SAYFALAR

7 Şubat 2014 Cuma

şiir DEYİŞ

Yaşadığımız ömürü, bitmez sanarlar,
Halbuki hayal gibiydi, durmadı geçti.
Unuturlar sanma recep, seni anarlar,
Derler ki bir dost aradı, bulmadı geçti.

6 Şubat 2014 Perşembe

DOĞRI GİT

1975 yılında bir olayın devamı olarak Gaziantepli bir şahsı silah kaçakçısı olarak tespit ettik. Ali K. isimli bu şahısla irtibata geçerek kendimizi kumarhane sahibi tanıttık. 

Gaziantep te Suriye pasajında saatçi dükkanı olan Ali yaptığımız pazarlık neticesinde bir kamyon dolusu tabancaları bize satacaktı. Biz de kendisine yirmi bin Türk lirası para ödeyecektik. İlle paranın yarısın hemen isterim diye tutturdu. Daha silahları görmeden Ziraat Bankasından emaneten çektiğimiz on bin lira parayı ödedik. Kalan borcu da silahların teslimi esnasında ödeyecektik. 

Biz iki polis arkadaşı öğleden sonra sepetli motosikleti ile kamyonun yanına götüreceğini, kesinlikle araba kullanılmayacağını, bize kat kat tembihledi. Anlaşılan polisten korkuyordu. Motosikletine bindik. Bizi tarlaların içerisinden, yolsuz yerlerden yarım saat kadar uzaklara götürdükten sonra, uzaktan bize bir kamyon gösterdi ve bizi orada bıraktı. "Ağam doğri gidin. Kamyon işte orada. Silahlar onun içindedir." dedi. Kendisi kaçtı, gitti. Ne ise geride ki arabalı iki arkadaşımız da motorun izinden takip ederek arkamızdan geleceklerdi. Gelmeseler zaten biz yolları bulup ta oralardan çıkıp kurtulmamız mümkün değildi. 

Kamyonun yanına gittik fakat kamyon dediği, içi boş, üstü açık, sadece bir kamyon karoseri. Dört büyük bidon üzerine oturtulmuş, arabanın motor kısmı yok. İçinde silah filan da yok. Verdiğimiz para da gitti. Biz silahtan vaz geçtik, parayı kurtarmak için ne gerekirse yapacaktık. Gaziantep'e geri gittik. Ali kayıplara karışmış yoktu. Ali'nin kardeşini aldık. Yarı sertlikle, yarı da dostlukla ikna ettik. Verdiğimiz parayı geri bize ödedi. Biz de Ziraat Bankasına ödeyip borcu kapattık. Kendisini yakalayamadık. Adana ya döndük. 

Bir sene kadar sonra Ali yi Adana da arabasında on bir adet tabanca ile birlikte yakaladık. Ben hemen o olayı ve polis olduğumuzu nasıl anlayıp, bizden kaçtığını sordum. "Eğer yakalanacaksam veya kötü bir şey duyacaksam sağ kulağım; yok yakalanmayacaksam veya iyi bir şey duyacaksam sol kulağım devamlı kaşınır ve çınlar. Böyle işaretlerim var. Ben bu şekilde, önceden başıma geleceğini anlarım. O zaman devamlı sağ kulağım çınlamış ve kaşınmıştı. Ben de polis olduğunuzu anlamıştım. Bu seferde sağ kulağım yine devamlı çınladı fakat gafil avlandım, kaçamadım." dedi. 

Aynı adam daha sonra düğünde kardeşini öldürenleri öldürdü ve kaçakken Gaziantep te yakalanacağını anlayınca üç polisi de öldürdü ve yine kaçtı. Daha sonra başka bir çatışmada kendisi de öldürüldü.


   

4 Şubat 2014 Salı

KONUŞAMADI

1982 yılı Adana Cinayet Masası, İlk Bahar ayları. Türkiye de darbe olmuş, ben İsveç Büyükelçi Koruma görevinden yeni dönmüş ve yine Adana Cinayet Bürosunda göreve başlamıştım. 

Adana ya geldiğim zaman tamamen hayal kırıklığına uğradım. Çünkü ben giderken bıraktığım Adana kayıp olmuş, yerine Başka bir Adana gelmişti. Başta Güvenlik güçleri olmak üzere hiç kimse sokağa çıkamıyor. Çıkanlar da geri evlerine döneceklerine garanti veremiyorlardı. Büyük bir kargaşa ile birlikte tam bir belirsizlik vardı. Terör her şeye hakim olmuş teröristler şehirde istedikleri gibi at oynatıyorlardı.

Ben yurtdışından yeni döndüğüm için neler olup bittiğine alışmağa çalışıyordum. Bize yeni tayın olan Komiser Ali Özdemir, Polis Memuru Sadullah Teymur ile Kanal semtinde bağ evlerinin birinde kalan, suçluyu bildiren bir ihbar mektubunu değerlendirip suçluyu yakalamak için o belirtilen adrese gittik. Böyle konularda isimsiz ihbar mektupları çok gelir, genelde vatandaşlar kavga edip te bir şey yapamadıkları insanları, bu şekilde polise bildirip göz altına aldırmak ve cezalandırmak isterlerdi. Veya polisleri tuzağa çekip öldürürlerdi. Biz üç kişi de tedbirli bir şekilde bahse konu adrese baktık. İhbar asılsız.

Yurt dışı görevimden yeni döndüğüm için arkadaşlarımı yeteri kadar tanımıyor ne yapıda olduklarını bilmiyordum. Hele o zamanlar siyasi suçlulardan sebep polisler de birbirlerine silah çekip taraf tuttukları için herkes arkadaşlarına karşı temkinli davranıyor, kimse kimseye güvenemiyordu. Genelde Bürolar temiz, bu tür olaylar Çevikkuvvet Şube Müdürlüğnde ki polisler arasında çok oluyordu. Aslında olması gereken eğer bir suç işlenmişse sanık kim olursa olsun mutlaka yakalanıp cezasını çekmesi gerekirdi. Her insanın kafasında bir fikir olabilir, fakat o fikri görevini etkilememeliydi, ama herkes aynı düşünmüyor. Bazı polisler örgüt arkadaşları ile bir olup polisin evini taradığı olaylarda vardı. Polis Memuru Emir Aybı, Komiser İbrahim Tepebaşi'yı Dev-Yol militanı ile nezarette görüştürmediği için, 3-4 gün sonra Polis Memurunun evi kurşun yağmuruna tutulmuş, çatışma uzun süre devam etmiş. Olay çözülüp anlaşıldıktan sonra Polis Memuru başka yere tayın edilmiş. Komser suçlu olduğu anlaşılınca firar etmişti.

O zamanlar polisliğin bir zor tarafı daha vardı. Sağcıyı yakalarsan "Bu polis solcudur." Solcuyu yakalarsan. "Bak bu polis sağcıdır." derlerdi. Hiç sağcı solcu olmayanlarda kendini siyasetçi gösterirlerdi. Bazı gazeteleri okumak ve taşımak ta onlara göre çok büyük suçtu. Bazen elinde ki gazeteye göre adam öldürdükleri de olurdu. Bizlerde kimseye kulak asmaz kim suç işlerse onu yakalardık.

Tam kuşluk zamanlarıydı, ihbar asılsız olunca geri Kısma gitmek için yolda bıraktığımız arabamızın yanına, tarlaların içinden giderken Sadullah "Firari sanık Osman Birbiçer'in evi buralardadır. Gelmişken bir bakalım mı?" dedi. Maşallah kod adlı firari sanık Osman B. çok tehlikeli, çok kişiler öldürmüş, bir çok baskınlarda polisin elinden kaçarak kurtulmuş sağcı bir teröristti. Kendisini yakalamağa giden jandarmalarla girdiği çatışmada ellerinden kaçmış. Sadullah bu şekilde bizi bilgilendirdikten sonra ümitsiz bir ihtimal olsa bile Komiserimiz Ali Bey "Bakalım." dedi ve arabanın yanına gitmekten vaz geçip, geri döndük. Marul tarlalarının içinden aksi istikamete doğru, bir taraftan da tarlada topladığımız marulları yiyerek on-onbeş dakika kadar yürüyerek gittik.

Daha firari sanık Osman'ın evine varmadan ilerde bahçenin ortasında tek katlı, yerde öyle külüstür, başkasına ait bir gecekondu ev vardı. Biz o evin yanından geçip esas suçlunun evine gidecektik fakat o evin yanından geçerken arka balkon demir korkuluğu üstünde oturan bir gencin, oturduğu yerden atlayarak evin içine doğru kaçtığını gördük. Biz üçümüz de o tarafa doğru koştuk. 

Evin kapısı bize göre arka tarafta kalıyordu. Arkadaşlarım evin arkasına doğru, yanı ön tarafına, kapı olduğu yere doğru koşarak gittiler. Ben de o gencin yaptığı gibi balkon demirinin üzerinden atlayıp, bir odaya, odadan da geçerek evin içinden evin kapısına doğru geldim ve kötü bir manzara ile karşılaştım. 

Giriş kapısının tam önünde, kapının iç tarafında duran genç bir delikanlı, elinde ki 14 lü tabancayı Ali Bey'in göğsüne tutmuş, duruyorlardı. Komiser Ali Bey bir elinde telsız, iki elini de havaya kaldırmış, tabancası da iki adım kadar ötede yerde, öyle duruyorlardı. Benim yaklaştığımı elinde silahı olan o genç delikanlı, sırtı bana dönük olduğu için görmüyordu. Arkadan tabancamı gencin kafasına dayadım ve sol elimle elinde ki silahını havaya doğru kaldırıp alırken, "Polisiz. Delikanlı buraya kadar. Direnme, teslim ol artık." dedim. Hiç direnmedi. Hemen koluna kelepçeyi vurdum.

Sadullah ta geldi. Ali Bey bağlanmış, hala daha ağzında ki ısırdığı marul ile hareketsiz, kaskatı duruyordu. 

Meğer bizim evine bakacağımız terörist Osman komşusunun evine gelmiş, hiç kaçmasa biz kendisini tanımayıp evine bakıp yok diye çekip gidecektik. Kaçınca şüphelendik ve tesadüfen yakaladık. Birlikte evlerine gittik. Annesi ve küçük kardeşleri vardı. Hiç taşkınlık etmediler. Kötü söz de söylemediler. Annesi ağlıyordu ve söyleniyordu; "Benim çocuğumu yaktılar evlatlarım. Kandırdılar. Şimdi de önce Allaha sonra sizlere emanet ediyorum." diyordu. Evinde arama yaptık bir kutu tabanca fişeğinden başka bir şey yoktu. Ben annesinin durumuna ve söylediklerine çok üzüldüm..

Keşke kimse suç işlemese de bizler de peşlerinden koşturup yakalamasak diye düşündüm. Kelepçe vurduktan sonra dördümüz birlikte yola arabamızın yanına kadar yürürken "Ya ağabey siz sadece üç kişi misiniz? Ben kaç defa bir alay askerin elinden kaçtım." dedi. "Sağcı mısın, solcu musun?" diye sordum. Onlarda o zamanki polisin durumunu anlamışlar, güvenemediği için neci olduğunu ilk etapta söylemeğe çekiniyordu. 20 kişi den fazla adam öldürmüş bir sağ teröristti. 

Arabada biz biraz gaz verince; "Ben Ülkücüyüm. Ağabey" dedi. Ve dediklerine göre de silahla parayı havada vururmuş. Ben tabi o para vurma işine inanmam da. İstese bizim Komiser Ali Beyi kesin vururdu. Fakat Allah razı olsun vurmadı. Bizim Ali Beyin ölü rengi bir saatte ancak normale döndü fakat dili tutulmuştu. Tam altı saat konuşamadı. İşaretle anlaştık.