SAYFALAR

29 Eylül 2014 Pazartesi

BEN DE BİLMİYORUM

İki kişi tren yolculuğunda tanışmışlar. Yalnız bu yolculardan biri Karadenizli diğeri Kayserili. Kayserili bakmış ki Karadenizli çok saf. Kendi kendine "Ben bunu kandırır parasını alırım." diye düşünmüş ve bir plan yapmış. Sonra da Karadenizliye bir teklifte bulunmuş. Biri diğerine soru soracak, bilmeyen bilene para verecek. Karadenizli bu teklife pek sıcak bakmamış. "Ben cahilim sen kültürlü. Beni ütersin" demiş. Kayserili ısrar etmiş. Karadenizli kabul etmek için iki şart koşmuş. İlk soruyu kendisi soracak. Bilirse 100 liranın yarısını verecek. Bilmezse 100 lira alacak. Kayserili zaten dünden razı hemen kabul etmiş ve "Soruyu sor" demiş.
Karadenizli sormuş: "Bana beş kafalı, on iki bacaklı, sekiz kuyruklu bir hayvan söyle" demiş.
Kayserili: Vallah bilmiyorum.
Karadenizli: "Haa o zaman elini cebine sok ve 100 lira ver" demiş. Kayserilinin 100 lirasını almış cebine koymuş.
Bu sefer sıra Kayseriliye gelmiş ve "Sen söyle bakalım o hayvan ne idi?" demiş.
Karadenizli "Vallah ben de bilmiyorum. Al 50 liranı geri" demiş ve 50 lirayı geri verdikten sonra ben bu oyundan çok sıkıldım, daha oynamıyorum." demiş.

26 Eylül 2014 Cuma

IHLAMURLU KÖYÜ TARİHİ

Rize İli Fındıklı İlçesine bağlı Ihlamurlu Köyü; ilk zamanlar Artvin İli Hopa İlçesi Viçe Bucağı Yukarı Zuğu (Zuğu Ulya) Köyüdür. Aşağı Zuğu (Zuğu Sufla) şimdiki Sulak Köyüdür ve Ihlamurlu Köyü ile Sulak Köyü ikisi birlikte 'Zuğu' diye bilinir. Daha sonra Zuğu ismi de değiştirilir ve Ğayna olur.

Ihlamurlu Köyü, eski yıllarda çok değişik kavimlere ev sahipliği yapmasına rağmen, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Trabzon ile birlikte Türklerin eline geçer, ancak bu köye Türklerin yerleşmeleri 1800 lü yıllara rastlar.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1948 yılında Viçe Bucağının ismi Fındıklı olarak değişmiş, ilçe yapılmış ve 4 Aralık 1953’te Rize İli'ne bağlanmıştır. Zuğu Ulya ismi, Ğayna, sonra tekrar değişerek en son Ihlamurlu Köyü adını almıştır. 1964 yılında köye araba yolu yapılmış, fındıktan başka geliri olmayan çok fakir olan halk, yavaş yavaş canlanmağa başlamıştır.

Fındıklı'ya 10 km, Rize'ye 78 km uzaklıktadır.

Gevond Turyan Ermeni din adamı ve araştırmacı yazar 1917 de çıkardığı DADJAR isimli Ermeni dergisinde ve Ermeni Kronolojisi kitabında; 1100-1200 yıllarında Doğu Karadeniz Bölgesinde Rum, Ermeni, Rus, Gürcü ve çeşitli halkların yaşadıkları, Arapların buralara gelerek çok kanlı savaşlar yaptıkları, bölgede yaşayanların bir çokları öldüğü ve sağ kalanların bölgeyi terk etmek zorunda kaldıkları, sonraları kimlerin, nerelere, ne zaman yerleştikleri tam olarak bilinemediği anlatılmaktadır.

Yakın zamanlarda ki Ermeni gazeteci ve araştırmacı Ajanlar; Agop Jack Hacikyan, Sergey Vartanyan, Haygazun Alvırtsıyan ve Lusine Sahakyan'ın bölge halkları Lazlar ve Hemşinliler için yazdıkları tamamen siyasi amaçlıdır ve gerçeği yansıtmamaktadır. Tamamen espiyonaj faaliyetledir. Onların dedikleri gibi Hemşinlilerin katiyen Ermenilerle komşuluk ilişkilerinden başka hiç bir yakın ilişkileri olmamıştır.

Köyde Hemşinli ve Lazlar bir arada yaşarlar. HEMŞİNLİ ler; Kıpçak (Kuman, Kun) Türkleri, DURUT (DÖRTLER veya DÖRTOBA) boylarındandır. Kuman ve Kun olarak ta bilinen Kıpçak Türkleri uzun süren Rus savaşlarından sonra, 1240-1250 yıllarında Kayılardan sonra Semerkant, Buhara üzerinden Anadolu'ya, ki bu savaşlardan sonra meşhur Rusların 'İgor Destanı' yazılmıştır. 1400-1450 yıllarında ise ikinci dalga Kıpçak Türkleri Hazar Denizi Kıyılarından Aras Nehrini takip ederek, Horasan-Erzurum-İspir üzerinden Doğu Karadeniz'e geldiler. Hemşin ve Çayeli'ye yerleştiler. Aynı dönemlerde ikinci dalga göçlerle, Oğuzların Bayındır boyundan Akkoyunlu Türkleri de geldi ve onlarda Çamlıhemşin, Hemşin taraflarına yerleşerek bir süre yaşamlarını sürdürdüler. Daha sonra Hopa'ya yerleşerek Hopa da ki Hemşinliler oldular.

Çok şen ve neşeli olduklarından kendilerine Hep-şen ismi verildi. Zamanla Hem şen ve Hemşin oldu. Sonraları daha verimli araziler bulmak için diğer bölgelere dağıldılar. Gittikleri yerlerde geldikleri yerin ismi ile yanı 'HEMŞENLİ' olarak anıldılar. Zamanla Hemşin olarak değişti ve bugün Hemşin olarak bilinmektedir. İşte Hemşinli diye tanıdığımız bu insanlar Kıpçak ve Akkoyunlu Türkleridir. Ihlamurlu Köyünde yaşayan Hemşinliler de onların kollarından biridir.

Lazlar Kafkaslar üzerinden Doğu Karadeniz'e daha önce gelerek yerleştiklerinden, bölge eskiden Lazistan olarak ta bilinirdi. Bazı kaynaklar (Doç. Dr. Osman Karatay’ın 'Türklerin Kökeni' adlı kitabı) Lazların da Kıpçak Türklerinin bir kolu olduğu ve o zamanlar 'ALAZ' diye bilindikleri, zamanla değişerek 'LAZ' ismini aldıkları anlatılmaktadır. Doğu Karadeniz'e sonradan gelen ve kendilerine Hemşinli denilen Kıpçaklar ile uyum içinde yaşamışlar, hatta dış baskılara ve eşkıyalara karşı yaşam yerlerini birlikte savunmuşlardır. Belki de bu oluşum eski akrabalıklarına dayanmaktan kaynaklanır.

Tarih boyunca Ermeni ve Rumlarla da iyi geçinmiş birbirlerine kız alıp vermişler. Sonraları dış güçlerin ve Rusların teşviki ile Ermeniler ve Rumlar devlet kurmak bahanesiyle isyanlar çıkartarak, bu toprakları almak için bölge halkına karşı korkunç katliamlar yaptıklarından araya düşmanlık girmiştir.

Yerleşim yerlerini; sineklerden kaçmak ve hayvancılık yapmak için yukarı kesimlerden seçmişler. Zamanla yerleşim yerlerinden uzakta 'MERZE' dedikleri, yaz aylarında gidip kaldıkları, hayvanlarına otlak olarak kullandıkları başka mezralar açmışlardır. Halkın çoğu yaz aylarının çürük havasından kaçmak için hayvanları ile yedi saat yol yürüyerek, Kaçkar Dağlarının 2000-3000 metre yükseğinde ki yaylalara göç eder, burada 'ĞUĞ' dedikleri küçük evlerde 2-3 ay kalarak Ataları Kıpçaklar gibi yarı göçebe bir hayat yaşarlar.

Yaylalarda da daha önce Ermeni ve Rumlar yaşadığı, hatta üstü güneş, alt taraflarına koyu sis çöktüğü zaman dumanı deniz sanarak yüzmek için kayalardan aşağı atladıkları ve öldükleri anlatılır. Hala evlerinin kalın duvar kalıntıları vardır ve bazı yer isimleri de onlardan kalmıştır.

Bir rivayete göre 'KAÇKAR DAĞLARI' ismi Kıpçak Türklerin KOÇ anlamına gelen 'KOÇKAR' isminden zamanla değişerek oluştuğu söylenir.

Lazlar Türkçe ve Lazca, Hemşinliler kaba bir üslup ile Türkçe konuşurlar. Ancak Lazca, Rumca ve Ermenice öğrenip konuşanlar da vardır. Yakın komşuluk ilişkileriyle başka milletlerin tesirinde kalarak dil ve kültürlerinin çok azı değişime uğramış, başka milletler de onların tesirinde kalarak bir çoğu Müslüman bile olmuşlardır. Çok şen ve neşeli olan bu insanlar bölgeye kemençe, tulum ve horonu getirerek yayılmasına sebep olmuşlardır.

Bölgede yaşayan halk ilk zamanlar başta hayvancılık olmak üzere, arazisi olanlar fındık üretir, çiftçilik yapar, orman ürünlerinden faydalanır, çok fakir bir hayat yaşarlardı. Bütün alış verişleri veresiye yaparlar, 'Fındık vakti' diye ödemelerine vade koyarlardı. Daha sonra Atatürk'ün teşvikiyle çay üretilmeğe başladı ve halkın refah seviyesi çok yükseldi.

1917 de Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle Ali Rıza Beyin araştırmaları sonucu Rize'de çay üretilebileceği tespit edildi. 1922 yılında Mustafa Hulusi Bey tarafından Rusya'dan şemsiye demirinin borusu içinde, kaçak çay tohumları getirilerek deneme üretimi başlatıldı. 1940 yılında ise Muğla Millet Vekili Zihni Derin tarafından çay üretimi tam olarak geliştirilerek 1947 yılında ise Rize Fener Mahallesinde ilk çay fabrikası kurularak çay üretimine tam olarak başlandı. Ihlamurlu Köyünde ise ilk olarak 1949-50 yıllarında çay fidesi toprağa dikilmiş, sonra ki yıllarda da üretimi başlamıştır. Şimdi kivi ve az da olsa yaban mersini üretimi yapılmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu1830 yılından önce nüfus kayıtları tutmadığı için bu bölgede bu tarihten önce kimlerin yaşadığı tam olarak bilinmese de, bu tarihlerden sonra ki nüfus kayıtlarına göre; Ihlamurlu Köyüne; 1834 te, ilk olarak Kürdina (Aksu) lar, ve sırasıyla 1836 da Mollaloğlu (Yılmaz) lar, 1837 de Beşli ler, 1844 te Taşçı (Öztürk) lar ve Peştamalcı (Güneş) lar, 1847 de Civelekler, 1861 de Mutinoğlu (Özmetin) ler, 1870 te Altuncu lar, 1871 de Hocoğlu (Özcihan) lar, 1873 te Musalar (Hafızoğlu, Gülten) ler, 1880 de Saidoğlu (Atasevim) lar, 1881 de Sırma, 1892 de Fikoğlu (Özgümüş) lar, 1897 Abdoğlu (Gegez) lar, 1906 da Göçer ler yerleşmiş ve hala daha yaşamaktadırlar.

NOT: Yoğun ilgi ve istek üzerine bugüne kadar ki Ihlamurlu Köyünde yaşayanların ve hala daha yaşamağa devam edenlerin nüfus kayıtları, 'HARDUMA' Blogu, IHLAMURLU KÖYÜ SECERESİ' sayfasında kimlik numaraları silinerek yayımlanmıştır. Merak eden herkes, kendi gerçek sülale secerelerini bu kayıtlarda bulabilirler. Saygılarımla...

Yararlanılan kaynaklar:
Artvin ve çevresi Kıpçak Türk Tarihi: Kurat ,Akdes Nimet-Türk kavimleri ve Türk Devletleri,s83,84.Kırzıoğlu,kıpçaklar s.148-M.Fahrettin Kırzıoğlu).- Çoruh boyu kıpçak Türkleri kitabı-M. Fahrettin Kırzıoğlu ,Yukarı kür ve Çoruh boylarında kıpçaklar Ankara 1992. T.C. Rize Nüfus Müd. Akkoyunlular.



23 Eylül 2014 Salı

SECEREMİZ

1300-1400 yıllarında Hazar Denizi kıyılarından Aras Nehrini takip ederek; Kıpçak Türkleri Çayeli ve Hemşin'e, 1760-1800 yıllarında Hemşin'den ayrılan Yakup ve Hasan Çavuş Kardeşler şimdi ki Rize İli Fındıklı İlçesi Ihlamurlu Köyü, o zaman ki Artvin İli Hopa İlçesi Viçe Nahiyesine bağlı Zuğu Ulya, sonraki Ğayna, şimdiki Ihlamurlu Köyüne gelerek yerleşmişler. 

1876 yılında Dedem Ali doğmuş ve o da Babası Büyük Dedem Yakup gibi taş ustası olarak bu köyde yaşamağa devam etmişler. Soyadı Kanunu çıkmadan insanlar babalarının ismi ile veya yaptıkları işle anıldıklarından bizlere Taşçıalioğlu demişler. Cumhuriyetle birlikte 'Öztürk' soyadını almışız. Bazı akrabalarımız sonradan tekrar 'Taşçı' soyadını almışlardır. Osmanlı 1831 ve 1844 yıllarından önce sivil insanlar üzerinde sağlıklı bir sayım yaparak nüfus kayıtları tutmadığından, daha önceki nüfus kayıtları, kesin olarak bilinmemektedir.

Dedem Ali, o zaman ki adı Zuğu Sufya şimdiki Sulak Köyünden geniş araziler çevirerek imar etmiş. O zaman ki ihtiyaçlara göre her tarafta fındıklar dikmiş. Amcam Hüsnü'ye kalan 'Sarının Kapısı' dedikleri yerlerde fındık dikerken, Sulak köyü Muhtarı Kazim Bayraktar yanına gelir ve kendisine sulus vererek askere çağrıldığını söyler. Dedem Ali çapayı elinden atar ve oraya oturur. Kaçak tütünden birer sigara sararak içerlerken Muhtara "Gidişi var dönüşü yok, Kazim." der. 1913 yılının Kasım ayında, 37 yaşında iken, altı yıl kadar önce kaçırarak evlendiği Hanife'yi çocukları ile geride bırakır ve o yöreden toplanan 20 kişi ile birlikte klavuz eşliğinde yaya olarak Okura Bayırı yolundan Kars-Sarıkamış'a askere giderek Osmanlı Kafkas Ordularına katılır. 

Gerçekten gidişleri olmuş, dönüşleri olmamış. Hepsi şehit düşmüşler. Babam Veyis beş yaşlarında, Amcam Hüsnü annesinin karnında yetim kalmışlar. Bir de Recep isminde babamın amcası var. Onun kayıtları hiç yok. Yedi-sekiz yaşlarında ağaçtan düşerek ölmüş. Ayşe Halamdan başka, Havva isminde 1899 doğumlu bir Halam daha var. Ancak yedi-sekiz yaşlarında yanarak öldüğü söylenir. İşte nufüs kayıtlarımız.

                                                           Lütfen üzerine tıklayınız






22 Eylül 2014 Pazartesi

EVLENME CÜZDANI

26.06.1932 yılı Annem ile Babamın evlilik yılları ve 45775 numaralı bir lira değerinde ki Evlenme Cüzdanları. Tamamen o zamanın kanunlarına göre Adliye Vekaleti adına Köy Muhtarı Mutinoğlu Mehmet Ali tarafından akit imzalanmıştır. O zamanlar daha Soyadı Kanunu çıkmadığı için taraflar Babalarının adları ile anılıyorlar. İşte 1932 yılında ki sekiz sayfalık Annem ve Babama ait Evlenme Cüzdanı. Çok üzücü ki resim yapıştırma mecburiyeti olmadığı için resim yapıştırılmamıştır. Mekanları Cennet olsun.
                                                         Lütfen resim üzerine tıklayınız

 

18 Eylül 2014 Perşembe

ÖZLÜ SÖZLER

1- Cümleler doğrudur sen doğruysan, doğruluk bulunmaz sen eğriysen.
2- Gölgene lafim yok, o da seni adam sanıp peşinden geliyor.
3- Düşüncen ne ise yaşaman odur, yaşamağı değişmek isterseniz düşüncelerinizi değişiniz.
4- En büyük hatalarımızın çoğu, düşünmekle vereceğimiz kararları, hislerimizle vermekten oluşur.
5- Felaketlerin bir iyiliği varsa, o da gerçek dostları tanıtmasıdır.
6- Geçmişte ki 'keşke' lerle yaşamaktansa, gelecekteki 'belki' lerle yaşamak daha iyidir.
7- Sabretmeği başarabilirsen zafer senindir.
8- Bugün halledilemeyen bir sorun, dün gereği yapılmayan bir sorundur.
9- Yaşamak, geriye bakarak anlaşılır, ileri bakarak yaşanır.
10-Hayatta bir hedefi olmayanlar, çalışmaktan da zevk almazlar ve asla mutlu olamazlar.
 

17 Eylül 2014 Çarşamba

İNANMAZSIN


Kadının biri gardolap tamiri için eve usta çağırır. Usta bakar ama bir sorun bulamaz.
"Abla bu dolapta bir sorun yok, ne yapmamı istersin?" der.
Kadın:
"Yoldan otobüs geçerken dolap gıcırdıyor. Sen şimdi dolabın içine gir ve otobüs geçmesini bekle. O zaman anlayacaksın." der.
-Marangoz tamam der ve başlar dolabın içerisinde beklemeğe.
Bir müddet sonra kadının kocası gelir. Üzerini değiştirmek için dolabın kapağını açar. Bir bakar ki dolabın içinde bir adam. Hemen yakasından tutar ve adama sorar:
"Ne işin var senin benim dolabımda? Burada ne bekliyorsun?" der.
Adam da:
"Ağabey ne desen haklısın. Şimdi sana 'otobüs bekliyorum' desem inanmazsın ki." der.

15 Eylül 2014 Pazartesi

CANIMI ALMAĞA

Bektaşi yoksulluktan o kadar cok bikmis ki ellerini açıp dua etmiş:
"Allahım, şu canımı al da kurtar beni bu dünyadan."
O sırada önünden geçtiği binanın duvarları başlar çatırdamağa ve yıkılır.
Bektaşi dört nal kaçarak canını zor kurtarır ve ellerini havaya kaldırarak:
"Ey Allahım kırk yıldan beri 'bana biraz mal ver' diye yalvardım, beni duymadin, simdi canımı al dedigimi nasıl duydun da hemen Azraili gönderdin." der.

11 Eylül 2014 Perşembe

ANLARSIN YA

Bir dükkanın kapısında kafeste duran papağan gelen geçene takılırmış.
Hakimin biri de sabahları göreve giderken hep o dükkanın önünden geçer fakat bu papağan adamın hakim olduğunu anlamış, oradan geçerken her zaman "Hakim bey, hakim bey" diye çağırır bir guzel sövermiş. Hakim artık iyice kına getirmiş ki sahibini çağırmış ve siki sikiya tembihlemis "Bir daha söverse seni ve o papağanını hapise atarım. Haberin olsun." demiş.
Sahibi ne yapmış sa papağanı bu huyundan vaz geçirememiş.
Sonunda papağanın tüylerini bir güzel yolmuş. Papağan artık çok korkmuş. Hakim geçerken hiç sövmüyor hatta görmemek için saklanıyormuş.
Bir kaç gün sonra hakim yine oradan geçerken papağan soyle demis: "Hakim bey, hakim bey, anlarsın ya" 

10 Eylül 2014 Çarşamba

SARAY MI? HAN MI?

Bir gün Sultan İbrahim sarayında otururken, elinde asâsıyla kapısına bir derviş gelir saraya girmek ister.
Görevliler engel olmak isterler
- İhtiyar, nereye gidiyorsun?
- Ben hana gitmek istiyorum.
- Burası han değil, Sultan İbrahim in sarayıdır.
- Hayır, handır.
Sultan konuşmaları duyunca dervişi yanına çağırır.
- Ey derviş senin ne işin var? Hem Sarayıma girmek istiyorsun hem de han diyorsun buraya?
- Ey İbrahim sana birkaç soru sorayım. Bu saray ilk önce kimindi?
- Dedemin.
- Deden ölünce kime kaldı?
- Babama.
- Baban ölünce kime kaldı?
- Bana.
- Sen ölünce kime kalacak?
- Oğluma.
- Ey İbrahim Birinin gidip birinin girdiği yer han değil de nedir?

9 Eylül 2014 Salı

ANLATIM FARKI

Harun Reşit rüyasında bütün dişlerinin döküldüğünü görür. Sabahleyin hemen bir rüya tabircisi çağırtır. Tabirci "Sultanım ömrünüz çok uzun olacak. Tüm akrabalarınız sizden önce ölecekler" diye yorumlar rüyayı.
Harun Reşit "Yüz değnek vurun şu adama" der ve başka bir rüya tabircisi çağırtır. Rüyasını ona anlattıktan sonra o rüya tabircisini de dinler. O da  "Sultanım bütün akrabalarından çok yaşayacaksın, ömrün daha uzun olacak." der.
Harun Reşit "Bu tabirciye 500 dinar verilmesini söyler. Harun Reşit'in Baş Yaveri kendisine sorar: "Sultanım her iki tabirci de aşağı yukarı aynı şekilde rüyanızı tabir etmelerine rağmen, siz birinci rüya tabircisine yüz kırbaç vurdurdunuz. İkincisine 500 dirhem para verdiniz." der. Harun Reşit "Bir olayı anlatırken söylemekten söylemeğe çok fark var. Birinci tabirci çok ürkütücü anlattı. O na onun için sopa vurduttum." der.