SAYFALAR

31 Aralık 2023 Pazar

ATATÜRKE İHANET EDEN SİLAH ARKADAŞLARI

Ulu Önder’in Nutuk’ta da yazmağa en çok zorlandığı bölüm, en yakın silah arkadaşlarıyla yollarının ayrıldığını hissettiği bölümdü. Lozan günleriydi. İsmet Paşa ve Türk Heyeti Lozan'a hareket etmişti.

Aynı gün Sultan Vahdettin İngilizler'e sığınmış, Malaya zırhlısıyla Malta'ya doğru yola çıkmıştı. Sultan kaçıyordu.!

Bir gün, O'nu akşam yemeğine davet ettiler. Gazi Paşa, Rauf Bey, Refet Paşa, Fuat Paşa, akşam sofrada bir araya geldiler. Henüz yemek bile daha başlamamıştı ki, Rauf Bey Gazi'ye döndü; “Kemal” dedi.

-Davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz. Yemeğin yanı sıra seninle baş başa konuşmak istediğimiz bir konu var, bugün seninle o konuyu da konuşmak istiyoruz".

Gelişkin hisleri O'nu yanıltmazdı. Bozuntuya vermedi. “Buyurun, konuşalım!” dedi. Rauf Bey eteğindeki taşları dökmeye başladı:

-Kemal! Bu Meclis senden korkuyor, o yüzden sana gelemiyor, tüm şikâyetler başbakan olarak bana geliyor.”

Gazi şaşırdı, belli etmemeye çalıştı ”Neyimden korkuyorlarmış?” deyiverdi.

Rauf Bey konuya doğrudan girdi:

-Senin Cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular giderek yayılıyor. Bazen o kadar abartıyorlar ki, eline bir fırsat geçerse, senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar!”

Gazi donup kalmıştı.

Soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Rauf Bey ise içini dökmeye devam etti:

-Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı. En çok sen çaba gösterdin, kurtardın, biz de sana yardım ettik"

-Şimdi vatan kurtuldu. Bize göre “emaneti sahibine” iade etmenin zamanı geldi". İşte O an Gazi, yemek davetinin bir bahane olduğunu anlamıştı.

-Peki, Rauf Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun?” diye konuşan o kişiye sordu. Rauf Bey ise:

-Kemal, benim babam padişahın baş mabeyinliğini yaptı. Boğazında padişahın ekmeği var. Şimdi o ekmek benim gırtlağımda. Ben yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Benim rejim sorunum yok"

-Üstelik madem sordun söyleyeyim: Padişah, bir İslam halifesi, ben de Müslümanım. Dini terbiyem nedeniyle de padişaha bağlıyım. O makamlar uhrevi, dünyalık olmayan makamlar. Senin, benim gibi kişilerin ulaşabileceği makamlar değil.

-Kaldı ki, bu milletin yüzlerce yıldan bu yana alıştığı yönetim de mutlakıyet yönetimidir, Cumhuriyet değil”. Gazi'nin yüz hatları gerilmişti. Bu sefer de ev sahibi Refet Paşa'ya döndü;

"Peki, ya sen ne düşünüyorsun Refet?" diye sordu. O da "Aynen Rauf Bey gibi düşünüyorum, Paşam!" deyip kestirip attı. Gazi, bu sefer de masadaki üçüncü kişi olan Fuat Paşa'ya "Peki, ya senin görüşün Fuat?" diye sordu.

Fuat Paşa Gazi'nin Harbiye'den sınıf, hatta sıra arkadaşıydı. Hukukları daha derindi yani… işte o Fuat;

-Paşam, biliyorsunuz uzun süredir Moskova'dayım, duruma muttali değilim, izin verin birkaç gün düşüneyim, yanıtımı sonra veririm" dedi ve o bile, “Kemal, ben senin arkandayım!  diyemedi yani.

Masada olmayan dördüncü kişi, Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurum'daydı ve telefonun öbür ucunda, bu toplantıdan çıkacak kararı bekliyordu…

Beşinci kişiyse, kendisiydi. Anadolu'ya çıkan ilk 5 komutan işte masadaydılar ve henüz devlet kurulamamıştı ama kozlar paylaşılıyordu.

“Benden ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu Gazi.

-Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına söz ver!” diye yanıtladı Rauf Bey. Gazi:

-Bana bir kâğıt verin…” dedi. Bağ evinde gece yarısı kâğıt bulamadılar, içtiği sigaranın kapağını yırttı ve arkasına hırsla şunu yazdı:

-Günü geldiğinde padişahla ilgili kararı en yüce icrai organ olan TBMM verecektir.” bunu yüksek sesle okudu ve sordu:

-Bu sizi ve Meclis'i tatmin eder mi? Bunu yarın çıkıp okursam, sizce Meclis tatmin olur mu?

Onlar da “Hah, işte bu olur. Bunu çık yarın kürsüden oku!..” dediler. Rauf Bey, O Meclis'ten padişah aleyhinde bir karar çıkmazdı ve bunu biliyorlardı. Masadaki komutanlar da rahatladılar.

Sofra, buz gibi olmuştu. Ayrılırken, Etlik sırtlarından yeni bir gün ışıyordu. O günden itibaren Gazi yollarını da bu arkadaşlarından ayırmak zorunda olduğunu görmüştü. Ertesi gün kürsüye çıktı ve yazdıklarını aynen okudu.

Nutuk'tan Doç. Dr. Orhan Çekiç'in yazdığına göre Meclis'le ve komutanlarla bir tartışmaya girmeden bu krizi atlatmalıydı. Öyle de yaptı.

1921 Anayasası'na göre Meclis her iki yılda bir seçim yapmak zorundaydı. Meclis 23 Nisan 1920'de açıldığına göre, seçimleri yenilemenin zamanı gelmişti. Doğal olarak da seçimlere gidildi. Gazi, bu Meclis'ten kurtuluyor gibiydi. Komutanlar yeniden endişeye düştüler: “Ya, Kemalist bir Meclis gelirse!” Bunun üzerine yeni bir plan kurdular. Mustafa Kemal'i Meclis'e sokmamanın yolunu arayacaklardı. Seçim Yasası'nı değiştirmeye karar verdiler. Tanıdık geldi mi sevgili Canlar.

Erzurum Milletvekili Necati Bey, Samsun Milletvekili Emin Bey, Mersin Milletvekili Albay emeklisi Çolak Selahattin Bey, bir önerge hazırladılar. Buna göre:

1. “Bundan böyle milletvekili adayının doğum yeri, Misak-ı Milli sınırları içinde olsun!..” dediler. Böylece Selanik dışarıda bırakılmıştı.

2. “Milletvekili adayı, adaylığını koyduğu yerde en az beş senedir oturuyor olsun!” Mustafa Kemal o cephe senin, bu cephe benim, hayatı boyu koşturmaktan ötürü, değil beş yıl, hiçbir yerde sürekli beş ay bile oturamamıştı ki…

Hedef belliydi. Bu yasa özel olarak kendisi için hazırlanmaktaydı. Hem de en yakın silah arkadaşları tarafından. Bu önerge verilince, kürsüye zorla çıktı ve avaz avaz:

-Doğum yerim Selanik, Misak-ı Milli sınırları dışında kalırken, önceki devlet ise Selaniği tek kurşun atmadan Yunan'a verirken, bu millet bilsin ki ben diğer bir yurt köşesi Derne'de savaşıyordum.”

-Hiçbir yerde beş yıl oturamadım, doğru. Otursaydım eğer, o zaman Bingazi'de, Derne'de, Sina'da, Filistin'de olamazdım. Çanakkale'de, Kafkaslar'da, Sakarya'da olamazdım. Ama ben oralarda olamasaydım, bu efendilerin de doğum yerleri, Allah korusun, Misak-ı Milli sınırları dışında kalırdı”

-Şimdi millete soruyor ve yanıtını milletten bekliyorum. Bu önergenin sahibi efendileri buraya gönderen millet onlar gibi mi düşünüyor peki ?

Hayır, elbette millet, onlar gibi düşünmüyordu. Çuvallar dolusu telgraflarla olayı protesto ettiler, önerge geri çekildi ve Mustafa Kemal, Ankara'nın Bâlâ ilçesinden milletvekili seçilerek Meclis”e girdi. Cumhuriyeti de kurdu fakat Gazi bu olayı hiç unutmadı. Sefter Hesenli

30 Aralık 2023 Cumartesi

EVİMDEN HIRSIZLIK

Eskiden hırsızlık olur, malın çalınır, dolandırıcılık olur, failleri yakalayabilmek için, polis olarak en küçük ihtimalleri, hesaplar, her türlü ihbarları değerlendirir, vatandaşın zararını asgariye indirmek için elden ne geliyorsa o yapılırdı. Şimdi Polis, jandarma niçin var? Kanun niçin var? Kimler faydalanır? Ben anlamıyorum.

Hırsız yakalanır, çalınan mallar çıkartılır ve sahiplerine teslim edilir, sahipsiz mallar Adli Emanete gönderilirdi.

Şimdi nasıl?
Eylül 2014 yılında ben memlekette iken Ankara da evime hırsız girdi. Gece saat 00.30 sıralarında komşum telefonla bildirdi. Bin kilometrelik yolu, yanı Rize den Ankara ya yedi saatte geldim. Baktım o güne kadar ki birikimim gitmiş. Karakola giderek müracaatta bulundum. 4-5 ayrı sivil, resmi polis ekipleri geldiler. Her türlü incelemeleri yaptılar. Komşular da görünce "Sen polissin, senin evine giren hırsız hemen bulunur." diyorlardı. Pencereye tırmanıp tornavida ile pencere kanadını açmak suretiyle girilmiş ve ev altı üstüne getirilmiş. Ne hikmetse kamera kayıtları da yok. Ertesi gün iki polis gelmiş, güya başka bir olay için kamera kayıtlarını incelemiş.

Ankara Polisi sadece o çalışmaları ile beklemede kaldılar. Onlara da hak veriyorum. Çünkü bir olayı çözmek ve hırsızlık olayını açığa çıkarmak parmak izi yoksa çok zordur. Benim eve girenlerde eldiven kullanmış, parmak izi yok.

Mesleğimin verdiği bilgi ve tecrübelere dayanarak, iki ay kadar sonra evimden çalınan altın kol satım ve çakmağımı başka bir ilde bir antikacı tarafından satışa çıkarıldığını tespit ettim ve fotokopi kayıtlarıyla delillendirdim. Bir dilekçe ekleyerek eski emekli olduğum yer, Asayiş Şubede ilgili birimlere verdim. Evimden çalınan saat benim olduğu belli. Satışa çıkarılan dükkan başka bir ilde belli. Satışa çıkaran adam da antikacı belli.

Dört ay kadar geçti hiç ses çıkmadı. Telefon açtım cevap alamadım. Bir dilekçe daha yazdım ve o elde ettiğim delil evraklarımı da tekrar eklemek suretiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdim. Sağ olsunlar dilekçemi bir Savcıya havale ettiler. Savcı beni dinledi. “Git dosyanı çıkart al gel.” Dedi. Koşarak gittim. Dosyamı getirdim. Tekrar ifadelerimi aldılar, dosyama eklediler ve "biz sana haber veririz." dediler.

Aradan bir sene geçti, haber yok. Tekrar adliyeye gittim. Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe daha verdim. Dilekçem tekrar bir savcıya havale edildi. Savcı tekrar "git dosyanı çıkart al gel" dedi. Tekrar koşarak gittim. O gün akşama kadar uğraştım, aradık, benim hırsızlık olayı dosyam yerinde yok, bulamadık. Ertesi gün bulduk. Takipten kaldırmışlar. Savcı da şaştı. Bu nasıl olur filan gibi laflar etti. Ne ise ben yanlarındayım ya benim tekrar ifademi aldılar. Tekrar "Biz sana haber veririz git" dediler.

Bir yıl kadar daha geçti. Bir haber çıkmayınca b
ir dilekçe daha yazdım ve tekrar Ankara Adliyesine gidip verdim. Bu sefer bende biraz ağırlaştırdım güya, dilekçeme ‘İhmali bulunan yetkililer hakkında yasal işlem yapılması’ diye de yazdım. Tekrar ifademi alıp dosyaya eklediler.

Aradan bir yıldan daha fazla zaman geçti, bir netice çıkmayınca, o zaman BİMER vardı, Başbakanlık İletişim Merkezi. Aynı belgelerle internetten oraya baş vurdum. Sağ olsun o zaman ki Başbakanımız Sayın Binalı Yıldırım Bey’den, yine internet yoluyla beş ay kadar sonra bir yanıt aldım; “Senin evine giren hırsızları Yenimahalle Polis Müdürlüğü yakalayacak.” diye yazıyordu.

2018 yılı Aralık ayında, yanı olaydan tam dört yıl kadar sonra Adliye Postacısı vasıtasıyla bir Cumhuriyet Savcısı bana tebliğ ederek bildirdi. "Evinden çalınan saatin satışa çıkarıldığı dükkan antika dükkanı olduğundan, dükkan sahibi saati kimden aldığını, ne zaman aldığını, nasıl aldığını, hatırlamadığını beyan etmiş, isnat edilen suçların hiç birini de kabul etmemiş, bu nedenle de senin hırsızın yakalanamamıştır." Ve bende evime giren hırsızla tanışamadım.

Yine Ekim 2020 de de evime hırsız girdi. İki üç gün önce bir araba satmıştım. Oğlumla telefonla konuşurken "Baba, sen biraz delisin, parayı yanında saklama, bankaya yatır. Başına bir şey gelir." demişti. Ben de kim yaklaşabilir? Para evde koltuğun altında duruyor. Başka araba alacağım." dedim ve üç gün kadar sonra hastanede mideden ameliyat oldum. Yoğun bakımda yatarken sabahtan site görevlisi telefonla aradı. "Ağabey zilini çalıyorum açmıyorsun. Evde değil misin? Senin pencerenin sinekliği düşmüş, yerde duruyor. Penceren de açık. Yan odanın lambası da yanıyor." dedi. He anladım ki hırsız yine uğrayıvermiş benim eve. Hanım gitti baktı ki ohoo, misafir odasında koltuklar tersine çevrilmiş. Telefonda dedim ya ki 'koltuğun altındadır!'
Bu sefer de kabadayılık bende kalsın dedim, polise hiç bildirmedim.

Bu üçüncü, Mayıs 2023 te bir adam +90 534 362 89 14 numaralı telefondan aradı ve "Ben Asayiş Ekipler Amiri Atilla Güven, sen şu kimlik numaralı filanca oğlu filancı, falan yerde oturmuyor musun" dedi. Allah Allah "evet ama sen bunları ne biliyor sun" dedim. Biz konuşurken arada sırada, telsiz sesleri de geliyordu yanlardan. "Kimliğin dün yakalanan bir adamın üzerinden çıktı" dedi. Anlaşıldı ki tüm kimlik bilgilerim adamın elinde. Ev adresimde elinde. Ne yapacağım? Hemen polise koştum. "Cürüm oluşmamış, biz işlem yapamayız, adam sizi dolandırsa veya bir eylem gerçekleşse işlem yapardık." dediler ve bu seferde dolandırıcımla tanışamadım.

En azından, adam benim kimlik bilgilerimi nasıl elde ettiğini öğrenebilirdik. Ondan da havamızı aldık.

Ve bir daha anladım ki yasalar herkes için değildir! Ve gösterilen o operasyonlar filan hepsi göz boyama, hikaye!

Yaşasın ADALET! Saygılarımla....


28 Aralık 2023 Perşembe

SİZ HİÇ ŞEHİT GÖTÜRDÜNÜZ MÜ

Belki tanırsınız, belki tanımazsınız; Bir komutan yazmış bu notu:

Siz oğlu şehit olan aileye acı haberi vermeye gittiniz mi hiç? Hayır mı? Dinleyin o halde;

Sabah daha mesaiye başlamadan yazılı bi emir düşer önünüze ‘Yukarı köyden Ahmet oğlu Mehmet şehit düşmüştür. Yarabbim dersin, dağa çıksam üç gün aç susuz kalsam da şu haberi vermesem.. Ama giyersin tören üniformanı, birkaç Mehmetçikle birlikte, hastaneden gelen ambulansı alırsın arkaya, düşersin yola.

Vatandaş da öğrenmiştir artık, önde bir askeri araç, arkada bir ambulans ile geliyorsa, bir eve ateşin düştüğünü.. Yaklaştığın her kasaba veya köyün buz kesildiğini hissedersin.

İçinden geçip gittiğin her yer rahatlar.. Neyse varırsın köye. Askerde evladı olan her haneden inceden bir sızının yükseldiğini, “aman bizim eve doğru gelmesin” diye dua edildiğini duyar gibi olursun.. Bütün köy donmuştur adeta.. Herkes büyülenmiş gibi izler seni!

Hangi eve gidilecek diye ıstıraplı bir merak sarar ortalığı.. Şehidin evine doğru yaklaşmaya başladığında, bahçedeki ihtiyarın büyülenmiş gibi sana baktığını, bacaklarının titrediğini, elindeki bastondan güç alarak zar zor ayakta durmaya çalıştığını görürsün.

Ayakların geri geri gider. Pencerelerde bir hareket başlar ve kapının önüne telaşla bir anne çıkar. Bir sana, bir arkanda yere bakan Mehmetçiklere, bir de ambulansa bakar. Sonra atar kendini yere. Oğlu daha toprak altına girmeden o ana düşer toprağa.. Öyle bir vurur ki yere, zelzele oluyor sanırsın.. Konu komşu yığılır. Bin feryat bin figana karışır. Dersin ki kıyamet budur… 

Kimi ana önce sana doğru koşar, ellerine sarılır, son bir umutla yüzüne bakar. “Yaralı değil mi komutan?” der. Başını öne eğer, hiçbir şey diyemezsin. Dizlerinin bağı çözülür, çökersin anayla birlikte yere, o ağlar sen ağlarsın.. Hemşire elinin titremesinden, gözünün yaşını silmekten sakinleştirici iğneyi yapamaz bile.. Baba.. Fidan gibi evlatlarını vatana feda eden o babalar.. Sicim gibi gözyaşları dökülürken gözünden, acıya gark olmuş bir gururla, “Vatan sağ olsun, vatan sağ olsun! Şehit babasıyım ben” dediğini duyarsın.

Kimi içine akıtır gözyaşlarını, kimi de donar kalır.. Kimi günlerce konuşamaz,

Kimi dua eder, kimi beddua.. Kimi kendi saçlarını, kimi saçlarımızı yolar. Ne şapka kalır başınızda, ne rütbe omuzlarınızda, söker atar..

Asıl büyük kıyamet bir iki gün sonra kopar. Gerçekle yüzleşme günüdür.. Bu sefer cenazeyle birlikte varırsın köye. Tören mören hak getire.. Köylü alır şehidini omuzlarına, yer yerinden oynar, ne protokol kalır ne düzen.. Kimi “Evladımı en son haliyle hatırlamak istiyorum” der, görmek istemez naaşını…

Kimi de ille de “Göreceğim” der. Gösteremezsin ki. Ya yüzü yoktur ya bacağı..

Yanımızdaki bi üsteğmen ya da yüzbaşı elinde daha önce de okuduğu, sadece isim hanesi değiştirilmiş standart metni okur, “Kanı yerde kalmayacak” diyerek, bitirir konuşmayı..

Tabuta sarılı analar, babalar, bacılar, kardaşlar duymaz bile bunu, duysa da inanmaz.

Sonuç olarak; Orada bir şehit mezarı, bir bayrak, bir ana, bir de baba kalır.. Alıntı

26 Aralık 2023 Salı

TÜRKİYEDE İSYANLAR

Bir insan hayatında bir kere aldanır. Aynı konuda aynı insanın ikinci defa aldanması pek mantık dışı olsa gerek. Türk milleti hep aynı şekilde aldatılmış. Bir defa değil, iki defa değil, üç te değil. Onlarca defa hep aynı şekilde aldatılmış. Bile bile aldatılmış.

Kimler tarafından aldatılmış? ABD, Rusya, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Almanlar, aldatmayan ülke hiç yok ki. Hep aynı usullerle aldatılmış, kandırarak aşağıda ki isyanları çıkartmışlar. Tarihten hiç ders almamış bir millettir Türkler!

Ali Batı Ayaklanması 1919

11 Mayıs-18 Ağustos 1919 Diyarbakır yöresinin en önemli olayı, Midyat'ın güneyindeki aşiretlerden birinin reisi olan Ali Batı'nın, yöreye hakim olarak, İngilizlerin kışkırtmasıyla, Kürdistan Devleti kurmak için çıkardığı ayaklanmadır. Bu ayaklanma tarihteki ilk Kürdistan ideolojisi ile çıkarılmış ayaklanmadır.

Bozkır Ayaklanmaları 1919

29Eylül-4 Ekim 1919 Konya valisi Cemal Bey İstanbul hükümetinin valisi olarak Milli Mücadeleye karşı tavır alıp, hapishanedeki eşkıya ve katilleri serbest bırakıp, silahlandırmış ve İtalyan İşgal Güçlerinden de yardım alarak, milli mücadeleye destek veren halkı yok etmeğe çalışmıştır.

Şeyh Eşref Ayaklanmaları 1919

Bayburt'un Hart bucağında Millî Mücadele için çalışanları 'dinsiz ve şeriat düşmanı' olarak gösteren ve elde ettiği basit başarılardan sonra şımaran Şeyh Eşref, kendisinin 'peygamber' olduğunu ileri sürerek, bunu müridlerine kabul ettirdi. Şeyh Eşref ile başa çıkamayacağını anlayan İstanbul Hükûmeti, af yoluna gidilip olayın kapatılmasını, Mustafa Kemal Paşa ise, giderek büyüyen ve tehlikeli bir hâl alan olayın bir an önce bastırılmasını istiyordu. Bunun üzerine, Erzurum’daki 15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın bölgeye gönderdiği Albay Halit Bey (Deli Halit) komutasındaki kuvvetler, Hart’a yaptığı ani bir baskınla Şeyh Eşref ve yanındakileri zor duruma düşürdülerse de isyancılar karşı koymaktan vazgeçmedi. 24 Aralık 1919’da meydana gelen çatışmada Şeyh Eşref ve çevresindeki tarikatçılar ortadan kaldırılıp adamlarının bir bölümü teslim alındı.

Ahmet Anzavur 1920

Anzavur ayaklanması Kurtuluş Savaşı’na karşı Anadolu’da düzenlenen ayaklanmalardan biridir. İstanbul Hükümeti’nce desteklenmiş olan Anzavur Ayaklanmasının adı, ayaklanmaya önderlik eden Anzavur Ahmet'ten gelir. Şubat 1920'de ikinci kez ayaklandı. Gavur İmam adlı bir başka ayaklanmacının denetimindeki Biga'yı üs edindi. Ardından Gönen, Manyas, Ulubat, Susurluk, Bandırma ve Karacabey’i ele geçirdi.

Düzce ayaklanmaları 1920

1920'de 1. Düzce Ayaklanması başladı. Düzce'de Milli Mücadele Hareketi'ne karşı ayaklanmalar çıkarıldı. 19Temmuz-23 Eylül 1920 tarihleri arasında Milli Mücadele karşıtları 2. Düzce ayaklanmasını çıkardılar.

Yozgat ayaklanmaları 1920

Kurtuluş savaşı sırasında Kuvay-i Milliyeyi uğraştıran isyanlardan birisidir. Bir ayaklanma bastırılmış, ikinci bir ayaklanma olmuştur. Birinci ayaklanmanın patlak vermesi üzerine çeşitli bölgelerdeki kuvayı milliye kuvvetleri hemen isyancıların üzerine gönderilmişler, 20 haziran 1920 gecesi şehirde sabaha kadar süren müthiş bir çatışma yaşanmıştır. İkinci Yozgat ayaklanması ise 25Haziran-21 Ağustos 1920 tarihleri arasında gerçekleşmiştir. Yine bu ayaklanma da birincisinde olduğu gibi Kuvay-i Milliye tarafından güçlükle durdurulmuştur.

Zile Ayaklanması 1920

25 Mayıs-21 Haziran 1920 Bu ayaklanma Yıldızeli ve Yozgat olaylarıyla iç içe gelişmiştir. Buralardaki olaylardan cesaret alan Avukat Ali, eski Bucak Müdürü Naci, eski mal müdürünün oğlu İhsan’ın 30 kadar atlıyı toplaması ile başlayan tehdit edici gelişmeler üzerine bölgeye gönderilen Yarbay Cemil Cahit komutasında kuvvetler duruma müdahale etmiştir. Halkı hükümet aleyhine kışkırtmaya çalışan asilerle ilk ciddi çarpışmalar Zile’de yaşanmış, 150 kadar asi ölü ve yaralı olarak etkisiz hale getirilmiş, 30 kadarı da teslim alınmıştır. Yakalananlardan 50 kişi askeri mahkemede yargılanmış ve 22’si idam cezası almıştır.

Milli Aşireti Olayı 1920

1 Haziran-8 Eylül 1920 Özellikle İngiltere’nin ve Fransa’nın olumsuz propagandaları, para yardımı ve bir takım vaatler, Güneydoğu Anadolu bölgesindeki aşiretleri Türklerden ayırarak bağımsız bir Kürdistan Devleti kurma fikrine yöneltmiştir. Bu çerçevede Milli Aşiretinin ileri gelenlerinden Mahmut, İsmail, Halil, Bahur ve Abdurrahman Beyler Güneydeki düşmanlarla gizli temas ve bağlantı kurmuş ve harekete hazır hale gelmişlerdir. Fransızların Haziran ayı başlarında Urfa’yı ikinci kez ele geçirme girişimleri sırasında Milli Aşiretinin de Siverek yönünde harekete geçmesi TBMM Hükümeti için ciddi bir sorun halini almıştır.

Cemil Çeto Olayı 1920

20 Mayıs-7 Haziran 1920 Garzan’da Bahtiyar Aşireti Reisi Cemil Çeto, bazı aşiret reislerini kendi etrafında toplayarak bölgede hükümet kurma girişimlerine başlamıştır. Bu çerçevede Reşkotan aşiretini kendi yanına çekmek için tehditkar teklifler götürmüş, ancak Reşkotan aşireti başkanı tehditlere aldırmayarak hükümete sadakatini vurgulamıştır. Yine de harekete geçen Cemil Çeto, bir süre Garzan yöresine hakim olmuşsa da 13. Kolordunun aldığı önlemler üzerine hakimiyetini yitirmiştir. Adamlarının çoğunu kaybeden Cemil Çeto 7 Haziran 1920 de dört oğlu ile birlikte teslim olmuştur

Çopur Musa 1920

Çopur Musa ayaklanması, kısa sürede çevresine topladığı kendisi gibi asker kaçağı, kanun kaçağı, maceracı kişilerle çete oluşturarak kanunsuz işler yapmaya başlar. Hatta Anzavur adına asker topladığı da söylenir. Adamlarının çoğalması ve yaptıklarının karşılıksız kalmasıyla cesaret bulan Musa, 20 Nisan 1920 günü Denizli de Çivril Hükümet Konağı önüne gelerek, “ben Padişahın emrindeyim, Kuvay-i Milliye’yi dağıtacağım” der ve burada ayaklanmayı başlatır.

Kula Olayları 1920

27 Haziran 1920 de Kula Olayları çıktı. Bozguncular Türk askerini dağıttılar. Bunun üzerine 30 Haziran 1920'de Yunanlılar, Balıkesir ve Edremit bölgelerini işgal ettiler.

Konya Ayaklanması 1920

2 Ekim-22 Kasım 1920 bu ayaklanma da Kuvayı Milliyecileri asi ve kafir olarak gören, Anlaşma Devletlerine karşı milli bir direnişin mümkün olamayacağına inanan kişilerin önayak olduğu türdendir. Ayaklanma 2 Ekim - 22 Kasım 1920'de gerçekleşmiştir.

Demirci Mehmet Efe Ayaklanması 1920

1-20 Aralık 1920 çeşitli isyanların bastırılmasında emeği geçen Demirci Mehmet Efe 1885-1959 Birinci Dünya Savaşı esnasında 
askerlik görevini İzmir 5. Depo Alayı'nda demirci olarak yaparken Ermeni bir yüzbaşıdan yediği dayak üzerine firar etti. Kendisine yapılan onur kırıcı bir muameleden dolayı bulunduğu yerden kaçarak dağa çıkp eşkıyalık etmeğe başladı. Kısa zamanda topladığı yaklaşık 200 kişilik bir çeteyle İzmir Ödemiş civarında ün salmayı başarmıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlıların cazip vaatlerini reddederek milli kuvvetler safında yer almıştır. Daha sonra Türk Ordusuna katılmağı reddeden Demirci Mehmet Efe Albay Refet Bey komutasındaki süvari birliklerinin 11 Aralık'ta başlattıkları harekat sonunda adamları ele geçirilmiştir. Yaşı uygun olanlar düzenli ordu birliklerine alınmış, diğerleri terhis edilmiştir. Demirci Mehmet Efe ise 30 Aralık 1920 tarihinde TBMM Hükümeti'ne teslim olmuş, af edilerek Nazilli-Dualar köyüne yerleştirilmiş, yanına 50 kişilik bir muhafız kuvveti bırakılmıştır.

Pontus ayaklanması 1920

Samsun bölgesi Rumlarının Pontus devletini kurma amacıyla çıkarttığı ayaklanmalardır. Aralık 1920'de başlayan ayaklanmalar kesin zaferin kazanılmasından sonra 1923'te tam olarak bastırıldı. 

Çerkez Ethem Ayaklanması 1921

Vatan savunmasında kendi birliğiyle görev yapan Çerkez Ethem'in, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kurulmasından sonra düzenli ordunun içinde yer almak istememesi yüzünden başlattığı isyandır. Bunun farklı sebepleri bulunmaktadır. Bu isyan 1. İnönü Savaşı'nda bastırılmıştır. Kendi birliği olan Kuva-yi Seyyare ile başarılı hizmetleri olan Çerkez Ethem, bundan sonra Yunan ordusuna teslim olduğundan, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından vatan haini ilan edilmiştir.

Koçgiri İsyanı 1921

1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'ne karşı Koçgiri, Pezgavır, Maksudan, Aslanan, Kurmeşan, Parçikan, Cenbergan, İzol ve Giniyan aşiretlerinin içinde bulunduğu bir ayrılıkçı ayaklanmadır.Koçgiri aşireti reisi Alişan Bey, kardeşi Haydar Bey ve ile Gülağaoğullarından Mehmed İzzet, Naki, Hasan Askeri, Kazım ve Alişir in katıldıkları isyandır.

Nasturi Ayaklanması 1924

7 Ağustos-26 Eylül 1924 Güneydoğu Anadolu'da Süryanilerin bağımsızlık için Mardin Midyat ve civarında başlattığı isyan hareketidir

Şeyh Sait İsyanı 1925

13Şubat-Nisan 1925 Doğu Anadolu'da merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı bir ayaklanmadır. Şeyh Said'e bağlı kişilerin Diyarbakır'ın Eğil nahiyesine bağlı Piran Köyünde arama yapan bir jandarma müfrezesi ile çatışmaya girmeleri kısa sürede genişleyecek yaygın bir ayaklanmanın kıvılcımını oluşturdu. Genç vilayetinin merkez kazası Darahini'yi basarak 16 Şubat ta Türkiye Cumhuriyeti Vali sini ve öteki görevlileri esir alan Şeyh Said, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. Bu bildiride 'din uğruna savaşanların lideri' anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı. Şeyh Sait ayaklanması uzun süreli bir mücadele sonucu bastırılabilmiştir. Diyarbakır'daki Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said ve arkadaşları 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi 28 Haziran. Cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün infaz edildi.

Raçkotan ve Raman da Tedip Harekatı 1925

Siirt’in Beşiri bölgesinde Raman Aşireti, Garzan ve Rackotan Aşiretleri, Silvan ve Kulp'taki Bükran Aşiretleri'nin İngilizlerin de teşvikiyle Devlet'e karşı baş kaldırmalarıyla başlayan ayaklanma diğer ayrılıkçı ayaklanmalar gibi zorlukla bastırıldı. Bu ayaklanmayı bastırmak için isyancı aşiretlere karşı düşman aşiretler kullanılmıştır. Bu da tarihe tedip yani cezalandırma harekatı olarak geçmiştir.

1.Ağrı Ayaklanması 1926

16 Mayıs 1926'da Ağrı Dağı ve civarı ile İran topraklarının da dahil olduğu bir coğrafyada meydana gelen etnik ayaklanmadır. 16 Mayıs 1926'da Soğanlı, Kızılbaşoğlu, Sori, Cilkanlı, Bilhanlı ve Cinganlı aşiretleri, Ağrı'daki Brosonlu İbrahim ve adamları ile birleşerek ayaklandılar. İran'daki Yusuf Taso ile beraber 1.000 kadar atlının İran sınırını geçip Brosonlu'nun yardımına gelmesi üzerine ayaklanma büyüdü ve zorlukla bastırıldı.

Koçuşağı Ayaklanması 1926

7 Eylül 1926'da başlayıp 30 Kasım 1926 yılında son bulan isyan Ovacık, Hozat, Çemişgezek arasındaki bölgede vergi vermek istemeyen, askerlik ödevini yapmayan, çapulculuk yapan 450 kadar asinin çıkardığı bir isyandır. Şeyh Sait isyanından kaçan ve dağlara çıkan bu Koçuşağı aşiretine bağlı bu asiler, İngiliz ve Fransızların etkisi ile devlet için tehlikeli bir hal almaları üzerine bunlara yönelik bir harekata ihtiyaç duyulmuştur.

İkinci Ağrı Harekâtı 1927

İkinci Ağrı Harekâtı 13 Eylül 1927'de başlatılan harekatla Türk Ordusu İran sınırına kadar ilerlemiştir. Bu ayaklanma da etnik ayrımcılar tarafından sürdürülen ayrılıkçı bir ayaklanmaydı.

Mutki Ayaklanması 1927

Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra Mutki bölgesinde vergi, askerlik ve silah toplamak üzere Mutki bölgesine gönderilen kuvvetlerden bir tabura bölgede yaşayan aşiretlerin bir araya gelerek saldırması ile 1928 yılının ilkbaharında başlamış ayrılıkçı ayaklanmadır.

Asi Resul Ayaklanması Olayı 1929

Eruh ilçesi Jandarma Komutanı Teğmen sebep gösterilerek Lodi bucak merkezinin Tilmişar köyünden Jilyan Aşireti Reisi Resul'un aralarındaki anlaşmazlıktan kaynaklanmıştır. Çıkan anlaşmazlık sonrasında Jilyan aşireti ayaklanmıştır ve bu ayaklanma da ayrılıkçı ayaklanmalardan biri olarak tarihteki yerini almıştır.

3. Ağrı Ayaklanması 1930

İhsan Nuri ve Zilan Bey, Hesik aşiret reisi İbrahim Ağa'nın aşiretiyle birlikte İran sınırını aşarak başlattığı yeni bir ayaklanmadır. Ağrı'da çıkan 3. ayaklanma olması sebebiyle 3. Ağrı ayaklanması adını almıştır ve Ağrı'daki son ayaklanmadır. Bu ayaklanma da diğer ayrılıkçı ayaklanmalar gibi güçlükle bastırılmıştır.Ayaklanmanın bastırılmasından sonra Adana Ağırceza Mahkemesi'nde yapılan yargılamalarda 34 kişi idam cezasına çarptırıldı. 1938'de ise Karaköse olan ilin adı, Ağrı olarak değiştirildi.

Savur Tenkil Harekatı 1930

26 Mayıs-9 Haziran 1930 tarihinde Mardin'de çıkan ayrılıkçı ayaklanmayı bastırmak için düzenlenen ayrılıkçıları uzaklaştırma harekattır.

Zeylan İsyanı 1930

Ayrılıkçı isyanlardan biridir. Van ile Ağrı arasında gerçekleştirilen bu ayaklanma etnik bölücülük amacıyla Ermeni Hoybon ve Taşnak cemiyeti tarafından planlanarak 2 Haziran 1930 tarihinde başlatılmıştır. Bendimahi Suyu, Tendürek, Murat Başı, Bozdağ, Güngör Dağı ve Erçiş bölgesinin tamamının katıldığı bu isyan, bir tümen asker ile ancak 18 Eylül 1930 tarihinde bastırılmıştır.

Oramar Ayaklanması 1930

1930'da Yüksekova'ya bağlı bir köy Oramar'daki aşiretlerin devlet güçlerine saldırması olayı 'Oramar ayaklanması' olarak kayıtlara geçti. Genelkurmay da aynen bu isimle ayrılıkçı isyanlardan biri olarak kayıtlara geçiriyor

Menemen Ayaklanması 1930

23 Aralık 1930 günü gerçekleşen, Cumhuriyet tarihinin ikinci önemli irtica hadisesidir. İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın ve yardımına koşan bekçiler Hasan ve Şevki'nin şeriat isteyen bir grup tarafından öldürülmesiyle başlayan olaylar zinciri. Olayların ardından bölgede sıkıyönetim ilan edilmiş, kurulan Divanı Harp'te failler idam dahil çeşitli cezalara çarptırılmışlardır.

Dersim İsyanı 1937-38

Dersim İsyanı olarak bilinen olaylar, şu anki adıyla Tunceli ili'nde 1937 yılında Türkiye Cumhuriyeti ile Dersim aşiretleri arasındaki anlaşmazlıklar sonucu çıkan ayaklanmalarda yaşanan olayların genel adıdır. Aşiret lideri Seyit Riza başta Ermeniler olmak üzere Yurt içinde ki yatakçıları ile birlikte isyan başlatmışlardır. Bu olayların ardından Dersim olan yörenin adı Tunceli olarak değiştirilmiştir.
Dersim isyanı, bu bölgedeki en son ayaklanmadır. Ve ayaklanmanın Alevilerin haklarıyla ya da talepleriyle en küçük bir ilgisi yoktur. Bölgedeki derebeyleri, seyit olsun, aşiret reisi olsun, Aleviler uğruna tek kurşun atmamışlardır. Ve bu derebeyleri; kendilerine Alevi kesimi temsil ederek gelen iki önemli Alevi büyüğünü de reddetmişlerdir.

Dersim bölgesi ta Osmanlılar döneminde de yağma hareketleri ile öne çıkmıştır. Kurtuluş Savaşı başlatılırken, bu bölgede Koçkırı isyanı patlak verdi. Sivas’ın doğusundaki ve Dersim’in batısındaki Alevi aşiretlerin yer aldığı bu ayaklanmadaki amaç, bağımsız bir Kürt devleti kurmak tı. Bu gerçeği öğrenmek isteyenler, mutlaka Baytar Nuri diye bilinen Dersimli Veteriner Mehmet Nuri’nin yazdığı 'Kürdistan Tarihinde Dersim' isimli kitabı okumalıdırlar. Baytar Nuri aşırı bir Kürtçüdür ve Kürdistan Teali Cemiyeti üyesidir. Kitabında, Türklere etmediği hakaret kalmamıştır ve yazdıklarını ‘İntikam, intikam, intikam!’ çığlıkları ile bitirmektedir. Kendisine, Koçkırılı Alişer yardımcı olmaktadır. Bu ikili Seyit Rıza’yı da yönlendirmektedir.
Kaynak: https://turkiye-cumhuriyeti-donemi-isyanlari.nedir.org/

TUNCELİ İLE İLGİLİ BİR TV TARTIŞMASI;

Televizyon programındaki tartışmacı dört milletvekilleri; bir tarafta Sırrı Sakık ile Murat Bozlak.

Diğer ikisi ise Kamer Genç ile Mehmet Gül.

Sırrı Sakık, Kamer Genç’e saldırıya geçerek şöyle dedi;
"Siz Atatürk’ü savunarak soykırıma uğrayan Dersim'li Kürtlere ihanet ediyorsunuz."

Kamer Genç anında şu karşılığı verdi;
"O kullandığınız cümlede bir kaç tane büyük yalan var."

Sırrı Sakık: "Ne imiş o yalan?"

Kamer Genç:
"Birincisi Dersim bir ilin değil bölgenin adıdır ve benim ilim Cumhuriyetle beraber Tunceli olmuştur. İkinci husus Dersim’de olanlar soykırım değil, yeni kurulan bir devletin başkaldıranlara karşı önlem almasıdır. Bir başka yanlışınız ise Tunceli asla Kürt değildir. Biz Hazar kökenliyiz. Dilimiz de sizden farklı, yani ne Kırmancı ne de Zazaca konuşuyoruz."

Sırrı Sakık: "Ya Seyid Rıza’ya ne diyeceksin?"

Kamer Genç:
"O İngilizlerin oyununa gelmiş bir şahıstır. Tunceli'lilerin o dönem önderi, Atatürk’ün yoldaşı olan Diyap Ağadır. O yıllarda Şeyh Said ve Seyid Rıza’yı kullananlar şimdi PKK’yı kullanıyorlar."

Kamer Bey’in şu sözü de çok düşündürücüdür:
"Ben Atatürk ve Cumhuriyet sayesinde okuyup milletvekili oldum. Cumhuriyet olmasa bir kuldum. diyor. Saygıyla anıyoruz
22.01.2016






23 Aralık 2023 Cumartesi

MENEMEN OLAYI

“Arkadaşlar, aslında imha edilmek istenen Kubilay değildir, bu Kubilay timsalidir. Caniler, şuurla hareket etmişler; yeniyi, hürriyeti, medeniyeti, gençliği ve Cumhuriyeti imha etmek istemişlerdir.” Muhiddin Adil Bey, 31 Aralık 1930

23 Aralık 1930, Salı. Sabahın erken saatlerinde Giritli Derviş Mehmet ve 5 arkadaşları Şamlı Mehmet, Sütçü Mehmet Emin, Nalıncı Hasan ve Küçük Hasan Manisa'dan Menemen'e geldiler. İçtikleri esrarlı sigaralar ellerinde, dumanlı kafalarla sabah namazında çarşıdaki Müftü (Gazez) Camisi’ne daldılar. Başı sarıklı Derviş Mehmet, “Ben mehdiyim! Dinimizi korumak için buraya geldim! Beni dinleyin!” diye konuşmaya başladı. Şeriat bayrağının altında toplanmayanları kılıçtan geçireceğini söyledi. Sonra tekbirlerle camiden çıktılar. Toplanan kalabalığın arasında gayri müslimler de vardı.

Menemen halkını şeriat sancağı altında toplanmaya çağırdılar. Camiden aldıkları yeşil sancağı Menemen meydanına diktiler. Biriken kalabalığın bakışları arasında zikre başladılar. Derviş Mehmet, olay yerine gelen Yüzbaşı Fahri Bey’e, “Ben mehdiyim! Şeriatı ilan ediyorum! İzmir Bergama yolu silahlı adamlarım tarafından tutulmuştur!” diye meydan okudu.

Bunun üzerine 43. Alay Komutanı Yarbay Nihat Bey, İzmir'in Menemen ilçesinde, askerlik görevini yedek subay olarak yapmakta olan Öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın olaya müdahale etmesini istedi. Kubilay, silahlarında eğitim fişekleri bulunan bir takımla olay yerine geldi. Takımı meydanın köşesinde bırakıp tek başına gözü dönmüş yobazlara doğru gitti. Tekbir getirenlerden Derviş Mehmet’e yaklaştı ve; “Ne yapıyorsunuz? Siz kimsiniz? Hükümete isyan mı ediyorsunuz? Haydi dağılın!” diye bağırdı. Bu sırada başlayan itiş kakış esnasında ateş ettiler ve Kubilay vurulup yere düştü.

Yaralı Kubilay sürünerek birkaç adım ötedeki camiye sığınmak istedi. Cami avlusuna kadar geldi. Çok geçmeden Derviş Mehmet, can çekişen Kubilay’ın başına dikildi. Arkadaşından aldığı, bağ bahçe işlerinde kullanılan, kıvrık kör bir bıçakla Kubilay’ın boğazını kesip kafasını vücudundan ayırdı. Elindeki kesik başı birkaç kere oradaki taşa vurdu. Rivayete göre Kubilay’ın akan kanını içti.

Sonra yeşil sancağa taktığı kesik başı meydana getirip oradaki bir elektrik direğine bağladı. Bu sırada Şevki ve Hasan adlarında ki iki bekçi, eli kanlı yobazlara ateş açtı. Ancak her ikisini de orada şehit ettiler.

Daha sonra Yüzbaşı Ragıp Bey ve Yüzbaşı Bahri Bey iki ayrı kuvvetle olay yerine geldi. Derviş Mehmet, “Mehdi ölmez! Bana kurşun işlemez!” diye bağırıyordu. Yarım saat kadar süren çatışma sonunda Derviş Mehmet ile beş arkadaşından ikisi öldü. Biri yaralı ele geçirildi. İkisi yaralı olarak kaçtılar, ancak kısa süre sonra onlar da yakalandı.

Menemen iddianamesinde, Menemen Olayı ‘tarikat ağacının zehirli meyvesi’ olarak adlandırıldı.

Bu olayla ilgili 606 kişi tutuklandı. İstanbul’da Nakşi Şeyhi Erbilli Şeyh Esat Efendi de tutuklananlar arasındaydı. Mustafa Muğlalı Paşa başkanlığındaki Divan-ı Harbi Örfi, Menemen sanıklarını iki grup olarak yargıladı. İstanbul’da yaşayan Şeyh Esat Efendi ve Laz İsmail Hoca ile Derviş Mehmet'in ilişki kurdukları tespit edilmiş ancak tam deliller olmadığından onlar daha sonra serbest kalmışlar.

Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra Şeyh Esat Efendi, müritleri köşkünde ağırlamış ve hatta onlarla mektuplaşmıştır. Mahkemede bazı sanıklar deli numarası yapmış, yargılamalar sırasında ‘kadın istismarlığı ve esrarkeşliğe’ varana kadar, tarikat, cemaat bataklığı, olanca çirkefliğiyle su yüzüne çıkmıştır. 

Duruşmalar neticesinde Menemen Olayı’nın Naşibendi tarikatı tarafından planlanan bir irtica olayı olduğu görüldü. Mürteciler, Menemenlilerin kendilerine yardım edeceğini düşünmüştü ancak umdukları gibi olmadı. Menemenliler gerici yobazlara yardım etmediği görüldü.

Yargılanan 105 sanıktan 37’sine idam verildi. TBMM, 37 idam kararından 28’ini onayladı. 105 sanıktan 27’si beraat etti. Geride kalanlara ise 24 ile 1 yıl arasında hapis cezaları verildi.

Burada Menemen Olayından sonra dikilen anıttan da bahsetmek lazım; 

Şehit Kubilay Anıtı: Heykeltıraş Ratip Aşir Acudoğu tarafından 1932 yılında, Kubilay Kışlası 57. Topçu Tugay Komutan Yardımcılığı içerisindeki, etrafı çam ağaçlarıyla çevrili en yüksek rakımlı tepenin üzerinde yapıldı. Elinde mızrağıyla ufka doğru bakan genç heykeli Türk gençliğini temsil eder. Onun altında ise Atatürk'ün Gençliğe Hitabesinin bir bölümü yer alır. Arka alanda yan yana yükselmekte olan üç sütundan soldaki Bekçi Şevki, ortadaki Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ve sağdaki ise Bekçi Hasan'ı temsil eder. Anıtın arka tarafında ise “İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz.” yazılıdır. Güvenlik açısından mezarının yeri saklı tutulmaktadır.

Şimdi Menemen Olayını tattık. Cumhuriyeti kuranlar, daha önce de Şeyh Sait İsyanında o zehirli meyveyi tatmıştı. Bu nedenle tarikat ağacını kurutmak için Tekke, Zaviye ve Türbeleri kapattılar. Ancak gelin görün ki şimdi yine canlandılar. Atatürk’ten sonra yeni filizler verdi, aynı kepazelikler tüm hızıyla devam ediyor. Saygılar.




19 Aralık 2023 Salı

LAGARİ HASAN ÇELEBİ

Osmanlı’da gerçek olduğunu düşündüğümüz yaygın bir efsane olan Hezarfen Ahmet Çelebi’nin uçuşunun gerçek olmadığını geçtiğimiz haftalarda anlatmıştım. Kanıtları ve gerekçeleriyle anlattığım bu içeriğin sonunda Lagari Hasan Çelebi adında bir şahsın ismini geçirmiştim. Şimdi ise merak edenler için, Lagari Hasan Çelebi kimdir? Gerçekten uçtu mu? İşte tüm detaylarıyla sizlerle.

Lagari Hasan Çelebi’nin şahsi hayatı hakkında elimizde fazla bir kaynak bulunmamaktadır lakin bu onun gerçekliğini çürütmez. Onun nerede doğduğu ve zamanı kesin olarak bilinmese de ufak bir tahminde bulunmak mümkündür ki yaşı konusuna daha sonra değineceğiz.

İstanbul’da, Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin on yedinci hakanı olan IV. Murat Han’ın kızı Kaya Sultan dünyaya gelmişti. Kızının doğumuna pek sevinen Han, bu sevinçli haber üzerine Payitaht’ta bir eğlence kutlama düzenlemişti.

Kutlamaların sürdüğü bu günlerde, Lagari Hasan Çelebi çok enteresan bir planı kafasında kurmuştu. Kendisini göğe yükseltecek bir aracın maketini kafasına oturttuktan sonra, bu icadın yapımına geçmişti. İçine yerleşeceği düzeneğin etrafına birkaç roket benzeri minik yapılar yerleştirmiş ve bunları düzenekle birleştirmişti. Ardından roketlerin hepsine kaynağa göre 50 Okka’yı pay etmişti. (Bir Okka, günümüz ölçüsü ile 1282 gram eder) Günümüz ölçüsüyle 64-65 kiloya eşit olan bu ağırlık, Lagari Hasan Çelebi gibi ince, zayıf birisini kolaylıkla taşıyabilecek durumdaydı. Hasan Çelebi, aklındaki uçma fikrini ve kendi emeğiyle yapmış olduğu icadı sultan’a kadar duyurmayı başarmıştı.

Sarayburnu’nda eğlenceler sırasında, Hasan Çelebi hünkarın tahtına yaklaşıp, padişahın elini öpmüş ve şu cümleleri söylemişti: “Hünkarım, seni Hüda’ya ısmarladım. İsa Babamızla konuşmaya gidiyorum.” Ardından o dönemdeki imkanlarla yaptığı roketine binmiş ve hazır olunca yardımcılarına fitili ateşlemelerini emretmişti. Fitil ateşlendiği gibi mükemmel bir duman etrafa yayılmış ve Lagari Hasan Çelebi roketiyle birlikte göğe doğru fırlamıştı. Çok kısa bir süre sonra roket düşmeye başlamış, Hasan Çelebi ise tedbir amaçlı yanına almış olduğu paraşüt benzeri aletiyle roketten atlamış ve denize yavaşça inmişti. Ardından derhal karaya çıkmıştı.

Sırıl sıklam bir şekilde tekrar Sultanın yanına varmış olan Hasan Çelebi, hünkarın elini ikinci kez öpmüş ve Sultan Murat’ın alaycı bir merakla sorduğu soruya cevap vermişti. “Ee Hasan Çelebi, İsa Babamızdan ne haber getirdin?” Sultanın alaycı sorusundan hayli keyiflenmiş olan Hasan Çelebi cevaben; “Size selamımı iletmemi söyledi Devletlüm.” diyerek mizacı sert olan padişahı güldürmeyi başarmıştı.

Ardından yaşanan gelişmelerin bir kısmı güzel gitse de sonu hiç iyi olmamıştı. IV. Murat Han, Hasan Çelebi’yi takdir ettiğini göstermek amacıyla ona bir kese altın vermiş ardından onun sipahi olarak yanında çalışmasını sağlamıştı. Fakat Osmanlı’nın çoğunluğunu kapsayan yobaz kesim ve gerici devlet adamları tarafından ayıplanmış ve Tanrı’ya şirk koşmakla suçlanmış olan Hasan Çelebi, hünkarın emriyle Kırım topraklarına sürgüne gönderilmişti.

Selamet Giray’ın hizmetinde bir süre çalışmış olan Çelebi, Kırım’da vefat etmişti. Böylesine büyük bir mucidin Avrupa’da göreceği değerin haddi hesabı olmazken kendisi maalesef Orta Doğu ve Osmanlı’nın en gerileme döneminde parlamış ve hemen sönmüştü.

Modern dünyadaki roket çalışmalarının, Hasan Çelebi’nin çalışmalarının incelenerek yapıldığı pek çok kişi tarafından bilinmemektedir. Hatta Hasan Çelebi’nin varlığından birçok insan haberdar bile değildir.  

Peygamber Efendimiz "Ey Müslümanlar, ilim Çin de olsa bile gidip öğreniniz!" demiştir. Müslümanlık gericilik yobazlık dini olmamalı. Kültürlü, ilim sahibi Müslüman olmak herkesin hayalı olmalı. Din adamları Müslümanların ileri gitmelerini engellememeli. ALINTI 


16 Aralık 2023 Cumartesi

MOUSTPHA KEMAL

Naciye Günçavdı· 13 Aralık, 09:30 Facebookta anlatıyor;

Kanada'nın Ontario eyaleti, İngiliz bölgesidir. Benim de hayatımın önemli bir kısmı ve çocukluğum burada geçti.

Burada doğdum ve bu kültürün eğitim sisteminde temel eğitimi aldım.

Bir öğretmenimiz vardı, şimdi ismini hatırlamıyorum. Orta boylu, turuncu kafa, yuvarlak gözlüklü sevimli bir tipti. Bildiğin İngiliz kızılı.

Badi badi yürüyen, koltuğunun altında hep bir kitaplar olan, arada onları düşüren bu adamı hepimiz severdik.

Tuhaf da konuşurdu ama her şeyi bilirdi bak. Ne sorsak; 'şak' diye cevap verirdi.

Birleşik Krallığa bağlı ülkelerin eğitim sisteminde, Çanakkale ve Türkiye konuları biraz hızlı geçilir. Çünkü bu savaşlarda mağlup olmuşlardı, pek anlatmazlar.

Aylarca Paupa Yeni Gine'yi ne biçim fethettiklerinden bahseder de, bundan pek söz etmemeye çalışırlar.

Ama gerçekler, acıtsa da gerçektir...

Bir gün, konu dönüp dolaşıp birinci dünya savaşında gelmişti.

Bizim turuncu kafa, öyle örtbas edebilecek bir adam değil, yekten anlattı.

"Savaşı kazanırken kaybettik." dedi.

Devam etti.

"Biz aslında birinci dünya savaşında bu Osmanlı ve Almanya'yı feci şekilde yendik. (Biz dediği, Birleşik Krallık ve oyun arkadaşları)

Fakat nasıl olduysa; Türkler, bu işten daha karlı çıktı.

Bir devlet kurdular, yok olmaya yüz tutan kültürel değerlerini geri getirip, batının çok ilerisinde bir cumhuriyet ilan ettiler" Dedi.

O dedikçe, ben sıramda devleşiyor, triplere giriyordum.

Devam etti ve tahtaya;

"Moustpha Kemal Ataturk"

Yazdı.

"Bakın millet"

dedi ve doğru cümleyi kurabilmek için elindeki tebeşiri çevirerek biraz düşündü kafasını kaldırdı;

"Bu ismi iyi tanıyın. Hatta kafanıza yazın ve hiç unutmayın. Dünya tarihinde, bu adamın vizyonuna sahip başka birisine ben hiç rastlamadım.

Çok iyi bir asker, çok iyi bir öğretmen, çok iyi bir yönetici, çok iyi bir matematikçi, çok iyi bir tarihçi, çok iyi bir diyebileceğiniz bir sürü şeyi, kendinde barındıran başka bir insan yok.

Tanıyın ve unutmayın." dedi.

Çocuğum, en çok 12 falan sanırım. Başladım ağlamaya.

Yanıma geldi;

"Senin yerinde olsam böyle hissederdim" dedi, başımı okşadı ve yerine gitti.

İngiliz Hoca böyle dedi..”

                   Gülerden Altıntaş Sayın Dr. Mehmet Okan Özdemir

11 Aralık 2023 Pazartesi

TECRÜBE

Yıllar önce öğretmenlik yaparken bir toplantıda 'TECRÜBE' nedir? diye bir soru sordular. Herkes kendine göre çeşitli tarifler ettik. İçlerinden bir tanesini beğenildi ve birinci kabul edildi. İşte o tarif; "Hayatta her konuda deneyimlerle elde edilen bilgilerdir." 

50'li yaşlarda bir adamın doğum gününde yazdığı 21 maddelik hayat dersleri tecrübe olabilir mi? Bence olması gerek!

-Her gün ne kadar aptal olduğumu daha iyi anlıyorum. Aptal olmak normaldir. Ama ben 18 yaşındayken kendimi bir dâhi sanıyordum. Şimdi ise tam bir ahmak olduğumu fark ediyorum.

-Deneyim, her türlü maddiyattan daha değerlidir.

-Hayatınızda yapacağınız en önemli kariyer seçimi, eş seçiminizdir. Bir insanın hayatını eşleri şekillendirir.

-Parayla ilgili üç yetenek vardır; kazanmak, elde tutmak ve büyütmek. Bunların üçü de birbirinden çok farklı yeteneklerdir.

-Çocuk sahibi olmak korkunç ve muhteşem bir şeydir. 

-İnsanın hayatında sekiz saatlik bir uyku çok önemlidir.

-Yiyip içtiklerinize dikkat edin ve her geçen yıl porsiyonlarınızı biraz daha küçültün. Yaş ilerledikçe ne kadar spor yaparsanız yapın bir faydası olmuyor.

-İnsanların sizin hakkınızda ne düşündüğünü önemsememek için çaba sarf edin. Bu, benim için hâlâ çok zor ama öğreniyorum.

-İletişim kurduğunuz herkesi sanki kendi çocuğunuzmuş ve yarın ölecekmiş gibi hayal edin. Böylece dinlemeyi ve nazik olmayı öğrenirsiniz.

-Öfke aslında gerçek bir his değildir. Onu yaratan korkudur. Öfkelenmeden önce sizi korkutan şeyin ne olduğunu düşünün.

-Her beş senede bir hayatınızda radikal değişiklikler yapın. Aksi halde hayat oldukça sıkıcı olabilir.

-Her gün yaratıcılığınıza belirli bir zaman ayırın. Yaratıcılık bir kas gibidir ve onu geliştirmeniz gerekir. İlham ise içi boş bir hurafeden ibarettir.

-Minnettarlık ve şikayet etmek, suçlamak gibi durumlar bir insanda aynı anda bulunamaz. Hangisini yansıtmak istediğinizi seçin.

-Okumak, bir hayata sığdıramayacağınız kadar deneyimi öğrenmenizi mümkün kılar. Bol bol okuyunuz.

-Hayatta en çok yapmak istediğiniz 25 şeyi listeleyin ve sizin için en önemli olan 5 tanesini bunlardan ayırın. Daha sonra kalan 20’yi çöpe atın ve unutun;  çünkü onlar sizde yalnızca kafa karışıklığı yaratır.

-Başarının yüzde doksan dokuzu çalışmak, yüzde biri ise yetenektir. Yetenek ateşleyici güç ise, çalışmak benzindir.

-Sık sık komedi izleyin; hatta imkânınız varsa her gün izleyin. Çünkü gülmenin hastalıkları iyileştiren bir gücü vardır.

-Isaac Newton merkez kaç ve kütle çekimi kalkülüsü icat etti; fakat aynı zamanda simyaya da inanıyordu. Pek çok aptalca şey yapmadan zeki ve başarılı olmanız mümkün değildir.

Hayatı akışına bırakmayı bilin. Tüm problemlerinizi bugün çözmeye çalışmayın.

-Ne kadar az şeye sahip olursanız, o kadar az şey size sahip olur.

-Sizden nefret ettiğini bildiğiniz insanlarla karşılaştığınızda onlara bakın, ellerini sıkın ve içten bir tebessümle karşılık verin.

-Kabalık etmek insana hiçbir zaman hiçbir şey kazandırmaz. Karşınızdakileri anlamaya çalışın ve istedikleri her ne olursa olsun bunu başarabileceklerini söyleyin.

Hayırlı, huzurlu mutlu günler dilerim.

1 Aralık 2023 Cuma

ÇOK YARARLI TIBBI BİLGİLER

Her insan hayatı için gereken tıbbi sayılar:

1. Tansiyon : 120/80

2. Nabız : 70 - 100

3. Sıcaklık (Ateş): 36.8 - 37

4. Nefes alma : 12-16

5. Hemoglobin : erkek (13.50-18) Kadın (11.50 - 16)

6. Kolesterol : 130 - 200

7. Potasyum : 3.50 - 5

8. Sodyum : 135 - 145

9. Trigliserid : 220

10. Vücuttaki kan miktarı:

Pcv % 30-40

11. Şeker : Çocuklar için (70-130) Yetişkinler : 70 - 115

12. Ütü: 8-15 mg

13. Beyaz kan : 4000 - 11000

14. Pattika : 150.000 - 400.000

15. Alyuvarlar: 4.50 - 6 milyon..

16. Kalsiyum: 8.6 - 10.3 mg/dL

17. D3 vitamini: 20 - 50 ng/ml (ml başına nanogram)

18. B12 vitamini: 200 - 900 pg/ml

Bu değerleri aşanlara tavsiyeler: (40, 50 ve 60 yaş için)

*ilk ipucu:

Susamasanız da, istemeseniz de her zaman su için.. En büyük sağlık sorunlarının çoğu vücutta susuzluktan kaynaklanır. Günde minimum 2 litre 24 saatte

*ikinci ipucu:

Vücut hareket etmelidir, ister yürüyerek, ister yüzerek ya da herhangi bir spor yaparak. Yürümek başlangıç için iyidir..

*üçüncü ipucu:

Yemeği yere bırakın..

Aşırı yemek isteğini dizginleyin. Açlığı abartmayın ama miktarı azaltın. Daha fazla protein, karbonhidrat bazlı yiyecekler kullanın.

*dördüncü ipucu:

Gerekmedikçe araba kullanmayın.. Yürüyün. Asansörü ya da yürüyen merdiveni kullanmaktansa normal merdivenleri tırmanın

*beşinci ipucu:

Öfkenizi bırakın..

Endişeleri bırakın. Bazı şeyleri görmezden gelmeye çalışın...

Problemli insanlara bulaşmayın... Pozitif insanlarla konuşun ve dinleyin.

*altıncı ipucu:

Kendinizi ve etrafınızdakileri sınırlamayın..

*yedinci ipucu:

Başaramadığınız hiç kimse için ya da bir şey için üzülmeyin

Sahip olamayacağınız şeylere üzülmeyin,

Görmezden gelin, unutun gitsin;

*sekizinci ipucu:

Tevazu içinde olun. Tevazu insanları sevgiyle size yaklaştırır.

Yetişkinler için sağlık ipuçları:

Ne kadar meşgul olursanız olun, sağlıklı kalmak için bunları izleyin:

Çayda daha az süt için. Bunun yerine limon veya limon suyu ekleyin.

Gündüzleri çok su için; ama geceleri az için.

Gün içinde 2 fincan kahveden fazla içmeyin.

Daha az yağlı yiyecekler yiyin .

Uyumak için en iyi zaman 22:00'den sabah 6:00'ya kadardır.

5 veya 6'dan sonra biraz yiyin.

Sıcak suyla ilaç almayın.

Yaş ilerledikçe soğuk su içmeyi bırakın, sadece oda sıcaklığında su için

Günde en az 8 saat uyumaya çalışın.

Stres atmak, genç kalmak ve kolay yaşlanmamak için öğleden sonra 3'e kadar bir buçuk saat uyuyun

Telefonunuzun pili sadece bir çubuk kaldığında artık arama yapmayın çünkü tehlikeli radyasyon ve dalgalar tam dolu bir pilden kat daha fazladır

Çağrılara cevap vermek için sol kulağınızı kullanın, sağ kulak doğrudan beyninize zarar verir. Aramalara cevap vermek için kulaklık kullansanız iyi olur.

Mümkün olduğunca kontrol etmeniz gereken iki şey:

(1) tansiyonunuz

(2) kan şekeriniz

Diyetinizi azaltmanız gereken en az beş şey:

(1) Tuz

(2) Şeker

(3) özel olarak kızartılmış kırmızı et

(4) İşlenmiş et ürünleri

(5) süt ürünleri

Diyetinizde artırmanız gereken dört şey:

(1) Yeşillikler / Sebzeler

(2) Fasulye

(3) meyveler

(4) çeşit tohum

Unutmanız gereken üç şey:

(1) yaşınız

(2) geçmişiniz

(3) Endişeleriniz / kederleriniz

Ne kadar zayıf ya da güçlü olursanız olun, sahip olmanız gereken dört şey:

(1) gerçekten seven arkadaşlar

(2) ilgilenen aile

(3) olumlu düşünceler

(4) sıcak ev

Sağlıklı kalmak için yapmanız gereken beş şey:

(1) Şarkı söylemek

(2) Danslar

(3) gülümsemek / kahkaha

(4) trek / egzersiz

(5) Kilo vermek

Yapmamanız gereken beş şey:

(1) Yemek için aç kalana kadar beklemeyin

(2) İçmek için susayana kadar beklemeyin

(3) Uyumak için uyuyana kadar beklemeyin

(4) Dinlenmek için yorgun hissedene kadar beklemeyin

(5) Sağlık kontrole gitmek için hastalanana kadar beklemeyin, yoksa hayatınıza pişman olursunuz.

Bu sağlık ipuçlarını okuduktan sonra yapmanız gereken bir şey:

(1) Bunu sevdiklerinize ve dostlarınıza iletin.

Normal işinizi yürütürken, ne kadar formda olduğunuzu görmek için her zaman vücudumuzu kontrol etmeyi unutmayın. Sağlık zenginliktir

Yüksek tansiyon

120/80 -- sıradan

130/85 -- sıradan ( yönetim

140/90 -- üst

150/95 -- V. Yüksek

Kalp Ritmi

Dakikada 72 (ideal)

60 --- 80 arasında. ( Normal )

40’dan az – 180’den çok (Sıra dışı)

Sıcaklık

98.4 F (36,9 C)- Normal

99.0 F (37,2 C)- Ateş

Kalp krizleri ---

Sıcak su içmek gerek. Soğuk su içmeyi sevenler, bu yazı sizin için geçerli.

Çinliler ve Japonlar yemekleriyle soğuk su değil sıcak çay içiyorlar. Belki de yemek yerken onların içme alışkanlığına alışmanın zamanı gelmiştir. Yemekte soğuk içecek/su içmek çok zararlıdır. Çünkü tükettiğiniz yağ maddesi serin su ile kalınlaşır. Bu, yiyeceğin yapışmasını yavaşlatır. Bu 'çamur' asidi katı yiyeceklerden daha hızlı bir hareketle parçalanır ve emilir. Yağlanır ve kansere neden olur. Yedikten sonra sıcak çorba veya sıcak su içmek daha iyidir.

Patates kızartması ve burgerler kalp sağlığının en büyük düşmanıdır. Kola bu şeytana daha fazla güç verir.

Kalbiniz ve sağlığınız için bunlardan uzak durun.

Gece kan pıhtılaşmasını, kalp krizini veya felç riskini önlemek için uyumaya hazırlanırken bir bardak ılık su için. Alıntı.

23 Kasım 2023 Perşembe

DOĞU KARADENİZ SÖZLERİ

1Baktun olmayı, bakmayacasun.

2- Lafun tutarsa haçimsun, tutmazsa sen çimsun?

3- Eğer Karadeniz kızına kafa tutayisan, ya çok yağlu yidun dilun kayayi, ya da mermidan hızlı koşayisun.

4- Geliysan gel, gelmiysan haydee.

5- Sevduğuni alamadiysan, alduğuni seveceksun.

6- Yol cidenundur peşinden ağlayamam, yüreğum ağır deyil, öküzi, bağlayamam.

7- Yarumden ayri düştum gözlerim nemlu, içki haramdur deyi çay içtum demli.

8- İçune atarsun ama, içunden atamazsun.

9- Anasinun sütiyla adam olmayana, siğir eti ne etsun.

10- Bakmayun siz hamsinun ufak olduğune, sülalesi kalabaluktur.

11- Oksijen değilsun hoş, sensuzde yaşarum da !

12- Habu yalan dünyada eleceksun elenle, sevdaluk eyi şeydur edeceksun bilenle.

13- Adami yapan da karidur, yikanda karidur.

14- Araba gazsiz, müzik sessiz, ortam ‘laz'siz olmaz.

15- Susayısan sus, susmayısan afgur.

16- Adamdan adam çıkartur da, ekmeğini çıkartamaz.

17- Ağır basınca, yenglik kalkar.

18- Siçan deliğe sığmayınca, kargaları peşine takar.

19- Karganın boku ilaç olmuş, gitmiş denizin karşı tarafında pislemiş.

20- Öküz; ahırın içinde öküz, dışında da öküzdür!

21- Elden gelen oyun olmaz, o da vaktinde bulunmaz.

22- Aklun kesmezse, başkasına bakacaksun.

23- Yılan eğri buğri gider, deliğine düz girer.


17 Kasım 2023 Cuma

TURFANDA


KARIZ SU KANALLARI

Bugün kullandığımız Turfanda kelimesi dilimize, şimdi Çin hudutları içinde Doğu Türkistan da bulunan TURFAN şehrinden gelir. Burada bulunan Karız Su Kanalları, Uygur Türkleri tarafından Milattan önce tarım için yapılmış, Mühendislik Harikası, Orta Asya’nın ve dünyanın en eski yeraltı su şebeke sistemidir.

Dünya uygarlık tarihinin en önemli yapılarından biri olarak kabul edilen Karız su kanalları, 2500 yıl kadar önce yapılmış muazzam eserdir. Çin’in 3 büyük mimari harikası arasında yer almaktadır ve Çin Hükümeti tarafından müze haline getirilmiş hala daha kanal olarak kullanılmaktadır.

Karız Su Kanalları, Tanrı Dağları’nda eriyen karlar ve yer altı kaynaklarından toplanan suyu, buharlaşmaması için çölün altından geçirerek 60 km uzakta Turfan şehrinde ki yerleşim yerlerine götürmektedir. Tanrı Dağları ve Turfan Bölgesi arasındaki kısım, aşırı sıcak olan çöllerden oluşur. Suyun buharlaşmasını önlemek için bu kanallar yerin altına örümcek ağı gibi örülmüştür. Karız Su Kanalları Çin Hükümeti tarafından, Çin Seddi ve Büyük Kanal ile birlikte Antik Çin’in üç büyük mimari harikası olarak kabul edilmektedir 

Çin Seddi’nden sonra ikinci sırada gelen ve dünyanın ikinci uygarlık harikası olarak kabul edilen Karız su kanalların toplam uzunluğu 5000 km den daha fazladır. Derinliği ilk 110 metre ve belli aralıklarla binden fazla 90, 80, 70, 60, en son Turfan'da10 metrenin altına inen kuyular bulunur ve bu kuyular aynı zamanda su miktarını ayarlayan su deposu görevi de yaparlar. Y
apımı sırasında işçilerin ancak oturarak çalışabileceği tahmin edilmektedir. Tarım alanlarına günde 858 metreküp su taşımakta ve yağmurun çok az olduğu, ovalık bir bölge olan Turfan Bölgesi’ne hayat kaynağı olmaktadır.

Yapılan bu kanalların tamamı yerçekimi kuvveti ile çalışır ve milattan önce 200 yıllarında Uygur Türkleri tarafından çok ince hesaplamalar yapılarak tasarlanmıştır. Kanalların eğim açısı, suyun akışının sağlanması, doğru yoldan gitmesinin sağlanması ve yukarı seviyeye çıkarılması için ileri düzey matematik, fizik ve mühendislik bilgileri kullanılmıştır.

Kanallar yapılırken kullanılan teknikler, Uygur Türklerinin iyi organize olunmuş, ileri derecede bilgiye sahip bir uygarlık olduklarını göstermektedir. Pompa gereksinimi olmadan suyun yüzeye çıkarılması sağlanmış ve su en verimli şekilde kullanılmıştır.

Bilim insanları tarafından yapılan birçok araştırma ve bulgular da ilk tarım toplumlarının Orta Asya’da kurulduğu görülmüştür.

Günümüzde müze haline çevrilen bu kanallar sorunsuz bir şekilde çalışmaya, su taşımaya ve Turfan bölgesi için hayat kaynağı olmağa hala daha devam etmektedir.

Bu eserde; göçebe, barbar olduklarından bahsedilen Türk Milletinin aslında medeniyeti yaratan insanlar olduğu ve Milattan önce de yüksek uygarlık sergiledikleri ortaya çıkıyor. Zaten araştırma ve bulgularla ilk tarım toplumlarının dolayısıyla köylerin, kentlerin ve şehirlerin Orta Asya’da kurulduğu bilim çevrelerince ispatlanmıştır.

Türklere göçebe, barbar diyenler bu esere ne diyecekler? Türkler bu ana yurtlarından nasıl çıkarılmışlar? Ya buna ne diyecekler? İşte ta o zamanlar da yani milattan önce bile, Türkler yüksek uygarlık sergiledikleri halde, bugün olduğu gibi o zaman da Türkleri bölmüşler ve yok etmişler, yok edemediklerini de yerlerinden yurtlarından sürmüşlerdir. Şimdi de Türkler ile ataları arasında ki bağları koparıp aynı oyunları devam ettirmeğe çalışıyorlar. Saygılarımla...

Not: 
Karız, Kehriz, Keriz: Sebil, herkesin kullanımına açık çeşme. Dilimizde kullanılan 'keriz' anlamı buradan gelir.

Turfanda; Mevsiminden önce yetiştirilen sebze ve meyvelere verilen addır. Dilimize Turfan Şehrinden gelir.


13 Kasım 2023 Pazartesi

TİRELİ ÇALIK HÜSEYİN

İzmir, Tire’nin Kireli köyünden Çalık Hüseyin, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Vatanı kurtarmak için Çanakkale Cephesine sevk edilir. Bir çok kahramanlıklardan sonra bu yiğit kişi, Fransızlara esir düşer ve kendisi gibi esir düşen diğer Türk askerleri ile birlikte Marsilya’daki esir kampına götürülür. Artık Türkiye ile irtibatı kesilen Çalık Hüseyin şehit düştüğü zannedilir ve nüfus kayıtlarına öyle işlenir.

Halbuki Çalık Hüseyin şehit olmamış, esir düşmüştür. Uzun süre Marsilya Esir Kamplarında çeşitli işkenceler görür ve sonra soylu Fransızlar tarafından köle olarak kullanılır. Yedi yıl gibi uzun bir süre büyük zorluklar içinde yaşar.

Nihayet bir Fransızın evine bahçıvan olarak verilir. Evli ancak kocasından ayrı yaşayan evin hanımı Bernadette ile aralarında bir yakınlık olur ve bu yakınlık zamanla iyi bir ilişkiye dönüşür. Bu ilişkinin neticesinde bir erkek çocukları olur. Bu Fransız bayan, Çalık Hüseyin’le evli olmadığı için çocuğunu ayrıldığı eşinin nüfusuna Fransız ismi ile kaydeder. Ancak çocuğa ikinci isim olarak Hüseyin koyar. Zaman sonra Çalık Hüseyin Türkiye'ye gelmek arzusuyla bu kadından ayrılır. Ancak Çalık Hüseyin'i Fransız Hükümeti ülkelerinden ayırmaz, ayrılmasını sakıncalı bulur. Fransa da bir başına meydanda kalan Çalık Hüseyin seyyar satıcılık, demir yollarında ve tarlalarda işçilik gibi işler yaparak yaşamını bir müddet daha sürdürür.

Bir süre sonra tanıştığı Rachel Marcot adlı bir Fransız kadınla evlenir ve oturma izni alır. 1953 yılında, 28 yaşında ki eşiyle birlikte İzmir, Tire de ki Tireli Köyüne geri döner.

Döndüğünde ise bir sürpriz ile karşılaşır. Askerlik kayıtlarında "şehit", nüfus kayıtlarında ise "ölü" olarak işlendiği ortaya çıkar. O dönemin gazeteleri “Dirilen Şehit” ve “Şehit, Kontesle Döndü" manşetleriyle olayı magazinleştirir. Hatta Ayda bir dergisi, 17 Kasım 1953’de yayınlanan haberde, olayı okuyucularına “Dirilen Şehit, Kırk Sene Sonra Yirmi Sekiz Yaşında Bir Fransız Dilberiyle Köyüne Döndü” başlığı ile duyurur. Çalık Hüseyin Kireli köyünde eşiyle birkaç ay kaldıktan sonra Fransa’ya geri döner, iki yıl sonra da Fransa da ölür. İkinci eşinden çocuğu olmaz.

Tüm bunlar yaşanırken Çalık Hüseyin’in ilk eşi Bernadette, Çalık Hüseyin'den olan erkek çocuğuna taktığı Hüseyin ikinci adını, o çocuğun erkek çocuğuna, yanı torunlarına da ikinci isim olarak takarlar. Çalık Hüseyin’in oğlunun oğlu olan ve Fransa'nın kuzeyindeki Lille şehrinde yaşayan ikinci Hüseyin esas adı 
Vincent Hüseyin Pieterarens büyür, tarih öğretmeni olur ve ortalığı karıştırırken evinde bir aile fotoğrafı bulur. Bu fotoğraf Dedesi Çalık Hüseyin'in fotoğrafıdır ve izini sürdürmeğe başlar.

Vincent Hüseyin Pietererans, 1994 yılında Türkiyeye gelir ve büyük dedesi Çalık Hüseyin'in doğup büyüdüğü Tire'de akrabalarına ulaşmayı başarır ve bu olay belgesele konu olur. 

Kendisi büyük dedesi ile ilgili olarak, şunları söyler:
"Tire'den Çanakkale'ye savaşmaya gelmiş ve esir düşmüş. Devamlı nargile çekermiş ve bir de seccadesi varmış.”

FRANSA'DA TÜRK ŞEHİTLİĞİ

1915 yılı sonlarına doğru Çanakkale’de Fransızlar sayıları 50 den fazla esir aldıkları Türk askerlerini Fransa'ya götürürler. Bunlardan grip salgınında şehit olan 10 Türk askerinin mezarı Saint Michel Mezarlığı’nda bulunmaktadır.

Bir Cezayirli tarihçi tarafından yapılan araştırmalar sonucu tesadüfen 1992 yılında ortaya çıkarılan Marsilya’nın Carcassone şehrinde şehitlikte, yaşları 25-38 arasında değişen ve esir Türk Askerleri olduğu tespit edilmiştir.

Çanakkale'de esir olan askerlerin hikâyeleri, özellikle dış ülkelerde vefat edenlerinki pek gün ışığına çıkmadı. Ancak, Fransa'nın farklı şehirlerine götürülen Türk esirlerinin torunları veya onların çocukları, bugün o topraklarda varlıklarını sürdürüyor. 

Çanakkale Savaşına İzmir'in Tire ilçesinden katılan, Tireli Çalık Hüseyin'in ailesinin öyküsü bunlardan biri. Fransa'nın kuzeyindeki Lille şehrinde yaşayan tarih öğretmeni Vincent Hüseyin Pieterarens, çalışmaları sonucunda dedesi Tireli Çalık Hüseyin'in soy kütüğüne ulaştı. Buradan hareket ederek de Fransa'daki Türk esirlerini doktora tezi olarak hazırladı. Bu çalışma sırasında, Dışişleri Bakanlığı ile askerî arşivlerde iz süren Vincent Hüseyin, Fransa'nın değişik bölgelerine getirilen binlerce Türk askerinin isimlerini tespit etti. Bunlar arasında, Korsika da çalıştırılan bin kişilik Türk Askeri esirleri listesi de bulunuyor.

Türk tarihi böyle ilginç örneklerle doludur. Sevgili Türk Gençleri sizlere Türkleri kötülemek için her şey söylenecektir. Sizler duyduklarınıza inanmayınız. Araştırın ve mantığınızı kullanarak olayları değerlendiriniz. O zaman tüm gerçekleri öğreneceksiniz. Başkaları böyle istedi diye bu ulu ulusa, Mustafa Kemal Ata mıza asla ihanet etmeyiniz! Saygılarımla....



9 Kasım 2023 Perşembe

TEK DERTLERİ TÜRKLER

OLANLARA TEK SEBEP, DİN GÖMLEĞİ GİYDİRİLMİŞ İHANET!

Sevgili dostlar,

Ülkenin içinde bulunduğu içler acısı durum hepimizin malumudur.
Bugünlere gelinmesinin tek nedeni hiç tartışmasız komuta merkezi dışarıda olan taşeron siyaset ve yıllarca uyguladığı din ceketi giydirilmiş ihanettir.

Kurtuluş savaşının kuyruk acısını unutmayan emperyal güçler, cephe savaşıyla yok edemeyeceklerini anladıkları Türk vatanını 1923’ten itibaren, yalan ve dalap dolaplarla kendi insan gücüyle yok etmeye karar vermişlerdir.

Bunun böyle olduğu 1923-2000 yılları arasında, ısrarla telaffuz etmiş oldukları sözlerden bellidir.

İşte o sözler ve sahipleri:

"Türklerin din adamlarını ele geçirip, kullanabilirsek, onlara kendi devletlerini yıktırabiliriz." Winston Churchill

"Türkler bir devlet kurdu. Bir asker yeniden Türkleri diriltti. Ancak kutsal amacımızdan vazgeçmeyeceğiz. Türkleri İslamla yıkacağız. İngiliz istihbaratının birinci görevi budur.." Lloyd George

"Türklerin yolları İslam ile kesilebilir. Bu milleti ne kadar karanlığa itersek, bölgedeki çıkarlarımıza o kadar hizmet etmiş oluruz.." Joseph Grew

"Yapılması gereken Atatürk ün hem din, hem de kürt düşmanı olduğu fikrinin yayılmasıdır.." Kurt Ziemke

"Türkiye Atatürk ün mirasını reddetmelidir.." Samuel Huntington

"AtaTürkçülük öldü, nurcular ileri.." Paul Henze

"Kemalizme son verin. Osmanlı ile övünün.." Graham Fuller

“Atatürk yüzünden, planlarımızı yarım yüzyıl ertelemek zorunda kaldık.." David Rockefeller

"Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır.." Guy Rothschild

"ABD kontrolunda bir halife ile İslam dünyasını yönetmek, bizim için en masrafsız yoldur." Bill Clinton

Ve nihayet hayalleri gerçekleşmeye başlamış ve kapanması gereken bir parantez olarak gördükleri Cumhuriyetin tam da arzu ettikleri gibi 100. yılına yetişmiştir.. Şimdi sıra bu hayali meşru hale getirecek altın vuruşu yapmaya yani köklü bir anayasa değişikliğine gelmiştir..

Bu günlerde gündeme getirilerek olumlu bir toplum algısı için “Sivil Anayasa” söylemiyle ortaya atılmıştır. İtirazların erken başlayıp tırmanmaması için de içeriği sır gibi saklanmaktadırlar. Anlaşılan odur ki önceden olduğu gibi yine bir oldu bittiyle meclisten geçirilmeye çalışılacaktır..

Ülkesini, milletini seven hiçbir vatan evladı buna izin vermemelidir..

Buna itiraz etmenin demokratik yolu ise ancak güçlü bir topyekün siyasi muhalefetle mümkündür.!

Gün; biran evvel siyasi ideolojik ayrımcılığı terk etme, milli bir siyasi ittifak çatısı altında toplanma ve ülkenin geleceğine sahip çıkma günüdür.! Alıntı Dr. Vecdet Öz


2 Kasım 2023 Perşembe

BİLİNMESİ GEREKEN GERÇEKLER

Osmalı' yı 1299 da, Oğuz Türklerinin Kayı Boyundan Osman Bey kurmuştur.

1299 da kurulmuş, 1579 kadar 3 asır YÜKSELMİŞ.

1579 dan 1699 kadar, 1 Asır DURAKLAMIŞ.

1699 dan 1919 kadar GERİLEMİŞ VE YIKILMIŞTIR.

Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı.

1- Halifeliğe kadar olan Osmanlı.1299-1517 namı diğer Türk İmparatorluğu

2- Halifeliğin alınmasından sonraki Araplaşan Osmanlı İmparatorluğumuz.

Ve Araplaştıkça daha çok batan koca Osmanlı İmparatorluğumuz.

Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu.

Ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar. O günkü şartlarda Halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri

Memlüklülerin elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler. Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerin elindedir. 1517

Ama çok büyük bir sorun vardır, Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler.

İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulurlar. Mısır’dan ve Arap diyarlarında seçilen iki bin civarında ulema, Mollanın, Ebu Suud Efendilerin İstanbul’a getirilerek, para, mal, mülk, arazi de verilip kalıcı olarak yerleşmeleri sağlanır.

İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir değişle, Türk İslam’ı terk edilerek, Arap İslam’ına doğru evrilmesini, dönüştürülmesini sağlamak konusunda anlaşırlar.

Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta 'bugün de kısmen olduğu gibi' Türk kelimesi yasaklanır.

'Türk’üm -Türkmen'im!' diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır ve kafası kesilir. Bu dönem de sadece Kuyucu Murat Paşanın 'Türk’üm - Türkmen’im!' dedikleri için kafalarını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir.

Maalesef Osmanlının son 350 yılı ilk 250 yılın aksine Türklere zulüm etmekle geçer, sıkı bir Arap taraftarı mezhepçilik kurulur. 1603 yılına gelindiğinde artık Ehli Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır kapatılır, yerine Halid-i Nakşi Kürt-i Tekkeleri kurulur.

Yine bu dönem Arap ve Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir, 1839 birinci Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar. Kürtlere Şah İsmail diyeti ödenir. Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilir.

Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, böylece öldürtülür, ganimet bile vermezler Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşırlar.

Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı bu mollalara kızar ve canını kurtarmak içinde Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler. Bu aşiretler ve boyların en büyükleri; Avşarlar, Halaçlar, Mukri, Bayat, Beğdili, Evya ve Yıva lardır.

Buna tarihimizde 'Ekrad Türkmanlar' denir.

Yine Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı İran’a kaçarlar. Bugün dünyanın en büyük Türk nüfusunun yaşadığı başkent Tahran’dır

Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile Osmanlı nın matbaaya kavuşmasını engeller. Ta ki Batı Rönesans’ının aydınlığından 240 yıl sonra 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz.

11 Eylül 1683

Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır;

1299’dan 1683 Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir 'Türk imparatorluğu' Osmanlı varken; Neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de kurtuluş savaşı yapmak zorunda kalmıştır?

Osmanlı bu dönem; yani yaklaşık son 250 sene, 1683 Viyana Bozgunu’ndan, nihayet 1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşını kazanana kadar tüm savaşları kaybetmiştir.

Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi mezhepçi politikalara dönülmeseydi Koca bir imparatorluk batar mıydı?

Ve yine; Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşilerin, Seyit Gazilerin, Ahmet Yesevilerin. İslam’ı, İslam değil miydi?

Osmanlıyı kuran Şeyh Edebalilerin İslam’ı, Akşemseddinlerin İslam’ı İslam değil miydi de Ebu Suudlara teslim edip batırdık koca İmparatorluğu.

Bugün de aynı sürecin devam etmesi, Tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir.

Pir-i Türkistanlı Ahmet Yesevi der ki: "Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”

İşte bu yüzden Arap sevici mezhepçi değil, Cumhuriyet çiyiz, Türk'üz, Atatürkçüyüz .

Ne Mutlu Türküm diyene.

Ve istedim ki bütün bunları Türk gençleri öğrensin ve ona göre, adımlarını denk atsın! Alıntı

29 Ekim 2023 Pazar

YALANA İNANAN ÇOK

Biri bir yalan söylese, dönüyor dolaşıyor, söyleyenin önüne geldiği zaman, o yalana ilk söyleyen de inanıyor ve artık o yalanı kim söylemiş bilinmiyor. Evet diyeceksiniz ki 'Dünya zaten yalan' fakat ben yaşadığım müddetçe bazı doğrulara da rastladım. O doğruları de iyi değerlendirmek lazım.
Rus Rus’u severse ‘yoldaş’, İngiliz İngiliz’i severse, ABD li ABD liyi severse ‘özgürlük’, Yunanlı Yunanlıyı severse ‘devrimci’, Ermeni Ermeni’yi severse ‘direnişçi’, Avrupalı Avrupalıyı severse ‘demokrasi’, Müslüman Müslüman’ı severse ‘ümmet-cemaat’, Arap Arap’ı sevdiği zaman ‘mübarek’ oluyor da; Türk Türk’ü birbirlerini sevdiği, himaye ettiği zaman neden ‘faşist’ oluyor?

1970 ve 80 lı yılları hatırlayanlar söyleyiniz; o yıllarda aynı oyunlar yok muydu? Millet “Türküm” demeğe çekinmiyor muydu? Kendi vatanında kendi benliğini neredeyse kayıp etmemiş mıydı? Bütün bunlar neden oluyordu? Türkiyeyi yıkmak için.

Söylemek gerekirse yıkılmak istenen hedef ülke Türkiye dir de ondan. O şanlı tarihi ile dünyada tek övünecek millet, Türk Milleti olmasına rağmen, geçmişi ile Türklük bağlarını koparıp, güya kendilerine kalsa, Türk olmağı faşistlik yapıştırılarak aşağılayıp, bir nevi töhmet altında bırakarak, kendi taraflarına kazanmak, eğer kazanamazlarsa öldürmek, yok etmek için kurdukları tuzaklardan başka bir şey değildi.

Hala daha aynı oyunlar devam etmektedir. Hemde daha gelişmiş modern kurnazlıklarla ve bütün bunlar olurken de hiçbir zorluklarla karşılaşılmamakta, karşılarında hiç bir engel bulunmamaktadır. Hatta bazı yerlerde bu adamlara Türkiye Cumhuriyeti Kanunlar da yardım etmektedir.

'Biz hepimiz Ermeniyiz' diye bağırmak, slogan atmak iyi, 'faşistlik' değil de. 'Nemutlu Türküm veya Biz hepimiz Türküz' diye bağırmak faşistliktir, öylemi?

Bırakın slogan atmağı, demokrasinin beşiği kabul edilen Fransa, Tunus ve Cezayir de yaptıkları ortadayken; 'Türkler, Ermenilere soy kırımı yapmadı' diye konuşanlara cezayi müeyyideler uygulamadı mı? Eeeh Demokrasiyi, hürriyeti, faşistliği kim tayın ediyor? Yanı bunların bir üstası veya üst kurulu mu var?

Cevaplayım; Kimse tayin etmiyor. Sadece herkes işine geldiği gibi yorum yapıyor ve işine geldiği gibi kullanıyor. İşine gelirse iyi, gelmezse kötü oluyor. Güçlülerin dediği de kabul görüyor. Bizlerin saf ve düşünmeyen zevatı da onları destekliyor.

Güçlü ne derse doğrudur ve herkes ona uymağa mecburdur. ABD ne diyor? "Nagazaki ve Hiroşima'ya Atom bombası atmaya, demokrasi ve hürriyeti getirmek için mecburduk." diyor ve on miliyar nüfuslu koca dünyada hiç kimse itiraz edip ses çıkarmıyor.

Atatürk'ün yaptığı gibi Ülkemizde, bağımsız kendi kanunlarımızı çıkarıp, kendi demokratik yasalarımızı uygulamadıktan sonra bu durum her zaman mevcut olacak ve bizleri bölmeğe, zararlı çıkarmağa çalışacaklar. Birinci şart, Ülkemizin her vatandaşı, kendi ulusal çıkarlarını bilmesi ve bu doğrultuda tam bağımsız olarak hareket etmesi lazım.

28 Ekim 2023 Cumartesi

TÜRKLERLE İLGİLİ TARİHİ SÖZLER

1- Bana Türklerden kurulu bir ordu verin dünyayı rehin alayım. Napolyon Bonaparte

2- Türkler doğunun en temiz, en dürüst, en namuslu milletidir.
Pierre Loti

3- Haydi beni bir daha tutuklayın İngilizler! Ama görüldü ki tutuklama ve öldürmeyle iş bitmiyor. İşte Türkler, kendi cenaze merasimi için hazırlanan tabutlarını, sahiplerinin başlarına geçirdiler. 1922 - Türk Kurtuluş Savaşı'nın Türklerin zaferiyle bitmesi üzerine.
Mohandas Karamçand Gandhi

4- Dünyada iki bilinmeyen vardır. Biri kutuplar, diğeri Türkler.
Albert Sorel 
Fransız tarihçi

5- Türkler, devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf üstatlardır. 
Joseph von Hammer-purgstall Avusturyalı tarihçi

6- Eğer kendilerini tanımış olsaydınız, Türklere hayran olurdunuz.
Sir Mark Sykes 
İngiliz diplomat

7- Kılıcı eşsiz bir maharetle kullanan Türk eli, mağlup ettiği insanların yarasını sarmakta da bir o kadar ustadır.
George Gordon Byron İngiliz yazar

8- Türkler öyle bir millettir ki, eğer saldırırsak tamamını yok etmemiz gerekir, yoksa 1 tane bile hayatta bırakırsak, yeni bir devlet kurar ve intikamını alır. Adolf Hitler

9-Eğer bir Türk devleti olmasaydı, mutlaka yaratmak gerekirdi.
Adolphe Theirs Fransız devlet adamı

10- Savaşın zevkini almak isteyen herkes, Türklerle savaşmalıdır.
Sir Charles Vere Ferrers Townshend 
İngiliz General

11- Ne mutlu Türküm diyene! Mustafa Kemal Atatürk



23 Ekim 2023 Pazartesi

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE AMERİKA GERÇEKLERİ

Yıl 1786
İlk defa, ABD bandıralı bir gemi Osmanlı limanlarından birine yanaştı. Adı “Grand Türk” idi. İçine taşıdığı yolcular ise, Anadolu’ya ekilmek üzere gönderilen ilk nifak tohumları olan misyonerlerdi. İlk önce İzmir ve çevresine yuvalandılar. Türk devletinin geniş hoşgörüsünden aslında gafletinden yararlandılar!

Anadolu’da birçok misyoner okulları açtılar. Okullarına öğrenci olarak da daha çok Bulgarları, Ermenileri, Rumları, İngilizleri, Kürt ve Yahudileri aldılar.

Yeni kiliseler kurdular etrafında cemaatler oluşturdular, Matbaalar kurdular ve maalesef bu milletin aleyhinde binlerce kitap, dergi vb. basmak suretiyle kararlı bir şekilde faaliyetlerine devam ettiler.

1863 yılına gelindiğinde bu matbaalarda Ermenice, Rumca, Bulgarca, İbranice, Kürtçe ve Türkçe olmak üzere basılan kitap sayısı 160.000’i aşmaktaydı. 1900 yılına gelindiğinde ise Anadolu’da İstanbul dahil 400’ü aşkın okulda, 17.500 civarında öğrenci okutulmaktaydı. Daha doğrusu, nifak tohumlarını bu öğrencileri zehirlemek suretiyle ekmekteydiler! İşte o zamanlar Saiti Nursi, Şeyh Sait, İskilipli Atif Hoca, Şeyh Riza, Koçkırı, Baytar Nuri Fetullah Gülen, Menemen olayları sahibi Derviş Mehmet ve daha bir çokları yetiştiler, halkı din yoluyla kandırıp birlik beraberliği bozdular. Hatta Osmanlı da şeyhülislamlığa dahi yükselip, halkların aralarına din yoluyla nifak soktular. Bunların sayısı Cemaat ve Tarikatlarla daha da artarak bugün tamamen had safhaya ulaştılar.

Bir karşılaştırma yapabilmek açısından, aynı dönemdeki Türk okullarının sayılarını da vermek gerekmektedir. 1913-1914 yıllarında sadece Anadolu değil, bütün Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki Sultaniye ve İdadilerin sayısı 63 ve buralarda okutulan öğrenci sayısı ise sadece 6.800 civarında idi.

Osmanlı devleti, bu durumları az da olsa sezip1869’dan itibaren her türlü yabancı okulu yakından izlemeye başlayınca, gözdağı vermek için Osmanlı karasularına ABD savaş gemilerinin gönderilmesini dahi gündeme getirdiler. Çünkü dönemin ABD Başkanı Theodore Roosevelt’e göre dünyada herkesten önce ezilmesi gereken bir Türk gücü vardı. Zaten misyonerlere verilmiş olan talimatta da öz olarak başka bir şey denilmiyordu. 

Misyonerleri Anadolu’ya gönderen güç, onlara verdiği talimatta: “Bir fetih savaşına girmiş askerler olduğunuzu unutmayın. Ve her ne kadar mücadele manevi alanda, kafanın kafayla, kalbin kalple mücadelesi ise de ve sizin silahınız Tanrı’nın inayeti ile güçlendirilmiş manevi bir silahsa da, Napolyon’un askeri girişimleri kadar araştırma, bilgi ve düşünmeye ihtiyaç gösterir. Bu mukaddes ve vaat edilmiş topraklar, silahsız bir Haçlı Seferleri’yle geri alınacaktır” denilmekte idi. Yani, 'Grand Türk' ün yolcuları aslında; 'Büyük Türk'ü, 'Küçük Türk' yapabilmek için gelmişlerdi.

Bulgaristan'ı kuranlar, başta Robert Koleji olmak üzere bu okullarda yetiştirildiler. Sonunda bağımsız Bulgaristan kuruldu. Sonra, sonra ne mi oldu?

Neler olmadı ki?
Bir yandan misyonerler aracılığı ile Anadolu’da nifak tohumları ekilmeye, Anadolu’da yaşayan halklar birbirinden soğutularak düşman edilmeye çalışılırken, bir yandan da Anadolu’da can vermek üzere olan Hıristiyanlığa can suyu verilerek Anadolu yeniden Hıristiyanlaştırılarak emellerine ulaştılar.

Yeter mi? Tabi ki yetmez!
1948’den başlayarak, etkileri 1970’li yıllara kadar devam eden, Marşal Yardımı kapsamında; o dönemde Anadolu’da her evde koyun, keçi veya sığır süt hayvanı bulunduğu halde, içine ne katıldığı bilinmeyen süt tozları bütün Türk çocuklarına okullarda dağıtılıp içirilerek, geri zekâlı bir nesil oluşturulmaya çalışıldı. Buna rağmen Menderes döneminde Kore'ye gittik ve onlar için savaştık. Kan döktük can verdik. Hatta şarkılar bile besteledik. Yaşı 60’ın üzerinde olanlar bu şarkıyı çok iyi hatırlarlar:

“Amerika Amerika,
Türkler dünya durdukça,
Beraberdir seninle,
Hürriyet savaşında.
Bu bir dostluk şarkısıdır,
Kardeşliğin yankısıdır.
Kore'de olduk kan kardeşi,
Sönmez bu yangının ateşi…”

Ama kazın ayağı hiç de öyle değildi. 1960 yılına geldiğimizde ise yeni bir tezgâh daha sahneye konulmuştu.

O yıl ABD büyükelçiliğinde bir albay başkanlığında 18 kişiden oluşan bir Kürt İşleri Bürosu kuruldu ve bu büro aracılığı ile, özellikle doğu illerimizde ABD adına görev yapacak çok iyi Kürtçe konuşabilen ve bölge hakkında çok geniş bilgilerle donatılan yeni ajanlar yetiştirildi. Bu Ajanlar hiç vakit kaybetmeden Anadolu’ya yollanmaya başlandı. Bu ajanlara, şeytanın silah arkadaşı olan Fransa'nın başkenti Paris’te de Kürtçe öğretilen yeni ajanlar katıldı.

Ajanların çok büyük bir bölümü çok zeki, çok genç ve çok güzel kızlardan oluşuyordu. Bu güzel kızları, o yolu yolağı olmayan Kürt köylerinde gören Kürt ve Türk gençlerinin ise içleri gidiyordu. Ne kadar da güzellerdi. O zamanlar, Türkiye’de devam eden bir savaş olmamasına rağmen, bölgede görevlendirilen bu ajanlara 'Amerikan Barış Gönüllüleri' deniliyordu. 1969 yılı itibariyle 69 ilimizde toplam 232 barış gönüllüsü yanı ABD Ajanları bulunmaktaydı.

Bu sözünü ettiğimiz Barış Gönüllüleri 'Peace Corps projesi', ABD tarafından 1961 yılında dönemin ABD Başkanı olan Jonn Fidzgerald Kenedy tarafından, parlamento kararı ile başlatılan bir projeydi. Proje kapsamında ülkemize gelen gönüllü ajan sayısı resmi rakamlara göre 1201 idi, ancak gerçek sayının ne kadar olduğu hiçbir zaman tespit edilemedi.

Sonrası? Doğu’daki PKK hareketinin başlangıcı bir 10 yıl sonraya rast gelir. Yani bu barış gönüllülerinin icraatları bu topraklara saçılan kin tohumlarına mükemmel birer gübre olmuştu. Bizler ise Amerikan barış gönüllülerinin saçtığı zehri unuttuk. Bu zehre karşı panzehir üretmeyi ve kullanmayı maalesef yeterince akıl edemedik.

Ne mi yaptık? Sadece zehirlenmiş kardeşlerimize 'PKK' diye düşman olduk. Bu Amerikan ajanlarının yıllar önce insanlarımız arasına yavaş yavaş ektikleri nifak tohumlarının zehirli meyvelerini son 20-30 yıldır sık sık yemek zorunda kaldık. Bu zehirli meyveleri hala yemeye devam etmiyor muyuz?

Biz her şeye rağmen saf saf Amerika’yı dost ve müttefik olarak görmeye devam ederken, 1974 yılında gerçekleştirdiğimiz Kıbrıs Türk Barış Harekatı'na karşı çıkan, bu harekatı durdurmak için Akdeniz'e deniz filosu gönderen ve Harekattan sonra da uzun yıllar ülkemize silah, mühimmat ve askeri malzeme ambargosu uygulayan da bu dost Amerika idi.

Yine aynı yıllarda, ABD'nin Nihat Erim Hükümetine baskı yaparak Türkiye'de afyon ekimini yasaklattığını ve Ecevit'in iktidara gelmesiyle ABD'ye meydan okuyarak afyon ekiminin 1973 yılında yeniden başlatıldığını, Amerikan ambargosunun sebeplerinden birinin de bu afyon (haşhaş) ekimi krizi olduğunu unutmayalım. Kenevir ekiminin yasaklanması hala daha devam etmektedir.

Zaman ilerledi, 1992 yılına geldiğimizde başka bir Amerikan ihaneti ile karşı karşıya gelmiştik. 10 Aralık 1992'de ABD’ye ait Çekiç Güç helikopteri Cudi Dağı’ndaki PKK’lara silah, mühimmat ve malzeme attılar. Yani ABD’nin PKK, PYD gibi Türk düşmanlarına yardım yapması hiç de yeni değildir. Bu olayın Türk Jandarma ve İstihbarat Timleri tarafından fotoğraflanıp tespit edilmesi üzerine, Eşref Bitlis Paşa tarafından konu Genelkurmay Başkanlığı’na intikal ettirdi. Bunun üzerine, 17 Aralık 1992’de Çekiç Güce bağlı ABD helikopterleri, Irak’ın Selahaddin Kenti’ne gitmekte olan Eşref Bitlis’in helikopterine ateş açtılar, düşürmek istediler ama Paşa şimdilik kaydıyla kurtulmuştu. Ve takvimler 01 Ekim 1992’yi gösterirken, ABD tarafından bir muhribimiz resmen güya yanlışlıkla vuruldu. Adı Muavenet idi.

Adını Çanakkale Savaşı’nda İngilizlerin Goliath Zırhlısı’nı batıran ünlü 'Muavenet-i Milliye Muhribi' nden alan 'Muavenet' adlı muhribimiz; dost ve stratejik ortak olarak bildiğimiz Amerika tarafından; Ege Denizi’nde gerçekleştirilen NATO Kararlılık Gösterisi-92 Tatbikatı sırasında, USS Saratoga CV-60 uçak gemisinden üst üste ateşlenen füzeler tarafından, kaptan köşkü ve savaş harekât merkezinden vuruldu. Bu elim olayda, yaşamlarının henüz baharında olan beş denizcimiz kalleşçe şehit edildi, 22 denizcimiz de yaralandı.

Muavenet Muhribi 1 Ekim’de vuruldu, 4 Ekim’de ise Irak’ta Kürt Federe Devleti ilan edildi.
Oysa Türkiye Irak’ta kurulacak bir Kürt devletini asla istemiyor ve hatta bunu savaş nedeni sayıyordu.

Diğer bir gelişme ise; Muavenet vurulduğunda Eşref Bitlis Paşa tarafından Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı büyük bir harekât başlatılmıştı. Ancak ABD bu harekâtın yapılmasını istemiyordu. Artık bu Eşref Paşa Amerika için çok olmaya başlamıştı. Nitekim üzeninden çok zaman geçmeyecek ve Eşref Bitlis Paşa; 1993 yılında uçağı düşürülerek ABD parmağı olduğu düşünülen şaibeli bir uçak kazasında şehit edilecekti.

1991 Yılındaki 1. Körfez Savaşı’nın ardından, 1996 yılında Saddam Hüseyin bölgedeki gücünü arttırınca, Kuzey Irak’ta barınamayacakları anlaşılan tam 7.500 CIA peşmergesi Kürt, ABD tarafından 1996 yazında bölgeden kaçırılmak zorunda kalındı.

Aynı yıl ABD tarafından Washington’da bir Kürt Enstitüsü kuruldu, başına da Mike Amitay adlı bir Yahudi getirildi. İşte Irak’taki bugünkü sözde Kürt Devleti Projesi’nin taslak planları daha önce Güneydoğu Anadolu’da defalarca inceleme gezisi süsü verilen istihbarat faaliyetlerinde yöneticilik görevi yapmış olan bu Yahudi ABD ajanı tarafından hazırlandı.

ABD’nin Kuzey Irak’tan kaçırdığı bu Kürtler ile Avrupa, Türkiye, Suriye ve İran gibi ülkelerden seçilen yetenekli Kürtler; bu Enstitü tarafından, ileride düşünülen işgal sonrası yapılacak operasyonlar için özel olarak yetiştirildiler.

Neler mi öğretildi?
Bir bölgenin demografik yapısı nasıl değiştirilir? Nüfus ve tapu kayıtları nasıl sabote edilir? Oylar nasıl değiştirilir ve Kerkük gibi kentlere göçmenler nasıl kaydırılır? gibi “ince işler” öğretildi.

Aynı Enstitüde başka bir grup ise kurulacak Kürt Devletinin ihtiyaç duyacağı bürokrasiyi oluşturmak üzere yetiştirildi.

2002 yılına gelindiğinde ise 24 Temmuz – 15 Ağustos tarihleri arasında Kaliforniya’daki Nevada Çölü’nde, ABD tarihinin en büyük tatbikatı düzenlendi. Tatbikatın adı 'Millennium Challenge-2002', yani Türkçesi 'Bin Yılın Meydan Okuması-2002' idi. Binlerce askerin katıldığı bu tatbikatta; ABD askerlerine, Türkiye'yi işgal eğitimi yaptırılıyordu.

Tatbikatın senaryosu ve başlangıç tarihi ise çok manidardı. Yani ABD, hedef tahtasına Türkiye’yi koyduğu tatbikatın başlangıç tarihi olarak, Lozan Anlaşması’nın imzalandığı 24 Temmuz’u seçiyor ve Türkiye’ye karşı bin yılın meydan okumasını yapıyordu.

Takvimler 20 Mart 2003’ü gösterirken 'Özgürleştirme Operasyonu' adı altında ve naklen verilen dehşet dolu görüntülerle beklenen işgal hareketi başlatıldı.

ABD özel kuvvetleri ve ABD’de yetiştirilen Kürt gruplar 09 Nisan’da Kerkük’e, 10 Nisan’da da Musul’a girdiler ve buraları işgal ettiler.

Türk şehirlerine giren CIA Kürtleri 1. Körfez Savaşında olduğu gibi yine Tapu ve Nüfus Dairelerini yağmadılar. Türk şehirlerindeki Tapu ve Nüfus kayıtlarının yok edilmesinin asıl sebebi ise, bölgedeki Türk kimliğini yok etmekti. Neden mi? Çünkü mevcut belgeler buraların Türklere ait olduğunu gösteriyordu. Öyleyse önce bunlar yok edilmeliydi.

Asıl amaç bölgede bir Kürt Devleti kurmaktı ve bu nedenle bölge Türksüz ve Arapsız hale getirilmeliydi. Öyle de yapıldı. 2’nci Körfez Savaşı ile Irak’ta gücünü ve etkinliğini arttıran ABD artık Irak’ta hiçbir Türk’ü istemiyordu.

Tarihler 04 Temmuz 2003’ü gösterirken ABD askerleri, Kuzey Irak’ta görev yapan Türk Özel Kuvvetlerine baskın yaptılar. 11 askerimizi derdest ederek tutukladılar ve başlarına da ÇUVAL geçirdiler. Bu çuval bütün Türk milletinin başına geçirilmiş bir çuval idi. ABD tarafından bu baskında hırsızlık da yapılmıştır. Türk Timi’nin karargâhı darmadağın edildi. Odalardaki her şey kırıldı, döküldü, parçalandı. Türk bayrakları ve Atatürk tabloları yerlere atıldı. Karargâhtaki askeri uydu sistemi tahrip edildi, 30 tüfek, bilgisayar, harita, uydu fotoğrafları, çelik kasada bulunan 106.000 dolar para, telsizler, bir adet jeep, iki kamyonet ve bir otomobil çalındı. Çok daha önemlisi, bu baskında çok önemli bir MİLLİ KRİPTO CİHAZI’mıza da el konuldu.

Daha sonraki yıllarda da Amerika’nın Türkiye aleyhindeki faaliyetleri ve Türk düşmanlarına yardımları hiç hız kesmeden devam etti.

2016 yılında ABD güdümündeki Irak’taki kukla hükümete gaz verilerek Musul’daki, Başika’daki askeri varlığımız tehdit edildi, tehlikeye sokuldu ve Irak’tan çıkmaya zorlandı. Aslında geçmişe yönelik anlatılacak çok şey var ama isterseniz kısa keselim ve gelelim bu güne.

Ne yazık ki, Türk milletine zararlı Amerikan faaliyetleri azalmadığı gibi artarak devam etti ve halen de artarak devam etmektedir.

Artık gün; dün değil, bugün, gelen haberlere göre; ABD tarafından, Suriye'nin Afrin bölgesinde bölücü örgüt PKK adına bir ‘TERÖR AKADEMİSİ' kuruldu. Şu anda birçok ülkeden gelen kürtçü teröristler bu kampta Türk milletine karşı eğitilmektedir. Türk istihbarat birimleri tarafından Başbakan Binali Yıldırım'a sunulan rapora göre; sadece 2016 yılında PKK'ya verilen silahlarla ‘modern bir ordu' kurulması mümkündür. Son günlerde PKK/PYD'nin, önemli miktarda cephaneyi Münbiç-El Bab-Afrin hattına naklettiği bilgisi de gelen bilgiler arasındadır. PKK'ya verilen silahlar arasında uçaksavarlar, roketatarlar, Dockalar, Kaleşnikof, Zagros, Dragunov ve G- 3 otomatik piyade tüfekleri de yer almaktadır. Bu şu demektir: ABD tarafından PKK/PYD/YPG, şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde Türkiye’ye karşı güçlendirilmekte, eğitilmekte, donatılmakta ve silahlandırılmaktadır. Şimdiye kadar Doğu ve Güneydoğu İllerimizde meydana gelen isyanlar bu gizli güçler tarafından çıkartılmış, ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya gibi ülkeler tarafından desteklenmiştir.

Burada verdiğimiz fotoğraf da zaten her şeyi açıkça ortaya koymaya yetmektedir. Afrin'de yeni çekilen bu fotoğraf, Türkçe Konuşan Ülkeler Uluslararası Gazeteciler Derneği (TKÜUGD) Suriye Medya Ofisi tarafından yayınlanmıştır.

Ne diyelim?
Böyle dost, böyle ortak, düşman başına! Aslında en güzelini, yıllar önce Aşık Mahzuni Şerif söylemiştir:

“Devleti devlete çatar,
İt gibi pusuda yatar,
Kan döktürür silah satar,
Su diye yutturur buzu,
Gafil düştük kuzu kuzu!
Bunca milletlere yazık,
Sömürülmüş bağrı ezik,
Seni sevenin fikri bozuk,

Ülkemizi parçalamağa çalışan güçlere karşı, Türk milleti ve bu topraklarda yaşayan herkes din, dil, ırk, cinsiyet, milliyet, etnik köken farkı gözetmeksizin el ele, omuz omuza tek vücut olmalı, birlik, beraberlik içinde birbirimize kardeşçe, dostça, sevgi ve saygıyla davranarak, bu oyunlara gelmeden bu cennet vatanımızı korumalıyız. Sevgiyle, akılla, bilinçle ve mutlulukla kalın. Alıntı Orhan Karakoç

Son olarak ta ABD Savunma Bakanlığı 5 Ekim 2023 Perşembe gecesi, Suriye'nin kuzeybatısındaki Haseke yakınlarında Türkiye'ye ait bir SİHA'nın ABD F-16'sı tarafından düşürüldüğünü açıklamıştı. ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Pat Ryder, SİHA'nın düşürülmesini 'üzüntü verici bir olay' olarak nitelemiş ve SİHA'nın bölgede hava operasyonu yürüttüğünü, ABD güçlerine 500 metre kala mesafede 'tehdit' olarak değerlendirildiğini söylemişti.

Ve son; Amerika ve Rusya niçin güçlüdür? Çünkü kendi ülkelerinde ki vatan hainlerini bulur, öldürür yok ederler. Başka ülkelerde ki vatan hainlerini de bulur, o ülkenin yok edilmesi için kullanırlar.