhuriyetten;

1 Yıl sonra, Hakkari Nesturi isyanı..

2 Yıl sonra, Diyarbakır Şeyh Sâid isyanı..

3 yıl sonra, Şemdinli Şeyh Abdullah isyanı..

4 yıl sonra, Taşnak Hoybun çetesi...

5 yıl sonra, Ağrı isyanları..

7 yıl sonra, Taşnak Hoybun Ağrı isyanı..

7 yıl sonra, Barzani Dağlıca isyanı..

15 yıl sonra, Tunceli isyanı..

16 yıl sonra, 2. Dünya Savaşı.

Yani?

Bu Vatan kolay kurtarılmadı,

Bu Cumhuriyet kolay kurulmadı.

Bir Jandarma Birliği, altı asker kaçağını yakalamak için 13 Şubat 1925’te Bingöl’ün Eğil Bucağı’na bağlı Piran köyüne gelir.

Piran köyü, Şeyh Sait’in kardeşi Şeyh Abdurrahman’ın köyüydü.

Ayaklanma hazırlığı yapan Şeyh Sait, üç yüz kadar atlı isyancıyla birlikte oradaydı.

Kaçakları Jandarmaya vermek istemedi. Birlik komutanları, görevlerini yapmak zorunda olduklarını söylediler.

Bunun üzerine Şeyh Sait, subay ve askerlere ateş açar. İki teğmeni tutsak alır.

Planlanan ve tarihe Şeyh Sait isyanı olarak geçen ayaklanma böylece başlatılmış olur.

Hınıslı bir aşiret reisi olan Şeyh Sait, bölgedeki Nakşibendi Tarikatı’na bağlı müritlerin önderi, okuma yazma bilmeyen bir toprak ağasıydı.

Dinsel konumunu kullanarak, köylülere ücretsiz çobanlık yaptırmış ve onların sırtından büyük bir servet kazanmıştı. Ankara’da kurulan Cumhuriyet onu rahatsız ediyordu. Osmanlı döneminde sahip olduğu ayrıcalıklı haklarını yitirmekten korkuyordu.

Ayaklanmaya, özellikle Varto ve Tunceli’nin Alevi aşiretleri katılmadılar. Hatta karşı koydular. Veli Ağa Aşireti, Şeyh Sait’e karşı savaştı. Mustafa Kemâl Paşa, bu nedenle 27 Şubat 1925’te Hormek Aşireti’ne bir kutlama telgrafı gönderdi.”

Şeyh Sait’in adamları, ellerinde yeşil sancak, göğüslerinin üzerinde Kur’an-ı Kerim; bankaları, evleri, dükkânları basıp soyarak ilerlediler.

Kürdistan’ın geçici başkenti yapmayı düşündükleri Bingöl ve Elazığ’ı ele geçirdiler. Lice’yi Ergani’yi ve çok sayıda köyü işgal ettiler.

Silahlı isyancılar, cami şerefelerinden Türk askerine ateş açtılar.

Çatışmalar, Diyarbakır’da bir savaş durumunu yansıtıyordu.

Şeyh Sait’in hocaları, Şeyh Sait’le birlikte savaşanlara Cennet’te ödüller vadediyordu.

Kent ve köylerde, yerden ve havadan bildiriler dağıtılıyor:

“Hilafetsiz Müslümanlık olmaz; saltanat ve hilafet geri getirilmeli, okullarda dinsizlik öğreten, kadınları yarı çıplak gezdiren Kemalist hükûmetin başı ezilmelidir....” deniyordu. Ayaklanmacılar hem dini hem de etnik yapıyı kullandılar.

Şeyh Sait İsyanı, Kürtçülerin ve Şeriatçıların anlattığı gibi Piran’da (Dicle) hazırlıksız bir şekilde aniden başlamadı. En az iki yıldır hazırlıkları yapılıyordu.

İngiliz istihbaratı isyanın çıkacağını yedi ay önce Londra’ya bildirmişti. İngilizler, Musul-Kerkük için adım atan Türkiye’ye karşı Nakşi-Kürt kartını masaya sürmek için hazırlık yapmıştı.

İngilizler, Musul-Kerkük’e el koymak için çalışırken, Kürtçüler ise 'Kürt-İslam Devleti' kurmak hayaliyle onlarla iş birliği yapıyorlardı. İngilizler, isyanın zamanlamasını Türkiye’nin Musul-Kerkük’e odaklanacağı sırada, enerjisini ve kuvvetini isyan bölgesine çekecek şekilde planladılar.

İsyan başarılı olmazsa bile, Türkiye kuvvet gönderemeyeceği için Musul-Kerkük’ten olacaktı. İngiltere’nin istediği buydu. Böyle de oldu.

Ayaklanmanın başlangıç aşamasında, Bağdat’taki Fransız Komiserliği, Paris’e 40 sayfalık bir rapor gönderir. Raporda şöyle yazılır:

“Şeyh Sait, 1918’den beri amacı İngiliz mandası altında bir Kürt Devleti kurmak olan, İstanbul Kürt Komitesi’ne bağlı olarak çalışmaktadır…”

1925 yılında, Bağdat’taki Fransız Yüksek Komiserliği, Paris’e gönderdiği gizli raporda Şeyh Sait isyanı ile ilgili şunları yazar:

“Şeyh Sait ayaklanması kendiliğinden birdenbire ortaya çıkmadı. Kürdistan dağları yabancıların kışkırtması ve desteği ile ayaklandı. Bu bölgede ortaya çıkan olaylar, İngilizlerin uğradıkları yenilgiden sonra hiç affetmedikleri Mustafa Kemal’e karşı yürüttükleri siyasetin bir parçasıdır.

Kürt ayaklanması bundan daha iyi koşullarda patlak veremezdi. Ayaklanma, Türklerin Musul üzerindeki iddialarını araştıran komisyonda, Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru sağlayamayacağını gösterecekti.”

Sadece bu belge bile, İngilizlerin Musul-Kerkük üzerindeki hedeflerini göstermektedir.

Şeyh Sait İsyanı mimarlarından Kürt İslamcılar, Ermeni terörist çetelerle ittifak içindedirler.

Ortak bir örgüt de kurarlar. Örgütün adı, Taşnak-Hoybun’dur. Örgüt, Türkiye ve Türkler aleyhine çalışmak ve kan dökmek amacıyla kurulur. 1980’lerde PKK/ASALA ittifakı bu örgütün devamıdır. Hedef Türk düşmanlığı.

1925 Nisan ayı ortasında, Şeyh Sait ve yanındakiler kuşatıldılar. Durumu umutsuz gören Şeyh Sait, yenilgiyi kabul ederek teslim oldu. Üzerinde, çeşitli belgeler ve yetkilileri şaşırtacak kadar altın çıktı. 13 Şubat’ta başlayan ayaklanma 62 gün sürdü ve 15 Nisan 1925’te bastırıldı.

Ve yıl 2014… Cumhuriyet’e ve Türkiye’nin bütünlüğüne kasteden Şeyh Sait’in adı, yıllar sonra, 2014’te Diyarbakır’da bir meydana verildi. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisi, Dağkapı Meydanı'nın adını, Şeyh Sait Meydanı olarak değiştirdi. Meydana giden yollarda bulunan yön tabelalarına, “Şeyh Said Meydanı” yazıları konuldu. Dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı, PKK terör örgütüyle bağlantılı olduğu iddia edilen Halkların Demokratik Partisi’nden Gültan Kışanak: “Biz bu nedenle meclisimizde tartıştık. Şeyh Said isminin meydana verilmesi bizim önerimizdi. Ak Partili meclis üyeleri de destek verdi…” açıklamasını yaptı.

Ve yıl 2023, Diyarbakır Belediyesi, yapımı süren bulvara Şeyh Sait’in adını verdi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi duyurusu şöyleydi: “Silvan yolunu Elazığ yoluna bağlayacak 12 kilometre uzunluğunda ve 50 metre genişliğindeki Şeyh Sait Bulvarı’nın yapım çalışmalarına başladık.”

İngilizlerle iş birliği yaparak isyan eden, Musul ve Kerkük’ün elden çıkmasına neden olan Şeyh Sait anısına meydan ve bulvar…

PKK bölücü terör örgütünün yere göğe sığdıramadığı Şeyh Sait’in anısına bulvar…

Kahramanlarımıza ve şehitlerimize hakkımızı böyle mi ödeyeceğiz?..

Kanla yeşeren bu vatana borcumuzu böyle mi ödeyeceğiz?..

Devlet böyle bir yanlışı yapmaz, yapamaz, yapmamalıdır. 
Naim BABÜROĞLU 

7 Ocak 2024 Pazar

HEY ONBEŞLİ ONBEŞLİ

Neşat Ertaş konserinin birinde "Hey onbeşli, onbeşli’' türküsünü söylemeye başlayınca, seyirciler coştu ve ayağa kalkarak elleriyle ritim tutup oynamağa başladılar. 

Türküye başlayıp devam ettiren Neşet Ertaş birden ayağa kalktı ve;

"Durun!" diye bağırarak kesti türküyü, susturdu herkesi.

"Ne yapıyorsunuz siz?"

Salon şaşkın. İçeride sessizlik hakim. Ne olduğunu anlamayan seyirci birden bire sustu.

Neşet Ertaş ayakta, bir elini yüreğinin üstüne koydu. Titreyen sesi söze girmesine engel oldu bir ara, ama sonunda sesi yankılandı salonda.

"Bu oyun havası değil dostlar, ağıttır , ağıt." dedi ve anlattı;

Yıl 1915. 14-15-16-17 ve18 yaşına gelen gençlerin askere gittiği zamanlar. Vatan güç durumda kalınca yeni bir kanun çıkıyor. 'Gücü kuvveti yerinde ve gönüllü olan çocuk yaştaki gençler de İstiklal Mücadelesine katılabilecek.' ve çocuk yaşta ki vatan evlatları, kuyruk oluşturuyor, savaşa gitmek için.

Tokatlı Halil de bu genç yüreklerden birisi. Türküde adı geçen Hediye de onun yavuklusu. Yanında bir sürü 14-15 yaşında ki çocuklar da ona emanet. Bir daha kavuşamayacaklarını bildikleri halde, kına yakıp savaşa gönderiyor onları anaları.

Tokatlı Halil, Çanakkale’de çarpışırken, anası Rum çeteleri tarafından öldürülür. Ay parçası gibi güzel sözlüsü Hediye de kaçırılır. Türkü de adı geçen Hediye işte o kızın adıdır. 

Acı gerçekler ağıtla, çığlığa, dönüşürken bile soluk almanın ızdırabıdır, Onbeşliler. Aynı dönem Çanakkale ve İstiklal Harbinde sayısız çocuk, vatanı savunma pahasına can verir. Öyle ki bütün öğrencileri şehit düşen Konya ve İzmir Liseleri 1915 te tek bir mezun veremez.

İstanbul Tıp Fakültesi, eski adıyla Darülfünunun da Çanakkale destanında yeri apayrıdır. 1915 te Darülfünun 2500 kadar 1. Sınıf öğrencileri okulunu bırakarak Çanakkale’ye savaşmak için koştu. İki tümen halinde Çanakkale’ye gelen öğrenciler, bir Anzak baskınında şehit oldular. Onlar vatanlarını kurtarmak için gitmişlerdi.1921 yılında hiç mezun veremeyen Darülfünun siyaha boyandı.

Çanakkale Cephesi, sanki bir ölüm değirmeni gibiydi; tükettiği insanların haddi hesabı yoktu. İngilizler şehit olan gençlerimizi, 'çiçeğin tomurcuğu' ve 'vakti gelmeden solan gül goncası' na benzetiyorlardı. Bir sürü eğitimli genç nesil yok olmuşlardı. 

Cephede meydana gelen boşlukları doldurmak için, asker olmadığından en yakın çevreden başlayarak, 15 yaşın üstündeki eli silah tutabilecek bütün gençlerin Çanakkale’ye sevk edilmeleri alışılmış normal bir hadise haline gelmişti. O günler, köyde, kasabada erkeğin kalmadığı, gücü kuvveti ve boyu posu yerinde olan, kadınların bile, herkesin gönüllü asker olduğu, ya da asker olmak zorunda kaldığı kara günlerdi.

İşte 'Heyonbeşli onbeşli' bu Türkü, Çanakkale destanı yazan, gül goncalarının, ana kuzularının ağıtıdır. Oyun havası değildir, onun için oynamayınız! dedi.


 


2 Ocak 2024 Salı

ROMANYA DEVRİMİ

İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin kayıp etme olasılığını gören Romanya saf değiştirerek Rusların tarafına geçti. Alman askerlerini Romanya da tutuklatıp Ruslara teslim ettikten sonra Rusya askerlerini Romanya'ya yollamaya başladı. Öncesinde de Romanya'da komünizm vardı, ancak Ruslar geldikten sonra daha da fazlalaştı.

Nikolay Çavuşesku (Nicolae Ceaușescu) 1918 yılında Romanya'nın Scorniceşte kasabasında doğdu. Çiftçi bir ailenin çocuğu olan Çavuşesku ilkokulu yarıda bırakarak Bükreş'e fabrikalarda çalışmak üzere gitti. On dört yaşındayken Komünist Partisi'nin üyesi oldu ve kısa zaman içinde kendini göstererek en aktif üyelerinden biri haline geldi. Komünist propaganda yaptığı gerekçesiyle üç kez tutuklandı. Adı tehlikeli Komünist e çıktı.

Bir yıl kadar Komünist Gençlik Birliği Sekreterliği görevinde bulundu. Komünist Parti'nin lideri olan Gheorghiu-Dei’nin yardımcısı oldu. Onun emri ile Tarım Bakanlığı ve Silahlı Kuvvetler de görev yaptı. Dha sonra Komünist Parti Moskova Kanadı merkez komitesi lideri oldu.

Kısa zaman içinde partinin ikinci adamı konumuna geldi ve Gheorghiu-Dei’nin ölümünden sonra Parti lideri oldu. Başa geçmesinin ardından partinin adını Romanya Komünist Parti olarak değiştirip Romanya'ya ise ''Romanya Sosyalist Cumhuriyeti'' adını verdi ve bir çok sol devrimler yaptı.

Çavuşesku liderliğinin ilk yıllarında halk tarafından çok sevilen biriydi. Özellikle batıya dönük politikası sadece halkını değil Avrupa ve Amerika'yı da memnun ediyordu. Ancak bir süre sonra uyguladığı politikaları yüzünden Romanya halkında büyük bir korku olmağa başladı.

Birinci hedefi Romanya nüfusunu iki katına çıkarmaktı. Bu nedenle insanları üremek zorunda bırakan politikalar uyguladı.

Bekarın gelirinin %10’una el koyan bir bekar vergisi koydu. Kişi evlenip çocuk sahibi oluncaya kadar bu vergiyi ödemek zorundaydı.

Resmi olarak kürtajı yasakladı. Dünya'ya gelecek her çocuk devlet korumasında olacaktır diyerek evlilik dışı çocukları da meşrulaştırdı.

İş yerlerinde, 45 yaş altındaki kadınların doğurganlıklarını takip eden polisler görevlendirdi. Ve sistem kadın çocuğu dünyaya getirinceye kadar devam ediyordu. Neticede, yüzbinlerce kadın Macaristan'a kaçmak zorunda kaldılar.

AÇLIK, SEFALET VE LÜKS YAŞAM

Ülke ekonomisi günden güne kötüye gitti. Çavuşesku dış borçlarını ödemek için tüm halkı tarım yapmaya zorladı. Ve üretilen mahsullerin hepsini ihraç etmeye başladı. Üretimden yüzde yüz verim almasına rağmen halk, kendi ürettiğini bile tüketemiyordu. Temel besin kaynakları karne ile dağıtılıyordu. İnsanlar emeklerinin karşılığında açlığa terk ediliyorlardı. Ancak ülkenin bu durumuna rağmen Çavuşesku ailesi lüks içinde yaşıyordu. Öyle ki son olarak Peleş Kalesi'nin alanına göz dikip buraya ailesi için bir saray yaptırmak istedi. Ancak halk bu tarihi alanın yıkılmasını engellemek ve Çavuşesku'yu vazgeçirmek için binada ölümcül virüs yayan bir mantarın olduğunu söyledi. Bu yalan Çavuşesku ailesinin saray yapmaktan vaz geçmesinde etkili oldu.

HALKI BASTIRMA POLİTİKALARI

Halk gittikçe öfkeleniyordu. Halkın sesini kısmak için 'Securitate' adı verilen gizli bir polis ekibi kurdu. Bu ekip gün boyunca halkın arasında dolaşarak sistemi eleştiren, propaganda yapanları toplayarak ölüme kadar uzanan sorgulardan geçirdi. Mahkemelerin bütünü onun için çalıştılar. Aynı zamanda medya da ele geçirilerek iktidar yanlısı olmaya zorlandı. Sık sık Çavuşesku'yu öven haberler ile halk manipüle edilmeye çalışıldı.

Bükreş'te tüm halkın zorla çalıştırıldığı bir Parlamento Sarayı yapıldı. Sarayın yapımı sırasında Bükreş’in tarihi alanı içindeki 19 Hristiyan Ortodoks Kilisesi, 6 Sinagog, 3 Protestan Kilisesi ve 30,000 vatandaşa ait ikametgâh yıkıldı. 1,100 odalı, 2 yeraltı otoparklı 12 katlı saray 1984 yılında ancak bitirilebildi. Bir çok köyler ve yerleşim alanları yıkıldı, yerlerine yeni yollar ve 'şehirleşme' adı altında çok katlı apartmanlar yapıldı. 

Berlin Duvarı yıkılınca Doğu Bloku çökmeye başladı. Bu Çavuşeşku'ları biraz korkuttuysa da, aynı yıl Romanya Komünist Partisi'nin yeniden parti genel sekreterliğine seçildi ve korkusu kalmadı.

Ancak başlayan rejim değişikliği ve özgürlük hareketleri ister istemez Romanya'yı da etkiledi. İlk kıvılcım ise Timişoara’daki (Temeşvar) Macar Kilisesi’nde Peder Laszlo Tökes’in vaizde diktatör Çavuşeşku'yu kınamasıyla başladı. Halk öfkelenerek sokaklara döküldü. Olaylar bastırılamadı. O sırada İran'da bulunan Nikolay Çavuşesku Romanya'ya döndü fakat öfkeli halk onu hiç dinlemedi. İktidar düşene kadar olaylar devam etti. Ölü sayısı ve gözaltına alınanlar binleri aşmıştı. 

Çok geçmeden dünya basını Romanya'daki iç olaylardan haberdar olmaya başladı. Batılı medya ülkede ki katliamın haberini vererek tüm Romanya halkını ayaklanmaya teşvik etti. Bir gece yarısı olayları yatıştırmak için Çavuşesku Komite Binasının balkonuna çıkarak bir konuşma yapmak istedi. Ancak öfkeli Romanya Halkı buna izin vermediler. Eşi ve kendisi bir helikoptere binerek oradan uzaklaştı. Bu kaçış çok kısa sürdü, hemen yakalandılar. 

Ele geçen Diktatör Nikolay Çavuşesku ve eşi Elena Çavuşeşku 25 Aralık 1989 günü bir saatlik bir mahkeme sonucu  'yolsuzluk, vatana ihanet, kitle katliamı, görevi kötüye kullanma ve kamu malını zimmete geçirme' gibi suçlardan ölüm cezasına mahkum oldular ve aynı gün  kurşuna dizilerek infaz edildiler. İnfaz edildikleri yerde bütün Romanya halkı cenazelerinin üzerine tükürüp geçti. Böylece halkına zülüm eden bir Komünist diktatörün da sonu gelmiş oldu.