SAYFALAR

27 Şubat 2013 Çarşamba

ÖZLÜ SÖZLER

1- Kişi, bir şey yapmağa kendini adamışsa, Ona tanrı da yardım eder.
2- Hayatta iki şey vardır: İstediğini elde etmek ve ondan hoşlanmaktır.
3- Kartsız olma, fakat banka borca kapılma.
4- Anlatabileceğin doğru dürüst bir kaç tane fıkra öğren.
5- Sana nasıl davranmalarını istiyorsan sende başkalarına öyle davran.
6- Hiç kimseye sarhoş görünme, hele yakınlarına.
7- Her zaman cesür ol, olmasan da öyle görün,
8- Öz değerlerinden asla taviz verme, ne pahasına olursa olsun.
9- Tenkit edeceğine veya başkalarını suçlayacağına, o işte sorumluluk al.
10-Başlarına gelen bir olaydan, kişileri alay konusu etme; gün gelir aynı şey senin de başına gelir.

24 Şubat 2013 Pazar

CEVAT

Temel in köyünde Cevat isimli bir adam varmış. Temel nedense Cevat'ı pek sevmezmiş. Fakat öyle kavga edecek kadar da aralarında bir şey yokmuş.
Bir gün temel bakkala gitmiş ve "Uşağum ordan bir cocacola verde içeyim" demiş.
Bakkalda "Temel amca o cocacola değil. İngilizcede C harfları K okunur. Onun için sende cocacola değil KAKAKOLA deyeceksin"demiş.
Temel bir sevinmiş ve bakkala "Demek İngilizcede C harfleri K okunıır he. Öyleyse desene bizum köydeki 'CEVAT'  KAVAT tır da." demiş.

22 Şubat 2013 Cuma

ANNEM KIZAR

Bir ilk okulda öğretmen Cennet ve Cehennemi anlatırken çocuklara sormuş "Kimler cennete gitmek istiyorlar?"
Bir öğrenci hariç hepsi parmak kaldırmışlar. Öğretmen parmak kaldırmayan öğrenciye sormuş "Yavrum sen cennete gitmek istemiyor musun?"
Çocuk "Hayır öğretmenim, annem kızar." demiş.
Öğretmen "Herkes cennete gitmek ister, annen niçin kızsın ki" demiş.
Öğrenci "Ama öğretmenim, annem bana 'okuldan çıkınca doğru eve gel' dedi" demiş.

20 Şubat 2013 Çarşamba

ADANA KABADAYILARI

Osmanlı döneminde bitirimler, kanun tanımazlar türemiş. Kendilerini toplumdan ayırmak için giyimleri Cezayir gemicileri giysilerinden esinlenilerek yapılmış; başta sarık, belde Hint veya İran şalından kuşak, üstte bir gömlek, gömleğin önü bele kadar açık bırakılırdı. 

Üzerine de cepken, camadan veya fermene denilen giysiler giyilip toplum içinde öyle dolaşırlardı. Bazen de cepken, camadan ve fermene çıplak ten üzerine giyilirdi. Alta da boyu dizi aşmayan akdimi den dikilmiş, ağı körüklü bir çakşır şort bulunurdu. Ayağa bir yemeni geçirilir, belde ki kuşağa bir yatağan bıçağı ve bir de tabanca sokulur, öyle dolaşırlar bu adamlara ‘aynasız’ denilir ve kıyafetlerinden tanınırlardı. 

Cumhuriyet döneminde ise kabadayılar da değişmiş, normal giyinmeğe başlamışlar, kendi hükümlerinden başka hüküm tanımadıkları için, isimleri değişmiş 'kabadayı' olarak tanınmağa başlamışlar.

Kabadayı, denince akla zorbalık gelir ve iki yoldan uygulanır. Biri doğrudan kendisi tarafından, ikincisi dolaylı olarak, kendisine hizmet etmeğe mecbur bırakılan adamları tarafından. Her hangi bir kanunsuz eylemi başkasına zorla kabul ettirmektir. Bir işin doğrudan yapılması yanı kabadayı tarafından bizzat uygulanması ve güç üstünlüğü ile kabul ettirilmesidir.

Türkiyenin her vilayetinde ve hatta cezaevlerinde bile 'meydancılar' olduğu gibi, kabadayılar kendi kanunlarını uygulamağa çalışırlar. Tamamen kanunlar dışında kendi kanunlarını uygularlar ve bu kanunlar hiçbir zaman yazılı değildir. Yanı kısacası bir anayasaları yoktur. Kabadayı kanunlarına 'racon' denir. Racon kabadayıdan kabadayıya göre değişir ve daha ziyade nalıncı keseri gibi hep kendi menfaatlerine yontarlar.

Eylemler yapılırken diğer taraftan da kendi lehine propagandalar yapacak bir toplum, avene oluşturulur. Ve başka toplulukta adı konuşulur. Yanı açıkçası birkaç gerçekleşen olayları yalan yanlış çevrede anlatılır ve gayrı meşru alemde yaşayan kişilerin tanımasına zemin hazırlanır. Böylece toplumda bir üstünlük sağlanmış gibi görünür ve kabadayı adayı lider durumuna gelir. Devlet delilli bir olay bulamayınca eli kolu bağlı kalır ve ortamı kendiliğinden kabadayılara teslim etmiş olur. Çünkü bazı olaylarda korkudan halk gerçek adalete başvuramaz. Haraç toplama ve ihale işlemleri yasalmış gibi kendilerine ait olur. Bundan sonra yapılacak ilk iş genelevde dost tutmak ve gayrı meşru yollardan başka paralar kazanmaktır. Dost tutma işi pavyon çalışanlarından da olabilir. Tam faaliyete başlamadan önce kendilerine bir de isim uydururlar.

Adana da herkesin bir takma adları 'lakapları' vardır. Bunların çoğu kabadayı olmak için uğraşmışlar fakat kendilerini iyi propaganda edemediklerinden tam neticeye gidememiş, halk arasında unutulmuşlar. İsim yapıp hatırlananlar; Süleyman Sırrı Prodan, Kardeşi Asvalt Rıza Prodan,Yorgancı Orhan, Sarı Remzi, İnce Cumalı, Melez Ahmet, Karikatür Duran, Gedikli Kemal, Kürt Cemil, Tatar Fikret, Banoş Şaban, Arap Mustafa, Pençetör Kemal, Kaspıralı Ahmet, Kireci Ertuğrul, Kantarcı İzzet, Çamur Şevket, Köşker Tevfik, Köylü Mithat, Çörek Mahmut, Suphi Karaaslan, Parlak Yılmaz, Yiğit İzo, Tavşan Kadir, Camcı İsmail gibi külhanbeyler, Adana’da yaşamış geçmişlerdir. Süleyman Sırrı Prodan ile Asfalt Rıza Prodan kardeşler 1926-1989 yılları arasın da yaşamış ünlü kabadayılardır.

Ayrıca fazla isim yapamayıp unutulan ve yaşadıkları sıralarda kendilerini ünlü kabadayı kabul eden bazı şahıslar vardır. Onlarında lakap ve isimleri şöyledir; Cilet Ramazan, Kocakafa Talat, Çiftekafa Cabbar, Güccük Mustafa, Berber Mehmet, Gıcık Mustafa, Basmacı Sıtkı, Çorbacı Halil dırlar.

Zamanla zorbalık gayrı meşru alemden normal topluma da sıçrar ve bu kabadayı artık her istediğini kabul ettirmeğe başlar. Lider olmuş, ismini kabul ettirmiş kabadayılar vardır. Bunlar halka anlatıldığı gibi ilahlaşmış kişiler değildirler. Hepsi kendi menfaatlerinden başka bir menfaat düşünmezler. Kısacası filimler de gördüğümüz gibi düşkünlere yardım eden kabadayılar hiç yoktur. Kaz alamayacakları yere tavuk vermezler. Menfaatlerine ters düşenleri zengin fakir demeden hiç affetmez ezmeğe çalışırlar. Çok fazla miktarda paralar kazanırlar. Gayrı meşru insanlardır. Hepsinin kulüp, kumarhane ve uyuşturucu yerleri gibi batakhaneleri vardır. Buraları mekan olarak kullanırlar. Doğudan, Güneydoğudan gelen yoksul ve muhtaç garibanlar bunlara az bir ücretle çalışır, aldıkları paraları da kumar ve uyuşturucu yoluyla geri yine kendilere verirler.

Aralarında 'racon' dedikleri bazı uygulamalar olur. Yanı racon keserler, bazı kurallar koyarlar. Kumar oynarken bir saç tarağı on bin Türk lirası yerine kabul edilebilir veya bir çakmak değerinden fazla para yerine kabul edilir, ertesi gün parası ödenerek geri alınır. Koydukları kurallara uyulmasını isterler ve uymayanları cezalandırırlar.

Zaten bu yolda olup ta eceli ile ölen insan pek azdır. Mezarlık ile hapishane arasında yaşarlar, aslında acınacak insanlardır. En büyük korku polisle karşılaşmaktır. Hele adamlarının yanında polisten bir tokat yerse kendisi için çok kötü olur. Onun için hiç karşılaşmak istemezler. Kanun adamlarını yanlarına çekmeğe çalışırlar. Siyasilerden, polislerden, askerlerden, adli makamlardan güvendikleri kişiler vardır. Zaten kendileri her olaya karışmazlar. Doğu dan ve Güneydoğu dan gelen kimsesiz, yersiz yurtsuz kişilere yatacak yer temin ederler. Karınlarını doyururlar ve bazı olaylarda kullanırlar. Kendilerine verdikleri cüzi miktarda ki paraları mekanlarında kumar oynatmak veya uyuşturucu vermek suretiyle tekrar geri alırlar. Yanlarında çalışanları her zaman kendilerine muhtaç bırakırlar. Bir insanı suça bulaştırmak için çeşitli usulleri vardır. Bunların en basiti hiç suçsuz bir adamı sabıkalı yapmak için, bir arabaya bindirirler.

Normal bir iş bahanesiyle Adana'dan İstanbul'a gönderirler. Halbuki arabanın gizli yerinde ki bu gizli yerlere 'zula' derler, eroin veya kaçak mal vardır ve içindekilerin haberi yoktur. Araba polise yine kendileri tarafından ihbar edilerek yakalattırılır. Olayla alakası olmayan fakat arabada bulunan sabıkalı veya sabıkasız şahıslar suçsuz olduğunu polise veya kimseye anlatamazlar. Anlatırlar fakat kimseyi suçsuz olduklarına inandıramazlar. Bu şekilde suçsuz yere cezaevine giren veya sabıka alan insanlar vardır. Hem de uyuşturucu veya hangi suç tertiplenmişse şahıs o suç nev'inden sabıkalı olur. İşte bu insan kabadayılar tarafından kullanılır. Yanlarından ayrılsa bile kimse iş vermez. Polise gitse polis inanmaz veya ölümle tehdit edilir. Artık bu şahıs kabadayının insafına kalmıştır.

Kabadayı olarak geçinen insanlarda insaf ve merhamet pek yoktur. Ön planda kendi menfaatlerini düşünürler. Yanılmıyorsam 1976 yılıydı. Adana Emniyet Müdürlüğü Haber Merkezine bir ihbar gelmiş. Karşıyaka da verilen bir adreste silahlar sıkıldığı bildirilmiş. Olay yerine ben, Antepli Yovrum Ahmet, Kayserili Hırsız Ahmet ve Konyalı Komando Fahri isimli Polisler birlikte saat on altı sıralarında gittik. Burası bir düğün eviydi ve düğün dağılmak üzereydi. Arkadaşlarım eski olduklarından Sarı Remzi'yi kaçarken tanıdılar ve peşinden koşarak yakaladık. Sarı Remzi, Ceyhan'lı Adana kabadayılarındandı. Üzerinde silah yoktu. Zaten bu tip insanlar üzerlerinde pek silah taşımazlar. Yol da izde tanımadıkları süsünü verdikleri ve her zaman yakınlarında bulunan on beş on altı yaşlarında polisin tanımadığı veya şüphe etmeyeceği adamlarına kendi silahlarını taşıtırlardı. Kullanacakları zaman bu adamlarından alarak kullanırlar. İşledikleri suçların çoğu polise intikal etmez. Etse de polise yutturabilirlerse yerine başka adam verir, kendileri dışarda kalırlar. Başkasını suçlamak ve şikayet etmek, bilinirse çok kötü bir şey 'gammazlamak' sayılır ki cezası ölümdür. Yanı anlayacağınız eğer başkaları tarafından anlaşılacaksa gammazlama yapılmaz. Gizli kalacaksa her şey mubahtır, yapılır.

Biz Remzi'yi silahsız yakalayınca onun ve adamlarının silahları saklanmış olması ihtimali çok arttı. Zaten 'Silah sıkılıyor' ihbarı vardı. Bütün herkesi bir araya topladık ve üst araması yaptık. Bir şahısta dokuzlu dedikleri Belçika marka bir tabanca yakaladık. Yol boyunda dizilmiş bütün arabalarda arama yaptık. O sırada dikkatimizi çekti, gelin gelinliğiyle arabada yalnız başına oturmuş, aşağı inmiyordu. Aşağı indirdik ve gelin arabasında yaptığımız aramada gelinin oturduğu yerde, dört adet tabanca bulduk. Gelin tabancaların üstüne oturuyordu. Bu tabancalar büyük bir ihtimalle Sarı Remzi ve adamlarına aitti. Gelin silahların kime ait olduklarını söylemedi. Ertesi gün hepsi birlikte şüpheli olarak Adliye ye çıktılar. Gelin gelinliğiyle adliye koridorlarında dolaşarak ifade verdi, tevkif oldu ve cezaevine girdi. Diğer silah sahibi de tutuklandı. Sarı Remzi silahların kendilerine ait olmadığını, kime ait olduklarını bilmediğini ve silah kullanmadığını söyleyerek serbest kaldı.

Mademki kabadayılar haksız ve yanlış iş yapmaz gelini cezaevine niçin yolladılar? Silahların sahiplerini söyleseler, veya başka bir isim verseler ve yeni gelini cezaevine girmekten kurtarsalar. Ben şahsen gelinin o şekilde ceza evine gidişine çok üzülmüştüm. Bütün gazeteler gelinin gelinlikli boy boy resmini bastı ve 'Gerdek yerine cezaevine' diye manşet attılar. Gelinin gelinlikle cezaevine girmesine herkes üzüldüler. Demek ki dedikleri gibi kabadayılar hak ve adaletten yana değil, kendi menfaatlerinden yanadırlar. Güçsüz garibanın yanında değildirler. Daha doğrusu yaptıkları yanlıştır ve bir özentiden başka bir şey değildir.

Cilet Ramazan'ın yeri;

Buarada başımdan geçen bir olayı da anlatmadan geçemeyeceğim. Bir akşam bir suçlu yakalamak için bir sivil arkadaşımla pavyona gittik ve bir masaya oturduk. Garson yanımıza geldi "Buranın sahibi var kalkın" dedi. Aslında kalkmamız lazımdı fakat kalkmadık. "Ağabey burası Cilet Ramazan'ın yeridir. Gelirde görürse sizin için iyi olmaz. Adana kabadayısıdır." dedi. Beyefendi kendisi yok, masasına hiç kimse oturamıyor. Gece gündüz masası boş kendini bekliyor. İnadımız tuttu kalkmadık ve kendisini beklemeğe başladık.

Bu sırada memur arkadaşlar geldiler ve hiç konuşmadık, kontrol edip gittiler. Bazı uyanık garsonlar memur olduğumu anlamışlar galiba masadan kaldırmak için daha ısrar etmediler ve onlarda olacakları heyecanla beklemeğe başladılar. 

Gece saat iki sıralarında biri önde ikisi arkada üç kişi geldiler fakat bu üç kişiyi keşke hiç görmez olaydım. Eskiden köylerde tosunu bir kış boyu besler ve yazın tarlada çifte koşarlardı. İlk gördüğümde o tosunları anımsadım. Değil üçünü bir tanesini durdurmak mümkün değildi. Hay Allah 'neyine başkasının yerine oturmak Recep, gösterdikleri yere otursana' dedim kendi kendime.

Onlara korktuğumu hiç belli etmedim. Önde gelen garsonu çağırdı ve; "Daha öğrenemedin mi, burası benim yerim değil mi? Lan lavuk?" dedi ve kafayı vurduğu gibi yere indirdi. 'Lavuk' herhalde kötü bir şeydir. Hemen yerimden kalktım ve "Onun bir suçu yok, ikaz etti fakat biz kalkmadık" dedim. Bana "Sen dur, sıra sana da gelecek dümbük" dedi. Artık geri dönüş olmazdı. "Sen kimsin lan?" dedim. "Ben Cilet Ramazan'im sen kimsin? Süt çocuğu" dedi. "Bende Ustra Recep" dedim ve göğsünün üzerine bir tekme vurdum. Yerinden hiç oynamadı. Artık fırsat bulursam silah kullanacaktım ki, yandan bir garson bağırdı. "Onlarla uğraşmayın! Başınız belaya girer. Onlar Cinayet Masasında memur." dedi. Allah razı olsun bizi kurtardı. "Memur ağabeylerime bir terbiyesizlik eden var mı? Affet beni ağabey" dedi. Ben sonra garsona, beni nasıl tanıdığını sordum; "Tanımadım Ağabey, seni dövmesinler diye yalan dedim, onları korkuttum." dedi. 

Ertesi akşamlarda pavyonda ki masasını kaldırttı. Ufak tefek işleri için de yanıma gelirdi kendisine çok yardımcı oldum. Yola gelmesi için çok uğraştım. Gelecekti fakat bazı kötü alışkanlıklarından vaz geçemedi. Bir yıl kadar sonrada bir kumarhanede tabanca ile öldürüldü.

Neden anlattım; kabadayı olmak için uğraştı, kendisini iyi propaganda eden aveneleri olmadığı için yarım kaldı. Masası pavyonda boş duracak ki ismi duyulacaktı. Bir iki kişiyi de dövüp yaraladı mı ondan sonra büyük zengin olacaklarını sanmışlardı. Bu işte bir sektör dur. Yanı herkes para kazanmak için nasıl bir meslek seçer bazı insanlar memur, mühendis, mimar, marangoz, tüccar, çoban, işçi v.s. olurlar, bunlarda kabadayılığı seçerler.

Son olarak ta; hiçbir kabadayı uzun ömürlü olmaz. Üç beş yıl içinde ya kendi adamları, yahut ta başkaları tarafından vurularak yok olurlar. Tecrübelerime göre en büyük kabadayılık kendini bilmektir. Sonra bunu da bilmek gerekir ki kabadayı da kendi başına değildir. Onunda başka bir kabadayısı muhakkak vardır. Resimler internetten alıntı.


19 Şubat 2013 Salı

MÜSAADE

Temel'in birisine bir miktar borcu varmış.
Alacaklı parayı tahsil edemeyince mahkemeye baş vurmuş.
Hakime Temel den alacağı olduğunu, bir türlü parayı tahsil edemediğini anlatmış.
Hakim de Temel e dönmüş ve
"Bu adam borcun olduğunu iddia ediyor. Niçin ödemiyorsun? diye sormuş.
Temel hakime cevap vermiş:
"Hakim bey, evet borcum var, ödemesine ödeyeceğim de, ha bu adama üç senedir yalvarıırum, bir ay müsaade etmeyi da." demiş.

18 Şubat 2013 Pazartesi

KAPLANUNUZİ YEDUK

Temel köyden gelen misafir arkadaşlarını Ankara Hayvanat Bahçesinde gezdirirken, kapısı açık bir kafes görür.
Temel etrafına bakına bakına usulca kafesin içine girer.
Bunu gören görevliler Temel'e;
"Hoop hemşerim, hop sakın girme. Orası kaplanın yeridir. İçerde kaplanlar var. Sakın girme!" diye bağırırlar.
Hemşerilerine karşı mahçup olan temel de dışarı çıkarken görevlilere sinirli sinirli bakar ve bağırır. "Hah hah sanki kaplanunuzi yeduk."