SAYFALAR

11 Mart 2012 Pazar

POLİS DÖVER Mİ

Herkes merak ediyor; Polis işkence eder mi? Polis dayak atar mı? Polis kaçakçılık eder mi? Polis tecavüz eder mi? Polis Rüşvet alır mı? Polis yolsuzluk yapar mı? Bunlar peygamber çocuğu değil herhalde, sırf bu işler için polis olanlar da var, yaparlar. 

Basını da takip edin lütfen, en ufak bir hata veya sadece söylenti olsa bile hemen polisi açığa alırlar. Ha polisin evini aramak için karara da gerek yoktur. Hangi rütbede olursa olsun hapse atarlar. Hiç kimsede sahip çıkamaz.

Her kamu kuruluşunda çalışanlarda olduğu gibi polisinde iyisi ve kötüsü var. Ama inanın ki iyiler çok daha fazla çoğunluktadır. Endişeniz olmasın. Yalnız polis hep kötü adamlarla uğraşıp onlarla mücadele ettiği için polisin hakkında hep kötü propaganda yapılır ve polis kötü tanıtılır. Aslında polis adam dövmez. Yanı adamı dövmez. Sen namuslu bir vatandaş isen, kısacası adam isen, Hasbel kader bir suç işleyip, karakola düşmüş isen, bu suç ne olursa olsun, hırsızlık hariç, polis bunların kaderine üzülür. Bunları dövmez, gerekirse yemeğini bile cebinden yedirir, çay içirir hatta her hizmetini de yapar. Misafir gibi yolcu eder. 

Diyeceksiniz ki 'sen polissin doğru söylemiyorsun'  Başkalarını bilmem. Ben  dövdüklerimi söyleyim. Zaten öyle adamlar var ki dövmeden kesinlikle hiçbir şey anlatamazsın. Bu dövmekte Kısımda veya Karakolda olmaz. Çünkü sonra başına bela olur. Evet ben de çok adam dövdüm. Ve adam dövmekten çok ta cezalar aldım.

Yeni polis olduğum zamanlardı, bir yıllık filan. Adana Devlet Hastanesine gidiyordum. Önümde bir yaşlı adam ve iki kız yürüyorlardı. İki de genç delikanlı, ben önce oynuyorlar, kardeşler bildim. Kızlar adamın önüne geçiyorlar, gençlerde geçince geri kaçıyorlardı. Yanlarına yaklaşınca anladım. Gençler adam ile kızlarını rahatsız ediyorlardı. "Ah bir gücüm olsa, yada bir polis olsa" diye sabahın köründe söyleniyordu adam kendi kendine.

Sabahın o saatinde belaya bulaşmak istemedim. Onları geçtim, arkamda sataşmalar ve yakınmalar devam ediyordu. Geçip gitmeme vicdanım elvermedi. Eğer polis olmayıp sade vatandaş olsam kesin müdahale ederdim. Fakat Adana Polis Savcısı Behiç Bal “Sakın bir daha adam dövmekten hakkında şikayet olurda yanıma gelirsen göz yaşına bakmam.” Diye tembihlemişti. Hiç karışmayıp bırakıp evime gitmeğe de vicdanım el vermedi. Durdum, yanıma geldiler. İyilikle halletmek için; "Polisim gençler, size yakışmıyor, iyi delikanlılara benziyorsunuz, bırakın peşlerini" dedim. "Ne diyon lan, polissen Allah mısın" dedi ve bana küfür ederek ikisi birlikte saldırdılar. Bir tanesi çakı bıçağını açarak üzerime yürüyüp bana vurmak istedi. Siz olsaydınız ne yapardınız? Veya polis şimdi dövmez mi? Söyleyin bana polis niçin var?

Bekar evime gittim ve sıcaktan uyuyamadım. O sırada Malatya lı bir arkadaşım yanıma gelmişti, onunla geri şehre giderken dolmuşa bindik. Tesadüf ya o adam da kızları ile dolmuşta oturuyordu. Anlaşılan hastane de işlerini halletmişler onlar da geri dönüyorlardı. Beni görmedi veya gördü tanımadı, bilemem. Yanında oturan adama anlatıyordu. Biz de gayri ihtiyari kulak misafiri olduk; "Kızlarımı bu sabah elimden almak istediler. Bir adam rast geldi. Polisim dedi fakat inanmadım, saçları filan çok uzundu. Boyu da iki metre vardı. KERATACI mı ne imiş. Gençlerin suratlarına yumruk değil de tekmeler vurdu. Adamlardan birini kanala düşürdü. Kızlarımı kurtardı. Bizlerle de hiç konuşmadı, bu tarafa doğru gitti. Hala hayretler içindeyim. Hayal mi gördüm de bilmiyorum." diyordu.

Ben 1.70 boyundayım, o galiba başka bir baba yiğidi anlatıyordu. Bir kaç defa 3 ay hapislik, altı ay hapislik ve 3 ay meslekten men cezaları aldım. Hep buna benzer olaylardan. Tabi Adliye ye intikal etmeyenlerde var. Gayri meşru iş yapanları, hak eden herkesi, ünlü, ünsüz her meslekten kişileri dövdüm. Hiç kimseye hissi davranmadım. Şahsi kinim den dolayı kimse ile uğraşmadım. Sadece üç kişi dövdüğüm için bana teşekkür ettiler. Onlar da kariyer sahibi kişilerdi. 

İşkence nasıl yapıldığını, sadece örgüt liderleri, örgüt üyelerinin okuması için yazdığı kitaplarda okudum. Adamlar 'öğrenin ki direnebilesiniz' diye yalan yanlış yazmışlar. Ben polislikte o tür işkenceye hiç rastlamadım. İşkence yapanlar var ise de ben bilmiyorum. O riske kimse giremez. Çünkü cezası çok. Ben kendimi biliyorum ve anlattım.

BANA BİR ŞEY DESENE


Yer Adana Reşatbey Mahallesi 243 sokak gece saat 04.00 sıraları. Emniyet  Müdürlüğüne Başbakanlıktan havale edilmiş bir ihbar mektubu geldi. Güya Belediye Başkanı Ege Bagatur'u ve yardımcısı Ahmet Albay'ı tabanca ile yaralayan ve firar eden meşhur kabadayı Süleyman Sırrı Prodan bu sokakta Ağır Ceza Hakimi Ferhat Beyin evinde saklanıyor. Hakim Beye kızıp ta bir şey yapamayan bir vatandaş bu şekilde bir mektup yazmış. Mektup bize varır varmaz hemen Hakimin evinin çevresinde kaçmaması için gizli tertibat aldık. Yalan yok ev sahibi sıradan birisi olsa paldır küldür girerdik fakat adam hakim olunca eğer ihbar asılsızsa iflahımızı keser.

Eve yakın cadde kenarında müsait bir yere arabamızla karakol kurup beklemeğe başladık. O saatler de zaman hiç geçmek bilmiyor. Hele gece saat 12.00 den sonra hiç geçmiyor. Tanıdığımız seyyar bir ciğerciyi çağırdık. Antepli Ahmet, Uzun Tahsin, Şerefsiz Nuray ve ben o gece on kilo ciğeri yedik. Arkadaşlarım içki de içtiler. Hepsi çakır keyifler ve bu sırada saatte sabah 08.00 lere geldi. Ortalık canlandı.  Polis olduğumuz da bilinmeyecekti ya. Tiyo alırsa adam saklandığı yerden kaçabilirdi.

Arkadaşlar öylesine polis olduğumuz anlaşılmasın diye şakacıktan gelen geçen kızlara laf atıyorlardı. Hiç kimse üstüne alınmıyor, gülüp yine normal yollarına devam edip gidiyorlardı. Ben de "laf atmayın, etmeyin, rezil olduk" diye onlara kızıyordum. Antepli Ahmet "Nasıl olur? Sen peygamber çocuğu musun? Sende laf atacaksın ki suça ortak olasın" dedi. Hepsi bir olup bana baskı yaptılar. Beni de laf atmağa mecbur ettiler. Tam o sırada yanmakta olan mangalımızın yanından, oradan geçmekte olan çok güzel bir kıza arkasından bir iki adım yaklaştım ve onun duyacağı şekilde, öyle iş olsun için "Kız bana bak, bana bir şey desene" dedim. Kız önümde durdu geri döndü ellerini beline koydu ve "Ne deyim, ne istiyorsun? Sen İnek Şaban mısın? Filim mi çeviriyorsun?" dedi. Allah Allah aksiliğe bak şimdi. Hesabımda bu yoktu. Dönmüş karşıma dikilmişti. Öbürüler gülüp çekip gidiyorlardı, bu ne belaya çattım. Hiç böyle bir şey beklemiyordum. Ben şimdi ne diyecektim kıza. "Özür dilerim kusura bakmayın ama tatlı bir şeyler söyle" dedim. Kız "Baklava, kadayıf, künefe başka ne istiyorsun?" dedi. Bana vuracak diye çok korktum. Arkadaşlarım da olmaz olsunlar bulundukları yerden seyrediyorlar ve gülmekten yerlere yatıyorlardı. Kız arada onlara da bakıyordu. Kızdan değil de arkadaşlarımın diline düşmekten daha çok korkuyordum. Daha sonra kız; "Ayıp ayıp siz vatandaşın namusunu koruyacakken kendiniz laf atıyorsunuz. Utanmıyor musunuz?" dedi.

Aslında o kız bana bir iki de vursa hak etmiştim. O kız bana vurmadı. Garanti Bankasında çalışıyormuş ve beni de bir yerden tanırmış. İki şiş te ciğer verdik, tuttu eline yiye gitti. Bu olaydan sonra Emniyet Müdürlüğünde bütün herkes 'Bana bir şey desene. Sen inek Şaban mısın?' türküsü çağırıyorlardı. Bana da bakıp pis pis gülüyorlardı. Aslında arkadaşlarımın bana komplo kurduklarını, o kızı ayarlayıp oraya özel getirttiklerini de düşündüm fakat galiba öyle değilmiş. Yine de hala şüpheliyim. Ve o kadar korktum ki ondan sonra nerde bir kadın görsem 4-5 metre uzağından dolandım geçtim. Ha onu da söyleyim boşuna beklemişiz. Arama yaptık, ihbar asılsız çıktı. Süleyman Sırrı’yı yakalayamadık.

10 Mart 2012 Cumartesi

NEREYE CÖMECEĞUZ

Rize Güneysu Adacami Köyünde 1968 de iki yıl öğretmenlik yaptım, orda anlatırlardı. Çin Devleti ile Rizeliler takışmışlar. Karşı beri söz düellosu filanda, en son Rizeliler savaş ilan etmişler Çin'e. Çin de almış haritayı incelemişler ki, ohooo bir avuç insan ; haber yollamışlar Karadeniz'e 'gelin.' Şimdi ihtiyarlar girmişler köy odasına karar alıp Çin ile yapacakları savaşın planlarını yapıyorlar.

Gençler sabırsız kapıda bekliyorlar. Hemen saldıracaklar fakat ihtiyarlar daha akıllı olduklarından onların kararlarını ve planlarını uygulayacaklar. Onu bekliyorlar. Sonrada bir dakikada Çin'i alacaklar. İhtiyarlar toplantı da ya, bu toplantı çok uzuyor. Sabahtan akşama kadar içerdeler. Uzun süre bir haber çıkmayınca kapıdaki gençlerde sabırsız tabi. Daha fazla bekleyemiyorlar ve kapıya tekmeyi vurup ihtiyarların yanına karar odasına giriyorlar.

"Ola haydeyin da daha ne bekleyirsunuz, gidup alalım Çin'i" diyorlar. O toplantıyı uzatan ihtiyarlarda "Ola Uşağum ne sabirsuz insanlarsunuz da. Her şey tamamdur, planumuz da tamam da. Teslim olacakları yok ya. Ha bu kadar Çin'liyi öldürdük ta, nereye cömeceğuz? Onun hesabini yapaıruz. Biraz daha bekleyun da." diyorlar.

Çin'i alsalar bilirdik herhalde, ben duymadım. Netice ne oldu bilmiyorum.