SAYFALAR

7 Aralık 2024 Cumartesi

UYARI

 

Yüce Türk Milletine Uyarı

“Türk Milletine taaruz eden düşman, önce Türk Subayını aşağılamak, halkın gözünde küçük düşürmek ister”

Mustafa Kemal Atatürk’ün, 31 Temmuz 1920 tarihinde, Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı konuşmanın tam metni:

Efendiler!

Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdani zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yoktur. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle ile mülahaza etmekle yetineceğim.

Arkadaşlar! İNGİLİZLER ve YARDIMCILARI milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir.

Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez.

Milletlerde tabiaten ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvetle, mücadele ile mahfuz bulundururlar. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkum ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.

Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.

Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır.

İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahkum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandalarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdaafasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.

Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.

Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.

Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim ile karar vermiştir. Zaman zaman şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imasına sekte vurmamıştır ve vuramayacaktır.

Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak -ki milettin vicdani imanıdır- mevcuttur. Ordu ise arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir. Ordunun ruhu subaylardadır. O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.

Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce vazifesi budur.

Allah göstermesin, milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılarda üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde, birinci derecede faal ve fedakar olmak mecburiyetindedirler. Şahsi ve hususi hayatları itibariyle de subaylar, fedakarlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an bile subaylık yapmamış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır: Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır.

Dolayısıyla subay için “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz. Bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız. Milletimizi daima bağımsız görmekten bahtiyar olacağız. Atatürk’ün Bütün Eserleri, 9. cilt

Bu sözleri anlamak, iyi değerlendirmek ve yorumlamak, olaylarla karşılaştırıp ders almak, yüce Türk milletinin ilk görevidir. Saygılarımla.

5 Aralık 2024 Perşembe

EN BÜYÜK LİDER


Adı; Arnold LUDWIG; ABD’li bir Psikiyatri Profesörü. Bu adam hayatında Türkiye'ye hiç gelmemiş.

Bir kitap yazmış, kitabın adı; 'KING of the MOUNTAIN'

Kitapta bir bölüm var; 'In one of the most comprehensive and insightful studies of political leadership ever undertaken.'

İsminden anlaşılacağı üzere, dünyada ülke yönetmiş politikacılarla ilgili bir kitap. Tam 18 yıl araştırmış.

20. yüzyılda Dünya liderleri ile ilgili bir seri araştırmayı kapsıyor kitap. Dünyadaki liderler arasında 2000 (iki bin) kişiyi belli ama aynı ölçütlere göre değerlendirmiş.

Ülkeleri yönetmiş, Saddam’dan Kaddafi'ye, Mao'dan Roosevelt'e, De Gaulle'den Nehru'ya, Churchill'den Hitler'e, Mussolini'den Mandela'ya, Stalin'den Nasır'a ve Arafat'a hepsini incelemiş.

Kitap çalışması tam 18 yılı geçmiş bile.

Bu kapsamlı araştırma sonunda öne çıkan belli başlı 377 devlet adamını belli ölçütlere göre değerlendirmiş. Öne çıkan liderlerin hepsine aynı olmak üzere 200 kadar değişik kıstas uygulamış. Bu kıstaslara göre, 1'den 31'e kadar değişken puanlar verip değerlendirmiş ve bir sıralama yapmış.

Uyguladığı testin tam adı, “Political Greatness Scale” (PGS) olarak tanımlamış.

Buna göre;

Örneğin; en çok Roosevelt ve Mao 30’ar puan almışken, Nehru 25, Churchill 22, Golda Meir 12, Fidel Castro 23, Lenin 28, Khomeini 23, Kennedy 15 puan almışlar.

Sadece tek bir lider 31 puanla ilk sırayı almış.

Bu lider de 'Visionary' sıfatıyla, 20. yüzyılın gelmiş geçmiş en büyük devlet adamı unvanına layık görülmüş. Kim olabilir diye merak ettiniz haklı olarak. Evet işte o lider devlet adamı, Mustafa Kemal ATATÜRK ! Yanı 18 yıllık çalışması sonucunda dünyanın en büyük devlet adamı olarak Mustafa Kemal Atatürk'ü tespit etmiş.

En ilginç olan husus, yazılı ve görüntülü Türk basını bu haberi duyurmamış olması. Türk halkı, gurur duyduğu Atası hakkındaki bu güzel haberden mahrum bırakılmış.

Bizim asıl görevimiz, sizden saklanan bu gerçek bilgileri sizinle paylaşmaktır. Ey büyük Türk Ulusu, işte görün, en büyük lidere nasıl saygısızlık ediliyor. Ancak bu saygısızlık, onun yüceliğini daha da artırıyor. Saygılarımla... Alıntı.



4 Kasım 2024 Pazartesi

RİZE FINDIKLI TARİHİ

İlçemiz Fındıklı ilk zamanlar Batum'a bağlı Viçe Bucağıydı.

Orhan Naci Ak tarafından yazılan Rize tarihi adlı esere göre;1876-1877 Osmanlı-Rus savaşından sonra imzalanan Berlin anlaşması ile 3 Mart 1878 de Batum Ruslara bırakıldı. Batum Rusların eline geçince sancak merkezi de Batum’dan Rize'ye taşındı. Viçe de dolayısıyla Rize'ye bağlandı.

1. Dünya savaşı ve Kurtuluş savaşı yıllarında Rize, ülkenin genelinde olduğu gibi, büyük sorunlarla karşılaştı. Dış güçlerin kışkırtmaları ile başlayan isyanlar ve uğradığı Rus işgali nedenleriyle bölgede göçler ve muhacirlik baş gösterdi ve halk büyük sıkıntılar yaşadı.

Cumhuriyetin ilanını takip eden yıllarda ülke düzeyinde yeni bir idari teşkilatlanmaya gidildi.1924 yılında çıkarılan yeni bir kanunla sancak teşkilatı kaldırılıp yerine vilayetler kuruldu. Rize Vilayeti Atina ve Hopa Kazalarından oluşmaktaydı. Sonraları Rize merkeze Mapavri (Çayeli), Kurayiseba (İkizdere) Karadere (Kalkandere) nahiyeleri de bağlandı. Atina kazasına Ardeşen ve Hemşin nahiyeleri bağlanmıştı. Hopa Kazasına ise: Viçe, Arhavi, Kemalpaşa Nahiyeleri bağlanmıştı. Bu durum 1933 yılına kadar devam etti. 

1933 yılında Rize İli ile Artvin İli birleştirilerek Çoruh adı ile tek bir vilayet kuruldu.1936 da Artvin ile Rize tekrar ayrılarak ayrı birer il oldular. 

1486 tarihli tapu tahrir defterlerinde adına rastladığımız Viçe bu yıllarda Arhavi kazasının sahip olduğu iki zeametten biri olarak adlandırılır. (Osmanlı tımar sistemine göre, geliri 20,000 ile 99,999 akçe arasında olan dirliklere zeamet ismi verilirdi.)

Viçe Nahiyesi 1886 yılında kuruldu. Bu yıllara kadar Gavra adında bir köydü. Yeni kurulan bu nahiyeye atanan ilk nahiye müdürü Tuzcuoğlu Mehmet Efendi oldu. Yine bu yılki kayıtlara göre Rize de ilk rüştiye mektebi 1876 yılında açıldı. Pazar, Arhavi ve Fındıklı’da ise 1887 yılında birer Rüştiye mektebi açıldı.

Viçe nahiye olduktan sonra Hopa ilçesine bağlandı. Tek hakimli bir mahkeme, Nüfus idaresi ve Tapu teşkilatı da kuruldu. Viçe’nin Hopa ile idari ilişkisi Fındıklı İlçe teşkilatının kurulduğu 1948 yılına kadar devam etti.

Hamdi YAZICI’nın Fındıklı Kültürevi Bülteni adıyla çıkan Ekim 1993 tarihli dergide yazdığı makalede belirtildiğine göre; ‘Fındıklı İlçesi küçük bir köy konumunda iken 26 Mart 1887 tarihinde Bucak statüsüne yükseltildi. Bu tarihlerde Fındıklı’ın adı Gavra olarak geçmekte idi. Bu yıllarda (1903-1904) doğanların nüfus kayıtların da doğum yeri olarak Gavra adı kullanılmıştır. Aynı makalede Fındıklı İçesi 11 Haziran 1947 yılında çıkarılan 5071 sayılı kanunla 'Bucak' olmaktan çıkarılıp 'İlçe' haline getirildi. 1948 Yılında da diğer idari teşkilatlar kurularak faaliyetlere başlatıldı’ denmektedir.

I. Dünya Savaşında Fındıklı Ve İşgalden Kurtuluşu

1. Dünya savaşın da Ruslara karşı açılan doğu Cephesindeki yenilgi Rus Ordularının Fındıklıya kadar ulaşmasına neden oldu. Fındıklı ve Karadeniz sahilini 3. Orduya bağlı 53. alay müdafaa ediyordu. Ordu kumandanı Hacı Hamdi Paşa idi. 53. Alay kumandanı ise Yarbay Ali Rıza Bey idi Fındıklı müdafaa hattı iken merkez komutanlığı binası olarak Tahiroğlu Hafız’ın evi kullanılıyordu. Kumandanlığını teğmen Kadıoğlu Salim Efendi yapmaktaydı. 

Fındıklı halkının bütünü savunma hattında görev almalarına rağmen Şubat1916 da Fındıklı Ruslar tarafından işgal edildi. Fındıklı’nın müdafaasında görev alıp halkı yönlendirenler Mustafa Şahinler, Salim Kadıoğlu ve Rıfat Kalpak isimli yedek subaylardır. 

Hamdi YAZICI’nın naklettiği bilgilere göre; Ruslar 1916 Şubat ayının karlı bir gecesinde büyük bir kuvvetle  Türk kuvvetlerini kuşatma hareketine geçti. Kuşatma haberi sabaha yakın bir saatte birliklerimize ulaştı. Onadı, Kamaşane ve Hara bayırındaki birliklerimizi yok etmek istiyorlardı. Bu sırada bir Rus torpidosu Mekiskir de demirlemiş ve mütemadiyen buraları bombalıyordu. 

Daralan düşman çemberi birliklerimiz arasındaki haberleşmeyi de kesti. Kurtuluşu geri çekilmekte bulan direnişçilerimiz bu emri birliklerine ulaştıramıyorlardı. Kamaşane deki birliklere geri çekilmek emrini ulaştırmak isteyenler yolda şehit edildiler. Karargahta bulunan genç teğmen Salim Efendi bu görevi gönüllü olarak üstlendi. Kamaşane’ye giderek geri çekilme emrini ulaştırdı ve buradaki birliklerin bir kısmının imha olmasını önledi. Burada kalanların tamamı şehit oldu. 

Fındıklı’yı geçen Ruslar 5 Mart 1916’da Pazar’ı 9 Mart 1916’da da Rize’yi işgal ettiler. İlerleyişlerine devam eden Ruslar 18 Nisan 1916’da Trabzon’a girdiler. 

İşgal yıllarında ‘saltat’ diye adlandırılan Rus askerleri Fındıklı da ‘Naçalık’ adı verilen mülki idare birimi kurdular. İşgal bölgelerinde 'manat' adlı paralarını bastılar ve bu bölgede kısa bir süre kullandılar.

Rusya’da başlayan isyanlar ve Bolşevik ihtilali Rus Ordusunun bölgemizden çekilmesi kararındaki en önemli etken olmuştur. Rus askerleri ihtilal sırasında geri çekildiler. Halk bu gelişmeyi büyük bir coşkuyla kutladı. Yaklaşık iki yıl boyunca Rus işgali altında kalan Fındıklı 11 Mart 1918 yılında Rus işgalinden kurtularak tekrar hürriyetine kavuşmuş oldu.