SAYFALAR

30 Kasım 2016 Çarşamba

ANTİKA SEMER

Amerikalı bir antikacının yolu Türkiye'ye düşmüş. Hayvan pazarında gezerken birden, önünde ihtiyarca bir adamın yanında duran, zayıf mı zayıf, hasta bir eşek görmüş. Ancak dikkatini çeken, bu zavallı eşeğin üzerinde gördüğü, oldukça eski ve son derece değerli olan antika bir semermiş.

Antika kültürü olmayan bu zavallı ihtiyardan semeri son derece ucuza satın alabileceğini düşünerek pazarlığa başlamış. Köylüyü kandırabilmek için yalnız semeri değil de, eşeği satın almak için uğraşıyormuş. Sıkı bir pazarlıktan sonra, eşeği normal fiyatının 4-5 katına satın almak üzere anlaşmış. Milyonlarca dolar değerinde ki semeri, 4-5 eşek parasına aldığı için sevinmeye tam başlamışken, ihtiyar yanında ki çocuğa seslenmiş:

"Oğlum, kalk da ahırdan yeni bir semer getir beyefendi için, bu eski semerle göndermeyelim onu. Ayıp olur!" demiş.

Amerikalı tutuşmuş haliyle:

"Benim için sorun değil. Eskisini verin. Zahmet etmeyin..." filan derken bayağı bir dil dökmüş.
En son bizim ihtiyar dayanamamış:

"Boşuna uğraşma beyim, biz o semerle çoook eşekler sattık!" demiş.


29 Kasım 2016 Salı

KENDUNİ HAZIRLA

Temel İstanbul Teknik Üniversitesinde okula başlamış.
Babası da oğluna Rize'den devamlı para gönderir ve
"Derslerine iyi çalış. Sakın karı kız ayağına takılma ha. Göreyim seni okulunu tez elden bitir." diye nasıhatlar edermiş ve biraz da aksi olduğu için Temel ve kardeşleri babalarından çok korkarlarmış.

Temel o sene sınıfta kalınca memlekete ağabeyisine bir telgraf çekmiş.

"Ağabey ben sınıfta kaldum. Yakında geleceğum. Sen babami hazurla ha!"

Ağabeyisinden Temel'e telgrafın cevabi gecikmemiş:

"Ben babamu hazirladum. Sen da çenduni hazırlamadan sakın celmeesun ha!"

28 Kasım 2016 Pazartesi

ANNE SİVRİSİNEK


Sivrisinek, hayatta kalmaları için yavrularına ders veriyordu:
- Bakın yavrularım; şu gördüğünüz bir örümcek ağıdır. Şu köşede hareketsiz duran da sinsi, kurnaz, acımasız bir örümcektir. Şimdi pusuda ağına böceklerin takılmasını bekliyor. Eğer ağına takılırsanız sizi yavaş yavaş öldürür ve yer. Çok acımasızdır.

Tam o sırada gök gürültüsü gibi bir kükreme duyulur. Yavru sivrisinekler korku içinde annelerine sarılırlar.
Anne sivrisinek yavrularını teskin eder:

- Çocuklarım, korkmanıza hiç gerek yok! Bu sesini duyduğunuz ormanlar kralı aslandır. Çok uysal ve zararsız bir hayvandır. Hiç bir zararı olmaz. Usulca yaklaşıp her zaman onun kanını içeriz.

24 Kasım 2016 Perşembe

BEN ANLAMAM

Bir profesör konferans vermek için Ankara'dan İstanbul'a gitmiş. Belirlenen saatte salona girmiş fakat ne görsün? Salonda yalnızca bir kişi oturuyor.
Profesör bir an konferans vermeyip gitmeye yeltenmiş. Ancak bunun kendisini dinlemeye gelen kişiye saygısızlık olacağını düşünüp vazgeçmiş. Gidip kürsüdeki yerini almış fakat "Acaba bu kişi tek başına beni dinlemek ister mi?" diye düşünüp;
Profesör adama sormuş:
- Beyefendi gördüğünüz gibi salon boş. Ama siz bana ve fikirlerime değer verip buraya kadar zahmet etmişsiniz. Eğer isterseniz ben konferansı yalnızca sizin için de sunarım. Ne dersiniz?

Adam cevap vermiş:
- Vallahi ben anlamam! Ben seyisim. Ahıra bir at gelse de yem veririm, yüz at gelse de yem veririm.
Profesör mesajı almış. Hatta biraz da aşka gelip kürsüye çıkmış. Anlattıkça anlatmış. Anlattıkça anlatmış. Normalde iki saatlik konuşma hazırlamışken, bu hızla dört-beş saat anlatmış.


Nihayetinde konuşmasını bitirip adama sormuş:
- Beyefendi nasıl buldunuz konuşmamı? Beğendiniz mi?
Adam cevap vermiş:
- Vallahi ben anlamam! Ben seyisim. Ahıra bir at gelse de yem veririm, yüz at gelse de yem veririm. Ancak! Ahıra bir at gelirse diğer doksan dokuz atın yemini de, o ata vermem!.

23 Kasım 2016 Çarşamba

FAYDALI SÖZLER

1- Neşeli iken SÖZ, üzgün iken CEVAP ve öfkeli iken de KARAR vermeyin !
2- Olaylar karşısında sakin kalmayı öğrendiğiniz an, gerçekten kazanacaksınız. Ben sakin kalamadığım için çok şey kayıp ettim.
3- Bütün beklentileriniz olumlu olsun, sonuçta olumlu olacaktır.
4- Var gücünüzle çalışın kazanacaksınız, fakat biraz da şansınız olmalı.
5- Başarının anahtarı ne bilmiyorum, fakat başarısızlığın anahtarı herkesin gönlünü etmek.
6- İnsanlar birbirlerine güven duymadıkları için silah taşırlar. Devletler de öyle.
7- Bir öğretmen, bir çocuk, bir kalem ve bir defter dünyayı bugün kü gidişinden değiştirebilirler.
8- Gözleri olan ama göremeyen insan, bu dünyada ki en sefil ve zavallı yaratıktır.
9- Yarına hiç bir garanti yok, onun için her günü, son gününüz gibi yaşayın.
10- Kimse size inanmayabilir, siz kendinize inanacaksınız, yoksa hayatta asla kazanamazsınız.
11- Kazandığınız zaman asla şımarmayınız ve her zaman temkinli olunuz.
12- Sonunda herkes birini bulur, fakat çok az kişi istediği birini bulur.

22 Kasım 2016 Salı

250 NUMARALI YOL

Amerika’da 26 numaralı karayolunda, otoyol polisi, en az 60 km. hız ile gidilmesi gerekirken, bir aracın 26 km. hız ile gittiğini fark eder ve sürücüyü uyarmak için aracı durdurur.
Aracı yaşlı bir teyze kullanıyor. Aracın içinde bulunan üç yaşlı teyze de tır tır titriyorlar.
Aracı kullanan yaşlı teyze endişelenerek polise sorar:
- Polis bey çok mu hızlı gidiyordum?
Polis:
- Hanım teyze, hızlı değil, aksine çok yavaş gidiyordun. Hızınız 26 km. ve bu da trafiği aksatıyor.
Yaşlı teyze:
- Otoyolun girişinde '26' yazıyordu ve bende bu hıza uymak istedim! Onun için yavaş gidiyordum.
Polis:
- Hanım teyze, orada ki '26' bu oto yolun numarası. Bu yolda en az 60 km hızla gitmelisiniz. Yoksa kazalara sebebiyet verebilirsiniz.
Yaşlı teyze:
- Tamam, anladım bundan sonra hızlanacağım.
Polis, hala daha aracın içinde tır tır titreyen bu üç yaşlı kadını merak eder ve arabayı kullanan teyzeye sorar:
- Hanım teyze, aracınızda ki hanımlara ne oldu? Bir şeyden mı korktular? Niçin böyle tır tır titriyorlar?
Yaşlı teyze cevap verir:
- Vallahi ben de anlamadım. Girişinde '250' yazan otoyola girip çıktığımızdan beri böyle titriyorlar...

21 Kasım 2016 Pazartesi

KARDEŞİNİ GÖMMÜŞ

Soldan: Skoda Sadık, oturan, Uzun Tahsin
atletle duran, Sanık İsmail ve Ben.
Ceseti getirdiği yolu tarif ederken.
(resim gazeteci tarafından çekilmiştir.) 
1974 yılı Adana Cinayet Bürosu. İsimsiz imzasız bir ihbar mektubu geldi. Mektupta aynen şöyle yazıyordu: "Yeşilevler 765. sokak filan numarada oturan Karaisalı'lı İsmail isimli şahıs sekiz sene önce 'kötü yola düştü' diye kendisinden üç yaş küçük kız kardeşini öldürdü ve cesedini Karaisalı yolunda boş bir araziye gömdü. Ben çobanlık yaparken görmeme rağmen söyleyemedim fakat bu güne kadar da vicdan azabından kurtulamadım. Şimdi sizlere ihbar ediyorum." diyordu isimsiz imzasız ihbar mektubunda.

Verilen adresi takibe aldık. Hakikaten bu adreste 40 yaşlarında anlatıldığı gibi İsmail adında bir insan yaşıyordu. Fakat bu gibi konularda polisin çok uyanık olması icap eder. Çünkü bazı insanlar düşmanlarından intikam almak için bu yolu seçer, yalan yere suç isnat ederek güya aklınca karşı tarafı polise göz altına aldırır ve dövdürür, böylece canı rahat eder.

Şahsın nüfus kayıtlarını inceledik. Evet İsmail K...nın kendinden üç yaş küçük Selma isminde bir kız kardeşi var. Köylerinden ve oturduğu mahallesinden araştırdık kızın izini bulamadık. Kızı tanıyanları bulduk. Kötü yolda olduğunun söylendiğini tespit ettik fakat kızcağız yok. Yedi sekiz sene önce kayıp ihbarı yapılmış fakat zamanla unutulup gitmiş. Bir akşam İsmail'i göz altına aldık. Kız kardeşi Selma'yı sorduk. Önce köyde olduğunu söyledi. Bindirdik vatandaşın hibe ettiği Amerikan Pleymth arabamıza "Hadi bizi köye Selma'nın yanına götür" dedik. Kurttepe tarafından Karaisalı'ya doğru giderken yolda arabadan atlayarak kaçmağa çalıştı. Yolun dışında boş arazide peşinden kovalamak süretiyle tarla içinde tekrar yakaladık. "İsmail, biz sana insanlık yapıyoruz, dayak atmıyoruz, sen bize kelek yapıyorsun. Elimizden kaçmağa çalışıyorsun. Tekrar kaçarsan arkandan hiç koşmam seni öldüreceğim." dedim. İsmail'i dövmek istedim. İsmail, Skoda Sadık'ın arkasına saklandı ve diğer arkadaşlarım da bana kızdı dövdürtmediler. "Ağabey vallahi söyleyeceğim. Ne olur beni bu adamdan kurtarın." diye Skoda Sadık'a yalvarmağa başladı İsmail. Onlarda "Söyle kurtul. Kısma gittik mi esas biz seni döveceğiz. Hadi bin arabaya gidiyoruz" dediler. İsmail ne dese beğenirsiniz? Yok ağabey arabaya binmeyelim. Gelin benimle kız kardeşim Selma'yı az aşağıda gömmüşüm. Yerini göstereyim." dedi.

Meğersem kız kardeşini gömdüğü yer o bulunduğumuz yerden yirmi metre kadar yoldan aşağıda, boş arazi de çalıların içinde imiş. Kız kardeşi Selma'yı gömdüğü yeri gösterdi. Kazdı ve kız kardeşinin kemiklerini çıkardık. Üstte ki resmi de olay sırasında çekmiştik. Uzun Tahsin oturmuş, oturduğu yerde İsmail'in anlattıklarını dinliyordu. Yukarıda ki fotoğrafı o an için yanımızda bulunan gazetecilerden biri çekmişti. Şahıs sorgudan sonra tutuklanıp cezaevine girdi. Yalnız Sadık'a 'Skoda' dedik mi çok kızıyordu. İnşallah bu yazıyı okumaz.
    

19 Kasım 2016 Cumartesi

YARDIM SEVEN

Bir iş adamı iş icabı arabasıyla Ankara’ya gelir. Vakit akşam üstüdür ve Kızılay civarında arabasını park edecek yer yok.

Girdiği bir sokakta biraz ilerledikten sonra sağ tarafta bir arabanın zor sığacağı kadar bir yer görür. Oraya doğru yanaşır ve girebilmek için ileri geri gidip gelmeğe başlar.

Bu sırada dükkanını kapatıp evine gitmek için dışarı çıkan bir Karadenizli esnaf, park etmek için uğraşan bu arabayı görür. Bakar ki adam o dar yere arabasını sokmağa çalışıyor, yardımcı olur; 'gel, git, hop, ileri-geri, sağa-sola' diye komutlar verip manevralar yaptırarak yarım saate yakın uğraştıktan sonra, güç bela aracı bu dar yere park ettirir.
İş adamı kan ter içinde arabasından iner. 

Yardım eden Karadeniz'liye teşekkür edip tam ayrılacakları sırada; iş adamının arabasını park ettiren o iyi insan Karadenizli esnaf hemen cebinden bir anahtar çıkarır, zorla yeni park ettikleri aracın önünde ki araca biner, çalıştırır ve oradan uzaklaşır gider.


15 Kasım 2016 Salı

YÜZÜNE TÜKÜR

Yazın karınca gece-gündüz, durmaksızın çalışırken; ağustos böceği vur patlasın çal oynasın, şarkılarla, türkülerle, eğlenerek tüm zamanını geçirirmiş. Nihayet kış gelmiş. Karınca sıcacık evinde, kışın yiyeceğini biriktirmiş olmanın gururuyla keyif sürerken; bir gün aniden kapısı çalınmış.
Gelen ağustos böceği.

Karınca:
- Eee...Yaz boyunca vur patlasın çal oynasın eğlendin. Oysa ki ben kışı düşünüp çalışıp çabalayıp, alnımın teriyle yiyeceğimi biriktirdim. Şimdi sen benden bir parça yiyecek isteyeceksin, onun için geldin, öyle mi? demiş.

Ağustos böceği:
- Yok komşu, sen beni yanlış anladın! Ben yazın saz çalıp türkü söylerken ayıptır söylemesi meşhur oldum. Paralar kazandım. Kazandığım paraların bir miktarını biriktirdim. Şimdi Avrupa ya gezmeğe gidiyorum. Sana hoşça kal demeğe, hem de bir hediye alıp getireyim istedim. 'Özellikle Avrupadan istediğin bir şey var mı?' diye sormaya geldim. demiş.

Karınca bir bakmış ki ağustos böceğinin hiç de aç bir hali yok. Giyimi kuşamı yerinde. Kolunda kızlar. Az ilerde kocaman bir limuzin şoförü ile onu bekliyor.

Karınca:
- Yok, dostum ne isteyeyim? Hiç bir isteğim yok. Sağlıkla git, sağlıkla gel. Yalnız, Fransa'ya uğrayacak olursan, bir ricam var.
Paris'te bir zamanlar 'La Fontaine' diye bir adam yaşamış. Yazarlık mı ne yapıyormuş. Mezarına git ve benim için bir tükür olur mu? demiş.

10 Kasım 2016 Perşembe

BAŞKASINA GÜVENME

İnsan bazen anlamakta güçlük çektiği enteresan durumlarla karşılaşabiliyor. 1992 yılında Ankara Emniyet Müdürlüğü Dolandırıcılık Bürosunda çalışan Aslan Bey adında, Amir Yardımcısı bir Başkomiser arkadaşım vardı. 

Kendisi işinde gücünde kimseye karışmayan dürüst bir arkadaştı. Yerine göre kimseye eyvallahı olmazdı. Kendisi de aslen Amasya Şehzadeler şehrinden olduğu için Karadenizli idi. Bazı huylarımız da uyduğu için bir birimizi severdik. Bir gün yanına geldi çay filan içtik.

Bana dedi ki "Emniyet Müdürü Orhan Bey bana İzmir den telefon açtı. Ankara'ya Emniyet Müdürü olarak geliyor. Benim teyzemin oğludur. Sen nereye amir olmak istiyorsun? Ben kendisinden kendim için bir şey istemem de Seni bir yere amir etmesi için söyleyeceğim." dedi. Benim de Orhan Beyi çok öncelerden tanıdığımı galiba bilmiyordu. "Aslan Bey, çocuk olma Ben hiç kimseden mevki veya unvan istemem. Bizi başka yerlere sürüp düzenimizi bozmasınlar yeter. Sakın benim için kimseye bir şey söyleme." diye tembihledim.

Hakikaten dokuz on gün kadar sonra Orhan Bey’in tayını İzmir Emniyet Müdürlüğünden Ankara Emniyet Müdürlüğüne çıktı ve geldi, Ankara da göreve başladı. Öyledir. Her yeni gelenden herkes bir şeyler bekler. Aslan Beyi o gün göremedim. Ertesi gün gördüm. "Ben Orhan Bey'in evini yerleştirmek için gitmiştim, onun için görüşemedik." dedi. Halbuki onun da haberini almıştım. Orhan Bey Ankara'ya gelirken tüm ekibini İzmir den toplayarak gelmişti. Aslan Bey'e ellerinden gelse ekmek bile yedirmeyeceklerini biliyordum. 

Bir kaç gün sonra bir akşam üzeri Aslan Bey beni telefonla aradı ve "Başmüdür beni makamına çağırdı. Şimdi yanına çıkıyorum. Sonra görüşelim." dedi. "İyi hayırlı olsun ama sakın benim için bir şey söyleme." dedim. Ertesi gün Aslan Bey benim yanıma geldi. "Ne haber, ne oldu?" dedim. Ne olacak ağzıma s..tı." dedi ve gözleri yaşardı. İnsan bazen güvendiği dağlara kar yağdığı zaman hayal kırıklığına uğruyor ve ne yapacağını şaşırıyor. Aslan Bey ne yapacağını hiç şaşırmadı. Tayın istedi, başka bir ile çekti gitti. Zaten onun şanına da o yakışırdı.

Orhan Bey Asayiş Şube Müdürü olarak Emniyet Müdürü Deniz Beyi, Cinayet Bürosuna da Başkomiser Halim Beyi İzmir'den getirmişti. Gelir gelmez Asayiş Ekipler Amirliğinde bir toplantı yaptı. Daha önceden tanıdığı Başkomiser Seyhan Beyi orada görünce "Seyhan sen nerelerdesin? Yarın hemen git başla, Seni Bahçelievler Karakol Amiri yaptım." dedi. Onu iyi tanırdı. Orhan Bey Bahçelievler Karakolu üstünde ki polis lojmanında kalırken Seyhan Bey oranın amiriydi. Eski görev yerine verdi. O da "Baş üstüne Sayın Baş Müdürüm, şimdi gitsem uygun olur mu?" dedi ve gece yarısı gitti orada göreve başladı. Eski şoförü Başkomiser Orhan Beyi Ahlak Büro Amiri yaptı. İzmir'den getirdikleri Başkomiser Halim Beyi Cinayet Bürosuna Amir Yardımcısı olarak, Emniyet Amiri pırlanta gibi adam fakat biraz içkici Erdal Beyin yanına verdi.

Cinayet Bürosunun Amiri Erdal Bey fakat ipler, bütün sorgular Başkomiser Halim Bey'in elinde. Erdal Bey'in belki de haberi bile olmadan Ankara'nın bütün kabadayılarını getirtip dansöz elbiseleri giydirerek nezarette danslar ettirdiler ve videolara çektiler. Sonra bu videolarla kendilerine şantaj bile ettiler. Ben de o zamanlar Cinayet Masasında çalışıyordum fakat ben ve benim gibiler hiç bir şeye karıştırılmıyor, Nöbetçi Amirliğinde nöbet tutturuyorlardı. Bir sabah Asayiş Şube Müdürü Deniz Bey ile ben birbirimize girdik. Başkomiser Halim'i kovaladım, o kaçtı. Dilekçe verdim Hassas Bölgeleri Koruma Şube Müdürlüğüne tayın oldum ve gittim. Orada ki acemi Polis Memurları birbirlerini kazaen vurabiliyorlardı. Onlara Silahla ve Polis Mevzuatlarıyla ilgili dersler veriyordum. Altı aya yakın bu şekilde çok huzurlu bir çalışma yaptım.

Orhan Beye çok kırgındım. Kendim için değil de Aslan Bey için kırgındım ve bunu bazı yerlerde dile getiriyordum. Emekli olan ve beni çok öncelerden beri tanıyan Arhavi'li Başkomiser Fikri Özzaim Dayı, benden habersiz Orhan Beyin Makamına çıkar ve benim için "Mudurum sen çok yanlış yapayursen. O çocuği çok eyi bir yere vermelisen." der. 

Fikri Ağabey Arhavili, Orhan Beyi de çok öncelerden tanıyan, çok dobra, sözünü esirgemeyen, herkes tarafından hala daha sevilen bir insandı. Emekli olmasına rağmen teşkilat içerisinde tanıdıkları ile hiç irtibat kesmemiş, herkesle hala daha görüşüyordu. O sıralar da Poligon da bazı noksanlıklar olmuş ki, Orhan Bey beni çağırdı ve ayakta Özel Kalem de bekleyen Müdür ve Amirlerin içinde "Sen buralardasın da benim niye haberim yok? Yanıma hiç niye gelmedin? Git Atış Poligonu Amirisin ve tam yetkilisin. Orasını düzelt." diye bir de fırça attı. Halbuki Seyhan Beyi Bahçelievler Karakol Amiri yaptığı gece bir çok kez göz göze gelmiştik. Ben yine ters bir şey söyleyebilirim diye hiç ses etmedim ve ertesi gün Poligan Amiri olarak göreve başladım.

Ta ki 1998 yılı Emniyet Müdürü Cevdet Beyin Ankara'ya Emniyet Müdürü olarak gelene kadar Ankara Atış Poligon Amirliği yaptım. Teşkilata atıcılık la ilgili çok büyük katkılarda bulundum. Bir çok bozuk, kırık silahların tamiratları yapıldı. Şimdiye kadar 'Fişek Temin' yeri olarak bilinen Atış Poligonun 'Silah Atış Yeri olduğunu kanıtladım. Ve en önemlisi teşkilat mensuplarının iyi atıcı olmalarını sağladım.

Onlar yanı Orhan Bey gurubu, oldukları gibi aralarına, Emniyet Müdürü Sedat Bey ve Emniyet Amiri Erdal Bey'i de alarak İstanbul'a tayın olup gittiler. İstanbul da bazı kanunsuz eylemlere devam ettiler ve yakalanıp hapislere girdiler.

1998 de Ben Ahlak Büro Amiri iken İsmet Paşa da bir kumarhane bastım. Bir şahıs çatılardan atladı ve kaçarken ekibim memurları bu şahsı yakalayıp karşıma getirdiler. İlk etapta tanıyamadım. Çok garip bir tecelli ki bu yakalanan adam meslekten atılan ve bu olaylardan cezaevine giren Başkomiser Halim Beydi ve bu kumarhane de çalışıyordu. 

Tamamen çökmüş ve çok zor durumdaydı. Dostu postu herkes kendini terk etmiş yalnız başına kalmıştı. Bazı konularda kendisine yine yardımcı oldum. Bütün isteğim Allah herkesi doğru yoldan ayırmasın.


1 Kasım 2016 Salı

HAKSIZLIK

1988 yılı bir Sonbahar, Pazar sabahı Ankara sokaklarında, Hırsızlık Büro Nöbetçi Yedek Ekibi olarak arkadaşlarım Polis Memurları; Müjdat Arayan, Aziz Ata ve Cengiz Şutanrıkulu ile birlikte görev aldık. Cengiz Şutanrıkulu'nun bazı işleri olduğundan ona izin verdim ve ben diğer arkadaşlar ile Aziz'ın kullandığı, açık artırmaya çıkarsak 'antika' diye alıcı bulacak olan vitesten vitese zor geçen, kendi aramızda paralar toplayarak tamir ettirdiğimiz külüstür Ford Minibüs arabamızla dolaşırken çay içmek istedik.

Ulus ta Emperyal Kafe ye uğradık ve çay içerken arkadaşlar "Komiserim bize biraz tavla dersi ver." dediler. Müjdat ile tavla oynamağa başladık. Merkez başka bir ekibe İzmir Caddesinde sinemada bir kasa açma hırsızlığı olduğunu bildirdi. Hemen oyundan kalktık ve hızla Kızılay'a doğru o zor yürüyen arabamızla yola koyulduk. Görev bizim değil, Nöbetçi Ekibimiz bakacak fakat kasa işi olunca bilgimiz olması için ben de intikal etmek istedim.

Bahse konu hırsızlık olan sinemaya gidebilmek için GMK Bulvarından İzmir Caddesine girdiğimiz sırada sağ tarafımızda bir spor çantası taşıyan ve bize doğru gelen iki genç kişi dikkatimi çekti. Her ikiside ellerindeki çantanın birer sapından tutmuş bulvara doğru yürüyorlardı. Şöfore durmasını söyledim. Aziz arabayı zor durdurdu. Pazar ve öğleden önce olduğu için dükkanlar kapalı sokakta kimseler yoktu.

Koşarak şahısların yanlarına gittim. 'Polis' dememle beraber şahıslardan kısa ve yaşlı olanı bana bir kafa attı. Arkamdan arkadaşım Müjdat ta geldi. Biz orada o şahıslarla bir saatten fazla boğuştuk. Her tarafımız kan revan oldu ve tek nefes kaldık. Şahıslara zorla kelepçe taktık fakat hala zapt olmuyorlar, arabaya bindiremiyorduk. Güç bela arabaya aldıktan sonra, ikisi de ellerinden birbirlerine kelepçeli oldukları halde arabanın içinde bulunan kar zincirlerini alarak bize saldırdılar. Güçlükle her ikisini de yere yatırdık ve koltuklara bağlayıp sakinleştirdik. Ben daha boğuşma esnasında şahısların üzerine bakmış, birinin ayağında çorap içinde bir kama, diğerinde de iki adet dolu 14 lü şarjörü bulmuştum. Boğuşma anında o malzemeler sağa sola atılmıştı. Önce onları aradım buldum. Şahıslar bizimle boğuşurken yere bıraktıkları spor çantasının yanına gittim ve fermuarını açtığım zaman gözlerime inanamadım.

Ankara nın göbeğinde, Kızılay İzmir Caddesinde iki adet Kaleşinkof makineli tüfek, bir birine bağlı sekiz adet fişeklerle dolu bu tüfeklere ait şarjör, çok sayıda fişek, iki adet te 14lü tabanca, bu tabancalara ait 9mm fişekler ve 14 adet taarruz el bombası, bu bombaları tüfekle uzağa atmak için tüfeğe takılan adaptör olduğunu gördüm. Çevrede, onların güvenliğini sağlayan başka terörist arkadaşları da olabileceğini düşünerek, bu teröristlerde yakaladığımız silahlar bizimkilerden daha etkili ve sağlam olduğundan, bir tanesini doldurdum ve kendi güvenliğimiz için elime aldım. Diğerini de Polis arkadaşım Müjdat'a verdim. Ve hemen telsizle anons ederek durumu Haber Merkezine bildirdim. Bildirdim fakat herkes bizimle bir şeyler konuşmak için muhabereye girince telsizler kilitlendi ve daha artık telsizlerle konuşulmaz oldu. Biz oradan ayrılmak üzereyken olay yerine ilk olarak Altındağ Emniyet Müdürü Hüseyin Bahar geldi ve biraz sonra orası polis kaynamağa başladı. Biz hiç birini karıştırmadık. Malzemeleri ve şahısları Emniyet Müdürlüğüne götürdük.

Emniyet Müdürlüğüne gittiğimiz zaman, anonsu duyan bütün teşkilat mensupları oraya akın etmişler, orası bir mahşer yerine benziyordu. Asayiş Şubesine girişteki park yerleri hiç tanımadığım polislerle dolmuş, ilerlememiz mümkün değildi. Ankara'ya yeni atanan Emniyet Müdürü Mehmet Ağar Baş Müdür Yardımcıları ile bizi burada merdiven basamaklarında bekliyordu. İlk etapta sevinmiş gibi göründü. Asayişten sorumlu Müdür Yardımcısı Orhan Taşanlar ile beni ayak üstü dinledikten sonra "Aferin, Yüz hırsız yakalamaktan bu daha iyidir." dedi. Biz arabadan indikten sonra yukarı Büromuza çıkmak isterken yakaladığımız şahısları orada bekleyen polislerin bazıları elimizden almak istediler. Şahıslar memur arkadaşın koluna kelepçeli oldukları için bunu başaramadılar.

Şahıslara ait suç malzemeleri içinde olan çantayı benim Memurum Aziz'in elinden zorla çekip aldılar. "İçinde bomba var. Dokunmayın." diye bağırmamız üzerine çantayı yere bırakıp geri açıldılar. Çantayı tekrar biz aldık ve "Bomba var." diye bağıra bağıra zorlukla Büromuza çıkabildik.

Tutanakları tuttuktan sonra Rıza S... ve Mehmet Mustafa K.... isimli bu suçluları yakalanan malzemeleri ile birlikte sorguları yapılmak üzere Siyasi Şube Müdürlüğüne teslim ettik. Bu kişiler o gün ANAP binasını toplantı sırasında basıp bombaladıktan sonra, makineli silahlarla tarayıp, başta Turgut Özal ve Recep Ergün Paşa olmak üzere herkesi öldürüp katliam yapmağa gittiklerini itiraf ettiler.

Olay çok büyük bir infial yarattı. Askeriyeden filan güya uzman ekipler gelip bu adamları nasıl yakaladığımızı bizden soruşturdular. 15 gün üst üste toplanan TBMM bu olayı görüştü. Beni ve ekibimi görüp tanımak isteyen Emniyet Genel Müdürlüğünden dahi bir çok meraklı teşkilat mensubu ve sivil kişiler yanımıza geldiler. Çünkü o zamana kadar hiç bir şehir içinde böyle makineli tüfek ve bomba taşıyan bir kimse kazasız, belasız, çatışmasız yakalanmış değildi. Hatta duyduğuma göre Askeri ve Polis okullarında okutulmak üzere bu olay örnek alınarak sonradan bir de kitap yazılmıştı.

Bu olaydan sonra biz tekrar görevimize devam ederken Arkadaşım Aziz "Bize herhalde birer daire verirler Komiserim." diyordu. Ben de onlara "Bize ceza vermesinlerde, daire istemiyoruz, her şeye hazırlıklı olun. Ceza da verebilirler." diyordum. Ankara Valisi Saffet Arıkan Bedük yanına çağırıp tebrik etti. Bir miktar para vererek kutladı. Ayrıca birer maaşla taltif edip ödüllendirdiler. Bu arada Asayiş Şube Müdürü Bahri Baykal başka bir yere atanmış, Mehmet Ağar'ın İstanbul dan getirdiği İbrahim Baykaran Asayiş Şube Müdürü olmuştu. Bir ay kadar geçmişti ki yeni Asayiş Şube Müdürü İbrahim Baykaran beni bir gece yarısı yanına çağırdı ve "Git, Hırsızlık Büro Amiri olarak telsizi al ve bu gece anons et, göreve başla." dedi. Hemen içime bir kurt düştü. "Özür dilerim Sayın Müdürüm sağlık sorunlarım ve rütbem de müsait olmadığından ben bu görevi yürütemem." dedim. Kabul etmedim. Benden bir ses çıkmayınca o gece geç saatlerde tekrar çağırdı. "Baş Müdürün emridir. Hırsızlık Büro Amirisin. Eğer kabul etmezsen İlçelerden birine tayın olabilirsin" dedi.

İlçelerden birine tayın olsam benle beraber ailem de perişan olacaktı. Ertesi gün sabah erkenden Makama çıkmak için Özel Kaleme gittim. Baş Müdür Mehmet Ağar benimle görüşmeği kabul etmedi. Orada ki Başkomisere "Gitsin görevine başlasın." demiş. Çünkü cezalandırılmam için karar verilmişti.

Hırsızlık Büro Amirliği görevine başladım. On beş-yirmi gün geçtikten sonra bir mücevher hırsızı yeni yakalanmış, onun sorgusuyla uğraşıyordum. Başkomiser Murat Okşar geldi ve "Recep Bey, beni buraya zorla amir olarak yolladılar. Seni de nereye istersen oraya verecekler." dedi. "Onlar kendi istedikleri yere versinler ve onlara söyle gözüme pek görünmesinler." dedim ve doğru çektim evime gittim.

Bir seneyi aşkın Emniyet Müdürlüğüne hiç uğramadım. Beni de herhalde korktuklarından değil de acıdıklarından olacak ki hiç kimse aramadı ve göreve çağırmadılar. O zaman maaşlar Müdüriyette mutemetlerden alınıyordu. Benim maaşımı eskiden ki memur arkadaşlarım muhtemetten alıp evime getirip bana veriyorlardı. Bir yıldan fazla Emniyet Müdürlüğüne hiç gitmedim.

Müdürler değişmiş. Hasan Özdemir İl Emniyet Müdürü, Abdulganı Yıldırım de Asayiş Şube Müdürü olmuşlar. Asayiş İdari Büro Amirliğinden beni aradılar. Yeni Asayiş Şube Müdürü Abdulganı Yıldırım Bey seni çağırıyor." dediler. Gittim. Başkomiser Murat Okşar Beyle oturmuş planlama yapıyorlardı. O da bana "Git Oto Masası Amirisin. Görevine başla." dedi. "Bak Müdürüm benimle oynamayın. Eğer bu devlet yıkılırsa bilmiş olun ki benim ahımdan yıkılacak." dedim. Üstüme filan yürüdü. Murat Okşar aramıza girdi. Meğer önceden tanışırlarmış. "Müdürüm bu öyle der fakat çalışmadan duramaz. Arkadaşın onuru ile çok kötü oynadılar. Onun için çok kırılmış." filan dedi ve yatıştırdı.

Şimdi sizce, ben bu adamları yakalamasam, o yakaladığım adamlar gitse ANAP'ı bassa, Turgut Özal ile birlikte birçok parti mensuplarını  öldürüp büyük bir katliam yapsalar, bana yine aynı hareketleri yapıp cezalandıracaklar mıydı? Hayır beni kimse tanımak bile tanımayacak, düşman sahibi olmayacağım, dalgama kimse taş atmayacak, maaşımı fazlasıyla alacağım, icabında avantamı da alacağım, yine paşa paşa normal görevime gidip gelecektim. ANAP değil Tüm Ankara batmış kimin umurunda olacaktı sanki. Ama yakaladığım için 'Vay o kadar malzeme ile kazasız belasız o adamları yakalayıp, o millet vekillerinin canlarını kurtaran sen sin he?' dediler ve bana o şekilde layık gördükleri cezayı verdiler.

Kulağıma geldiğine göre, güya Vali Saffet Arıkan Bedük benim alınmamı istemiş. Madem Vali benim alınmamı istemiş vaktinde kendisi niçin onaylamış ve benden niçin rahatsız olup görevden almış?
Cinayet işlemek bile içimden geçti fakat hepsini Allaha havale ettim. Ben yaptığım işlerden her zaman vicdanen huzur duydum ve aynı şekilde hiç yılmadan göreve devam ettim. Bir çoklarının bu devlete toplam hizmetlerinden fazla faydalarım dokunduğu kanısındayım. Yine de hepsine teşekkür ederim.