Emekli olduğum yıllardı. Ankara da bir alış-veriş
mağazasından eşimle birlikte alış veriş yaptık ve poşetler elimizde arabaya
doğru aceleyle giderken, orta yaşlı bir bayan önümüzü kesti, şaka yollu “Hem
dinlenin, biraz soluk alın, hem de ben sizinle biraz konuşmak istiyorum.” Dedi.
Elinde bir klasör bir de kalem vardı. Ben o ayaküstü satıcılardan bildim.
“Kusura bakma, bizim paramız yok. Bir şey alacak durumda değiliz.” Dedim. “Ben
bir şey satmıyorum, sadece konuşmak istiyorum.” Dedi ve orada oturakların
üzerine oturduk.
Eşim “Ne hakkında konuşacaksınız?” diye sordu. Bayan elinde
ki dosyayı gösterdi ve bizlere hafta sonu tatil yaptırmak istediklerini anlatıyordu. Dosyada bir sürü isim ve telefon numaraları yazılıydı. Ben pek karışmadım. Eşimle konuşuyorlardı. Bütün masraflar kendilerine ait 'Balıkesir Edremit Güre de bir termal otelde bir hafta sonu misafir edeceklerini' söylüyordu. Bu nasıl olabilirdi? Araba ile buradan alacaklar. Balıkesir Edremit
Güre’ye getirecekler. Üç gün yedirip içirip geri getirecekler. Bunu kim yapar? “Kızım
git işine, bizimle kafa bulma!” dedim ve ben ayrıldım. O bizi bir türlü bırakmıyordu.
Ben arabayı çalıştırırken o eşimi tutmuş ha bire dil döküyordu. Eşim de inanmamış
fakat o an elinden kurtulabilmek için telefon numarası vermiş.
Biz olayı unuttuk. İki hafta kadar sonra bir telefon geldi.
Bir bayan arıyordu. “Bu Cuma günü akşamı saat 20.00 de Sıhhıye ye gelin
otobüslerimiz oradan hareket edecek.” Diyordu. Eşim bana sordu; “Ne dersin,
Gidelim mi?” dedi. Aldım telefonu; “Siz insanları neden kandırıyorsunuz.
Yaptığınız düpedüz dolandırıcılık!” dedim. “Yok Beyefendi, biz reklam parası verip
te televizyon ve gazetelerde reklam yapmıyoruz. O para ile insanları götürüp
yerlerimizi gösterip reklam yapma yolunu tercih ediyoruz. Her şey tamamen sizin
rızanızla olan bir şey. Göreceksiniz, çok hoşunuza gidecek. Mutlaka gelmenizi
tavsiye ediyoruz.” Dedi. Bazı büyük alış-veriş merkezlerinin çekiliş yoluyla bu
tür uygulamalar yaptıklarını duymuştum. Hatta bir arkadaşımız gitmiş, anlata
anlata bitiremiyordu, ben de onlar gibi bir şey bildim. “İyi, tamam, geliriz.” Dedim.
Cuma günü bir daha aradılar. Tekrar teyit ettirdiler.
Akşam saat 20.00 de gittik. Sıhhıye de o
dedikleri yer çok kalabalıktı. Üç büyük otobüs bizleri bekliyordu. Üç otobüste
tam olarak doldu. Zaten öyle ayarlamışlar. Kafile başkanı 35 yaşlarında genç bir delikanlıydı. Bizim otobüste türkü, şarkı ve fıkralar anlatılarak
neşeli bir şekilde yolculuk başladı. Ben kendi kendi me düşünüyordum ‘Vay
anasını be, az daha gelmeyecektim. Geldiğimi ne iyi etmişim.’ Diye fakat hiç
inanamıyordum böyle devam edeceğine. Mutlaka sonunda bir pürüz çıkacağını da arada
düşünüyordum.
Ne ise ertesi gün Güre’ye gittik. Birbirine ekli ve uzun bir
çok iskanlar yapılmıştı. Eşimle beni bir odaya yerleştirdiler. Binanın zemin
kısmında büyük havuzlar vardı. Yemeklerden sonra bu havuzlara girebileceğimizi
söylediler. Bir defa girdik. Boş zamanlarımızda da dinleneceğimiz müzikli salonlar vardı.
Buralarda yeme içme bizlere aitti. Diğer masraflar bizi getirenlere. O havuzda
görevli olanlara usulca sordum: “Bu havuz kime ait?” diye. Havuz bu binalara
ait fakat işletmesini başkası almış para ile işletiyor. Bizim o havuza girmemiz
için çok yüklü bir para ödemişler işleten adama. Hay Allahım bu nasıl olur?
Son gece Pazar günü gecesi her şey anlaşılmağa başladı. Karı
koca bir çifti yalnız olarak bir odaya alıyorlar. Çift yarım saat kadar sonra alkışlamalar eşliğinde odadan çıkıyor, biraz felekleri şaşmış gibi gözüküyordu. Ne ise gece saat bire doğru bizi
de aldılar. İki sandalye koymuşlar. Oturduk. Tam önümüzde de iki kişi
oturuyorlardı. Önlerinde masanın üstünde bonolar, yazılmış bir çok evraklar vardı. Önce gönlümüzü okşamakla başladılar. Nasıl, iyi vakit geçirip
geçiremediğimizi sordular. Ve esas meseleye geldik.
Bu binaları devre mülk olarak sattıklarını, yer de pek kalmadığını fakat bizlerin çok şanslı olduğumuzu, buradan bir devre mülk alabileceğimizi, yılda bir defa gelip buralarda böyle vakit geçirebileceğimizi söylediler.
Eşim hiç karışmadı. Hep benimle muhatap oldular. Ben boşuna zaman
kaybetmemelerini, almayacağımızı, paramızın da hiç olmadığını söylediysem de,
sözle benim dediklerimi hep çürütüp ille almamızı ısrar ettiler. Ben tekrar almayacağımızı
söyledim ve bizleri dışarı çıkarttılar.
Başka çiftleri almağa devam ettiler ve her çıkana sorduğum
da anladım, hepsi sözleşme ve hatta bonolar imzalamış, kapora vermişler.10 veya15 günlük devre mülkler satın almışlar. Ben o zamana kadar bilmiyordum. Bir daireyi senede bir kaç günlüğüne satıyorlar. Sana ayrılan günlerde, sene de 10 veya 15 gün gidip kendi evin gibi kalıyorsun. Sonra da anahtarı yönetime teslim edip gidiyorsun. Adı da 'devre mülk' muş. Bir daireyi böylece 30-35 kişiye satıyorlarmış.
Sabah oldu. Kimsede zaten uyku yok. Ben tam ‘iyi kazasız
belasız almadan atlattık’ diye düşünürken saat 05.00 sıralarında tekrar bizi ikinci defa içeri
aldılar. Bu sefer iki kişi bizimle pazarlık ediyorlar, onların arkasında
yüzleri bize dönük üç kişi daha var. O iki kişi bana akıl verirken o
arkadakilerde başlarını sallayarak veya sözle beni etki altına almak
istiyorlar. Bir taraftan da şak şak şak alkışlıyorlar. Ben yine “yok,
almayacağım.” Dedim. Eşim baktı ki belaya kalacağız “Tamam alıyoruz.” Dedi.
Büyük bir alkış tufanı koptu. Daha önce de başkalarına satarken o alkış
seslerini dışarıdan duyuyorduk.
Ben tekrar almayacağımı söyledim ve yerimden kalktım. Omuzumdan ve arkamdan
tutup beni itip çekmeğe başladılar. Hanımın kolundan tuttum ve kendimizi zor dışarı
attık. Daha orada durmayıp hızla binanın dışına çıktık. Bir araba ile Edremit’e gidip, oradan da Ankara ya
geldik. O kadar insanın içinde bir tek ben devre mülk satın almamışım
ama az kaslında başıma büyük bir bela almışım.
İşte Feto’nun çalışma
tekniklerinden sadece bir tanesi. Günümüzde ki soygunların çoğu Feto taktiği ile yapılan soygunlardır. Daha şeytanın aklına gelmeyen bir çok taktikleri var. Sonradan duydum ki bu devre mülk satın alan insanların çokları para ödeyememiş, mahkemelere düşmüşler. Yanı anlayacağınız Feto alacaklarını Türkiye Mahkemelerini kullanarak tahsil etmiş.