SAYFALAR

21 Eylül 2013 Cumartesi

SUSHİ


Küçüklüğümden beri kedileri çok severdim. O zamanlar bir kedim vardı. Ama onun adı yoktu. İki yaşlarındayken yeni konuşmağa başladığım zamanlar 'hisi, hisi' diye çağırırdım onu. O daha yavruydu ve çok iyi arkadaşımdı. Annemle onun köyünde gittiğimiz tanımadığım bir evde 'Al götür' demişlerdi ve yavruların içinde güçlükle yakalamıştık. Yakalamağa çalışırken o, benim ellerimi hep tırmalamış, ısırmıştı. Çuvalın içine koyup getirmiştik bizim eve.

İlk zamanlar devamlı kaçmış ama sonraları bana alışmış, her zaman birlikte oynar, hatta geceleri koynuma girer, yatağımda beraber uyur, hiç ayrılmazdık. O uyurken 'pığ,puğ' diye sesler çıkarınca çok hoşuma gider ben de o seslerle uykuya geçerdim. Yolda birlikte yürürken birileri kovalasa, gelir benim kucağıma atlar, ben uzaksam o hızlı bir şekilde ağaçlara tırmanır, kendini sağlama aldıktan sonra döner geri, telaşlı bir şekilde bakardı. Otların başaklarını koparır onu yerlerde gezdirirdim ve o da hiç dayanamaz hemen onu yakalamağa çalışırdı. Elimde ot olmasa da o sırt üstü yere yatar, elimi ön ayaklarıyla tutar ağzına alır ısırır ve arka ayaklarıyla da yaralamadan hızlı bir şekilde tırnaklardı. Sonraları o ne oldu bilmiyorum.

Emekli olduktan sonra Azerbaycan-Bakü den bir kedi getirdi, büyük oğlum Murat. Yine bir kedim daha oldu. O çok kibar ve güzel bir hanımefendiydi. Onun pasaportu ve bir adı vardı 'SUSHİ'. Kendisi de adı olduğunu biliyordu. Çağırdığım zaman nerde olursa olsun hemen yanıma gelirdi. Veya 'Mav, mav' diye cevap verir, bana nerede olduğunu bildirirdi. Sushi da çok iyi arkadaşımdı. Ben ona sevdiğimi belli ederdim, onu öperdim ama o beni sevdiğini pek belli etmezdi. Her zaman gelip kucağıma çıkmaz. Hep uzak dururdu. Ben isterdim ki her zaman oynayalım, ama hayır. O öyle yüz vermezdi bana. Sadece sabah saat altı sıralarında yataktan kalktığım zaman kendi gelir kucağıma çıkar. Yarım saat kadar hırlayarak o pamuk gibi başını bana sürer, beni sever, kendini de bana sevdirirdi. Onunla her türlü oyunu oynardık.

Yanaklarından ve çenesinin altından, boynundan öperdim. O da beni ısırır gibi yapar, elimi, kolumu ağzına alır fakat asla ısırmazdı. Kesinlikle tırnaklarını çıkarıp zarar vermez. Bazen patisini yumruk yapar bana öyle vururdu. Bayağı da ağır eli var, acıtırdı. Eğer eve geldiğim zaman elimde market çantası varsa kendisine mutlaka sevdiği bir şeyi aldığımı bilir. Ben o poşeti açana kadar yakamı bırakmaz. İlle açtırır içine bakardı. Royal Conın mamadan başka mama yemezdi. Onu yediği zaman dudaklarını yalayarak gelir benim gözlerimin içine bakar ve teşekkür ederdi. Bilgisayar kullanırken üzerine oturduğum, açılır kapanır bir sandalye vardı evimizde. Üstünde minder vardı ve bilgisayar kullanırken ona otururdum. Ben o sandalyeye oturduğum zaman Sushi gidip gelip gözlerime bakar, bana bir şeyler anlatmak ister fakat ben bir türlü anlayamazdım.

Bir gün o sandalyede oturup bilgisayar ile uğraşırken yanıma geldi. Gözlerime bakarak bağırdı fakat yine anlamadım. Sağ ön ayağıyla ayağımdan tuttu ve beni çekmeğe başladı. Bir yere götürmek istiyor sandım ve yerimden kalktım. Öyle yapardı. Bana bir şey göstereceği zaman tutar beni çekerdi. O önde ben arkada beraber gider göstereceği şeyi gösterirdi. Bu sefer hiç bir yere götürmedi. Ben sandalyeden kalkar kalkmaz boşalan sandalyeye atladı ve ben kızıp aşağı atmayım diye de iki ön bacaklarını sandalyenin koluna sarıp kenetledi. Meğer sandalyeyi sahiplenmiş, beni kaldırıp sandalyede kendisi yatacaktı. Yaptığı hareket çok hoşuma gitti. Hemen yattığı yerde kafasını yukarı kaldırdım ve yine boynundan öptüm. O beni hala itiyordu. Kaldırır diye uzaklaşmamı istiyordu. Bazen kendisi yokken otursam dahi hemen gelir beni kaldırırdı ve kendisi aceleyle çıkar yatardı. Zaten o sandalye daha artık onun oldu.

Balkondan filan bakarken bahçede kuşları ve güvercinleri gördüğü zaman 'bıdı, bıdı, bıdı' diye çenesini oynatır, kendi kendine bir şeyler konuşurdu. Bir akşam üzeri bir muhabbet kuşu bağırarak havadan geldi balkonumuzun demirine kondu. Eşim kuşu yakaladı ve biraz sevdikten sonra havaya atarak salıverdi. O sırada Sushi yanımızda yoktu. İçerden sesimize hızla geldi ve eşimin kuşu saldığını görünce ona saldırdı, ayaklarını kanatmıştı. Kuş yakalamağı çok istiyordu fakat bir türlü beceremiyordu. Bazen askeriyenin uçakları bizim sitenin üstünden geçerken, o uçağı kuş sanıyordu ve balkonda arka ayaklarının üzerine şaha kalkıp öyle seyrediyordu.

Sushi çok akıllı anlayışlı karşı beri anlaştığımız bir hayvandı. Bir yaramazlık yapacağı zaman ‘Hayır Sushi.’ Dediğim zaman yapmazdı. ‘Hani Sushi?’ dediğim zaman yakalamağa çalışırdı. Dışarı çıktığı zamanlar yakaladığı çekirge başka canlıları da eve getirir, benim önümde bırakır. ‘Mağu, muğu’ diye sesler çıkarır galiba nasıl yakaladığını bana anlatırdı. Kutuların içine girmek çok hoşuna giderdi. Gördüğü her şeyi inceler bilgi sahibi olurdu. Eve bir misafir geldiği zaman mutlaka gelir uzaktan bakar onu bir kontrol eder, sonra gider yatardı. Yalnız bırakıp ta bir yere gittiğimiz zaman geri gelince evde bulamazdık. Hatta kayıp oldu diye telaşa kapıldığımız da olurdu. Biraz arayıp çağırdıktan sonra bir yerlerden usulca çıkar gelirdi. Bir gün takip ettik ki o yatak odasında örtünün altına girip orada saklanıyormuş. Bir sefer de dolapların başına çıkmış orada saklanmıştı.

Tatil yapmak için denize giderken veya bir kaç günlüğüne bir yerlere giderken yanımızda lazımlığıyla birlikte onu da götürürdük. O bize bakar aynen biz yaptıklarımızı taklit ederdi. Biz yokken geldiğimiz zaman görürdük. Yorganın altına girer, başını da dışarı çıkarır ve yastığa koyar adam gibi yatardı. 

İlk zamanlar 'gider evi bulamaz, aç kalır, ölür' diye hiç bahçeye çıkarmazdık. Bir gün bizden gizli balkondan atlayıp dışarı çıkmış. Bir daha geri dönmemişti. O akşam komşularla birlikte her tarafı aradık. Hiç bir yerde bulamadık. Ertesi günde akşam saatlerine kadar aradık, Sushi yoktu. Komşularımız bile onun için ağladılar. Daha ertesi gün evimizin balkonundan bakarak acaba nereye gittiğini düşünürken gördüm. Sitenin yol tarafından yukarı doğru telaşlı telaşlı geliyordu. Balkondan Sushi diye bağırdım. O orada durdu ve yukarı bana doğru baktı "Mağu, muğu, maw, muw" diye uzun uzadıya yine bir şeyler anlattı. Başına neler geldiğini kendi dilince bana anlattı fakat ben anlayamadım. Galiba Sitenin önüne gelen arabalardan birinin içine girip bir yerlere gidebildi ve sonra da geri zor gelebildi. Bana onu anlatmış olabilirdi.

Sushi evden bir daha kaçtı. O zaman üç dört gün bulamadık. Yine her tarafta aradık. Mahalle de bütün çocuklara duyurduk ve resmini dağıttık. Bulana 100 Dolar verecektik. Mahallenin çocukları 100 dolar alabilmek için Sushiye benzer bir çok kedi getirdiler. Ama o yok. Bulamadık. Dördüncü gün evimizin arka tarafında yangın merdiveni boşluğunda Susshiyi baygın buldum. Yaralıydı ve kuyruğunun yarısı yoktu. Elime aldım ve hemen Veterinere götürdüm. Ameliyat ettiler, boynuna boyunluk taktılar. O boyunluğu hiç sevmiyordu. On on beş gün sonra iyileşince boyunluğu çıkardığım zaman, o ön patileri ile boyunluğa bir kaç defa vurmuş, tırnaklarıyla delmişti. Sushiyi ya sokak kedileri veya köpekler yaralamıştı. Onun için daha bahçeye hiç bırakmıyorduk.

Bir gün evin arka balkonunu temizlerken Sushi de yanımızda sinekleri yakalamağa çalışıyordu. Birden balkondan aşağı atladı ve ağaçların arasından hızlı bir şekilde koşmağa başladı. O dışarı çıkmağı çok seviyordu. Bizi bir telaş aldı ve Hanım da Ben de, "Hayır Shuşi. Geri dön. Gitme. Kayıp olacaksın" diye arkasından bağırıyorduk. Onun biz görürken ilk defa bahçeye çıkışıydı. Biz daha hiç gelmez diye düşünüyorduk. Shuşi düşüncemizi anlamış olacak ki, ta ilerde olduğu yerde durdu. Geri döndü, bize baktı baktı ve koşarak balkonun altına geldi. Yerden zıpladığı gibi balkon demirlerine tutunarak içeri girdi. Bize ne anlattıysa "Mau, mavu, mauuuu" diye hızlı hızlı yine bir şeyler daha söyledi. Dili yok ya galiba geri geleceğini bize o şekilde anlattı. Yakalayıp sevmek istedim, yakalayamadım. Tekrar aynı yerden atlayarak çıktı gitti.

O günden sonra her gün yarım saat kadar çıkar dışarıda gezer, ot yer ve geri gelirdi. Sonraları yaşlandığı için artık balkon demirlerine atlayıp tutunamıyordu. Ben onu kapıdan çıkarıp, kapıdan içeri alıyordum. Bir zaman sonra Sushi dışarıdan geldi öyle telaşlı telaşlı kendi diliyle bana yine bana bir şeyler anlattı. Anladım, bir şikayeti vardı fakat ne? Ertesi gün kapıyı açtım ve dışarı çıkmasını istedim. O gitmedi. Gözlerime bakıyordu. Yalnız gitmek istemiyordu. Birlikte çıktık. Ben yanındayken O bahçede oturdu ve otları koparıp yemeğe başladı. Yandan üç tane sokak kedileri koşarak yanına geldiler ve ona saldırdılar. O kedileri kovdum. Sushi de benden arkalanınca arkalarından kovaladı. O günden sonra da dışarı hep birlikte çıktık. Biz ikimiz birbirimizi anlıyor, çok iyi bir şekilde anlaşıyorduk. Onu bilmem, fakat ben onu çok seviyordum.

Sushi bir zaman sonra topallamağa başladı. Biraz uğraştıktan sonra yakaladım ve ayağına bakınca anladım. Ön bacağının birinde tırnağı ters dönmüş, etine batmıştı. Ne kadar uğraştıysam bana elletmedi. Kıyametler kopardı. Her tarafımı tırmaladı. Ben de kendisine biraz bağırdım ve öyle küs Kızımla birlikte veterinere götürdük. Orada da herkese saldırdı. Bir türlü ayağını tutturmuyordu. Havlulara sardılar ve zorla, bin meşakkatle o etine batan tırnağını kestiler. Ayağı iyileşti. Topallaması geçti. Beş altı ay kadar geçtikten sonra tekrar aynı ayağı topallamağa başladı. Ben, o yine kıyametler koparacağını bildiğim için, öyle korka korka yakaladım. Kucağıma aldım ve ayağını tutunca, hiç ses çıkarmadı. Başını öbür tarafa doğru çevirdi ve o topalladığı ayağını bana uzattı. Kendisi ayağının ve benim tarafıma hiç bakmıyor öylece dinliyordu. Yine tırnak uzamış etine batmıştı. Makasla etine batan tırnağını kestik ve ayağı iyileşti.

Torunlarım geldikleri zaman onları kucağıma alıp sevmem çok ağırına giderdi. Onların yanında hiç yerinden kalkıp yanıma da gelmezdi. Yerinde yatar sadece gözleriyle takip ederdi. Torunlarımla ilgilenmemi hiç istemiyordu. Hem de evimiz de onun en çok sevdiği Kızım Yeşim'in düğünü olmuş o da evden gitmişti. Onu da hiç hazmedememişti. Sushi onları hep dert edip içine atıyordu. Ben halinden anlıyordum fakat intihar edeceğini hiç düşünmüyordum. 

Bir sabah yine her zaman olduğu gibi bahçeye birlikte çıkıyorduk. Kapının üstünde durdu. Geri döndü ve yine bana "Mavu, mau, mavu" diye bir şeyler anlattı. Ön ayaklarını havaya kaldırıp işaretler etti. Daha önce hiç öyle etmezdi. Anlaşılan bana vedalaştı. Dışarı çıktık. Ben yola arabanın yanına kadar gittim. Siteye, içeri getirip park edecektim. O zaten benim arabamı tanıyordu. Kapısını açtığım zaman, gelir, içine girer, kurulur ayaklarını da uzatır ve dışarıları seyreder, öyle gezerdik. Bu sefer hiç öyle yapmadı. Benim peşimden gelip arabaya binmediği gibi, arabanın yanına da hiç gelmedi. Oradan geçmekte olan kara büyük bir köpeğin birden önüne atlayıp ona saldırdı ve ben yanlarına koşana kadar o intihar etti. Olay beni çok etkiledi. 

 
   

20 Eylül 2013 Cuma

HOP İLE TOP

Ermeni Agop iki evliymiş. Eşlerinden birinin adı Hop, diğerinin adı top imiş.
Agop ikisine de ayrı ayrı ev tutmuş, kendisi de bir gece Hop'ta, ertesi gece Top'ta kalırmış.
Bir zaman geçtikten sonra Agop kimde kalacağını şaşırmış.
Hop'un kapısını çalınca, "Sen bu gece Top'un sun. Niçin bana geloorsun?" demiş ve içeri almamış. Agop ta geri dönmüş karanlıkta sıkıntılı sıkıntılı Top'un evine doğru giderken birden ayağı kaymış, lağım çukuruna düşmüş.
Lağım çukurundan kurtulmak için çabaladıkça, kurtulamamış daha da batmış.
Agop kendi kendine söylenirmiş;
"Ey vah, Hop biloor Top ta dır. Top biloor Hop ta dır. Kimse bilmoor Agop boğazına kadar b....ta dır." 

19 Eylül 2013 Perşembe

İNDİRİM

1977 yılında ağabeyim İrfan Adana ya yanıma geldi. Beş-on gün kaldıktan sonra geri Rize ye dönecekti. Neden yazıyorum durup dururken. Yanı bir insanın ağabeyisinin yanına gelmesi büyük bir olay mıdır? Hayır bir defa değil belki yirmi defa geldi de, bu gelişinde enteresan bir olay oldu. 

Onun için yazıyorum. Akşam görevden dönerken taş köprü de bir olay gördüm. Neler oluyor diye bakarken ağabeyimi gördüm. Hemen arabadan indim. Yanlarına gittim. Kavga varmış meraklılar da karışarak sulh etmişler. Konu ne imiş? Anlatayım. 

Ağabeyim evden çıkmış gezerken taş köprünün oralarda deri mont satan bir seyyar satıcı ile karşılaşmış. Adam buna "Deri mont al. Ağabey." demiş. Bu da gayrı ihtiyarı "Kaç lira" diye sormuş. "120,00tl demiş." Ağabeyim pahalı bulmuş ve oradan ayrılmak istemiş. 

Adam artık ne düşünmüşse; ağabeyimin peşine takılarak "Ne olur al ağabey sana 100,00tl" demiş. Ağabeyim hiç oralı olmamış. Montçu gene peşinden giderek 90, 80, 70, diye 30,00tl ye kadar fiyatı düşürmüş. Ağabeyim durmuş, geri dönmüş ve "Ciddi bir fiyat söyle, alayım." demiş. Adam toka etmek için elini uzatmış ve "20,00tl ver al, ağabey" demiş. Ağabeyim "10,00tl veririm."demiş. Satıcı "tamam ağabey" demiş ve montu sararken, Ağabeyim de "Eşşek oğlu eşşek. Madem 10,00tl kurtarıyor. Sen baştan bana niçin 120,00tl dedin?" demiş ve adama vurmuş. 

Adamı çok kötü benzet mişti. Şimdi de bakıyorum adam paketin üzerine yazmış "24 rulo tuvalet kağiti al. 4 rulo kârın olsun." Yine "On litre zeytin yağı al, iki litre kârın olsun." Şimdi gelde kızma. Yanımda olsa bende döverim belki de. Sanki üç yaşında bebek kandırıyorlar. 

Aslında halk bilinçli olacak ve böyle kandırıldıkları malları almayacak. İnsanı keriz yerine koyuyorlar. Onun için en azından böyle malları ben almıyorum.