SAYFALAR

14 Haziran 2014 Cumartesi

OTO HIRSIZLIĞI

1993 Ankara Oto Hırsızlık Bürosu, O zamanlar son model Tempra arabalar çalınıyor, bir daha da bulunamıyorlardı. Bu hırsızlar sadece Ankara dan değil, çoğunluk İstanbul olmak üzere Türkiye nin bütün İllerinden arabalar çalıyorlardı. Ellerinde yedek anahtarları oluyor ve kendi arabaları gibi alıp gidiyorlardı. Her türlü olasılığı değerlendirmemize rağmen bir türlü anahtarı nerden bulduklarını ilk etapta anlamamıştık. Sonra anladık. Depo kapağını kırıp ona uyan anahtar yaptırıyorlardı. Hatta bazen arabanın sahibi yanında iken de önünden arabasın alıp gidiyorlardı. Yabancı arabaları çalmak için de genelde çekici kullanıyorlardı.

O zamanlar şimdiki gibi kameralar yok. İnternet bilgisayarlar yok. Cep telefonları da yoktu. Sabıkalıları fihristli bir deftere yazar oradan takip ederdik. Genelde araba hırsızlığı iki sebepten yapılırdı. Bir sıradan macera için, bir de organızeli olarak para kazanmak için olurdu. Macera için çalınan arabalar da mesela adam pavyona gitmiş, evine gitmek için Murat ve Reno arabaları düz kontak eder çalar. O arabalar ertesi gün, veya iki-üç gün sonra evinin yakınlarında bulunur, sahiplerine teslim edilirdi. Para kazanmak için organizeli olarak genelde son model yerli ve yabancı lüks arabalar çalınır bu arabalar da iki üç sene sonra bulunur sahiplerine teslim edilirlerdi. Bazen de bir araba bulundu mu çorap söküğü gibi 50-60 araba birden bulunurdu. Uzun süre bulunamayan veya Yurtdışından getirilen lüks araçlara sahte plaka ve ruhsat çıkartırlar öyle satarlardı. Onların bulunması da tesadüf veya rastlantı neticesinde olurdu. O nedenle bu araçların bulunması da uzun zaman alırdı. Vatandaş belki farkında değildi fakat bizlerde bir hırsız yakalayıp vatandaşın arabasını bulmak için can atardık. 

Ankara dan çalıntı araba sayısı 100 ü geçmişti. Bazı ipuçlarından yola çıkarak Çoğu telefonlar açmak suretiyle aynı şase ve motor numarası ile bir Tempra aracın ikinci bir ilde trafiğe kayıt edildiğini tespit ettim. Aracın Ankara da ki sahibini yanıma alarak, ikinci trafiğe kayıtlı il olan Manisa ya gittim. Manisa da yaptığım incelemede İzmir Karşıyaka da 'İNAN OTO GALERİ' den bu aracın satıldığını öğrendim. Bu galeri Adanalı Eyüp B. a aitti. Adanalı bir gözü kör Eyüp kurduğu altı kişilik oto hırsızlık çetesinin trafiğe kayıtlı sıfır arabaları çaldırıp, kendisine ait galeride ikinci bir fatura keserek sattığı ve başka illerde ikinci defa trafiğe kayıt ettirdiği anlaşıldı. İçlerinde Celal Ç. isimli Malatyalı hırsız arabaları kaldırıyordu. Bir gece önce çalacağı arabayı tespit ediyor, aracın depo kapağını kopararak bu kapağa uyan anahtar yaptırıyor, ertesi gece de gelip kendi arabası gibi çalacağı arabaya binip gidiyordu. 

Konuyu tam olarak anladıktan sonra Ankara'ya geldim. Onay aldıktan sonra hemen İzmir'e gittim. Ben gitmeden beş saat kadar önce apar topar galeriyi boşatmışlar. Sadece yere düşmüş hırsızlardan birinin çerçeveli büyük bir boy resmini buldum. Anlaşılan köstebek haberi tam zamanında yetiştirmişti. Sanıkları yakalayamadım. İşin tadı kaçtı. Ankara ya geri geldim. Bir ekibe Türkiye nin her İlinde çalışma yapabilecek onay çıkarttıktan sonra çalıntı arabaların tespit edilen bir kısmının satıldığı yerlerden toplanması için çalışma başlattık. Daha ekip yola çıkmadan Çete Reisi Adanalı Eyüp B. beni bir gece ev telefonumdan aradı. 'Ben kendisini yakalamayım, başkaları yakalarsa alıp sorgusunu yapayım, yakalanıncaya kadar bana haftalık 10 bin dolar haraç vereceği, bir de trafiğe kayıtlı istediğim lüks araba vereceği' teklifinde bulundu. Ben kabul etmedim. 

İstanbul Oto Masası çete elemanlarından arabaları kaldıran Malatyalı Celal Ç. isimli şahsı yakaladı. Çalıntı otoları toplamak için hırsız ile birlikte Anakara ya geldiler fakat ellerinde ki belgede, bize tanıtmamak için hırsıza uyduruk takma bir isim yazmışlardı. Bu suçlunun benim aramakta olduğum hırsız Celal Ç. isimli aradığım çete elemanı olduğunu anladım ve şahsı ellerinden zorla aldım. İki yüz den fazla çaldıkları arabaları tespit ettik ve sattıkları yerlerden zapt etmeğe başladık. Sonra tekrar hırsız Celal'ı İstanbul Polisine teslim ettim.

Bu esnada bizler tabii ki bir çok daha başka enteresan olayla veya kişilerle karşılaşıyorduk. Köroğlu Caddesinden Gri renkli bir Tempra marka araba çalınmış. Arabanın sahibi her gün bir Müdür Beyin yanında çay içip, bir de bizim Büroya geliyor ve Mecliste çalıştığını, elinde çok büyük yetkiler olduğunu, onun arabasını çok çabuk bulmamız gerektiğini, hatta biz polislerin onun arabasını çalanı bildiğimizi ima eder gibi laflar ediyordu. 

Biz zaten hırsızı yakalayamadığımızdan çıldıracağız, o da gelmiş canımızdan bezdiriyor. Mecliste çalıştığından da herkes bu adama katlanmak zorunda kalıyordu. Bir gün gelmiş yine ulu orta laflar ediyor ve Kısmın telefonundan bir yeri arayarak memurların yanında konuştuğu adama bağırıyor "Ben size ta ne zaman Emniyet Genel Müdürünü görevden alın dedim hala almadınız" diyor. Güya bizlere duyuruyor, göz dağı veriyordu. 

Memurlar bana söylediler. Adamı yakasından tuttum duvara bir vurdum ve bir daha gelmemesini, eğer gelirse çok kötü yapacağımı söyledim. En kızdığım şeylerden biri de etiket yapmaktır. Nufüz sahiplerinin işini göreyim, fakir fukara kalsın veya ne olursa olsun bu benim kitabımda hiç yazmadı. Hatta fakir fukarayı her zaman daha ön plana alırdım. Ne ise bu adam öyle pervasız davranıyor ki nerde ise biz polislere kendisi için bir araba almamızı isteyecekti. 

Göğsünden tutup duvara vurduktan sonra adam doğru Asayiş Şube Müdürü Hüseyin Beyin yanına koştu. Asayiş Şube Müdürü Hüseyin Bey beni çağırdı ve o adamın yanında iyi bir haşladı. Bende Müdüre bir şey yapamayınca adamın üstüne yürüdüm. Beni tuttular. Orda da adama bir daha gelmemesini tembihledim ve yukarı yerime çıktım. Adamla ilgileneceğiz diye görev bile yapamaz olmuştuk. Kısım Amiri Muharrem Bey tayınımı çıkartırlar diye tır tır titriyordu. Bana da kızıyor fakat pek belli etmiyordu.

Tatsız olaylar oldu fakat adamdan da kurtulmuş olduk. Bazen geliyor Müdür Beyin yanında oturup çay içiyor fakat yukarı Kısma benim olduğum yere gelemiyor, merdivenlerde filan gördüğü zaman da kaçıyordu. Herkes benim tayınımı bekliyor. Hatta manalı manalı yüzüme bakıyorlardı. Ben onlara da fırça atıyorum derken 15-20 gün sonra bu adam Kısma bir telefon açıyor. Kendisi ile Kısım Amiri Muharrem Bey konuşuyor. Adam Muharrem Bey'e "Sizin beceremediğiniz işi ben becerdim, arabamı buldum. Falan benzinci de bekletiyorum. Bir ekip yollayın." diye emrivaki ediyor. 

Muharrem Bey ekip yollarken ben de işe karıştım ve ekibe arabayı da adamı da varsa zanlıları da hepsini Kısma getirmelerini tembihledim. İki saat kadar sonra geldiler. Bir o arabası çalınan Mecliste çalışan adam, iki kişi de araba sahibi ve kardeşi. Gri renkli bir Tempra araba getirdiler. 

Arabayı motor şase tespiti için Makine Mühendisleri odasına yolladım. Aramızda tatsız olaylar olduğu için adam bana hiç yaklaşamıyor, ben de hiç taviz vermiyordum. Bu nedenle benimle konuşamıyor, önüne gelen memurlara bir şeyler anlatıyor, kedi tüyünden bahsediyordu. Yanıma çağırdım ve kendisine sordum "Senin araban olduğunu nasıl anladın?" "Ben ara sıra arabamda kedi gezdirirdim de bu arabaya binip kontrol edince arka koltuğunda, bir adet benim kedime ait tüy buldum. Ondan anladım. Bu araba benim çalınan arabamdır. Çünkü içinde koltuğa yapışmış kedimin tüyü vardı." dedi. Meğer koca Ankara da çalınan arabasının renginde bir araba görürse durdurur incelermiş. Kedisinin tüyüne bakarmış. Bunu da öyle yapmış, arabada kedisinin tüyünü bulmuş ve arabanın kendisine ait olduğunu iddia ediyor. Arabanın esas sahiplerini de iyice yıldırmış, onlarda öyle sessiz duruyorlar. 

Bu arada arabayı Makine Mühendisleri Odasına götüren ekipten telefon geldi motor ve şase numaraları tutmuyor ve numaralar orijinal, çakma değil. Dolayısıyla bu araba çalıntı değil ve onun arabası hiç değil. O hala daha "Nasıl olur? Kedimin tüyü çıktı, o araba benimdir. Ben arabamı ille isterim" diye yaygara yapıyordu. Arabayı esas sahibine teslim ettik. 

Ey Allahım Yarabbi bu kadar sabırlı olduğumu bilmiyordum. Sonunda dayanamadım bu sefer döve döve aldım, merdivenlerden sürükleyerek Asayiş Şube Müdürünün odasına getirdim. Ben yine Müdür bana kızacağını düşünürken, hiç tahmin etmediğim bir şey oldu. Asayiş Şube Müdürü  de ona "Nedir senden çektiğimiz? dedi ve kapısını önünde o da vurdu. 

Adamı öyle bırakamadık, göz altına aldık. Usulen kimlik soruşturması yaptık. Aaa çıktı meydana, o mecliste çalıştığını söyleyen ve Emniyet Genel Müdürünü tayin ettirecek olan, bizleri korkutan Mustafa isimli adam meğer dolandırıcıymış, altı ay da cezası var, aranıyormuş. 

Korktuğumuz adam cezaevine gitti. Çalınan arabası İzmir de hırsızlara ait İnan Galeri de yeni fatura kesilerek Diyarbakır da bir adama satılmış. Arabanın önceki Ankara plakası Diyarbakır plakası olarak değişmiş. Araba hem Ankara trafiğine kayıtlı çalıntı görünüyor, hem de Diyarbakır trafiğine kayıtlı yeni sahibi arabayı kullanıyor. İki arabanın da motor şase numaraları aynı. Bulduk, Diyarbakır dan getirdik ve kendisi de hapisten çıkmıştı, arabasını teslim ettik. 

Diğer hırsızların yerlerini tespit edip yakalamağa çalıştığımız ve tespit ettiğimiz bazı çalıntı arabaları toplamağa başladığımız sırada, Oto Masasından Ceraim Büro Amirliğine ve oradan da Asayiş Ekipler Amirliğine tayinim çıktı. Tayin olmadan önce bu çetenin reisi Adanalı hırsız bir gözü kör Eyüp B.evime telefon açtı. "Sen beni yakalama, haftada on bin dolar hesabına yatırayım. Bir de trafiğe kayıtlı en lüks arabayı üzerine kayıt ettirip vereyim." diyordu. Ben kabul etmedim. Malatya lı Celal dan başka Eyüp ve diğer çete elemanlarının yakalandıklarını hiç duymadım.    

11 Haziran 2014 Çarşamba

TALTİF

1974 yılı Adana Cinayet Masası. Yeni polislik ve Cinayet Masasında çalıştığım yılların hızı ile, daha önce zanlısı yakalanmış ve 7-8 ay dan beri hala cezaevinde yatan bir olay, Mahmut Şallı cinayeti. 

Şahit ifadeleri ve aleyhinde bazı deliller nedeniyle Adiyeye sevk edilip tutuklanan ve hala cezaevinde yatan sanığın gerçek sanık o olduğuna kanaatim bir türlü gelmedi. Olay gasp amaçlı cinayetti. Adana'nın sayılı zenginlerinden Mahmut Şallı, Şallı İşhanında ki evinde öldürülmüştü. Hem de hunharca. Kaynı İsmet Kayseri de yakalanarak Adana ya getirtilmiş ve Maktulün mallarına sahip olmak için öldürttüğü, zannıyla olayın faili olarak cezaevinde yatıyordu.

İsmet'in bu cinayeti işleyeceğine hiç kanaatim gelmedi. Tek başıma ve kendi kendime, arabasız, bazen belediye otobüsleri ile gidip gelerek bir ay kadar bir çalışma yaptım. 

Maske yapılıp olay yerinde bırakılan, bir pantolon bacağından, bu pantolonu dört sene kadar önce diken terziyi tespit ettim. Terzinin defter kayıtlarından esas sanığın ismi, vücut ölçüleri ve deftere toplu iğne ile tutturulmuş, aynı kumaşın parçasına Adana Yurt Mahallesinde ki bu terzide ulaştım. 

Terzinin ifadeleri ve defter kayıtları ile olayı tam olarak delillendirdim. Bacağından maske yapılan bu pantolonu İhsan isimli bir kahveciye dikmişti. Hatta parasını tam olarak ödememiş, bir kısmının üstüne yatmıştı. Adı geçen İhsan'ı çevresinden araştırdım. Esrar filan içip gece alemlerine düşkün birisiydi. Böyle insanlardan zaten her şey umulur. En azından bir incelenmeğe değerdi. 

Bir akşam üzeri İsmail'in kahvesine gittim. Çünkü böyle adamlar gündüz uyur mekanlarına gece gelirlerdi. İsmail zayıf, çelimsiz, mıymıntı birisiydi. Kendimi tanıttıktan sonra hakkında şikayet olduğunu Kısma gideceğimizi söyledim. Hiç itiraz etmedi ama rengi biraz katığını hissettim. Bir taksi çağırdım ve Kısma geldik. Daha önce hiç kimseye ekip arkadaşlarıma hatta Kısım Amirimize bile hiç bir şey bahsetmemiştim. İsmail de bana Kısma gelene kadar hiç bir şey sormadı. Elleri titriyor, konuşurken kekeliyordu. Kısma girdik. Kısım Amirimiz Cihat Bey daha gitmemişti. Önce herkese bir çay söyledim. Sonra bir notla birlikte elimde ki delilleri Cihat Bey'in önüne koydum. Cihat Bey aldığım ifade ve fotokopileri iyice inceledikten sonra ayağa kalkıp, gök gürültüsü gibi kendisine "Anahtarlar nerde lan?" diye bağırır bağırmaz "Tamam ağabey, her şeyi anlatacağım." dedi ve anlattı. Tespit ettiğim bu kesin delillerle ve şahsın verdiği ifadelerle kayıp olan kasanın anahtarı da bulunması üzerine gerçek sanığın bu şahıs olduğu anlaşıldı ve şahıs tevkif oldu.

Aynı olaydan cezaevinde tutuklu bulunan İsmet isimli şahıs salıverildi. 

Bu çalışmamdan dolayı bir maaş karşılığı para ile taltif edildim. Kısım Amirimiz Cihat Yalım iki maaş, Şube Müdürümüz Adil Yazıcıoğlu da iki maaş ile taltif edildiler. Bir ay kadar sonra Bakanlıktan ödeme emirleri geldi. 

Paraların ödenmesine sıra gelince Emniyet Müdürlüğü Mutemedi Naci Şahin ile Fehmi Tulubaş beni çağırdılar. O zamanlar da 1974 Sayılı Personel Kanunu yeni uygulamağa başlanmıştı. Önce 654 sayılı Devlet Memurları Kanuna göre maaş alırken sonra 1974 Personel Kanununa göre maaş alıyorduk. Mutemetlerde bana ödeyecekleri taltif ikramiyesini eski usul 654 sayılı Kanunun geçerli olduğu zamanda yazıldığı için, o zaman ki maaş üzerinden hesaplayıp, vergi ve kesintilerini ise yeni 1974 Sayılı Personel Kanununa göre hesapladıklarından, onlar bana değil de, benim onlara borçlu olduğumu, on iki tl ödemem gerektiğini, eğer şimdi ödemezsem maaşımdan keseceklerini söylediler.

Haydaa bize göre bir maaş ikramiye verecekler, benden on iki tl istiyorlar, ben devlete borçlu çıkıyor muşum. Kısım Amiri ve Müdüre çok maaş ikramiye yazıldığından onlar yakayı kurtarıp para bile alabiliyorlardı, bana bir maaş yazıldığı için borçlu kalıyordum. 

"Taltifi istemiyorum, devlete bağışlıyorum." diye dilekçe verdim. Az kalsın üstlerini eleştirmekten ceza da vereceklerdi. Üç dört ay kadar uğraştım, dilekçeler verdim ve yeni Personel Kanununa göre hesap yapıp bana da bir maaş para ödediler. Ondan sonra taltif yazılacağı zaman gidip mutemede hesaplatıp öyle yazdırıyordum.

     

10 Haziran 2014 Salı

BARIŞ İÇİN

Buyurun sizlere bir örnek daha. Birlikte analiz edelim. 07.06.2014 günü Vatikan da toplantı yapmış barış severler. Son üç günde bütün görsel ve yazılı basın bu haberden bahsediyor. 'ORTADOĞU 
(resim alıntı)
BARIŞI İÇİN VATİKANDA BULUŞTULAR.' İlk bakışta sevindiniz değil mi? 'Barışacaklar.' diye. Hayır orada daha çok olaylar olacak ve kan akacak. Güya Katolik Hırıstıyan Papa Francis; İsrail Devlet Başkanı Simon Peres'ı, Filistin Lideri Mahmut Abbas'ı, Fener Rum Patriği Bartholomeos'u Vatikan a davet etmiş ve Ortadoğu da barış için dua etmişler. Vay anasını çok duygulandım. Ne kadar da iyiymişler. Sizler hayret etmediniz mi? Ortadoğu da ki olayları gökten gelip uzaylılar mı yapıyor? Filistin de çocukları gözaltına alıp hapise uzaylı yaratıklar mı atıyor? Orada masum insanları evlerinde otururken uzaylılar mı öldürüyor? Orada yaşayan halkın evlerini yıkıp Yahudilere uzaylılar mı villalar yapıyor? Bu kadar komik şey olur mu? O bölgeyi kan gölüne çevirenler kamu oyunu kandırmak için 'Barış Toplantısı' yapıyorlar. Orada katledilen Filistin halkının seçtiği lider de inanıyor, o toplantıya katılıp boy boy poz veriyor ve "Allahım sana yakarıyorum." diye duasını bitiriyor. Yaptıkları duanın çok etkili olduğunu söylüyorlar. Bana sorarsanız onların duasını Allah bilir ama belki de Allah hiç dinlemez bile. Çünkü onların hepsi zulüm yapıp, 'Yapmadık' diye herkesi kandıran uyanık adamlar. Görün bakın Ortadoğu da çok daha büyük olaylar daha vahim olarak devam edip gidecek. Uyanıklar dünyayı kandırıyorlar. Daha uyanıklar işlerine geldiği için kıs kıs gülüyorlar. Bizim gibi uyanıklar da bu senaryolara inanarak 'Vay be' deyip, koyun gibi başlarına geleceği bekliyorlar. Vatikan da ezanda okumuşlar. Hem de Hz. Muhammedi çıkararak. Yanı resmen günah bile işlemişler. Yanı anlayacağınız Müslümanlarla ve Allah ile dalga geçmişler. Yoksa Papazlar da Müslüman oldu diye az kalsın ben de sevinecektim. Allah aşkına Google ye 'Vatikan' diye bir yazın neler çıkacak? Küçük dilinizi yutacaksınız. 'Çocuk Tacizi, İstismarcı Papaz, Sahte Kardinal v.s. 848 Papaz da meslekten men edilmiş.' bunlar bilinip su yüzüne çıkanlar. Daha neler var Allah bilir.