SAYFALAR

24 Mayıs 2012 Perşembe

AĞABEYİ VURULMUŞ

1974 yılı Adana Taşköprü ayağında Çorum lu iki kardeş yürürken Ceyhan da imam olan Ağabeyi Hüseyin bıçakla gece saat 21.00 sıralarında öldürüldü. Olay yerine gittiğimiz zaman orada cenazenin başında bulunan kardeşi Murat ağabeyi Hüseyin'in öldürülmesini; "Ağabeyimle birlikte onun evine gidecektik. Kendisi Ceyhan da imamdır. Taşköprünün ayağına geldiğimiz zaman bir genç yanımıza yaklaştı. Tarsus dolmuşlarının kalktığı yeri sordu. Bilmediğimizi söyleyince bize sövdü ve ağabeyime bıçakla vurdu ve kaçtı. Bu adam uzun boylu, esmer, bıyıklı, yirmi beş yaşlarında, uzun dalgalı saçlı, üzerinde desenli boğazlı kazak olan bir şahıstır. Görsem tanırım. Kendisini ilk defa olay esnasında gördüm. Daha önce hiç görmemiştim ve tanımam." şeklinde ağlayarak olayı bize anlattı.

Ölen şahsın kardeşi Murat ile ben arabanın içinde arkada birlikte oturuyor hatta bu katil kişinin yakalanması için sağa sola koşturuyor, kahvelerde aramalar yapıyor, diğer ekiplerin de yardımları ile eşgale uygun bilhassa bi mekan kişiler toplanıp Bankalar Karakolunda tutuluyorlar ve biz yanımızda ki Murat'ı Karakola getirip teşhis ettirdikten sonra bu göz altında ki kişiler salı veriliyordu. Hatta bütün bu arama ve uğraşlardan netice alınmayınca bir Trafik Ekibine Mersin tarafına giden bütün araçları durdurup sıkı bir kontrolden geçiriyorduk. Bütün uğraşlarımız neticesiz snığı yalayamadık. Yalnız bütün bu koşuşturmalarımız devam ederken bir taraftan da arkada ben bu şahsa bazı sorular soruyordum. O zaman ki Bankalar Karakol Amiri olan Başkomiser Mehmet Canseven de kendi ekipleri ile canla başla bu işin peşinden koşturuyorlardı.

İlk baştan beri kafamı karıştıran bir şey vardı. Ölen Hüseyin'in kardeşi Murat, sanığın eşgalını bize verirken kendi eşgalını bize vermişti. Anlattığı şekilde boğazlı kalın kazak kendisinde vardı. Fakat olayın geçtiği yer de tam bimekan takımlarının bulunduğu ve böyle suçların işlenebilecği bir yerdi. Sonra öldürülen kişinin kardeşi idi ve ona 'Ağabeyini sen mi öldürdün?' diye sorulmazdı herhalde. Olaydan sonra dört beş saat geçmiş olmasına rağmen hiç bir gelişme olmamış sanık hala tespit edilememişti.

Bir lokantaya girip çorba içtiğimiz sırada ışıklarda baktığım zaman Murat'ın kaşının arkasında saçları ile açık yeri arasında bir damla kan aşağı kadar inmiş ve orada donmuş kalmıştı. Dikkatlı bakıldığı zaman görünüyordu. Hiç belli etmeden bir şeyler daha sormağa devam ettim. Kendisinin de kavgaya katılıp katılmadığını sordum. "Kavga hiç olmadığını, bıçak vuranın, konuşurken hemen vurur vurmaz kaçtığını" söyledi. Halbuki kavga ettiklerini söylese belki de kurtulacaktı. Çünkü biz o zaman kafasında ki yaranın kaçan sanığın darbesinden olduğunu sanacaktık. Kendisine çaktırmadan tuvalet yolunda ekip arkadaşım Şahin'e söyledim. O da olaya vakıf olduğu ve şüpheleri bu yönde olduğu için Nat Pinkerton Şahin arabay oturur oturmaz kelepçeyi Murat'ın koluna taktı ve "Bıçak nerede? Bizi uğraştırma" dedi.

Murat yalvarmağa başladı. "Bana yol verin. Ağabeyimin cenazesini Çorum'a memlekete götürüp defnedeyim. Gelip size teslim olacağım ağabey." diyordu. Bu olamazdı çünkü işin içinde cinayet vardı. Gittik, kanlı çakı bıçağı ve gömleğini sakladığı yerden aldık. Sonra Kısım Amirimiz Başkomiser Cihat Yalım'ın evine gittik. Zaten bu sırada sabah çoktan olmuş yeni mesai de başlamıştı. Şöyle anons etti. "624 Merkez; bu akşamki cinayet olayıyla ilgili yakalanan bütün şüpheliler salıverilsin. Sanık elimizde Tamam" dedi. Bir anda ortalık karıştı. Başta Vali olmak üzere herkes anonslarla bilgi istediler. Sayın Valimiz Lütfi Tuncel sizleri kutluyorum ve makamdayım  hemen bekliyorum." dedi.

22 Mayıs 2012 Salı

CELMEİRUM DA

Temel bir gün arkadaşları ile muhabbet ederken "Deniz yollarına öyle bir kazuk atairum çi, hiç çimse bilemez oni" der.
Ne kadar ısrar ederlersede söylemez.
Arkadaşları da çok merak ederler ve bir gün Temel i çağırıp içki ısmarlarlar.
Temel biraz sarhoş olunca deniz yollarına nasıl kazık attığını sorarlar.
Temel de "Ola ha onimi anlamadunuz, vapurla İstanbul a ciderçen cidiş-celiş bileti alıırum da sade cideiirum celmeirum...da...."diyor.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

POLİS ÇAĞIRALIM

1974 yılı Adana, Kasım ayları filan, çömez polislerden sayılırım ve bir cinayet olayını takip ediyorum. Üzerimde yırtık, pırtık, üstünde her türlü boya ve çimento deseni bulunan amele elbisesi vardı. Numune Hastanesi yakınlarında Arhavi li hemşerim Namık'a ait inşaatta bir hafta kadar amele olarak çalıştım. Bu vesile ile de hemşerim Namık ile daha sonra tanıştım. Adana da cinayet işleyen Mardinli birisini yakalayacaktım.

Bir gün öğlen yemek vakti geldi. Çimentolu filan kirli elbiselerle lokantaya gitmeğe sıkıldım. Karpuz, domates, peynir, ekmek aldım ve kenarda, arka tarafta bankın üzerinde ayak üstü ucuz yollu karnımı doyururken, birden bire bayan sesleri ve gülüşmeler duydum. Sol tarafımda dört tarafı kale gibi duvarlarla çevrili hemşire okulunu gördüm. Ve 5-6 tane kızlar okulun bahçesinde kapının iç tarafında oturmuşlar, dört beş metre mesafeden beni seyrediyorlarmış. Bende kendilerini görünce çok utandım ve oradan uzaklaşmak istedim.

Kızın biri hemen laf attı; "Ne bakıyorsun, emekçi adam! Bizi seyretmeğe utanmıyor musun" dedi. "Özür dilerim, ben sizi seyretmek değil, burada olduğunuzu bilsem hayatta buraya gelmezdim. Kusura bakmayın. Hem ben size bir şey yapmadım ki" dedim. Bana aşağılayıcı ve hakaret dolu sözler söylediler. Bende "Ayıp size hiç yakıştıramadım. Paçam bozuk diye hakaret ediyorsunuz. Paçam düzgün olsa aranıza alırdınız" gibi laflar ettim. "Ah bir polis olsa da sana haddini bildirse. Şimdi polis çağıracağız " dediler, ileri gidip başka bir bank üzerine tekrar oturdular ve garip garip bana bakmağa devam ediyorlardı. Onlar öyle yapıp beni hakir gördükleri için çok ağırıma gitti ve ben de gitmedim.

Biraz durduktan sonra aklım başıma geldi 'hakikaten kızlarla kavga olur muydu? Ne kadar kabaymışım' diye düşündüm. Açık olan kapıdan içeri girdim. Okul bahçesi beyaz önlüklü kız öğrencilerle doluydu. Bu olayımızı pek az öğrenci duymuştu. Ben içeri girince üstümdeki elbiselerden dolayı herkes beni izliyorlardı ve benimle tartışan kızların biri içeri gitmiş, iki tane hademe getirmiş oturdukları bankın yanında durmuş onlarda bana bakıyorlardı. O hademelerden biri beni biraz yaklaşınca tanıdı ve onları uyardığını hissettim. Hatta yanlarına gidince hademe bana “Ağabey hoş geldin. Bizim kızlar seni tanımamışlar. Özür dileriz.” Dedi. Ben hademeye 'hoş bulduk' dedikten sonra onlar hala tuhaf tuhaf bana bakarken tam yanlarına gittim ve o yırtık pırtık üzerimdeki elbisenin önünü toplayarak hafifçe eğildim ve saygı gösterisinde bulunarak; "Tekrar özür dilerim. Hanginiz polis çağırmak istemiştiniz? Buyurun ne emredersiniz? hanımlar" dedim. Kimliğimi çıkararak gösterdim.

Hepsi oturdukları bankın üzerinden ayağa fırladılar. Beni tuttular fakat bu sefer dövmek için değil bir taraftan yüksek sesle gülüyorlar, bir taraftan da o yırtık pırtık elbiselerimin her tarafından çekiyorlardı. Ben ellerinden hademelerin yardımı ile kurtuldum. Kapıya gidemeden duvarın üstünden atlayarak kaçtım ve oradan uzaklaştım. 

Üzerimdeki o eski, yırtık işçilik montum onların ellerinde kaldı. Ve geçerken uzun süre okul bahçesinde bir bankın yanında ağaca asılmış olarak görürdüm bu trenci montunu. Bu olayda Adana da uzun süre konuşuldu. Fakat olayın kahramanı ben olduğum bilinemedi. 'Bir polis' diye anlatıldı.