SAYFALAR

28 Ağustos 2021 Cumartesi

BİZ ÜÇ KİŞİ DEĞİLİZ

Bedirhan, Nazlıcan ve Suphi. Biz üç kişiyiz!

Cizre, Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan Şırnak İlinin bir ilçesidir. Ancak Güneydoğu Anadolu bölgesi sınırları içinde bulunur. Kuzeyinde Şırnak Merkez, doğusunda Silopi ve batısında İdil ilçeleriyle çevrilmiş, Güneyinde ise Suriye vardır.

Cizre İlçesinde hudutta bir de Jandarma Karakolu bulunur, adı ‘Katran Jandarma Karakolu’ 

Yeni dağıtım olan acemi erlerden bir kaç tanesi askeri araçlar ile Cizre Katran Karakoluna getirilirler ve artık askerliklerini bu karakolda yapacaklar. Türkiye'nin güvenliğini sağlamak için çalışacaklar. İlk etapta acemi oldukları için bir şeye pek karışamazlar, sadece usta askerlerin verdikleri görevleri yerine getirirler.

Yeni gelen erlerden bir tanesi, Ali çok geçmeden aynı karakolda askerliğini tamamlamağa çalışan amcasının oğlu Mehmet’i görür. Mehmet’in askerliği bitmesine çok az zaman kalmış ve bu Katran Jandarma Karakolunda bayağı bir sözü geçen usta askerlerden biridir. İki kuzenler aynı karakolda buluşunca çok sevinirler, Mehmet Kuzeni Ali’ye sahip çıkar artık gece gündüz hep birlikte hem görev yaparlar hem de günlerini geçirirler.

Birkaç gün sonra kuzenlerden usta asker Mehmet memleketi Bingöl'den bir telgraf alır. Kız kardeşine düğün yapacaklarından memlekete çağırmaktadırlar. Mehmet zar zor on beş gün izin alır ve memleketine gider. Kuzen Ali da düğüne katılmak için izin almak ister fakat o izin alamaz, Katran Karakolunda kalır.

Amcaoğlu Mehmet’i uğurlayan Ali, hudut bölgesinde, kritik bir yerde bir sabah nöbet tutarken, yaklaşmakta olan bir koyun sürüsü görür. O bölgede hayvancılık birinci geçim kaynağı olduğu ve koyunların sık sık görüldüğü için dikkatini pek çekmez. Hiç bir şeyden şüphelenmez. Sürü nöbet yerine yaklaştığı zaman, sürünün içinden Nöbetçi Ali'nin üzerine yaylım ateşi açılır ve Ali nöbet tuttuğu yerde şehit edilir. Teröristler yine koyun sürüsünün içinde kaçarlar.

Kuzen Mehmet daha izni bitmeden amcaoğlu Ali’nin şehit olduğunu memleketi Bingöl de duyar ve cenazesini karşılar, teslim aldıktan sonra köylerinde aile kabristanlığına defnederler. Mehmet izni bitmeden, iznini böler ve görevli olduğu Katran Jandarma Karakoluna geri döner ve vatani görevini bitirmek için askerlik görevine devam eder. 
Mehmet göreve başlar fakat amcasının oğlu Ali artık yoktur. O teröristlerin saldırısı sonucu şehit olmuştur. 

Mehmet yapılan o kalleşçe saldırıyı bir türlü unutamaz, içi içini yer, bu olaydan dolayı çok üzgündür. Mehmet’in çok üzgün olduğunu fark eden komutanlar terhisi de yakın olduğu için ona pek görev vermez, nöbet filan yazdırmazlar. Kısaca Mehmet'in geri kalan günlerinde pek kimse ona karışmaz. O kendi kendine gün doldurmağa çalışır. Bu sırada Kuzeni Ali'nin ölümünü bir türlü unutamayan Mehmet kendi kendine araştırır, koyun sürüsü içinden ateş açıldığını öğrenir. Her koyun sürüsü gördüğü zaman ondan kuşkulanır, o sürüyü dikkatle inceler ve kimseye çaktırmadan hep takip eder. Bir ay kadar sonra bir akşam üzeri, hava kararmak üzereyken, yine bir koyun sürüsü otlakta yayılır. Mehmet şüphelenir ve gizlice koyun sürüsünün arkasına takılarak, onu yerde sürünerek takip etmeğe başlar.

Düşündüğü gibi çıkar. Koyun sürüsü Katran Jandarma Karakoluna yaklaştığı sırada, koyun postunun içine girmiş ve koyun sürüsünün içinde saklanmış üç terörist bu sefer karakola yaylım ateşi açtıkları sırada, Mehmet peş peşe basar tetiğe ve daha koyun postunun içinden çıkarlarken ellerinde Kaleşinkov tüfekleri ateş ederlerken bu teröristleri öldürür. Silah seslerine karakolda ki diğer askerler de cevap verir ve o civardan halk ta gelir. Daha önce aynı yöntemle askerleri şehit eden ve karakola da ateş açıp katliam yapacak olan bu üç kişinin kimlikleri tespit edilir.

İşte bu üç terörist PKK lı teröristler; Bedirhan, Nazlıcan ve Suphi dir. Ses sanatçısı Ahmet Kaya’nın kayınbiraderi Yusuf Hayaloğlu tarafından bu teröristler için bir şiir yazılır ve şarkı yapılır. Şarkıyı Ahmet Kaya seslendirir. Ve o üç teröristlerin isimleri de bir şarkı ile devamlı gündemde tutulur, güya ölümsüzleştirilir.

Şarkının adı ‘Biz Üç Kişiydik’

Şarkıdan bazı satırlar;

"Ey Bedirhan; katran gecelerin heyulası,
.........
Biz üç kişiydik Bedirhan Nazlıcan ve ben
Üç ağız üç yürek üç yeminli fişek
Adımız bela diye yazılmıştı dağlara taşlara
Boynumuzda ağır vebal koynumuzda çapraz tüfek
........
Biz üç kişiydik
Üç intihar çiçeği"

İlk satırın açıklaması: Ey Bedirhan Katran Karakolu gecelerinin korkulu rüyası.

Bu satırda ki ‘KATRAN’ Şırnak-Cizre-Katran Jandarma Karakolu, Ali'nin askerlik yaptığı ve teröristlerce şehit edildiği karakolun adıdır.

Abdullah Öcalan'ın ifadesinden bir satır;
"Ahmet Kaya, Şivan Perwer ücret almaksızın bazı etkinliklere katılarak, örgüte katkı sağladılar" dedi.

Ya onların şehit ettiği Ali. Onun başka bir suçu yok. Sadece bu vatanın evladı olduğu, bu vatanı koruduğu için öldü. O kendisini öldürenleri tanımıyor, hiç görmemiş bile. Öldüren teröristler de ölen asker Ali'yı tanımıyorlar. Ali şehit oldu, ona şiir filan yazan yok. Ali'ye hiçbir şey yok. O unutuldu gitti. Belki de anne babasının arada bir verdiği rahmetler var. Başka bir şey yok. Ama o üç terörist unutulmasın diye besteler yapılıyor.

Hiç kimseyi kötülemek veya karalamak niyetim yok. Üstelik Ahmet Kaya'nın söylediği şarkıları da seviyorum ve dinliyorum. Olup bitenlerden habersiz milletimizin gerçekleri görmesi çok önemlidir. Ben bu vatanın, bu milletin kurtulması için çırpınıyorum. Çünkü batması da kurtulması da bizlerin elinde. Eskiden Araplar da aynı şekilde kandırılıp Türklerden ayrıştırıldılar. Benim demek istediğim bu şekilde insanlara kanıp ta vatanımıza yazık etmeyin. Batılılarda hiç vaz geçmedikleri ve devamlı ustalıklarla uyguladıkları bir kural var; "Böl, parçala ve yok et." Anlayın artık. İnsan bir defa aldatılır, ikinci defa aldanmak aptallıktır.

Gazeteler yazıyor; "Türkiye'yi ziyaret eden Ürdün Kralı II. Abdullah'ın Anıtkabir ziyareti esnasında ağlaması tartışma yarattı. Kral Atatürk'ün huzurunda neden ağlamış olabilir? Göz yaşları ne anlama geliyor?" Bunu tartışıyorlar. Evet ne için ağladığını ben biliyorum. Tüm Arap ülkeleri Türklerden ayrıldıkları için bin pişmandırlar fakat artık iş işten geçmiş, yok olup gidecekler. 

Ben Dubai de bir salonda otururken, televizyonda Halit Ergenç'in baş rol oynadığı, konusu İngiliz Kemal diye bilinen, Türk Ajanı Ahmet Esat Tomruk'un gerçek hayat hikayesinden alınan 'Vatanım Sensin' dizisi oynuyordu. Kendisi Yunan Subayı iken, Mustafa Kemal'in kendisine yazdığı mektubu gizli okuyup ta resmini defter yaprakları arasından çıkarıp bakıp öptüğü zaman, ödüm koptu. Orada bulunan genç ihtiyar bütün Araplar büyük bir gürültü ile birden ayağa kalktılar ve dizi bitene kadar alkışlayıp ayakta seyredip beklediler. İşte onlar da kendi atalarının hatalarını inkar etmiyorlar ve çok pişmandırlar fakat ne yapsınlar hatalarının telafisi artık mümkün değildir.

Her zaman derim; geçmişini unutan bir millet yok olur gider. Tarih insanların kökleridir. Geçmiş ne kadar iyi öğrenilirse o kadar iyi kök salınmış olur. Türk Milletinin şanlı şerefli geçmişini unutturmağa çalışıyorlar. 

Ey bu ülkede yaşayan kandırılmışlar, sizleri ekonomik nedenlerle satın alabilirler. Sizleri kandırabilirler fakat damarlarınız da ki dolaşan o asıl kanı asla kandıramaz, satın alamazlar. Ben çok ümitliyim ki bir gün uyanacak, kendinize geleceksiniz. Hiç şüphe yok ki kandırıldığınızı anlayacaksınız.

Unutmamak lazım. Geçmişi hep kahramanlıklarla dolu Türk Milleti övünerek, gurur duyarak geçmişini öğrenmeli, sahip çıkmalı, savunmalı ve geçmişiyle birlikte yaşamalı. Kürdü, Laz'ı, Ermeni'si, Rum'u, Çerkez'i, Abhaza'sı ve bu topraklarda doğmuş, aynı kaderi yaşamış kim varsa, hepsi ile birlikte vatanına sahip çıkmalı, bir bütün olarak birbirlerine sarılıp öyle yaşamalı Türk Milleti. Saygılarımla. 


25 Ağustos 2021 Çarşamba

MÜSİBETLER

Geçenlerde köyde çok eski bir arkadaşımla karşılaştık. Oturduk, öyle kısacık bir çay sohbeti yaptık. Tabi hemen konu güncel olaylara; doğal afetlere ve yangınlara geldi. Çünkü Yurdumuzun güneyi ve batısı Mersin, Adana, Hatay, Antalya, Balıkesir,  Aydın, Muğla, Marmaris, Milas ve Köyceğiz, Fethiye, Manavgat ta yangınlar on iki günden beri devam ediyor, bir türlü söndürülemiyor, söneürmek içinde öyle gönülsüz çalışmalar yapılıyor, dokuz kişi yanarak ölmüş 200 e yakın kişi de hastanelerde tedavi görüyorlar. 

Her türlü lüksumuz var fakat bu güne kadar başımızda kiler bir iki tane yangın söndürme uçağı alamamışlar, Türk Hava Kurumunda bulunanlara da bakımları yapılmamış, çürümeğe terk edilmişler. Bu yüzden yangın uçaklarımız yok. Rusya dan bir yangın söndürme uçağı kiralanmış, o da yangınları söndürmeğe çalışırken, Kahramanmaraş ta düşmüş, içerisinde beş Rus, üç te Türk mürettebatın hiç biri kurtulamamış.

Bu yangın musibeti hala söndürülememiş her tarafta bütün şiddetiyle devam ederken, bir taraftan da doğal afetlerden sel ve su baskınları felaketleri meydana gelmiş, yağan yağmurlar Rize'yi, Sinop’u ve patlayan Hidro Elektrik Santralı kapağı nedeniyle Kastamonu günlerce sular altında kalmış Kastamonu nun Bozkurt İlçesi olduğu gibi tamamen yok olmuş, 50 kişiden fazla insan ölmüş, 329 kişi de kayıp olmuştu. O kayıp olanlarda günlerce aranıp bulunamadığına göre ölmüş sayılırlardı. Cesetlerin bir çoğu deniz kıyısında toplandı.

Diğer taraftan Miliyonlarca Suriyeli dedikleri Türk düşmanı militanlar Türkiye ye gelip yerleşmişken, şimdi de Afkan dedikleri aslında kim oldukları belli olmayan çok sayıda, sadece gençlerden oluşan bazıları asker kıyafetli insanların sürüler halinde koşarak ülkemize geldikleri, gazeteciler ve televizyoncular tarafından gün be gün tespit edilerek, halka görsel ve yazılı medya yoluyla, sunulmuş, Türk halkı göz kırpmadan büyük bir heyecanla olup bitenleri izlerken; elinden tesbihi hiç bırakmayan, beş vakit namazını camide kılan, iyi insan olarak çocukluktan tanıdığım eski bir komşumla karşılaştım. Bu adam resmi kurumlarda çalışmış ve emekli olmuş çocukluk arkadaşım.

Biraz hal hatırdan sonra konu hemen bu musibet olaylara geldi. O arkadaşım bir ‘estoufirullah’ çektikten sonra elinde ki tesbihi de bir iki çekip başladı bana anlatmağa; “Bu felaketler, müsibetler niçin olmasın be kardeşim? Bana da geçen bir kadın anlattı, kadın. Bu dünya niçin yıkılmıyor? Geçenlerde İstanbul dan misafir gelmiş, komşuda bir kız gördüm. Aşağıya mini etek, yukarıya fileli bir gömlek giymiş, memeleri görünüyordu. Ayol ben kadın olduğum halde o kıza sulandım. Bu yer gök niçin kopmasın, yıkılmasın? O kadın anlattıklarına ve olanlara karşı bu müsibetler az bile.” Diyordu.

Adamdan hiç böyle cümleler beklemiyordum. Önce biraz bocaladım. 'He, hu' dedim. Ne diyeceğimi tam olarak bilemedim. Çünkü çok şaşmıştım. Osmanlının son dönemlerinde ki Türk ve Müslüman düşmanı Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi aklıma geldi. Sonrada Tokat Milletvekili oldu bu adam. Kısaca hani ‘Ben Türklükten istifa ediyorum ve bu yükü üzerimden attığım için Allaha şükrediyorum’ Demişti güya dinin en büyüğü. Sonra Ülkemizde cirit atan yerli ve yabancı ajanlar aklıma geldi. Snra da en önemlisi Ülkemizi bu insanlardan temizlemeğe çalışan Mustafa Kemal Atatürk aklıma geldi. 

Kendimi toparladım. “Arkadaşım çok güzel heyecanla anlatıyorsun beni de ilk etapta etkiledin de, düşünmeden konuşuyorsun. Eğer esseh diyorsan, o kadın bu konuştuklarını anlattıysa, sana neden ve nasıl anlattı? Niçin anlattı? Eğer sen ve o kadın bahsettiğin gibi tam Müslüman iseniz o konuları kadın ve erkek arasında konuşmak caiz midir? Senin bu anlattıklarına ve benim anladığıma göre Allah bizleri kızlar mini etek giydikleri için cezalandırıp doğal afetleri ve yangınları veriyor. O mini etekli kızlardan sebep, onların yanında hiç günahsız çocukları ve başka dindar insanları da cezalandırıyor. O yangınlarda bu kadar hayvanlar telef oluyor. Öyleyse Allahın hiç adaleti yok. İkinci ve esas olan, Avrupa Ülkeleri ve Amerika da hiç mini etek ve fileli gömlek geyen kızlar yok mu? O ülkeler neden cezalandırılmıyor ve refah içinde yaşarlarken, sen ‘müslüman’ diye övündüğün o ülkelere bir bak, hep birbirlerini yiyorlar. İşte senin gibi düşünen böyle yobaz Müslümanlar birbirlerini öldürüyorlar. İslam dini birdir ve sizlerin anlattığı gibi bir din değildir.” Dedim. Anladı mı bilmiyorum. Daha hiç konuşmadı. Sadece dinledi, gözlerime baktı baktı ve gitti.

İşte kurnaz insanlar İslamiyeti mini etek ve fileli gömlek ile belden aşağı üzerine kurmuşlar. O şekilde kandırmışlar. Öbür taraftan da 12 yaşında ki çocukla ilişki kurmağı ‘bademleme’ olarak adlandırmışlar. Sadece Müslüman ülkelerinde 'Bacha bazi ve Yaz gelini' adetlerini uydurarak uygulamışlar. Bu adetler değil Müslümanlıkta, hiç bir dinde veya insanlıkta yoktur. Kendileri yaparsa sevap, başkaları yaparsa günah demişler. Ve işin esas vehameti insanları bu mini etekli, fileli gömlekli kızlarla meşgul ederken, binlerce yetimin hakkını alıp ceplerine atmışlar. Şeytanın dahi aklına gelmeyecek şekilde haksızlıklar yaparak hepsini de dine uydurmuşlar. 

Dünyada bir memleket düşünün; yetim hakları abur cubur yeniliyor. İbadethanelerde çocuklara tecavüz ediliyor. Haksız yere insanlar yıllarca hapislerde tutuluyor. Başkalarına kara leke olacak şekilde iftiralar atılıyor. Adalet hak hukuk yok. Milli iradenin gerçekleşmesi için yapılan seçimlerde başkası kazansa bile kendileri kazanana kadar seçimler tekrarlanıyor. Haksızlık ve yolsuzlukların had safhada olduğu bir zamanda, o memlekette Allahın kalkıp ta bir mini etekli kızla ve onun mini eteği, fileli gömleğiyle uğraşacağını hiç sanmıyorum. Bunu söyleyenler bilesiniz kandırıyorlar sizi. İnanmayınız. Bir taraftan İslam Dinine de düşmanlık yapıyorlar. Kendi çıkarları doğrultusunda istedikleri gibi bir din anlayışı yaymağa çalışıyorlar. Kısacası İslam dinini kendi çıkarları için kullanıyorlar.

Gerçek Müslümanlık, sizin inandığınız Müslümanlık bu mudur? Benim anladığım müslümanlık bu değildir. Sakın yerli veya ithal bu şekil Kur’anı Kerimden ayrı fetvalar veren hacı, hoca, cemaat ve insanlara uymayınız. En basit örnek; Allah bir kız mini etek giydi diye mini eteksiz diğer yüzlerce kişiyi ve canlıyı cezalandırır mı? Hani Allah adaletliydi, ne oldu, beyniniz mi resetlendi? Yoksa ‘Müslümanım’ diyenlere her şey serbest, esas Müslüman olanlara ve diğer insanlara her şey yasak, Allah cezalandırır mı? Öyle mi biliyorsunuz müslümanlığı? Öyle olursa, o zaman Allah herkesin değilde sadece bir gurubun Allahı olur ki bu da çok yersiz bir kavram. Gavur dediğiniz ülkelerde Müslümanlar sorunsuz yaşıyorlar, hiç bir sıkıntıları yok fakat dünyaya bir bakın Müslüman ülkelerinde Müslümanlar birbirlerinden kaçan kaçana. Hatta kaçmak için uçaklara yapışıp kendilerini bile öldürüyorlar.

Eğer Allaha inanmıyorsanız, onu inkar ediyorsanız, öteki dünyaya da inanmıyorsanız, bu yaptıklarınızı, inanıyormuş gibi görünerek başkalarını kandırmak için yapıyorsanız, onu da söyleyim; gerçekten Allah vardır. Bizleri yeri göğü yaratmıştır ve her şeyi takip ediyor. 

Göreceksiniz sonunda kendisi ile dalga geçenleri, kandırmağa çalışanları ve inkar edenleri hem bu dünyada hem de öteki dünyada çok ağır bir şekilde cezalandıracaktır. Tıpkı daha öncelerden de olduğu gibi. Haberiniz olsun. Arap çatısı altında değil, Türklük çatısı altında birlik olun. Ama yine de her 'Türküm' diyene de inanmayın. Herşeyden önce mantığınızı, aklınızı kullanın. Hazır bu vatana yazık etmeyin ! Saygılarımla


19 Ağustos 2021 Perşembe

TARİHE GEÇEN CEVAPLAR

Goebbels'e sormuşlar:

“İktidar nedir?”

“Düşman yaratmaktır!” demiş.

II. Ramses'e gitmişler:

“En büyük piramit hangisi?” demişler.

“Kibirimizdir!” demiş.

Bilge Platon'a sormuşlar:

“Devlet nasıl yönetilir?” diye…

“Ya ilimle ya zulümle” demiş…

Orhan Gazi'ye sormuşlar;

"En büyük zulüm nedir?"

"Geciken adalettir.." demiş.

Victor Hugo'ya sormuşlar;

"Zalimler nasıl başarılı olurlar?"

"Zalimlerin çarkı, cahillerin çalışmayan kafalarıyla döner" demiş.

Çiçero'ya sormuşlar;

“Roma İmparatorluğu nasıl yıkıldı?”

“İşi ehline vermedik.."diye yanıt vermiş.

Kârun'un yanına varıp;

"Zenginliğin sırrı nedir?" demişler.

"Başkasına avuç açmamaktır," demiş..

IV. Murat'a sormuşlar;

"Yardıma alışana ne olur?"

"Emir almaya da alışır..."diye cevap vermiş.

Gorbaçov'a:

"En büyük hatan neydi?" diye sormuşlar.

"Hatayı hep karşımızda aradık" diye cevap vermiş.

Stalin'e sormuşlar;

"En büyük korkunuz nedir?"

"Sokakta yalnız başıma yürümek.." diye cevaplamış.

Mustafa Kemal Atatürk'e sormuşlar;

"Nasıl başardınız?"

"Hayatı ve özgürlüğü için, ölümü göze alan bir millet, asla yenilmez." demiş.

15 Ağustos 2021 Pazar

BARIŞIN SİMGESİ

Şimdi sizlere yakın tarihimizle ilgili bir şey hatırlatacağım. 6 Ağustos 1945' te Amerika Birleşik Devletleri tarafından Hiroşima’ya atom bombası atıldığı zaman burada yaşayan ve sağ kurtulan iki yaşlarında bir kız çocuğu var, Sadako Sasaki. Bu kız çocuğu 12 yaşlarına geldiği zaman atılan atom bombasının radyasyon etkisiyle kansere yakalanmış ve hastaneye yatırılmış. Hastalık bütün vücudunu kapladığından durumu çok ümitsiz fakat yinede doktor kontrolunda yaşatmağa çalışılıyormuş.

Hastanedeki doktorlar, küçük kızın öleceğini biliyorlar ve ölümü için gün sayarlarken, durumunu bilmeyen küçük Japon kız koridorlarda koşuyor, oynuyor ve diğer hastalara yardım etmek için çapa sarf ediyor. Ancak hastaların arasında kendisi gibi kanser hastası olan 80 yaşlarında yaşlı bir kadın var ve Sadako o kadını daha çok sevip ona yardım etmek istiyor, ölüm döşeğindeki bu yaşlı kadını hiç yalnız bırakmıyor. Kadın ölmeden hemen önce “Benim için çok geç, artık ölüyorum. Bizim inancımıza göre; eğer kanser hastası olan bir kişi kağıttan 1000 tane turna kuşu yaparsa, her isteği kabul olur ve bu hastalıktan da kurtulur. Ben yapamadım, ömrüm yetmedi. Sen yap ve kurtul” der bu küçük Japon kızına ve son nefesini teslim eder, ölür.

Küçük Japon kız yaşlı kadının ölümüne çok üzülür ama yine de hayatta kalma arzusuyla geleneksel Japon sanatı olan origami ile kağıttan turna kuşları yapmaya başlar. İlk birkaç gün bir tane, iki tane, üç tane derken bir çok turna kuşu yaptığı halde, gittikçe bozulan sağlığı nedeniyle günler geçtikçe yaptığı turna kuşlarının sayısında azalma olur ve hayatta ki son saatlerini geçirirken ancak 644 adet turna kuşu yapabilir.

Bu hazin öykü önce yerel, sonra da dünya medyasında yer alır ve dünyanın dört bir yanından insanlar küçük kıza, origami usuluyle yapılan binlerce turna kuşu göndermeye başlarlar. Ama ne yazık ki küçük Japon kızın ömrü biter, gözleri kapanırken hemşireler ve hastabakıcılar, postadan çıkan yüzlerce origami kuşuyla odasına girerler. Küçük Japon kızı çoktan ölmüş, yüzünde tatlı bir tebessüm le yatağında cansız yatıyor. Postacılar aylarca kağıttan yapılmış turna kuşu taşırlar hastaneye. Sayısı milyonları bulan o turna kuşları şimdi Japonya’da bir müzede sergileniyor.

Bu olay Japonya’da 1943-1955 yılları arasında yaşayan Sadako Sasaki isimli 12 yaşlarında ki bir Japon kız çocuğuna aittir. Onu bilenler, eksik kalan 356 kağıttan yapılmış turna kuşunu hazırlayıp katladılar ve onunla birlikte gömdüler.

Sadako Sasaki’nin anısına Hiroşima’da bir de anıt yapıldı. Amerika Birleşik Devletlerinde’de Seattle Barış Parkına Sadako Sasaki’nin bir heykeli dikildi. Yanı Amerika’nın attığı atom bombasının tesiriyle ölen o küçük Japon Kızın heykeli.

Turna kuşu, o zamandan beri barışın ve nükleer sılahsızlanmanın simgesi olmuş. O günden sonra dünyanın her yanından insanlar rengarenk kağıtlardan binlerce turna kuşu yapıp, 6 Ağustos'ta Japonya'ya; Sadako Sasaki’nin heykeline konsun diye, barış için uçsun diye, nükleere karşı kanat çırpsın diye, nükleer silahsızlanma olsun diye, çocuklar ölmesin diye, şiddet bağımlısı dünya iyileşsin, savaşlar olmasın, insanlar birbirlerini öldürmesinler diye uçururlar.

11 Ağustos 2021 Çarşamba

GÖÇMENLER

Bu gelen 'göçmen veya mülteci' dedikleri insanları hiç izlediniz mi? Ellerini kollarını sallayarak sanki Himaliya Dağlarına kayak kaymağa gidiyorlarmış gibi uygun adımlarla tabur, tabur, eğitime giden kendi askerlerimiz  gibi sırıta sırıta ülkemize gelip giriyorlar. Hiç birinde yakalanma korkusu yok. 

Hiçbirinin elinde poşet veya çanta yok. Ne yeyip ne giyecekler? Bunlar mülteci, göçmen filan değil, olamazlar da. Sanki Türkiye de sıcak evlerine gelir gibi geliyorlar. Belki de Afgan da değillerdir. Bu gelenler kimlerdir? Gazeteciler kameracılar herkes görüyor, boy boy resim çekiyorlar da Güvenlik Güçleri bu adamları görmüyorlar mı? Korkarım hiç birinin kayıtları da yoktur yada yanlış kayıtlar vardır.
 
Hepsi aynı yaşlarda ve erkek. Hiç bayan ve çocuk yok. Hepsi kravatlarını sınır dışında çıkarmışlar, saçlarını taramışlar, sanki pigniğe gider gibi sınırlardan ellerini kollarını sallayarak, uygun adım koşarak geliyorlar. Tayin dğıtılacak askerler gibi. Pakistan, İran veya Irak’a değil de Türkiye ye neden geliyorlar? Bunlar normal savaştan kaçan insanlar mı? Yoksa eğitim görmüş askerler midirler? Sahi bunlar kimlerdir?

Yukarıda ki resime iyi bakıp inceleyin, bunların uzaktan yaya gelmiş bir halleri de yok. Göçmen olduklarına da inanmıyorum. Bunlar Türkiye ye girmeleri için özel olarak getirtilip hudutlarımıza yakın yerlerde bırakılmış, askeri eğitim görmüş kişilerdir. Doğru dürüst bilgi sahibi olan var mı? Yetkililer neden bir açıklama yapmıyorlar? Yoksa ülkemiz içten işgal mı edilecek? Bunların Türkiye ye gelmelerini kimler organize ediyor ve kimler izin veriyorlar? Kısacası neler oluyor?

Çok geç olmadan bunların toparlanıp sınırlarımız dışına çıkarılmaları gerekmektedir. Kanla kazandığımız bu ülkeyi ne olduğu belirsiz kişilere talan ettiremeyiz. Ülkemizde ki bütün yangınları ve huzursuzlukları çıkartanlar belki de bu insanlardır. Resimde ki ön saflarda yürüyenler belki de komutan takımı, nasılda gülerek Türk Milletine ‘Siz esas bu senaryoların sonunu görün. Esas o zaman şaşıracaksınız’ demek istiyorlar.

Bence hepsi de niçin geldiklerinin farkındadırlar. Allah aşkına hiç birinde mülteci görünüşü veya uzak yoldan yaya gelmiş çok zahmet çekmiş görüntüsü var mı? Hepsi damat gibi giyinmiş, tatile gider gibi Türkiye ye geliyorlar. 

Ey Türk Milleti! yeni senaryolar yazılmış olabilir. Onun için bu insanlara kesinlikle bulaşmayın ve bunlardan uzak durun. Tartışmalara hiç girmeyin. Bunların hangi millet olduklarını bilemem fakat hepsi özel olarak yetiştirilmiş militan askerler olduklarını anlıyorum. Yetkililer tarafından Türkiye de ki bütün mülteci denilen yabancılar hemen toplattırılıp sınır dışına bırakılmalıdırlar. Türkiye de yaşayan Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Abhaza v.s. milletlerin milli iradesi bu yöndedir. Yanı Türk milleti böyle istiyor. Milli İrade her kuvvetin üstündedir. 

8 Ağustos 2021 Pazar

ÇOK KOMİK

Bunlarda komik olanlar;

Mezarlık girişinde, “ Biz de gezerdik siz gibi, Siz de geleceksiniz biz gibi..” yazıyor.

Adam ölmüş hâlâ laf sokuyor.

*********************

Kebapçıya, “Abi Urfa ile Adana arasında ne fark var? “ diye sordum.

“300 kilometre” dedi.

Sustum, lahmacun söyledim, yiyorum.

***********************

Ben sineği öldürmemek için camı açıyorum. O gidip arkadaşlarını getiriyor, şerefsiz.

***********************

Mantara bile kültür veren Rabbim, sana vermediyse, vardır bi bildiği..! 

Doğru insanı bulduğunuzda beni de çağırın ne olur.

Neye benziyormuş şu, bi bakıyım. Meraktan çatlayacağım valla..

************************

“Erkeklerin hepsi odun” diyen kızlar, sabah o kadar makyajı ormana gitmek için mi yapıyorlar?

*******************

Doktora gittim, “Ağrı nerde?” dedi. Doğu Anadolu Bölgesinde” dedim.

Oksijen tüpüyle kovaladı beni. Salak mıdır nedir?

*************************

Bir erkeğin en lezzetli yeri başının etidir. Milyonlarca kadın yanılıyor olamaz.

**************************

Uzaydan astronot kağıda şunu yazmış. “Burada Tanrı falan göremiyorum!” Aşağıdan efsane bir yorum gelmiş.

“Oksijen tüpün bittiği zaman göreceksin ! Alıntı.