SAYFALAR

13 Mayıs 2015 Çarşamba

ELDİ Mİ

Temel yol kenarında otostop yapar ve bir Mercedes arabanın arka tarafına biner.
Şöfor Temel'e bir şeyler sorar ve komiğine gider dalga geçmeğe başlar.
Temel de adama bir şeyler sorar;
"Ağabey pen pu arabanun önündeki yilduz ne işe yarar, çok merak edeyrum?" der.
Şöför de
"Onunla yayalara nişan alır çarparım böylece hiç kurtulamazlar" der.
Biraz sonra bir kasabaya gelirler ve sağda bekleyen bir yayanın yanından geçerken "küt" diye bir ses gelir arkadan.
Şöför geriye döner ve Temel'e sorar "Ne oldu o ses neyidi?"
Temel cevap verir
"Apicium sen hedefi kaçurdun ama, pen kapı ile furdum oni, eldi mi bilmeyurum da" der.

12 Mayıs 2015 Salı

SİZE 42

Temel; alış veriş merkezinde bir ayakkabıyı seçtikten sonra kasada ki bayana verir ve parasını ödemek için beklemeğe başlar. Kasiyer ayakkabıyı poşete koyarken;
Temel'e "200 tl" der.
Temel
- Ha bunlar 42 lira değul midur?
Kasada ki bayan,
-Hayır efendim. Bunlar orijinal deri. İndirimli fiyatı 200 liradır.
Temel sinirlenir ve
-Ama olur mu hiç? Düpedüz kanduriisunuz bizi. Baksana içinde 'Size 42' yazayi da.

11 Mayıs 2015 Pazartesi

YANILMA

Çocukluğumda, 10-11 yaşlarımda iken bir yaz gecesi merze evimiz olan Okura'ya gidiyordum. Bu yer köyümüzden bir saat kadar uzakta ve o zamanlar dere içlerinden yürüyerek ince patika yollardan gidilen bir yerdi. Bazı yerlerde yüksekten düşen dere sularından kopan su zerrelerinin yüzüne çarpması insana ürperti ve hele gece vaktiyse büyük bir korku ve heyecan verirdi. Gecenin o vaktinde sadece rüzgar ve akan dere sularının haricinde hiç bir ses duyulmaz ara sıra Ağustos böceklerin yaygaraları duyulurdu. Aydınlık bir gece saat 00.30 sıralarında bu ince patika yollardan ilerliyerek kan ter içinde Mandermos olarak bilinen yere geldim. Çocuğum fakat içimde hiç korku yoktu. Zaten bizim ailede 'korkmak' çok ayıp sayılırdı. Benim korkmayışımın da ayrıca özel bir sebebi vardı. Çünkü belimde çok sevdiğim kısa namlu 1912 tarihli Alman malı Makaralı Parabellüm tabanca taşıyordum. Mandermos İrmağını geçtikten sonra biraz ilerde dereyi karşı tarafa geçmek için kalın zincirle yanda ki ağaçlara bağlanmış üzerinden bir kişinin yürüyebileceği bir ağaç köprü vardı. Tam o köprüyü bitirip karşıya geçmiştim ki, sağ tarafta 4-5 metre uzağımda dere içerisinde fotör şapkalı, sarıya çalan palto geymiş bir adam oturmuş bana bakıyordu. Allah Allah gece saat 01.00 e doğru orada kim olabilirdi. Biraz da macera aradığımdan hemen yanımda ki taşın arkasına yattım ve "Kimsin?" diye sordum. Ses vermediği gibi hiç te yerinden oynamadı. Bir kaç kez daha 'Kimsin? Ateş edeceğim' diye bağırdım. Yine ses vermedi. İki el ateş ettim. Attığım mermilerin sesi gecenin karanlığında dere sesine karışarak yankılanırken kayalara çarpan kurşunlar da kıvılcımlar çıkartarak her tarafı inlettikten sonra kayıp olup gitti. Sadece kulaklarım da bir çınlama sesi kalmıştı. Adam hala daha yerinde oturuyordu. Yolumun ordan sonrakı kısmı yokuş yukarıdır. Ben o yokuşları koşarak çıktım ve kan ter içinde evime gittim. Sabaha kadar hiç yatamadım. Sabah olup gün açarken doğruca oraya, o adamı gördüğüm yere geldim. Adamın biri kullanmak için dere kumundan biriket yapmış, kullandığı çimentolardan birinin torbasını kesilmiş dik duran bir ağacın üzerine geçirmiş. Gece çimento torbası sarı palto giymiş adama, üst tarafı yırtılarak aşağı sarkan torba kağıtının parçası da fotör şapkaya benzemiş. Ve dolayısıyla anladım ki beni korkutan çimento torbası imiş. İşin aslını öğrendikten sonra rahat bir nefes aldım ve geri evime gittim.