SAYFALAR

27 Mayıs 2021 Perşembe

OSMANLI KABADAYILARI

Osmanlı'nın son döneminde ipini koparan herkes İstanbul’a gelmiş, otorite boşluğu, her türlü kanunsuzluğu had safhaya çıkarmış, devlet artık yıkılmağa yüz tutmuş, Avrupalı sözde dostlar tarafından kanunlar kifayetsiz çıkarttırılıyor, hatta bazı kanunsuzluklar bile destekleniyordu. 

İstanbul adeta bir kaos şehrine çevrilmeğe çalışılıyor, devletin güvenlik güçleri eli kolu bağlı sadece geçimlerini ve para kazanmağı düşünüyorlardı. Bu ortamda her milletten insanlar suç işleyip ceza almıyorlardı ve gücü yeten başkalarına kaba kuvvet uyguluyorlardı.

Bitirimler, kanun tanımazlar türemiş, giyimleri ‘Cezayir Kesimi’ denilen, gemicilerin giysilerinden esinlenerek yapılmış, başta sarık, belde Hint veya İran şalından kuşak, üstte bürümcükten yapılmış bir gömlek, önü iliklenmez bele kadar açık bırakılırdı. Üzerine de cepken camadan veya fermene denilen giysiler giyilip toplum içinde öyle dolaşırlardı. Bazen de cepken, camadan ve fermene ten üzerine giyilirdi. Alta da boyu dizi aşmayan akdimi den dikilmiş, ağı körüklü bir çakşır şort bulunurdu. Ayağa bir yemeni geçirilir, belde ki kuşağa bir yatağan bıçağı ve bir de tabanca sokulur, ‘aynasız’ denilen bu kabadayılar bu kıyafetlerinden hemen tanınırlardı.

Solak Ligor   

Küçük yaşta ailesi ve hasımları arasında çıkan silahlı çatışma sonucu sağ kolundan yaralanıp sakat kalan Ligor, Konya'dan babasıyla birlikte göç edip İstanbul'a gider.

Sağ kolun verdiği eksikliği sol koluyla kapatmaya çalışan Ligor, kısa sürede korkunç denecek hızda bıçak kullanmaya başlar. Balat'ta bir kavgada bir Yahudi yi bıçak atarak öldürür.

Unkapanı'ndan Eyüp semtine kadar tam 4 yıl o bölgenin tek kabadayısı olur. Haracını alır. Fakat bir hayat kadını olan Hanzade isimli bayan ile birlikte dost hayatı yaşarken onun 12 yaşında ki oğlunu gizli kaçırır. Kadın kendisini erkek kılığına girerek takip eder ve bir hamamda çocuğunu bulunca, orada eline geçirdiği bir balta ile dostu Solak Ligor ile birlikte 21 kişiyi öldürür. Sene 1888

Baltalı Hano  

Baltalı Hano gerçek adı Hanzade. Baltalı lakabını 21 erkeği baltayla katletmesinden sonra almıştır. Baltalı Hano 1880 yıllarında İstanbul’un ve dünyanın ilk ve son kadın mafya babasıdır.

Annesi ve babası çiftçi bir aileydi. çocukluk dönemi fakirlik ve sefalet içinde geçer. İlkokulu bitirip, ortaokulu okumaz. Ailesiyle birlikte çiftçilik yapmaya başlar. Babasıyla pazar pazar dolaşıp, ürettiklerini o günün fakir halkına satmaya çalışıyorlar. Hano küçük yaşta babasının ısrarları sonucu zengin biriyle evlendirilir ve bir çocukları olur.

Kocası öldükten sonra bir servetin üstüne oturan Baltalı Hano hazırları yemeye başlar. O zamanların İstanbul kabadayısı Solak Ligor ile tanışır ve dost hayatı yaşamağa başlarlar.

Solak Ligor dostu Baltalı Hano’nun oğlu evde uyurken onu sırtladığı gibi kapıp kaçar. Eve geldiğinde oğlunu bulamayan Hano deliye döner. Dostu Solak Ligor’dan şüphelenir. Erkek kılığına girerek Solak Ligor’u takip eder. Gece yarısı hamama girdiğini görür ve o da peşinden girer.

Oğlunun Hamamda hamam oğlanı olarak zorla çalıştırıldığını ve bazı insanlarla zorla birlikte olmağa zorlandığını görür. Orada ele geçirdiği balta ile 21 erkeği ve dostu Solak Ligor’u öldürür. Ondan sonra Hanzade’nin adı Baltalı Hano olur ve İstanbul kabadayılarının arasına katılır.

Dönemin iç isyanları ve dış savaşları Hano’nun yakalanması için başlatılan çalışmaları engeller. Hano, kendi çetesini kurar ve bir çok erkek kabadayıların da haracını alır. Para vermek istemeyen erkek kabadayıları kaçırtıp İstanbul sokaklarında döverek dolaştırır rezil eder. Sonunda on yedi ay sonra Baltalı Hano yakalanır ve kurşuna dizilerek idam edilir.

Piç Ardaş  

Sivas doğumlu bir Ermeni'dir Piç Ardaş, İstanbul'a gelip yerleştikten sonra gece alemine takılmağa ve haraç toplamağa başladı. Üsküdar da Manavcı Ali'yi öldürdükten sonra istediğini elde edip Üsküdar'ın tek hakimi oldu. Anadolu yakası ve Üsküdar'ın haracını uzun yıllar yedi. Bir zaman sonra yeni gelen başka bir kabadayı tarafından öldürüldü.

Piç Ardaş'ın sağ elinde baş parmak ve işaret parmakları kesikti.

Arap Hüsnü  

Arap Hüsnü İri yarı, gece insanın rüyasına girse korkutacak bir tipte bir insan, sağ kulağının kıkırdak kısmının olmaması, sol gözündeki perde ve çenesindeki çukurla tanınırdı ve korkunç görünümlü bir insandı.

Trablusgarp doğumlu, Tophane semtinin haracını toplar, inim inim inleten bir insan azmanıydı Arap Hüsnü.

Tophane civarında herkesi sindirmiş kendisinden çok genç olan külhanbeylerinde haracını yermiş bu semtte. İsmini duyurmaya başladığı zaman Salı Pazarı'nda iki kişiyi, Arap yapısı kaması ile öldürmüş fakat delil yetersizliğinden yakasını kurtarmış. Polis yakasına yapışmak için fırsat kollasa da Arap Hüsnü açık vermezmiş. Cumhuriyetin ilanıyla Arap Hüsnü'nün de sonu olmuş meclis kararıyla hudut dışı edilmiş.

Şık Manol  

Tokat doğumlu Şık Manol adlı kabadayı İstanbul kabadayıları arasında veya hayatında hiç adam öldürmemiş tek kabadayı diye bilinir. Çıkan kavgalarda ve düellolarda silah kullanmaz hatta hiç silah taşımazmış. Şık Manol sadece kafasını ve yumruğunu kullanarak haraç yemiş ve düşmanlarını alt etmiş bir kabadayıdır. Uzun süre İstanbul’un haracını yemiş.

Odesalı Kosti  

Yunanistan doğumlu, 'Odesalı' lakaplı Odesalı Kosti, Tünel'den Taksim'e kadar bütün mekanların haracını yiyormuş ve hiçbir ipucu bırakmadan kayıplara karışıyormuş. Başı sıkışınca da işgal polisleri sayesinde paçayı kurtarıyormuş. Yunan ve İngiliz İşgal kuvvetlerini arkasına almış ve İstanbul da yapmadığı rezaleti bırakmamış.

Odesalı'yı tanıtan sabit alameti ise; sağ kolunun iç kısmında eli kamalı bir kız resmi ve

sol kolunda iki çiçek ortasında bir haç ve 'm' harfi bulunan dövmeleri olmasıymış. 'M' harfi metresi Mari'nin adını simgeliyormuş.

Hiristo Anastadiyadis  

Çocukluğundan itibaren suç batağına bulaşmış olan Hrisantos, ağabeyi Koço ile birlikte tramvaylarda yolcuların para çantalarını kapıp kaçarak ve bazen de annesinin işlettiği genel eve gelen erkeklerin paralarını çalarak başladı.

İstanbul'un ilk seri katili Hrisantos, yaşı ilerledikçe şehir içinde ıssız yolda ölümle korkutarak yapılan soygunculuklar yapıp, etrafında dönemin ünlü haydutlarından organize bir suç çetesi oluşturur ve İstanbul da yapmadığı zulüm bırakmaz.

25 Mayıs 2021 Salı

İDAM CEZASI

Eski zamanlarda İngiltere de bir olay olur. Adamın biri cinayet işler ve yakalanır hapse atılır. Bir avukat tutarlar adama ve mahkeme başlar. İlk duruşmalarda avukat “Merak etme seni kurtaracağım” der.

Adam da avukatına güvenir ve mahkemeye çıkar. Birkaç celse sonunda mahkeme karar verir. Karar kasten adam öldürmekten idamdır. Adam doğal olarak avukatına kızar, köpürür. “Hani beni kurtaracaktın?” der.

Avukat “Sen merak etme. Bu daha başlangıç. Temyiz var. Başka seçenekler var. Seni kurtaracağım” yanıtını verir.

Dava temyize gider ama, mahkemenin verdiği idam kararı bozulmaz. Adam suçlu bulunur ve onaylanır. Adam idam olacak.

Avukatını çağırtır ve sorar: “Hani temyizde beni kurtaracaktın? Karar bozulmadı” der ve köpürür.

Avukat gayet sakin biçimde, “Dur daha, bu kararın gideceği yerler ve aşamalar var. Avam Kamarası’nda oylanacak. Seni kurtaracağım” der fakat umdukları gibi olmaz idam kararını avam kamarası da onaylar.

Dava meclise gider, ama orada da idam kararı onaylanır.

Daha sonra Lordlar Kamarası ve Kraliçe de idam kararını onaylar, adam artık idam edilecek, kurtuluş yok. Avukat her seferinde “Sakın korkma seni kurtaracağım.” Der fakat her seferinde de aksi olur, darağacı kurulur.

Adamı sehpaya çıkarıp boynuna ipi geçirirler.

Bu sırada avukatı ile göz göze gelen adamın öfkesi bakışlarına yansımıştır. Baş göz işaretleri ile “Hani ne der gibi.” Avukata sorar. Avukat ise hala son derece sakindir ve o da kaş göz işaretleriyle “Sakin ol. Hiç korkma, seni kurtaracağım.” Demek ister gibi müvekkiline göz kırpar.

Adamın ise artık umudu kalmamıştır daha inanmaz avukatına.

Cellat gelir, ipin ilmesini boynuna geçirir ve altındaki üzerine bastığı sandalyeyi talihsiz adamın altından çeker. Adam boynuna geçirilen ipte sallanmaya başlar.

Birkaç dakika sonra avukat birden adama doğru koşmağa başlar. Koşar, koşar, doğruca dar ağacında sallanmakta olan adamın yanına gider. Herkes olacakları merakla takip etmekteler.

Yanında beklemekte olan cellatı bir tarafa iter ve sallanan adamın yanına gelerek boynunda ki ipi keser yere düşürür ve ölmeden kurtarır.

Ortalık karışır, bu kez hem idam mahkumu hem de avukatı yakalarlar. Tekrar mahkeme etmeğe başlarlar.

Avukata neden böyle yaptığı sorulunca yanıtı şöyle olur:

“Bu adam idam edilecekti. Siz de onu idam ettiniz. Adamın ölüp ölmemesi sizi ilgilendirmez. Kanunda ‘idam edilecek’ diye yazıyor. ‘İdam edilerek öldürülecek’ diye yazmıyor. İdam gerçekleşmiştir fakat adam ölmemiş kurtulmuştur. Biz haklıyız, kazandık.” Der.

Mahkeme heyeti avukatın savunmasını haklı bulurlar ve adamı tekrar idam edemezler. Adam idam edilmiş sayılır ve sağ kalır. Kraliçe, avukatı akıllı davranışından dolayı kutlar ve her ikisini de af eder.

Bu olaydan sonra, ilgili kanun maddesi yeniden hazırlanır ve 'idam edilerek öldürülür' şeklinde düzeltilir.

19 Mayıs 2021 Çarşamba

KAÇANLAR SEVİNSİN

İran'da devrim olup Şah devrildiği zaman, Şah'ın korumalarından biri Erzurum'a kaçar ve bir kaç gün bir otelde kalır. Öyle bir raslantı olur ki ertesi gün 12 Mart Erzurum’un kurtuluş günüdür. 

Hava çok soğuk olmasına rağmen Dadaşlar Hükumet konağının önünde toplanmışlar, davullu zurnalı, bir şenlik, bir bayram havası içinde oynuyor, Erzurum’un düşmanlardan kurtuluşunu kutluyorlar. 

Şah'ın koruması da kaldığı otelden çıkmış  etrafı dolaşıyor. Ancak Ülkemize kaçarak geldiği için, sadece giydiği elbiselerden başka hiç bir giyeceği yok. O Mart soğuğunda gömlekçe sokakta  titreye titreye giderken, bu davullu zurnalı eğlenenlere rastlar ve merak edip bir Erzurumluya sorar;

 "Eğeee siz neylersiz burada böyle? Bu oynamak neyedir kardaş?"

Erzurumlu;

"Bugün Erzurum'u düşmanlardan temizlediğimiz gündür. Kurtuluş günümüzdür. Düşmanların bir kısmı öldü diğerleri de kaçtı gittiler. Buralar bize kaldı, kardaş" der Erzurumlu.

Soğuk iliklerine kadar işleyen İranlı, titreyerek Dadaşa bakar ve şöyle söyler:

"Ay gardaş siz neye sevinirsiz ki, bırakıp ta kaçan düşmanlarınız sevinsin." der.

10 Mayıs 2021 Pazartesi

YOLCU ŞOFÖR DİYALOGLARI

Her şeye benim gibi mizah tarafından bakan Osman isimli öğretmen arkadaşımla  İstanbul da Okmeydanından Şişli ye gitmek için dolmuş bekliyorduk. Bir dolmuş geldi önümüzde durdu ve ‘Osman Bey, Şişli, Osman Bey, Şişli' diye bağırdı.

Biz hemen dolmuşa bindik. Arkadaşım Osman “Şoför Bey Şişli ye gideceğimizi hadi tahmin ettin. Beni nasıl tanıdın da ismimle ‘Osman Bey, Şişli’ diye hitap ettin !” dedi.

Meğer arada ‘Osman Bey’ diye bir yer varmış. Dolmuş oraya da uğruyormuş.

**************************

Yaşlı bir kadın yolcu müsait bir yerde inmek ister ama dili sürçer;

“Şoför bey mübarek bi yerde inebilir miyim?” 

Şoför;

“Şu ilerdeki caminin yanında bırakayım mı teyze seni?” 

  *************************

Bir teyze dolmuş şoföruna sorar;

Oğlum bu dolmuş Eminönü'nden geçer mi?

Şoför;

“Yok teyze biz Taksim'e çıkıyoruz.”

Teyze;

“Hah tamam oğlum, siz gidin ben gelmeyeceğim.”

 *************************

Yolcu dolmuş şoföruna:

“ Abi Heykel'e çıkıyo mu?”

Şoför:

“Yok abi, altından geçiyo.”

**************************

Arkadaki aksi teyze öndeki uzun saçlı delikanlıya seslenir:

“Kızım şurdan bir kişi uzatır mısın?”

Öndeki;

“Ben kız değilim!”

Teyze;

“Amaaaan ne bileyim kız mısın dul musun, uzat işte.”

**************************

Adam eve gitmek üzere Bakırköy dolmuşu beklerken sigarası bittiğini fark eder ve büfeden sigara almak ister. Tam o sırada dolmuş geldiğini görünce sigaradan vaz geçip hemen dolmuşa biner ve elinde ki parayı şoföre uzatıp;

“ Ağabi Samsun” der.

Şoför birkaç saniye adamın yüzüme bakıp:

“Abi bu Bakırköy'e kadar gider, Samsun'a gitmiyoruz.” diye cevap verir.

************************

Kadın müşteri;

 “Mükemmel bir yerde inebilir miyim?” der şoföre.

Yolcunun kafası karışık galiba, kendisi de diğer yolcularla birlikte gülerler.

Şoför kadını indirirken:

“Buyrun, size layık değil ama!” der ve indirir.

*************************

Yolcu müsait bi yerde inmek ister ama dili sürçer:

“Evladım müsait bi yerde iner misiniz?” der.

Şoför:

“Niye teyze, arabayı sen mi kullanacan?”

**************************

Hisar üstünden Taksim e doğru giderken  Beşiktaş dolaylarında adamın biri gayet aceleci bir tavırla:

“ Kaptan orta kapıyı rica edebilir miyim?”

Bizim şoför olaya hakim:

“Tabi abi ayıp ettin. Al götür senden kıymetli mi !”

***************************

İstanbul'dayiz.  Dolmuşa bindik. Dolmuş doldu. Tam kalkacak, yolcunun biri açtı kapıyı. Uzattı kafasını, baktı ki içerisi dolu, şoför belki fazladan alır diye sordu;

“ Kaptan, yer var mı?”

Şoför de arkasını dönüp baktı ve cevap verdi:

“Bilmiyorum ağabi, üst kata bi bak !”

****************************

Dolmuş hareket etmek üzereydi. Tam o anda kavga ettikleri her hallerinden belli olan iki arkadaş bindi.

Birbirlerinin yüzüne bile bakmıyorlardı.

Çocuklardan biri şoföre parayı uzattı ve:

“Abi bir öğrenci bir de hayvan alır mısın?”

**********************

Kalabalık bir otobüste, arka kapıdan binen bir vatandaş akbilini basilmasi icin ön tarafa gönderir ama akbil geri gelmez.

Yolcu dayanamaz seslenir:

“Kaptan akbilim gelmedi!”

Kaptan cevap verir;

“Çok mu özledin canım?”

*************************

Yaşlı teyze belediye otobüsünü durdurur kapıdan şoföre sorar:

“Şoför Bey bizim Mehmet bindi mi? benim oğlum?”

“Şoför yok teyze, o kadar ısrar etmeme rağmen binmedi. Nerden tanıyım senin oğlunu beeh!”

**************************

Elini kolunu ısrarla sallayıp 10 B yi durduran yaşlı teyze tam binecek gibiyken, binmez ;

“10 A geçti mi ,10 A ?” diye sorar.

sadece soru sormak için durdurulduğuna köpüren sofor cevap verir;

“Bilemem annem, alfabeye göre kalkmıyoruz.”

************************

Belediye otobüse bir bayan biner. Utangaç, sıkılgan bir tavırla şoföre;

“Afedersiniz şöför bey, biletim yok, acaba ineceğim durakta alıp atabilir miyim?” diye sorar.

Şöför:

“İstersen yolculara bir sor teyze.” Der.

Bayan:

“Afedersiniz yolcular biletim yok, acaba inceğim duraktan alıp atabilir miyim?” diye sorar.

*************************

Şişli-Taksim dolmuşunda, kapıyı bir teyze acar. Belirgin bir Ermeni şivesiyle;

“Pardon şöför bey, acaba Harbiye’den geçeyooor?” diye sorar.

Şoför arkasını döner ve kadını  taklit ederek;

“Yok, geçmoor, uçarak gideooor!” der.

**************************

Doğu Karadeniz ile Rize'ye gidiyorum. Yerim 5 veya 6 numaralı koltuklardan biri. Giresun'a varmak üzereyiz ve gece saat 3-4 sıraları yolcuların bir çoğu uykuda, hava soğuk arabanın kaloriferi de yanıyor.

Şoför muavini çağırdı ve bir şeyler söyledi, ben anlamadım. Zaman sonra tekrar çağırdı ve bağırarak; "Bira cetur deirum saa da!" dedi.

Allah Allah şoför bu saatte bira içecek. Pür dikkat dinlemeğe başladım. "Ula oğlum saa bira cetur deirum da." dedi tekrar. Muavin önde biraz uğraştı, arkaya gitti geldi, tekrar gitti. Şoför yine bağırdı; "Ula şu anderin kanadını bira cetur deirum da." dedi.

Meğer içerde yanan kaloriferin kolunu bire getir az yansın demek istiyormuş.

************************

Çift katlı otobüsler ilk çıktığı zaman Ulusoy Firması bir tane alır ve reklam amaçlı bedeva Doğukaradeizlileri içine doldurup Trabzon'a doğru yola çıkarlar.

Otobüs çift katlı olduğu için şoför olduğu alt katta herkes türkü söyler, tulum kemençe çalar öyle eğlence ile Çorum'a kadar giderler. 

Şoförun dikkatını çeker, üst kat yolculardan hiç ses seda gelmez. Şoför muavini üst kata yollar; "Git bak bakıyım ki onlar niçin eğlenceye katılmıyorlar? Hiç sesleri gelmiyor." der.

Muavin üst kata çıkar bakar ki, bütün yolcular koltukları tutmuşlar gözleri yolun ilerisine bakıyor, öyle endişeli korku içinde oturuyorlar; "Siz neden böyle korkmuş oturuyorsunuz? Sizlerde eğlensenize." diyor yolculara.

En önde oturanlardan biri muavine eli ile 'sus' işareti yapıyor ve "Üç saattır otobüs şoförsuz gidiyor. Biz nasıl eğlenelim ki birader?" diyor.




5 Mayıs 2021 Çarşamba

SUÇLU BİZ MİYİZ

Geçenlerde yine anlatmıştım;

Karadenizli odun yapmak için elinde baltası ile ormana gider. Birden karşısına bir ayı çıkar ve saldırır. Kurtulmak için can havlı ile baltasını ayının kafasına vurur ve ayıyı öldürür.

Olaya şahit olan ve kendini çekemeyen bir komşusu gider karakola ihbarda bulunur. Savcı da dört jandarma yollayarak ayıyı öldüren Karadenizliyi yakalatır. Derdes edip üç dört gün nezarette tuttuktan sonra ifadelerini alıp, yalla hakimin karşısına gönderirler. Hani burası Türkiye. Adalet mülkün temelidir ya. Çok güzel.

Hakim sanık Karadenizliyi iyice dinledikten sonra “Ayı öldürülür mü? Sen büyük suç işledin.” Der ve döner katibine, “Yaz kızım. Falanca oğlu falanca, falan günü ormanda karşılaştığı ayıyı elindeki balta ile kafasına vurup ölmesine sebep olmuş ve ağır bir suç işlediği, delillerden, kendi ifadelerinden ve şahit beyanlarından anlaşılmış olup bu şahsın 4 yıl 9 ay hapsedilmesine, olayda kullandığı baltanın zapt edilmesine, bir daha aynı suçu işlerse bu cezanın iki katının verilmesine.” Diye hakim devam ederken, bizim Karadenizlinin içine ateş düşer ve;

“Bir dakika hakim Bey!” der hakimin sözünü keser. “E okadar hapis yatacağıma ayı beni yeseydi daha iyiydi öyle mi?” der.

Hakim; “Burası Türkiye Cumhuriyeti. Adalet mülkün temelidir ve burada kanunlar var. Kanunlar konuşur. Biz o var olan kanunları uyguluyoruz.” Der.

Karadenizli; “Hakim bey haçan o kanunları kim yaptı? Bir ayıdan sebep insana o kadar ceza verilir mi?” der.

Hakim; “Meclis var. Millet vekilleri var. Kanunları onlar yapar. Ayılarla ilgili bu kanunu da onlar yaptılar. Ben de ona göre sana ceza veriyorum.” Der.

Karadenizli; “O ki o mecliste ayının adamları var, onun için kanun yapıyorlar da benim ki adamım yok, e.. sizde o zaman beni asın öleyim de kurtulayım bari hakim bey.” Der.

Esas konuya giriyorum ve şimdi çok merak ediyorum, o mecliste bilim kurulunda herkesin adamları var, onların lehine yasa çıkarıyor, karar alıyorlar da, 65 yaş ve üstünün hiç mi adamı yok?

Bu 65 yaş ve üstünden ne istiyorlar? 65 yaş üstünde bir vatandaş olarak bunu öğrenmek benim en doğal hakkımdır. İki yıla yakın hep 65 yaş üstüyle uğraşıyorlar. 65 yaşlarla alıp veremedikleri bir şeyler mi var acaba? Bu adamların 65 yaş üstünde hiçbir yakınları yok mu? Veya bu 65 yaş üstünü savunacak, düşünecek hiçbir adam yok mu?

İki yılda cezalı saatleri ezberlemekten ve ne zaman açılıp ne zaman kapanacağımızı anlamaktan bir hal olduk. Bulmaca gibi; bir gece yarısı, bir gün ortası, bir gün açık, üç gün kapalı. İki saat açık, sekiz saat kapalı. Saatler devamlı değişiyor.

Her şeyin istatistiğini yapıyorlar, kafaları her şeye eriyor da, en çok kaç yaşında olanlar ceza alıyor? Onu kamuoyuna niçin açıklamıyorlar? 65 yaş üstü bu yasakları akıllarında nasıl tutsunlar? Zaten çoğu demans hastası. Halıyla en çok cezayı da onlar alıyorlar.

Bu pazar günü öyle alış veriş için gizli gizli, polisten korka korka evden dışarı çıktım. Hem yürüyüş yapıp hem de ev için zaruri ihtiyaçları alacaktım. Dediler ki tam kapama var, cezayı yersin! Ben de güya tenha yerlerden giderek ihtiyaçlarımı aldım ve hemen geri eve döndüm. Bütün büfeler, alış veriş merkezleri açık. Metro ve belediye araçları ful çalışıyor. Bu nedir Allah aşkına? Bizleri mi kandırıyorlar? Sadece 65 yaş ve üstü evlerinde hapis.

Saygı değer sayın yöneticilerimiz madem faydası yoktu 65 yaş üstü insanlara aşı neden yaptırdınız? Birde o iğne acısını niçin yaşattınız? Faydası var ise tekrar neden kısıtlama yapıp 65 yaş üstündekileri evlere hapis edip canlarından bezdiriyorsunuz?

65 yaş üstündeki bir insan özel arabasıyla şehirler arası seyahat etse kime ne zararı olacak? Otobüsle, Uçakla giderse tehlike yok. Kendi özel arabasıyla giderse tehlikeli. Ben buna hiç inanamadım.

Şehirler arası gidebilmek için E-başvuru dan izin almak için baktım, 'Başvuru Belgesi gerekli' diyor, eğer yoksa formu doldurup yollayamıyorsun. O istenen belgede 'Ölüm Belgesi veya Sağlık' sorunuymuş. Bir ilden diğer bir ile gitmek için ille ölmemiz mi, veya bir yakınımızın ölmesi mi gerekiyor?

Bütün bunlar bana çok komik geliyor ve biraz da bu yasaklar ekonomiyi düzeltmek için kullanılıyor galiba? Veyahut ta bu açılış kapanış işlerini cemaatler ayarlıyor galiba? Otobüs firmalarının kazanması için cemaatler devreye giriyor ve kanun yok nizam yok. Bugün yasaklayalım, yarın serbest edelim diye karar alıyorlar ve olanlar yine vatandaşa oluyor. Eğer öyleyse çok yanlış. Şimdi de tam kapanma ile alkollü içki satışını yasaklamışlar. Allah aşkına satılan alkollü içkinin Covid-19 virüsü ile ne ilişkisi var?

Türkiye de en zengin zümrenin iktidar yandaşları olduklarını, televizyonlarda para sayarken, veya uyuşturucu çekerken herkes görüyor ve biliyor. Ekonomiyi kurtarmak için ne gerek var ona buna ceza yazmağa. İktidarın yaptığı kongrelere ceza yazın. Zaten hastalık yayılmasında onların suçu var ve ekonomi de düzelsin. Gariban takımı zaten fakir, bırakın onlara ceza yazmağı.

Karadenizliden değilse, 65 yaş üstünün adamı yok diye, hep onlar cezalanacak evlerde hapis kalacaklar. Nerde ise bu illet hastalık Covid-19 virüsünü da 'onlar çıkardı' deyip ondan sebep te bu 65 yaş üstünü suçlayacaklar. Eğer onlar suçluysalar o zaman bırakın da ölsünler bari.

Ha online sistemden iki defa özel arabamla il dışı gitmek istedim, ben izin alamadım. Alanlar nasıl alıyorlar, onu da çok merak ediyorum. Gerçi pekte bir şey anlayamadım ama işte bana gelen cevaplar;

1. Cevap:
Kurum Tarafından Verilen Cevap

21.04.2021: SADECE İKAMET ADRESİNE SEYAHAT İZİN BELGESİ DÜZENLENMEKTEDİR

2. Cevap;
Kurum Tarafından Verilen Cevap

22.04.2021: ÇİFTÇİ BELGESİ OLAN KİŞİ BELGEYİ İBRAZ ETTİĞİ TAKDİRDE SADECE ÇİFTÇİ BELGESİ SAHİBİ İZNE TABİ DEĞİLDİR


3 Mayıs 2021 Pazartesi

SON VAGON

Anne babalarımız ve bizler çocukluk yıllarını yaşayıp bu yaşlara geldik. Çocuklarımız da çocukluk yaşlarını yaşayıp bizim yaşlarımıza geldikleri zaman, bir anne bir babanın çocukları için neler hissettiklerini anlayacaklar.

Kaç yaşlarına gelirlerse gelsinler çocuklar anne babanın gözünde hiç büyümezler, onlar hep çocukturlar.

Bir aile, her yaz çocuklarını, çok uzak bir şehirde yaşayan büyükannesi ve dedesinin yanına gönderirlermiş. Çocuk okullar açılmağa yakın geri ailesinin yanına gelir, arada ki zamanı babaannesi ve dedesi ile birlikte onların bulunduğu şehirde geçirirmiş. Giderken ve gelirken anne ve baba oğullarını tek başına yollamaz, ona eşlik eder, çocuğu bıraktıktan bir sonraki gün aynı trenle geri dönerlermiş.

Çocuk biraz büyüyüp yedi sekiz yaşlarına gelince anne ve babasına yalnız gideceğini bildirmiş;
"Ben artık büyüdüm, kocaman adam oldum, bu yıl dedemin yanına tek başıma gidip gelmeği deneyeceğim." der.

Anne ve baba karşı çıksalar da, çocuk inat eder diretir, ille isteğini kabul ettirir. Onlarda çocuklarının dediğini mecburen yapmak zorunda kalırlar. Yanı bu yıl, çocukları iki günlük uzak bir yola, tren ile yalnız başına gidip gelecek.

Onu istasyona getirip trene bindirirler ve el sallayıp uğurlamadan biraz önce, vagonun penceresine yaklaşırlar, son tembihlerini de yaparken, çocuğun canı sıkılmış olacak ki, azarlı bir ses tonuyla;

“Evet, biliyorum, biliyorum, yüzlerce kez aynı şeyleri söylediniz!” diye yarı sitemli bir şekilde anne ve babasına bağırır. Artık anne babanın yapacağı başka hiç bir şey kalmaz. Yapılacak tek şey bazı riskleri göze alıp çocuklarını bir başına o uzak yola yollamak.

Biraz zaman geçtikten sonra tren tam kalkmak üzereyken, babası yine sabredemez, koşar adımlarla vagona çıkar, çocuğun oturduğu yere, yanına gider ve son bir kez daha;

“Al oğlum! Olur ya kendini rahatsız veya yalnız hissedersen, ya da korkarsan, o zaman son çare, buna bakarsın!” Der ve oğlunun cebine küçük bir kağıt, o istemese de zorla koyar. Geri iner, tren de hareket eder, gider. Çocuk o an için ceplerini arar fakat bir şey bulamaz. Babası için her halde bırakmaktan vaz geçti diye düşünür.

Artık trende yalnız başınadır ve iki günlük yolculuk başlar. Üç dört saat yokluklarını hiç hissetmez. Sonra çevresinde ki insanlar ve diğer çocuklar yakınlarıyla gülüp, konuşup, şakalaşarak, mutlu bir şekilde yolculuğa devam ederken, bu kendini kimsesiz, tek başına, mutsuz hisseder ve yavaş yavaş korkup neşesi kaçmağa başlar.

Kondüktör çocuğun biletini alıp kontrol ettikten sonra; “Sen yalnız mı yolculuk yapıyorsun? Bu uzun yola senin gibi bir çocuk yalnız nasıl yollanır? Ne biçim ana babalar var? Yoksa evden mi kaçtın?" gibi laflar edip gider. Diğer insanlar da o dediklerini duyunca ona acır gözle bakmağa başlarlar. Onu işaret edip birbirlerine bir şeyler fısıldayanlar da olur. Yan tarafta durmuş ters ters bakan, kendinden daha büyük çocukları da görür. Moralı iyice bozulur, huzursuz olur. Rahatsızlığı tren yol aldıkça ve düşündükçe daha da artarak devam eder.

Hele akşam karanlığı da çökünce o artık hiç kimsenin yüzüne bakamaz olur. Hem korkar, hem de herkesten utanır. Başını önüne eğer, koltuğun köşesinde adeta büzülür ve kimse görmediği gibi gözyaşları yanaklarından aşağı birbiri ardına akar gider. Yalnız başına bu yolu nasıl bitirecek? Ya uyurken ona bir şey yaparlarsa? Onları düşünür.

O korkudan hiç uyumaz. Sıkıldıkça lavaboya gider, orada da biraz ağladıktan sonra elini yüzünü yıkar, geri yerine gelir oturur. Çok üzülmüş ama yapacak bir şey yok. Ailesini dinlemeyip, yalnız başına bu uzun yola gitmeği, kendisi istemişti. Yapacak bir şey yok fakat artık o yolları bitirecek gücü de kalmamıştı.

Zaman da hiç geçmek bilmiyordu. Acaba sabah olacak mıydı? Dakikalar zar zor ilerledikçe o da korktukça korkuyordu. Artık korkuları kabus olmağa başladı. Ah bir anne babası yanında olsalardı ne olurdu? Öyle düşünüyordu. Bu arada da hep aklına bir şey gelecek gibi oluyor fakat ne olduğunu bir türlü hatırlayamıyordu.

Sonunda hatırladı. Hani son anda tren kalkarken ceketinin cebine babası zorla bir şey koymak istemişti ya! O da kızmıştı. Hem de babası "Al oğlum! Olur ya kendini rahatsız veya yalnız hissedersen, ya da korkarsan, o zaman son çare, buna bakarsın!" demişti. İşte onu hatırladı.

Acaba babası ne bırakmak istemişti cebine? Sağ eliyle ceketin cebini tekrar yokladı. Cebinde ki bütün eşyalarını boşalttı, aradı, yok. Bulamadı. Artık ümidi kalmadı ve tekrar elini cebine sokup sağa sola gezdirirken bulup çıkardı. Ta dipte dikişlerin arasına sıkışmış, bir kaç defa katlanmış, çok küçük bir kağıt parçası. Allah Allah acaba bu kağıt parçasının içinde hayatını kurtaracak olan, o son çare, o kıymetli şey ne idi?

Elleri titreye titreye, büyük bir heyecanla, merak içinde, yırtmadan o kağıdı açtı ve okudu. Yazısını tanımıştı. Babası yazmış. Kısacık, dört kelimelik bir yazı. Açtı okudu. İşte hayatında duyduğu ve en çok sevindiği haberi veren, o yazı.

"Oğlum, biz son vagondayız."

Çocuğun o anda neler hissettiğini veya neler yaptığını ben bilemem. Dünyalar onun oldu herhalde! Çünkü ben olsam öyle olurdu. İşte anne babalar çocuklara izin vermeli. Onlara güvendiğini göstermeli fakat acımasız hayatı anlayana kadar da onları son vagondan takip etmeli! Saygılarımla..