SAYFALAR

11 Mart 2012 Pazar

BANA BİR ŞEY DESENE


Yer Adana Reşatbey Mahallesi 243 sokak gece saat 04.00 sıraları. Emniyet  Müdürlüğüne Başbakanlıktan havale edilmiş bir ihbar mektubu geldi. Güya Belediye Başkanı Ege Bagatur'u ve yardımcısı Ahmet Albay'ı tabanca ile yaralayan ve firar eden meşhur kabadayı Süleyman Sırrı Prodan bu sokakta Ağır Ceza Hakimi Ferhat Beyin evinde saklanıyor. Hakim Beye kızıp ta bir şey yapamayan bir vatandaş bu şekilde bir mektup yazmış. Mektup bize varır varmaz hemen Hakimin evinin çevresinde kaçmaması için gizli tertibat aldık. Yalan yok ev sahibi sıradan birisi olsa paldır küldür girerdik fakat adam hakim olunca eğer ihbar asılsızsa iflahımızı keser.

Eve yakın cadde kenarında müsait bir yere arabamızla karakol kurup beklemeğe başladık. O saatler de zaman hiç geçmek bilmiyor. Hele gece saat 12.00 den sonra hiç geçmiyor. Tanıdığımız seyyar bir ciğerciyi çağırdık. Antepli Ahmet, Uzun Tahsin, Şerefsiz Nuray ve ben o gece on kilo ciğeri yedik. Arkadaşlarım içki de içtiler. Hepsi çakır keyifler ve bu sırada saatte sabah 08.00 lere geldi. Ortalık canlandı.  Polis olduğumuz da bilinmeyecekti ya. Tiyo alırsa adam saklandığı yerden kaçabilirdi.

Arkadaşlar öylesine polis olduğumuz anlaşılmasın diye şakacıktan gelen geçen kızlara laf atıyorlardı. Hiç kimse üstüne alınmıyor, gülüp yine normal yollarına devam edip gidiyorlardı. Ben de "laf atmayın, etmeyin, rezil olduk" diye onlara kızıyordum. Antepli Ahmet "Nasıl olur? Sen peygamber çocuğu musun? Sende laf atacaksın ki suça ortak olasın" dedi. Hepsi bir olup bana baskı yaptılar. Beni de laf atmağa mecbur ettiler. Tam o sırada yanmakta olan mangalımızın yanından, oradan geçmekte olan çok güzel bir kıza arkasından bir iki adım yaklaştım ve onun duyacağı şekilde, öyle iş olsun için "Kız bana bak, bana bir şey desene" dedim. Kız önümde durdu geri döndü ellerini beline koydu ve "Ne deyim, ne istiyorsun? Sen İnek Şaban mısın? Filim mi çeviriyorsun?" dedi. Allah Allah aksiliğe bak şimdi. Hesabımda bu yoktu. Dönmüş karşıma dikilmişti. Öbürüler gülüp çekip gidiyorlardı, bu ne belaya çattım. Hiç böyle bir şey beklemiyordum. Ben şimdi ne diyecektim kıza. "Özür dilerim kusura bakmayın ama tatlı bir şeyler söyle" dedim. Kız "Baklava, kadayıf, künefe başka ne istiyorsun?" dedi. Bana vuracak diye çok korktum. Arkadaşlarım da olmaz olsunlar bulundukları yerden seyrediyorlar ve gülmekten yerlere yatıyorlardı. Kız arada onlara da bakıyordu. Kızdan değil de arkadaşlarımın diline düşmekten daha çok korkuyordum. Daha sonra kız; "Ayıp ayıp siz vatandaşın namusunu koruyacakken kendiniz laf atıyorsunuz. Utanmıyor musunuz?" dedi.

Aslında o kız bana bir iki de vursa hak etmiştim. O kız bana vurmadı. Garanti Bankasında çalışıyormuş ve beni de bir yerden tanırmış. İki şiş te ciğer verdik, tuttu eline yiye gitti. Bu olaydan sonra Emniyet Müdürlüğünde bütün herkes 'Bana bir şey desene. Sen inek Şaban mısın?' türküsü çağırıyorlardı. Bana da bakıp pis pis gülüyorlardı. Aslında arkadaşlarımın bana komplo kurduklarını, o kızı ayarlayıp oraya özel getirttiklerini de düşündüm fakat galiba öyle değilmiş. Yine de hala şüpheliyim. Ve o kadar korktum ki ondan sonra nerde bir kadın görsem 4-5 metre uzağından dolandım geçtim. Ha onu da söyleyim boşuna beklemişiz. Arama yaptık, ihbar asılsız çıktı. Süleyman Sırrı’yı yakalayamadık.

10 Mart 2012 Cumartesi

NEREYE CÖMECEĞUZ

Rize Güneysu Adacami Köyünde 1968 de iki yıl öğretmenlik yaptım, orda anlatırlardı. Çin Devleti ile Rizeliler takışmışlar. Karşı beri söz düellosu filanda, en son Rizeliler savaş ilan etmişler Çin'e. Çin de almış haritayı incelemişler ki, ohooo bir avuç insan ; haber yollamışlar Karadeniz'e 'gelin.' Şimdi ihtiyarlar girmişler köy odasına karar alıp Çin ile yapacakları savaşın planlarını yapıyorlar.

Gençler sabırsız kapıda bekliyorlar. Hemen saldıracaklar fakat ihtiyarlar daha akıllı olduklarından onların kararlarını ve planlarını uygulayacaklar. Onu bekliyorlar. Sonrada bir dakikada Çin'i alacaklar. İhtiyarlar toplantı da ya, bu toplantı çok uzuyor. Sabahtan akşama kadar içerdeler. Uzun süre bir haber çıkmayınca kapıdaki gençlerde sabırsız tabi. Daha fazla bekleyemiyorlar ve kapıya tekmeyi vurup ihtiyarların yanına karar odasına giriyorlar.

"Ola haydeyin da daha ne bekleyirsunuz, gidup alalım Çin'i" diyorlar. O toplantıyı uzatan ihtiyarlarda "Ola Uşağum ne sabirsuz insanlarsunuz da. Her şey tamamdur, planumuz da tamam da. Teslim olacakları yok ya. Ha bu kadar Çin'liyi öldürdük ta, nereye cömeceğuz? Onun hesabini yapaıruz. Biraz daha bekleyun da." diyorlar.

Çin'i alsalar bilirdik herhalde, ben duymadım. Netice ne oldu bilmiyorum.

9 Mart 2012 Cuma

ŞİMDİ NE OLDİ

Vaktiyle bizim Karadeniz de bir dede varmış.
Kendisi 90 yaşlarında sürü ile oğul ve torunları varmış.
Her sabah yataktan kalktı mı torunlarına ve oğullarına" Ey uşaklarım ben öleceğum, bilun ha!" dermiş.
Alıp baltasını dağa odun kesmeğe gidermiş.
Oğulları veya torunları artık bu söze alışmışlar kime demişse, hiç inanmazlar 'Yok eğtiyar, sana bir şey olmaz. Sen daha çok dinçsin ve iyisin.' derlermiş ve gülmek konusu olurmuş.
Bu dede bir sabah namaza kalkmamış. 'Dün yoruldu, onun için kalkmadı, bıraz daha uyusun' diye düşünmüşler. Öğlen namaz vakti de geçmiş, dede kalkmıyor, bakmışlar ki dede ölmüş.
Dedenin yastığının altında bir kağit bulmuşlar.
Üzerinde büyük harflerle ne yazıyormuş biliyor musunuz?
"DEDUM, DEDUM İNANMADUNUZ, ŞİMDİ NE OLDİ"