SAYFALAR

30 Ekim 2025 Perşembe

MUSTAFA MUĞLALI

Kahrından Ölen veya Öldürülen Bir Kahraman, ‘Orgeneral Mustafa Muğlalı’

İzmir Menemen’de bir asteğmendi. 23 Aralık 1930 günü ajanların idare ettiği, gericilerin başlattığı isyanı bastırmak üzere görev verildi. Kan dökülmesin diye çok uğraş vermişti Mustafa Fehmi Kubilay…

Olaya müdahale ettiği sırada bir kurşun ile göğsünden yaralandı. Yaralı bedeni isyancılar tarafından sürüklenerek cami avlusuna getirildi. Kör bir testere ile başı kesilerek, sancağın ucuna takıldı ve Menemen sokaklarında gezdirildi.

Bu olay için; 1 Ocak 1931 itibarı ile bölgede Fahrettin Altay komutasında sıkıyönetim ilan edildi. Divan-ı Harp kuruldu ve sanıklar yargılanmaya başladı.

24 Ocak 1931 günü iddianame okundu, 28 sanığın idamına karar verildi.

Zalimler, Kubilay’ı şehit ettikleri meydanda asılarak idam edildiler.

Kubilay’ı şehit edenleri yargılayıp, idam eden Menemen İstiklal Mahkemesi Başkanı idi Orgeneral Mustafa Muğlalı.

Yine; 1943 yılında İkinci Dünya Savaşının en hararetli günleri yaşanıyordu. Ülkemiz işgal tehdidi altındaydı.

Özellikle Doğu sınırlarımız sürekli olarak ajanlar tarafından taciz ediliyor, kaçakçı kılığındaki yüzlerce kişi ülkemize girip çıkıyorlar, cirit atıyorlar, espiyonaj faaliyetlerde bulunuyorlardı. Bu esnada 33 kaçakçı kılığında ki kişiler, İran sınırına doğru kaçarken vurulmuştu.

Emri veren bölge komutanı Mustafa Muğlalı Paşaydı. Dört sene geçtikten sonra 1947 yılında emekli oldu.

1948 yılında Demokrat Parti, bölgede bulunan oy potansiyelini lehine çevirmek için, Mustafa Muğlalı olayını meclise taşıdı. Öldürülenlerin masum köylüler olduğunu, suçsuz yere kurşuna dizildiklerini savundular.

1949 yılında tutuklanan Orgeneral Mustafa Muğlalı Paşa, kısa bir süre sonra serbest bırakıldı.

Sonuçta devlet güvenliğini korumak onun sorumluluğu altındaydı, görevini yapmış, sınır ihlalinde bulunan, kimliği belirsiz kişilere ateş açılması emrini vermişti.

1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti yönetimi, Muğlalı olayını yeniden gündeme taşıdı.

Yargılanmanın tekrar görülmesine karar verildi, Mustafa Muğlalı 70 yaşında tutuklandı ve idama mahkum edildi.

'Dayanamadı.' dendi, 11 Aralık 1951 günü hapishanede kahrından öldüğünde 70 yaşındaydı. Acaba öldü mü, öldürüldü mü? O da şaibeli.

1997 yılında itibarı iade edildi. Suçsuz olduğu güya anlaşılmıştı ama aradan 36 yıl geçmişti.

Askeri törenle naaşını devlet mezarlığına taşıdılar. Harp Akademileri Komutanlığının bahçesine heykeli dikildi.

Balkan harbine katılmıştı. 1. Dünya Savaşında, Adana Bölge Komutanlığı Kurmay Başkanı olarak görev yapmıştı.

Milli Mücadelenin en önemli birimleri olan, görevleri Anadolu da Mustafa Kemal kuvvetlerine, vatan kurtulması için; silah kaçırmak, istihbarat ve subay sağlamak olan, İstanbul teşkilatlarından Zabitan ve Yavuz gruplarına başkanlık yapmıştı.

Atatürk’ün arkadaşıydı. Şeyh Sait ve Tunceli isyanlarının bastırılmasında görev almıştı ve görevlerini yerine getirmişti.

Ve en önemlisi Kubilay’ı şehit edenleri yargılayıp, idam eden Menemen İstiklal Mahkemesinin başkanıydı Mustafa Muğlalı Paşa.

Yıllar sonra, Kubilay’ın katillerini idam etmenin bedelini ödettiler bu büyük kumandana.

33 kaçakçı için şiirler yazılan bu ülkede, Mustafa Muğlalı Paşanın adını bile öğretmediler bizlere. Kışlalardan tabelası ve Askeri Okullardan heykelleri kaldırıldı. İsmi verildiği yerlerden bir bir silindi. İzleri yok edildi.

Sahip çıkamadık. 70 yaşında, bir Kurtuluş Savaşı kahramanının kahrından veya şaibeli ölmesini evlatlarımıza anlatamadık.

Bu memlekette, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, vatan, millet ve cumhuriyeti sevenler, onlar için çalışanlara, bilerek ihanet edilmekte, intikam almağa çalışılmakta ve yok edilmek istenmektedir. İçerde ki hainler düşmanlarla iş birliği halindedirler ve düşmanlıklarını bilinçli bir şekilde sürdürmektedirler.




26 Ekim 2025 Pazar

BİR YÖRÜK HİKAYESİ

Zaman 1970 li yılların sonları .

İş: Batı Toroslar’da Burdur-Antalya arasında, çetinliğinden dolayı adına türküler yakılan 'Yol ver bana Çubuk beli geçeyim!' yılan gibi kıvrım kıvrım dolanan Çubuk Boğazı yolunun yeni bir güzergah ile yenilenmesi işi.

İşin Yüklenicisi yabancı bir şirket.

Sabahın ilk mesai saatleri..

Yabancı şirket, bünyesinde çalışan Türk harita teknisyenleri, Çubuk boğazının başlangıç mevkiinde, topoğrafya cihazları ile birtakım ölçümler, çalışmalar yapmaktadırlar. Bu çalışmaları dağın karşı yamacındaki çadırından izlemekte olan bir Yörük, ne yaptıklarını merak ederek yanlarına gider.

-Merhaba ağalar, kolay gelsin. Ne işlersiniz?

-Merhaba dayı. Arazide durum tespiti, eğim ölçümü gibi çalışmalar yapıyoruz. Çubuk boğazında yapılacak yeni kara yolunun güzergahını belirlemek için gerekli çalışmalar bunlar. Dağ çok yaman, boğaz da uzun. Şirket mühendisleri kaç gündür bunun için kafa yoruyor.

-Eee, nahal (nasıl) bellikleceniz (işaretleyeceksiniz) yeni yolu? Boğazın hangı yanından yol açmak niyetindesiniz ? Harita teknikeri yabancıları kastederek: "Ona şirket mühendisleri karar verecek, birazdan gelirler ama kolay olmayacak."

-Duroon (duradurun) dayım; ben size bi möhendiz getireen. Bi de onun dediine bakın. Soonacıma gine bildiniz gibi yaparsınız.

Yörük bu sözü söyleyip ayrıldıktan bir iki saat sonra bir eşekle tekrar gelir.

Bu arada yabancı mühendisler de sahaya gelmişler, sahadaki Türk teknisyenler yörüğün gelişini ve söylediklerini yabancı şefe aktarmışlar. Yabancı şirketin Şantiye şefi işlerine karışılmasından canı sıkılır ama Türk köylüsünü merak ettiğinden ve kendisi için eğlenceli olacağını da düşündüğünden onu dinlemeye itiraz etmez. Şef'in sözlerini Yörük Osman’a Türk çalışanlar tercüme ederek aktarır:

-Merhaba. Piposundan bir nefes çektikten sonra, dumanını üflerken eşeği işaret ederek , dudaklarında müstehzi bir ifadeyle, Bana senden söz ettiler. Buradakilere bir mühendis getireceğini söylemişsin ama sen arkadaşınla gelmişsin.

-Merhaba beyim. Heye, söylediydim. Hemi de getirdim. Eşeği göstererek..İşte getirdiğim möhendiz. İşittim ki boğazı nerden, nahal geçeriz diye kafa yorarmışsınız. Sizler helbet daha eyisini bilirsiniz emme bi de bu fukara möhendize kulak verin isterseniz.

Eşeğin iki yanında ağzına kadar dolu birer saman hararı büyük çuval yüklüdür. Yörük Osman cebinden çıkardığı çakı bıçağıyla çuvalların altında birer ikişer çentik açar. “Dehh kızım !”diyerek eşeğe yol verir. Yolun, boğazın zaten yabancısı olmayan eşek ağır ağır, tıkır tıkır Çubuk Boğazı’ndan iniş aşağı bir yol tutturur. Osman, yabancı şef’e ve diğerlerine dönerek “Takip edin !” der. Başta yabancılar olmak üzere bütün saha ekibi ”bir eşekten mi akıl alacağız!” düşüncesiyle önce bozulurlar, aralarında sinirlenenler olur. Eşek, tatlı bir eğimle dura, döne yamaç aşağı Çubuk boğazının vadisine doğru ilerledikçe iki yanındaki çuvallardan yavaş yavaş dökülen samanlar geriden gelenlere iki şeritli bir yol işareti bırakmaktadır. Gördükleri karşısında şaşkınlıktan şaşkınlığa, hayretten hayrete düşen yabancı, yerli uzmanların fikri değişmeye başlar. Büyük bir yükten kurtulmanın rahatlığı ile Yörük Osman’a teşekkür ederler. Hemen, saman izlerine kalıcı işaretler koymaya başlarlar. Güzergah kaba taslak ortaya çıkar.

Boğaz içinde, bir dere kenarında kurmuş oldukları günlük kamp, şantiye çadırında Osman’a kahve, çay, kek vs ikram ederler. Osman, tercüman vasıtasıyla yabancılara “Bu çadırı yanlış yere kurmuşsunuz. Bunu buradan kaldırın; daaha şu yamaca kurun” diye yüz elli , iki yüz metre uzaklıkta ama emniyetli bir yeri işaret eder. Yabancılar "Neden ki?" diye sorarlar. “Çünkü burayı su basar. Akşama kalmaz yağmur var." der. Hava gayet açıktır ve gökyüzünde yaprak kadar olsun bir bulut yoktur. Bunun üzerine yabancı şirketin Şantiye şefi olan mühendis bir bizim yörüğe, bir havaya bakarak, kendinden emin bir tavırla "Mühendisine lafım yok ama Meteroloji’de zayıfsın. Biz o işi iyi biliriz. Bugün, yarın yağmur filan yok. Zaten kampı yarın başka yere taşıyacağız. Çadırı toplamamıza hiç gerek yok" der. "Pekey beyim, siz bilirsiniz…" der yörük; keçilerini toplamak üzere yanlarından ayrılır, gider. 

Öğleden sonra gökte bir küçük bulut görünür ve gitgide büyür. Büyüdükçe kararır, karardıkça büyür. Kırk beş dakika, bir saat içinde bardaktan boşanırcasına bir yağmur iner. Masum bir kuzu gibi sakin sakin yayılıp akan dere birden azgın bir sele döner.

Arazide çalışmakta olan yerli, yabancı mühendisler, işçiler kamp çadırına zor yetişirler. Eşyaların, önemli cihazların bir kısmını kurtarırlar, bir kısmı çadırla beraber sele kapılıp gider. O sırada, olacakları önceden sezen, onları tepeden izlemekte olan Yörük Osman koşarak yardımlarına yetişmiştir.

Rüzgar dinip, yağmur geçtikten sonra yabancı şef yine tercüman vasıtasıyla bizim Yörük Osman’a sorar:

-Hava açık ve gökyüzünde bir küçük bulut bile yokken, yağmur yağacağını, üstelik ”akşama kalmaz" diyerek nasıl bilebildin ?

-Çünkü yağmur yağacağı zaman benim hayalarım üşümeğe, kaşınmağa başlar. Ordan bildim.

Yörüğün bu sözü kendisine tercüme edilen yabancı şirketin şantiye şefi, bir kahkaha patlatacak ve bugün bile dilden dile dolaşan şu meşhur sözünü söyleyecektir:

“Mühendisi eşeğinden, Meteorolojisi ta*ağından olan bu millete akıl ermez, bunlarla uğraşılmaz!"      Alıntı.

21 Ekim 2025 Salı

POLİS’İNE SAHİP ÇIK


Emekli Emniyet Müdür'ü Yaşar Durmaz'ın Kaleminden

POLİSİNE SAHİP ÇIK…!

Diyarbakır’da geçtiğimiz gün Öcalan’a özgürlük talebiyle yapılan eylem sırasında megafonu eline alan bir kişi, Türk polisine dönüp “düşman” diye haykırdı. Bu sahne sadece birkaç saniyelik bir görüntü değil; bir zihniyetin ve bir niyetin dışa vurumuydu.

Polis…

Bu ülkenin güvenliği için gece gündüz nöbette.
Yağmurda, karda, sıcakta; bayramda, tatilde bile görevde.

Şehit veriyoruz, yaralanıyoruz, tehdit ediliyoruz…
Ama hâlâ birileri, devletin güvenlik güçlerine nefretle seslenebiliyor. Hem de kameralar önünde, meydanlarda, utanmadan!

Bu nasıl bir çelişki?
Bu nasıl bir “özgürlük anlayışı” ki, terör örgütünü övmek, polisi “düşman” ilan etmek normalleşebiliyor?

Kimse kusura bakmasın…
Bu mesele birkaç kişinin “aşırılığı” ya da “sözlü provokasyonu” değildir.

Unutmayalım: Polis, bu milletin evladıdır. Anadolu’nun dört bir yanından gelen, bu vatan için , ay yıldızlı bayrak için yemin etmiş insanlardır onlar.

Elbette ifade özgürlüğü demokrasinin temelidir.
Ama hiçbir özgürlük, terör övücülüğünü, nefret söylemini, devlete düşmanlığı kapsamaz.

Bir toplumun ortak vicdanına saldırı niteliği taşıyan bu tür eylemler karşısında sessiz kalmak, o vicdanın çöküşüne ortak olmaktır.

Son söz: Terör övücülüğüne, nefret söylemine ve devlete düşmanlığa cüret edenlere asla taviz verilmemelidir.

Şehit annelerine, nöbetteki polislerimize, canı pahasına huzurumuzu koruyan bütün güvenlik güçlerine selam olsun.

https://www.internationalhayathaber.com/polislerin-sabri-kalmadi/

YOUTUBE KAYNAK:

https://www.youtube.com/shorts/N4Jb4qSK9BE