SAYFALAR

8 Mayıs 2013 Çarşamba

SAKLI SALON

1998 Ankara Ahlak Bürosu, kumar makineleri ve tombalanın yasak edildiği ilk zamanlardı. Ben hiç zengin biri değildim fakat kimsenin de parasında gözüm yoktu. Ben para yemediğim içinde mekan sahipleri güvenip te gayri meşru iş yapamazlardı. Bu nedenle benden çekinirlerdi. Zaten bu göreve geldiğim ilk gün yanımda çalışan arkadaşlarıma söylemiştim. "Ben bir kimseden 10 lira para yersem sizler de 100 lira yeyin. Ben yemezsem sizler de yemeyeceksiniz." diye. Emekli arkadaşlarımdan bana akıl verenler olurdu "Recep, çeşme akarken musluğu açık tut ve bidonları doldur. İki mekancıya yol ver. Haftada 20.000 dolar kazan" diyorlardı. Ben o kirli paraya içinde fakir insanların hakkı olan o kumar paralarını almağı hiç istemedim ve almadım. Ben teklif eden arkadaşlarımı kıramadığım için sadece güler geçerdim. Ve kesinlikle yolsuzluklara ve başkasının hakkını yiyenlere göz yummazdım.

Esat Caddesinde yan yana iki kafe vardı. Bu iki kafe çok dikkatimi çeker fakat hiç bir zaman da içerilerinde doğru dürüst adam olmaz her zaman bakmama rağmen hiç bir şey yakalayamazdım. Bu lüks yerin suyu nereden geliyordu? Bir türlü anlamıyordum. Bir akşam üzeri bu yerlerin bir tanesine girdim. Genç bir delikanlı vardı ve biraz şımarıkça "İşte gördüğün gibi amirim sayende müşterimiz yok. Biz de bir şey kazanamıyoruz. Nasıl canın rahat etti mi?" dedi. Mekan sahibinin de Asayiş Şube Müdürü Mustafa Bey'in yakın arkadaşlarından olduğunu dışardan bazı sivil arkadaşlarımdan duyuyordum. Ben de biraz şüpheli idim. Çünkü o civarda ki mekanlara baskın yapıp kapatmamı istiyordu. Bu işte bir ali cengiz oyunu var, fakat ne idi ve nasıl anlayacaktım? Bir kaç tane pavyon garsonuna görev verdim. Oralara takılıp bana bilgi vermelerini, ben de bazı önemsiz suçlarında onlara göz yumacağımı söyledim. Bir bilgi sahibi olurlarsa her an için beni direk aramalarını iyice tembihledim. Beş on gün ses seda yok, hiç bir şey öğrenemedim. Bir gece cadde de bu adrese yakın yerde yürürken birisinin benden saklanarak kaçtığını ve o cıvar da kayıp olduğuna şahit oldum. Saat 01.30 da ancak bu yere girmiş olabilirdi, çünkü girilecek başka bir yer yoktu. Dışarıdan kontrol ettim, arka tarafta sönük bir ışık yanıyor, fakat ne kadar uğraştımsa kapıyı açtıramadım. Ertesi akşam bir ticari taksi vererek, sadık memurlarımdan birini müşteri bekliyormuş gibi, bu yerin karşısında ticari taksinin içinde beklettim. Gece saat 02.30 da telefon açarak mülaki olmak istedi. Maltepe de çorbacılara çağırdım. Çok sayıda kumarcının buraya girdiğini fakat ışıkların yanmadığını, dışarı da çıkmadıklarını söyledi.

Saat 03.30 da ne kadar uğraştıysam yine kapıyı açtıramadım. Zaten dışarıdan hiç bir ışık veya faaliyet fark edilmiyordu. O anlaştığım pavyon garsonlarından biri gündüz yanıma geldi ve kendisinin de şaştığı o inanılmaz oyunu bana anlattı. Her gece çok sayıda kişinin kumar aletleri ve ruletlerle  bu yerde kumar oynadıklarını anlattı.

Ertesi gece hiç kapıyı çalmadım. Arka taraftaki yüksek duvara merdiven dayayıp çıktım. Arka pencereden içerde iki kişi gözüküyordu. Loş bir ışıkta oturuyor arada bir de kalkarak duvarda ki hedefe oklar atıyorlardı. Biri o şımarık çocuk. Cama vurduktan sonra zorla kapıyı açtırdık. İki kişi oldukları için onlar çok rahattılar. O şımarık çocuk yine bana "Amirim geldiniz ama yine kimse yok. Gözlerinle gördün işte niçin çıkıp gitmiyorsun?" dedi. Sağ ayağımla göğsünün ütüne bir tekme vurdum ve olduğu yere oturdu. Onun sesini öylece kestim. Ve başka da kimseye bir şey sormadım.

Pavyon garsonunun verdiği bilgiye göre sağ tarafta büyük bir kitaplık vardı. O kitaplığa yöneldim. Sağını solunu inceledikten sonra sağ tarafta ki gizli mandalı buldum ve çeker çekmez o koca kitaplık bir kapı gibi açıldı ve içerde ki kadın erkek 30-35 kişi ile karşılaştık. Hemen adamları teslim aldık. Bir kaç tane de amir sınıfından polis vardı. Onların kimliklerini alıp bıraktım. Diğer kumarcılar, kumar aletleri ile Büromuza götürdük. Amerikan filmlerin de bile olmayan kumar aletleri vardı. Tombala oyunu da oynanıyordu. 40 bin lira civarında para yakalamıştık. Ondan sonra da daha burada hiç bir faaliyet gösteremediler.
 

6 Mayıs 2013 Pazartesi

EVRAKI BULDUK

Geçen seferlerde anlatmıştım. Süleyman Sırrı Prodan Adana Belediye Başkanı Ege Bagatur ve yardımcısı Ahmet Albay'ı yaraladığı zaman firar etmişti. Her tarafta yakalamak için çalışmalar yapıyorduk. Böyle durumlarda bazı vatandaşlar düşman oldukları kişilerin isimlerini yazarak, o kişileri polisle karşılaştırmak ve intikam almak için isimsiz olarak ihbar mektubu yollarlar. Fakat polis suçluyu yakalamak için çare aradığından mecbur bu ihbarları da değerlendirirdi.

Hele bazı ihbarlar Cumhurbaşkanlığına Veya Başbakanlığa yapılır. Başbakanlık kayıt alıp İçişlerine havale eder, İçişleri de kayıt verir ve Emniyet Genel Müdürlüğüne Bu şekilde kayıt ala ala ta o bildirilen yer Emniyet Müdürlüğüne gelir. Burada ilgili Şube ve Büroya gönderilerek her yerde kayıt görür. Bu evrağın neticesini polis ta gelen yere zincirleme tekrar bildirir ve evrak kapanır. Kim bildirmemişse evrak orada açık kalır ve o birimin üzerine görünür. Hesap sorarlar mesuliyetli işlerdir. Bazen Amirimize kızdığımız zaman bir evrak kayıp olsa da hesap sorsalar derdik. Arkadaşlar kendi aramızda tabi.

İşte Süleyman Sırrı Prodan Adana Belediye Başkanını ve Yardımcısını ağır yaraladığı zaman Böyle bir ihbar mektubu geldi. Taa Cumhurbaşkanlığına gönderilmiş. Hatay da bir isim ve adres verilerek güya Süleyman Sırrı Prodan'ı evinde saklıyormuş. Başbakanlık İçişleri Bakanlığına, İçişleri de Emniyet Genel Müdürlüğüne, Genel Müdürlük te gereğinin çok acele yapılması isteğiyle olay Adana da işlendiği için Adana Emniyet Müdürlüğü ne göndermişler. Gerekli havalelerden sonra çok acele ve gizli olarak Cinayet Masasına geldi. İhtimal vermememize rağmen yine de tedbirli davranarak hazırlık yapıldı ve başta Kısım Amirimiz Cihat Yalım başımızda olmak üzere beş kişilik ekip arkadaşlarımıza ve Kısmımıza ait Reno Toros arabamıza Valilikten onayı alındıktan sonra, gece Hatay-Samandağı'na doğru yola çıktık.

Başkomiserimiz ile hep birlikte olduğumuz için pek serbest davranamıyorsak ta O bir şeyler anlatıyor bizler de yeri geldiği zaman gülüyorduk. Çok sıcak olduğu için arabamızın bütün camları açık, havada püfür püfür esiyordu. Ön tarafta oturan Başkomiser imiz Cihat Yalım Cumhurbaşkanlığından  gelen bu havaleli ihbar mektubu belgesini araba ışığı ile elinde tutmuş okuyordu. Tam Ceyhan köprüsünü geçeceğimiz sırada, birden rüzgar elinden aldı ve birbirine zımbalanmış iki üç adet kağıtlı bu resmi belgeyi uçurdu gitti. Az ilerde tam köprü ayağında şoförümüz Komando Emir Aybı arabayı durdurdu. Hepimiz arabadan aşağı döküldük. Başkomiser “Yandık arkadaşlar.” Diyordu. 

Malatyalı Pinkerton Şahin Ağan çok iyi yazışma bilirdi. “Bir şey olmaz, korkmayın Başkomiserim. O evrağın aynısını yaparız.” Dedi. O biraz başkomiseri ve bizi rahatlattı. Karanlıkta çakmaklarla o uçan evrağı aramağa başladık. Fakat o evrağı bulmak hiç imkansız gibi bir şeydi. Gece karanlık. Doğru dürüst ışığımız yok. Köprünün altlarından yanlarından her tarafı aradık. Sonra suya düşmüş su da götürmüş olabilirdi. Oraya kadar ki olan neşemiz ve moralımız her şeyimiz bir anda bozuldu. 

Ben ümidimi kestim ve arabanın yanına geldim. Başkomiser de az evvel gelmiş pişman bir vaziyette arabada oturuyordu. Bulunma ihtimalı hiç yoktu. Ve o evraksız da bizim işimiz çok yaştı. 'Ne yapacağız' diye dertleşirken bütün arkadaşlardan sonra en son Komando Yaşar geldi, Yaşar Turgut. Elinde bir şey yoktu. Başkomiser "Yok değil mi arkadaşlar? Mahvolduk" dedi. Ağrılı Komando Yaşar; "Niye mahvolalım ki ben evrağı buldum Başkomiserim." dedi ve cebinde saklamıştı, gülerek çıkardı. Gerçek o evrak mıdır? Diye, hepimiz de aldık baktık. Doğru o evraktı fakat nasıl buldu? Acaba Başkomiserin elinden çekti aldı da bizler rüzgar mı aldı bildik diye de düşündüm fakat o da imkansızdı. Çünkü Yaşar korkar öyle yapamazdı. Sanki bir mucize olmuştu. Nasıl bulduğunu hala anlamış değilim. 

Orada kendi aramızda bir bayram havası yaşandı ve neşeyle, fıkralarla yolumuza devam ettik. Evrağı Başkomiser torpido gözüne koydu ve bize de tembihledi geri Kısma gelene kadar hiç çıkarmadık. İhbar asılsız çıktı. Tutanaklar ve ifadeler eklenerek aynı belgeyi geri Cumhurbaşkanlığına gönderdik. O olay bana öyle bir ders oldu ki ondan sonra ki meslek hayatımda ben mesul olduğum birimlerde öyle önemli belgelerin aslını kesinlikle Kısım dan dışarı çıkartmadım. Gerekli olursa yanıma fotokopisini aldım.

5 Mayıs 2013 Pazar

DUVARA VURDU

1970-72 yıllarında 45 günlük acemi eğitiminden sonra er öğretmen olarak kendi köyüm Ihlamurlu Köyünde askerlik yaptım. Yanı anlayacağınız ben sivil olarak öğretmenlik yaptım fakat askerliğime sayıldı. Amasya Carcurum Piyade Alayında çektiğimiz kurada bana Rize İli çıktı, tekrar Adacami ye almak isteseler de benim tercihim kendi köyüm oldu ve kendi Köyümde görev yaptım. Köyde herkes bilir ki faydalı olmak için ne gerekirse onu yaptım. Okuma yazma bilmeyen 5. sınıf öğrencilerine okuma yazma ve matematik öğrettim.

Tabi bu sırada ufak tefek tembel veya haylaz çocukların kulaklarını çektiğim de oldu. Hepsi komşularım ve akrabalarım olduğu için her ne kadar canla başla uğraşsam da, en ufak bir şeyi çocuklar abartır, anne babalarına kötü aksettirmeğe çalışırlardı. Bu her yerde böyledir. Daha öncede Rize Güneysu Adacami Köyünde de böyle şeyler başımdan geçmişti. Ödev yapmadıkları için bazı çocuklara sabahtan cezalar versem. Onlar akşamdan evlerine giderlerken yüksek sesle ağlarlardı. Anne babalarına bildirmek için böyle çeşitli yollara baş vururlardı.

Bir Cuma günü akşam üzeri okul tatil olunca 5. sınıf öğrencim komşumuz olan Neriman yüksek sesle ağladığını duydum ve yol boyunca evlerine doğru o sırada ki arkadaşları ile birlikte gittiklerini gördüm. Ben de zaten hemen arkalarından aşağı evime iniyordum. Çocuğa 'bir şey oldu' diye korktum ve kendilerine yetişebilmek için koşmağa başladım. Biraz gittikten sonra mesele anlaşıldı. Onlar 5. sınıf öğrencileri idi ve akılları kesiyordu. Meğer kulaklarını çektiğim için bana gönül koymuşlar ve beni cezalandıracaklarmış. Sebep sabahtan derse girerken kulaklarını çekmişim. Akşama kadar beklemişler ve akşamdan ağlamakları gelmiş. Tam bu sırada Neriman'ın annesi Nuriye karşıdan evlerinin altında ki bahçeden kızının ağladığını duyunca ve kendilerini yolda görünce çağırdı. "Neriman, Neriman, ne oldu, Güli niçin ağlıyorsun?" diye sordu. Neriman'ın kendisi meşgul ya, ağlıyor onun için konuşamadı, güya. Arkadaşı Halime Neriman'ın yerine cevap verdi. "Recep Ali Öğretmen kafasını duvara vurdu. Neriman onun için ağlıyor" dedi. Ve bekliyorlar ki 'Neriman'ın annesi Recep Ali Öğretmen için kötü bir şeyler söylesin.' Güya anne ve babasını tahrik edecekler.

Annesi de bu durumu anlamış olacak ki, karşıdan o öğrencileri alaya alarak büyük bir ustalıkla şaka yollu soruyor. "Recep Ali Öğretmen kafasını duvara vurdu ise, Neriman'a ne, O niçin ağlıyor? Öğretmenin kafasına bir şey oldu mu? Neriman şimdi öğretmeninden sebep mi ağlıyor? Recep Ali Öğretmenin başına bir şey oldu mu? Güli" diyor. Ve bu hıçkıra hıçkıra ağlayan kızının sesini kesiyor. Yanı Neriman ağlamaktan vaz geçiyor. Tabi oynadıkları oyunu annesi yutmuyor. Her ya memlekete gittiğim zaman bu olayı anlatırlar ve defalarca dinleriz.