SAYFALAR

5 Kasım 2022 Cumartesi

TACEDDİN DERGAHİ

İşte gerçek bir Türk Dergahi ve Müslüman Tarikat evi. Osmanlı'nın işgali ve kurtuluş savaşı sıralarında, kahraman askerlerimize ve milli mücadele veren halka, saymakla bitmez yardımlarda bulunmuş ve moral vererek yurdun kurtulmasına destek vermiştir..

Bugün kü tarikat, cemaat ve dergahların Müslüman dahi olmayan sahte şeyhler tarafından kurulup yönetildiği ve tek amaçları Türkiye Cumhuriyetini yıkmak, ortadan kaldırmak için çeşitli oyun ve entrikalar ile faaliyet gösterdikleri apaçık ortadadır. 

Ankara, Altındağ İlçesinde bulunan bir ev var. Restore edildi ve 1949 da müze oldu, Taceddin Dergahı. Mehmet Akif Ersoy Kurtuluş Savaşı yıllarında bu evde ikamet etti ve İstiklal Marşı başta olmak üzere çok sayıda şiirlerini bu evde yazdı. Bu ev Hacettepe Üniversitesi Merkez Kampüsü'nün sınırları içinde yer alır ve halen Müze Ev olarak kullanılmaktadır. Müze Evde Mehmet Akif Ersoy’a ait bir cep saati, gözlük, tesbih ve tüfek bulunmaktadır. Şairin yüzünün kalıbı müzede teşhir edilmektedir.

Evin karşısında Mehmet Akif Ersoy'un büstü ile, İstiklâl Marşı’nın ilk iki kıtasının yazılı olduğu bir de kitabe yer almaktadır.

Taceddin Dergahi Tarihçesi;

Taceddin Dergahı, ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman tarafından Hacı Bayram-ı Veli’nin kurduğu Bayramiye tarikatının bir kolu olan Celvetiler için yaptırılmıştır. Adını, bahçesinde kabri bulunan Taceddin Sultan'dan alır. Sultan Abdülmecit tarafından ilaveler yapılarak türbe, dergah evi, çeşme, hazire ve camiden oluşan bir külliye haline getirilmiştir. Dergahın bulunduğu sokak sonradan Mehmet Akif Ersoy Sokağı adını almıştır.

Burası Mehmet Akif'in ikameti nasıl oldu?

Mehmet Akif Ersoy, İstanbul'un işgalinden sonra milli mücadeleye devam etmek için Atatürk'ün daveti ile Ankara'ya geldi. Kalacak yeri yoktu. Kendisini Taceddini Veli Camisi İmamı Tevfik Hoca karşıladı. Kiralık ev bulmanın imkansız olduğu o dönemde, dergahta bulunan bu evde kalması için evi Mehmet Akif'e tahsis etti. TBMM Burdur Milletvekili olduğu yıllarda da günlerini hep bu mütevazı evde geçirdi. Dostlarıyla milli mücadele meselelerini bu evde tartıştı. 

Mehmet Akif, bir ulusal marş yazılması için açılan yarışmaya para ödüllü olduğu için başlangıçta katılmadı. Yarışmaya katılan şiirlerin hiçbiri uygun nitelikte olmayınca, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey, Mehmet Akif'in arkadaşı olan dönemin Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey'den marş yazma konusunda Akif'i ikna etmesini için rica etti. Mehmet Akif, Hasan Basri Bey'i kıramadı ve İstiklal Marşı'nı bu evde yazmaya başladı.  Gece gelen ilhamı kaçırmamak için bazı dörtlükleri mum ışığında dergahın duvarlarına kazıdığı anlatılır. 

Bu dergahta diğer bir sır daha vardır, o sır nedir, bilir misiniz?

ANKARA TACEDDİN DERGAHI'NDAKİ TARİHİ SIR

O yıllarda bu evde Mehmet, 
Eşref, Hasan adlarında üç mebus ve bir de bu mebuslarla samimiyet kurmuş arada sırada uğrayan sivil bir adam yaşıyorlardı. 
Daha Cumhuriyet kurulmadan 1921 senesinin Mayıs ayında bu eve bir mektup geldi. Mektup MUSTAFA SAGİR adında ki o sivil adama İngiltere'den geliyordu.

Mustafa Sagir isimli o sivil adam kim di?

Mustafa Sagir, bu evde yaşayan o üç mebus ile yakınlık kurmuş, bir Hintliydi. O devamlı bu evde yaşamıyordu fakat kesin bir adresi olmadığı için, bu evi adres olarak kullanıyor, kendisine gönderilen mektuplar bu eve geliyor, Hintli Mustafa Sagir de arada bir uğrayıp gelen postalarını
 bu evden alıyordu. Ayrıca bu zat üst düzey kişilerle de tanışıp ilişki kurmağa çalışıyor, kendisi de herkesçe tanınıyordu.

Bir gün bu eve bir mektup geldi. Evde sadece Mehmet adlı mebus vardı. Mektup Hintli Mustafa Sagir'e İngiltere Kraliyet Sarayından geliyordu. Yarı açık vaziyetteki mektubu postacıdan alan Mehmet içine bakınca şüphelendi mektuptan. Zarfın içinde ki kağıtın üzerinde hiç yazı yoktu. Tertemiz dosya kağıdı. 'İnsan neden birine boş sayfa gönderir ki!' diye düşündü ve şüphelendi. Özel bir yöntemle yazılmış, gizli bilgiler olabilirdi. 

Mektubu Mustafa Sagir'e vermedi ve incelenmesi için Kimyager Avni Refik (Bekman)'a Bey'e verdi. Avni Refik Bey özel bir solüsyon ile mektupta yazılanları meydana çıkararak okudu. Mektubun sahibi Mustafa Sagir yakalanıp hemen gözaltına alındı.

Neden biliyor musunuz? Bu Hintli Mustafa Sagir'in İngilizler tarafından görevlendirilmiş bir Ajan olduğu ortaya çıktı.

Mustafa Sagır Şubat 1919’da Afgan Emiri Habibullah’ı öldürmüş, Mustafa Kemal Paşa’yı da öldürmesi için İngilizler tarafından Ankara’ya gönderilmişti. Ankara’da herkese dost gibi görünerek bilgiler topluyor, Atatürk’ü öldürmek için fırsat kolluyor, gelişmeleri mektupla bildirip, İngiliz Hükümetinden mektupla talimatlar alıyordu.

Neticede İngiliz Ajani Hintli Mustafa Sagir suçunu itiraf etti ve 24 Mayıs 1921’de idam edildi.

Atatürk’e suikastı, bu evde yaşayan Mehmet adındaki Mebus ortaya çıkarmıştı. O mektuptan şüphelenmese belki Atatürk, Hintli Mustafa Sagir haini tarafından öldürülecekti.. 

Peki bu mektuptan şüphelenen Mebus MEHMET kim di? Hangi Mehmet?

Hintli Mustafa Sagir’in yakalanmasını sağlayan, Atatürk’e suikastı ortaya çıkarıp önleyen kişi bu evde yaşayan, Burdur Mebusu Mehmet, yani İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy’dan başkası değildi. Evet İstiklal Marşı yazarımız Mehmet Akif Ersoy'un dikkati neticesinde İngiliz Ajani Mustafa Sagir yakalanmış ve Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatı kurtulmuştu. 

O evde kalan üç Milletvekilleri;

Burdur Mebusu Mehmet Akif Ersoy,

Balikesir Mebusu Hasan Basri Çantay,

Adana Mebusu Dr. Eşref Akman dır.

Bu ibret dolu gerçekler, Türk gençlerinin bilgilerine sunulur. Lütfen unutmayınız ve unutturmayınız. Bu bilgileri gelecek olan nesillere mutlaka aktarınız. Dün çeşitli entrikalarla Türk Devletlerini yıkan düşmanlar, hiç bir zaman boş durmuyorlar, bugün de ülkemizi almak için çanla başla çalışıyor, çeşitli senaryolar uydurup, oyunlar sergiliyorlar. Yarın da daha başka oyunlarla gençlerimizin karşılarına çıkacaklar.  Saygılarımla..




1 Kasım 2022 Salı

TOLSTOY'UN SÖZLERİ

Rus büyük yazar Tolstoy'un ders alınacak sözleri.

1. Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.

2. Hayat ne gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın.

3. Bozuk para insanın cebini deler, bozuk insan da kalbini. Bu yüzden harcayın ikisini de gitsin.

4. İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için ise uyandırmak gerekir.

5. Herkes insanlığın kötüye gittiğini kabul eder ama hiç kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez. Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.

6. Varlığı bir şey kazandırmayan insanların, yokluğu hiçbir şey kaybettirmez.

7. Ne diye şeytana kızarsın? Bir iyilik yap da, o sana kızsın.

8. Bil ki, yaşadıklarınla değil yaşattıklarınla anılırsın. Ve Unutma; ne yaşattıysan elbet bir gün onu yaşarsın.

9. Bir insanı bulunduğu mevkiyle değil, göz koyduğu mevkiyle ölçmek gerekir.

10. En güçlü iki savaşçı sabır ve zamandır.

11. Bir insan acı duyuyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyuyorsa insandır.

12. İnsanın gerçek gücü sıçrayışta değil, sarsılmaz duruştadır.

13. Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür.

14. İnsanların çoğu onu yapıyor diye yanlış, yanlış olmaktan çıkmaz.

15. Kimse, kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir, bilmelisin. Küçümsediğin her şey için gün gelir, önemsediğin bir bedel ödersin.

16. Birine çamur atmadan önce iyi düşün ve sakın unutma: önce senin ellerin kirlenecek.

17. Başkalarının hayatından ders alın. İnsan, bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor. Alıntı.

24 Ekim 2022 Pazartesi

SİLİNMEYEN İZLER

Sanırım 1998 yılıydı. Ankara Emniyet Müdürlüğü, Eğitim Şube de, Polis Aday Büro Amirliği yapıyordu bir Başkomiser. Bir yıl kadar bu görevi de yaptı. Ahlak Büro Amiri iken buraya atanmıştı. Polis olmak isteyenler buraya baş vuruyor ve burada değerlendirilip polis olup olamayacaklarına karar veriliyordu.

Polisliğe çok fazla müracaat vardı. Gençlerin bir çoğu şartları uygun ise kısa yoldan hayata atılmak, için polis olmak istiyorlardı. Bu Başkomiser kimsenin hakkı zayi olmasın diye her şeyi titizlikle takip ediyor, 18 arkadaşıyla birlikte gece gündüz çalışıyorlardı. Onlar hafta sonu tatilinde de tatil yapmayıp, adayların tamamlanan müracaat dosyalarını emniyet müdürlerinden oluşan komisyona sunup, kazananların polis okullarına gidip eğitim almalarını sağlıyorlardı.

Bir gün öğleden sonra yetişkin bir kız çocuğu geldi büroya. Elinde ki evrakları Polis Memuru Arif Baltacı’ya verdi. Polis olmak için müracaat edecekti. Arif te dosyayı inceledikten sonra Başkomiserin görmesi gerektiğini düşünüp, kız çocuğunu elinde ki evraklarıyla birlikte Başkomisere getirdi. “Başkomiserim bir bakar mısın? Tıp ta öğrenci polis olmak istiyor.” dedi.

Kız “Ağabey seninle görüşmek istiyorum.” Dedi başkomisere. Yanında oturdu ve üzgün üzgün başladı konuşmağa;

“Ben Hacettepe Tıp Fakültesi dördüncü sınıfta öğrenciyim. Artık daha hiçbir gücüm kalmadı. Ailem de çok fakir. Ailenin en büyük çocuğuyum. Para kazanıp onlara da bakmak zorundayım. Okulu bırakıp en kısa yoldan para kazanmak için polis olmak istiyorum, bana yardımcı olur musun?” diyordu. Başkomiser kimliğine filan baktı. Evet Hacettepe Tıp Fakültesi öğrenci kimliği vardı o kız çocuğunun.

Öyle ince yapılı, beyaz benizli, yuvarlak solgun yüzlü, uzun boylu, kısa saçlı, saçlarını ortadan ikiye ayırmış, gözlüklü, tatlı görünümlü 22-23 yaşlarında bir hanım kızdı. Hatta biraz dikkatlice bakınca gözlüklerin altında gözlerinde fark ediliyordu biraz çekingenliği. Konuşma aksanı Ege taraflarını andırıyordu.

Paradan sebep okumayacak, Tıp Fakültesini dördüncü sınıfta bırakacak, kısa yoldan para kazanacak ve ailesine bakmak için polis olacaktı. Şimdiye kadar ki o okullarda verdiği emeği, çektiği çileyi düşünmüyordu bile.

Başkomiser kızı dinledikten sonra orada oturup beklemesini söyledi ve hemen Asayiş Şubeden geldiği için koşar adımlarla oraya gitti. Çünkü o uzun yıllarını hep Asayiş Şubede geçirmiş, onu Asayiş Şubede herkes çok iyi tanırlardı. Eğitim Şubede de nazı geçtiği arkadaşlarından oldukça çok miktar bir para toplayıp, cebinden de biraz ilave ettikten sonra, geri gelip kızın yanına oturdu. Getirdiği parayı gizlice kıza vermek için ona doğru uzattı.

Kız parayı görünce utandı, almadı. Başkomiser ısrar edip zorla vermek istedi ve büro da çalışanların hepsi de farkına varıp şahit oldular. Hatta bayan memurlar da “Al kız, al!” diye söylendiler. O yine sadece bakıyor ama almıyordu. Başkomiser kızın elinde ki çantayı aldı ve parayı içine koyduktan sonra kapağını kapatıp kıza geri verdikten sonra; “Ben bir ağabeyin olarak her zaman buradayım ve sağ olduğum müddetçe yanındayım. Her darda kaldığın zaman hiç çekinme yanıma gel veya ara. Evladım sayılırsın. Okulunu bırakmak yok. O okul bitecek.” dedi ve kart-vizitini de vererek, polislik müracaat dosyasını almadan kızı geri yolladı. Bunca sene verdiği emeğin, çektiği çilenin heba edilmesini istemedi galiba. Veya belki de kendi gençlik çağlarında ki çektiği yoksulluklar geldi aklına.

Kızın gözleri yaşardı. Ağlayarak çıktı gitti. Giderken de Başkomisere “Seni ömrüm boyunca hiç unutmayacağım Ağabey.” Dedi.

O kız bir daha o Başkomiserin yanına hiç gelmedi. Daha polisliğe de müracaat etmedi. Telefon da açmadı. Başkomiser ara sıra hatırlıyor, hep merak ediyordu; 'acaba o kız okulu bitirip doktor oldu mu? Yoksa başka bir iş bulup okulu bıraktı mı?' diye.

Aradan yıllar geçti. O Başkomiser başka yerlere tayin oldu gitti, bayağı ihtiyarladı ve nihayet emekli oldu, Ankara'ya yerleşti. Bir ara gözlerinden rahatsızlandı. Müthiş bir kaşıntı, yaş ve çapak oluyor, dünyaya bakamıyor, ara sıra da dayanılmayacak gibi baş ağrısı çekiyordu. Uğraşmasına rağmen hastaneden bir türlü randevu da alamıyordu ve ‘belki muayene olurum’ diye bir gün Ankara Numune Hastanesine gitti. Ek bina alt katta Göz Polikliniği Sekreterliği önünde durdu ve içeride ki kayıt yapan büro memurlarına camdan kimliğini uzatıp, muayene olmak istediğini fakat randevusu olmadığını söyledi. İçerden memurlar randevusuz muayene yapılmadığını söylediler. Başkomiser biraz ısrar ettiyse de olamayacağını anlayınca, öyle üzgün geri döndüğü sırada, yanından geçmekte olan beyaz önlüklü, gözlüklü bir bayan, her halde konuştuklarına kulak misafiri olmuş olacak ki, geri döndü, camdan başını uzatarak içerideki görevlilere; “Bu Amcanın kaydını yapın!” ve Başkomisere de “Gel benimle amca!” dedi. Başkomiser o bayanın doktor olduğunu, kendisine yardımcı olacağını anladı ve çok mutlu oldu. Önünü ilikleyip hafif eğilerek saygı gösterdikten sonra peşinden gitti.

İçerde eski Başkomiseri muayene ederken “Sen emekli misin, nerden emekli oldun amca?” diye sordu. “Emniyetten” dedi o Başkomiser de. “Başkomiser misin yoksa?” diye tekrar sordu ve daha cevap almadan; "Aman Allahım." dedi, elinde ki malzemeler yere düştü. Doktor Hanım şaşırmıştı. O zamana kadar galiba önünde ki bilgisayara bakmamış, Başkomiserin ismini okumamıştı. Yıllar önceki karşılaşmağı, Hekime Hanım hatırlamış ve o Başkomiseri o zaman tanımıştı. “Sen Ankara da Polis Aday Büro Amirliği yaptın değil mi? Amca" Diye tekrar sordu. Çıktı ortaya ki işte o polis olmak isteyen kız Tıbbiyeyi bitirmiş ve göz doktoru olmuştu. Bir de, o yıllar önce kendisine iyilik eden Başkomiseri şimdi tedavi edecekti.

Eşi de doktor. Telefonla çağırdı ve yanlarına geldiği zaman Başkomiseri ‘manevi babam’ diye tanıttı. O eski olayı en ince detaylarına kadar bir kez daha anlattı eşine. Yan tarafta masanın üstünde duran çantasını eline aldı ve Başkomiserin, o zaman, yıllar önce kendisine verdiği kart-viziti çıkardı içinden. Kart-vizit biraz eskimiş fakat üzerinde ki yazılar okunuyordu. 'Recep Ali Öztürk' altında 'Başkomiser,' onun altında da 'Ahlak Büro Amiri' karalanmış ve kendi el yazısıyla 'Polis Aday Büro Amiri' diye yazıyor ve bir de telefon numaraları vardı.

"Bu kartı hiç yanımdan ayırmadım. Bu kart benim hayatta ki en büyük güvencem oldu Amca. Bazı zaman bu kart sayesinde hayata tutundum." dedi, Doktor Hanım. 

Bu sefer de kimilerine göre; herkese kötülük eden, yüzü hiç gülmeyen, merhametsiz, hiç sevilmeyen, herkesin korktuğu o Başkomiser göz yaşlarını tutamadı. Ağladı. Hem de yüksek sesle.

Darda olanlara her zaman yardım edin, iyilik yapın ki, hiç bir zaman kayıp etmez, her zaman kazanırsınız! Saygılarımla..