SAYFALAR

21 Kasım 2018 Çarşamba

DENİZDE BALIKLAR

1968 yılında Rize Güneysu Adacami Köyüne İlk okul öğretmeni olarak ilk tayinle gittiğim zaman, Okul Müdürü Naci Bey vardı. O büyük tecrübelerinden az zaman da çok şeyler aktarmıştı bana. Ama arkadaşlığımız çok uzun sürmedi, o yıl sonunda ayrıldık. 

Ertesi yıl Nacı Bey kendi memleketi Hopa da bir köye tayin oldu gitti. Ben 120 öğrenci ile tek başıma eğitim ve öğretim yaptım. Bekardım ve orada çay alım evinin üstünde köy evinde kalıyordum.

Köylü de beni hakikaten çok severlerdi veya bana öyle geliyordu, asker dönüşü istek bile yapmışlardı ve arada türkü filan da atarlardı,
·         “Beyu kızlağaç beyu, cöğe mi değeceksun?
·         Evlen Recep Öğretmen, beçar mı duracaksun?” diye.

Köylü, okulun temizlik işleri için para vererek tuttukları Mustafa Mercan isimli genci de bazı zamanlar 4. ve 5. Sınıflara sokar ders anlattırırdım.

Okula gittiğim ilk zamanlar odun filan muhafaza edilen ve depo olarak ta kullanılan okulun zemin katına girdiğim zaman bir bir üzerlerine yığılmış çok miktarda çimento torbalarına benzer içi dolu torbalar olduğunu görünce, bunların ne olduklarını Naci Bey’e sordum. “Amerika’nın yolladığı süt tozları olduğunu, ta okul ilk yapıldığından beri ‘YOĞALTILDI’ yanı çocuklara içirildi gösterilip kayıtlardan düşüldükten sonra buralara koyup saklandığını ve saklı tutulması gerektiğini söyledi. Hakikaten inceledim ki haklarında hiçbir kayıt yok. Hemde ‘çocuklara içirildi’ diye düşümü yapılmış, çocuklara içirilmemiş ve süt tozları ilelebet saklanıyor. Hala daha yeniden süt tozları geliyor ve çocuklara içirilmesine devam ediliyordu.

Çocuklar okula gelirken bardak filan getirir ikinci 45 dakikalık derste ‘BESLENME EĞİTİMİ’ adı altında Amerika’nın bedava yolladığı bu süt tozları süt yapılır, kaynatılır ve çocuklara içirilirdi. Hatta daha önceleri peynir, kuru üzüm ve un da gelir, bunlardan üzümlü ekmekler yapılıp öğrenci çocuklara tükettirilirdi. Türk Milli Eğitimi de bu işin üstüne çok düşer, müfettişler tarafından ilk önce bu faaliyetler incelenirdi. Halbuki benim duyduğum 'Bedava peynir fare kapanında olur.' Amerika bütün bunları niçin bedava yapardı bilmem fakat Türkiye’nin bütün ilk okullarına bu kadar malzemeyi babasının hayrına gönderdiğini sanmıyorum.

Biz de ilk zamanlar ‘şikayet olur’ diye aynen yönetmeliğe uyup süt tozlarından süt yapıp çocuklara bir zaman içirdik fakat ertesi yıl ben yalnız kalınca, o çok önce ki arkadaşlar yaptığı gibi defterde ki çizelgeye işleyerek, çocuklara içirildi diye gösterdim ve elde kalan süt tozlarını zemin katta ki öbür yığınların üzerlerine koydurdum. Depomuz o kadar doldu ki artık yer olmamağa başladı. Ben zaten bu süt tozlarının Türk çocuklarına faydalı olacağına inanmıyordum. İlerde etkisini gösterecek gizli zehir karışık olduğunu bile düşünüyordum. Onun için de pek çocuklara içirmek istemiyordum fakat bir şikayet olup ta, içirmediğimi tespit etseler maazallah insanı hapise bile atarlardı. Bu işin üzerine çok duruyorlardı. Ondan korkuyordum.

O yıl çocuklara hiç ABD sütü içirmedim. Bir gece vakti okulun temizlik işlerini yapan Mustafa’yı çağırdım ve okulda ki depo da bulunan o süt tozu torbalarını eşeğe yükleyip bir kaç seferde Güneysu deresine taşıdık. Dere kıyısında torbaları bıçakla keserek süt tozlarını suya döktük, Güneysu deresi ile birlikte denize doğru aktı gitti süt tozları. Bu işi köprü üzerinden yapsaydım daha hayırlı olacaktı fakat düşünemedim, ben derenin kıyısından suya döktüm. 

Üç beş gün sonra bir gece Mustafa evime yanıma geldi ve heyecanlı bir şekilde anlatmağa başladı; “Hocam, biz dereye döktüğümüz süt tozlarından kenarlarda kalanları köylüler topluyorlar ve hayvan yavrularına içiriyorlar.” Dedi. Hemen dereye döktüğümüz yere gittik. Hakikaten gece göremediğimiz için süt tozları kıyı kenarlarına da dökülmüş ve orada taşların üstlerine yapışmış hala daha duruyorlardı. Hay Allah, hemen sorarlarsa ne söyleyeceğini Mustafa’ya sıkı sıkıya tembihledim.

Çok büyük bir sıkıntı oldu bende. “Köylüler toplayıp hayvanlara içiriyorlar mış.” Diye duydum fakat insanlarda içerler ve olumsuz sonuçlar olabilirdi. Çünkü velilerden gelip okuldan süt tozu isteyenler çok oluyordu. Hemen okulda bütün çocukları topladım ve dere kenarında ki süt tozlarının vaktı geçtiği için döküldüğünü, zehirli olabileceğini, kesinlikle kimsenin hayvanlarına dahi içirmemelerini anlattım.

O haftanın son Cuma günüydü. Cuma namazı için camiye gitmiştik. Beşinci sınıf öğrencisi Ahmet Mercan bir iki arkadaşı ile tek nefes koşarak camiye geldiler; “Öğretmenim, dört beş kişi geldiler seni acele çağırıyorlar.” Dedi. “Beklesinler, veya kendileri buraya gelsinler. Ben Cuma dan sonra gelirim.” Dedim. Tam içeri girecektim ki çocuklar koşarak tekrar geldiler; “Öğretmenim, gitin söyleyin, kafamızı bozmasın ha. Öğretmeniniz çabuk buraya gelsin diyorlar.” Dedi. Anladım. İş değişik, hemen döktüğüm süt tozları aklıma geldi.

Okul zaten camiye üç dört dakikalık mesafedeydi. Okula gittim, beş kişi var, gelmişler ama hiç birini tanımıyordum. Kendi ellerimle yaptığım mevsimler şeridi ve Osmanlı Sülalesi köşesini inceliyorlardı. Selam verdim. Selamıma bile pek sevinmediler, öyle isteksiz aldılar. Birisi “Ben Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Ekrem Bey.” Dedi. Birisi beslenmeden sorumlu Müdür, birisi Amerikan temsilcisi, biri Müfettiş Ömer Lütfi Bey, birisi bilmem kim.

“Hoş gelmişsiniz efendim.”  Dedim. Odama geçtik. “Savunmanı almağa geldik.” Dediler. Ben daha savunma nedir? Bilmiyorum. “Buyurun alın efendim.” Dedim. Süt tozu yoğaltma defterlerini istediler. Hemen Mustafa getirdi. Baktılar, incelediler. Sözlü olarak sormağa başladılar. “Sen süt tozlarını ne yapıyorsun?”  “Hepsini çocuklara içiriyorum.” dedim. Hepsi öyle manalı bir şekilde yüzüme baktılar ve bir de birbirlerine bakıp gülüştükten sonra dosyanın arasından bir resim çıkardılar. Güneysu deresinin Adacami Köyü’nden geçtiği yer. Akan suyun kıyısında döktüğüm süt tozlarından kalanlar gözüküyordu. “Bu resim nedir? Sen süt tozlarını dereye dökmüşsun ve bir de kötü propaganda yapmışsın. 'Süt tozları zehirlidir. İçmeyin.' demişsin. Hakkında ihbar var. Dilekçe vermişler.” Dediler. 

“Efendim defterlerde incelediniz. Ben bütün süt tozlarını gereği gibi yoğaltıyorum. Dereye dökülen süt tozlarına gelince; evet doğrudur, ben döktüm fakat okul açılalı beri biriktirilen, yıllar önce ki süt tozlarıdır. Kıyıda kalanların toplandığını duyunca toplamasınlar, diye dökülen süt tozları zehirli olabilir diye öğrencilere söyledim.”  Diye olayın aslını doğru olarak anlattım. Anlaşılan biri üşenmemiş fotoğraflar bile çekerek beni şikayet etmişti. “ Yok. Sen Amerikayı kötülemişsen. Sana işlem yapacağız. Ucunda hapislik bile var.” Dediler.
“Valla ben hayatımda hiç kimseye kötülük düşünmem, yapacağınız işleme de engel olamam. Eğer karnınız aç ise dün bir çorba yapmıştım, hepimize yeter buyurun gidip odamda içelim.” Dedim. “Sen bekar yaşıyorsun, köylülere yemek getirtmiyor musun?” dediler. Ben buradan gidince kimseyi arkamdan konuşturtmak istemiyorum. Onun için hiç kimseden bir şey kabul etmiyorum.” Dedim. 

Tam o sırada Rize de Ses sineması sahibi Celal Ağa kimden haber aldıysa elinde baston ve yanın da birkaç gençle birlikte gelerek, bu adamların karşısına dikilip tehdit ettiler. “Senelerden beri okulumuza doğru bir öğretmen gelmiş, onu kimseye ezdirmeyiz. Defolup gidin beyler.” Dediler. Celal Ağa ve adamlarını zor ikna ettim, yatıştırdım ve evlerine yollamak istedim fakat evlerine gitmediler, onlar gidene kadar orada oturup beklediler. 

Milli eğitim Müdür Yardımcısı Ekrem Yangın okulda biraz daha incelemeler yaptıktan sonra; “Köylüler seni çok sevmekte haklıymışlar. Sana ceza vermeğe geldik fakat aslında sen takdirlik bir öğretmensin. Bir daha yaptığın işi böyle yüzüne gözüne bulaştırma.” Dedi ve yazıp, çizip çekip gittiler. O öyle kaynadı gitti, ceza filan vermediler. Zaten ben askere gittim. Sonra da öğretmenlikten ayrıldım. Ceza almadım fakat bana büyük bir ders oldu. 

Rize küçük bir yer olduğu için bu olay Rize nin her tarafında ve bütün okullarında duyulmuş, toplantılarda filan ‘o dereye dökülen süt tozlarından denizde bütün balıklar ölmüş’ diye öğretmen arkadaşlar espriler yapıyorlardı. Hatta bir gün arkadaşımla birlikte dolmuşla Rize'den Fındıklı ya giderken tanımadığımız adamlar dolmuşun içinde konuşuyor; “Geri zekalı bir öğretmen Güneysu deresine Amerikan süt tozlarını dökmüş te, süt tozları zehirliymiş, deniz de ki balıkların bir çoğu ölmüşler. Bir çoğu da aptallaşmış, yemsiz oltaya takılıyorlarmış. Bu sene hamsi de yiyemeyiz.” Diyorlardı ve gülüşüyorlardı.

İki sene sonra asker öğretmen olarak tayınım Fındıklı ya çıktı ve orada görev yaptığım sırada, saygı değer öğretmen arkadaş Osman Köröğlu, O çok komik ve espriler yapan, fıkralar anlatan bir arkadaştı. Bu olayı duymuş ve bir toplantıda söz hakkı alıp ayağa kalkarak Müfettiş İsmet Bey ve Kaymakam Kadri Bey'e; “Efendim önerge veriyorum. Amerikan süt tozlarını dereye döküp te denize gitmesini sağlıyarak, denizde ki balıkların zehirlenmesine, sağ kalanlarında aptal olmalarına sebep olan, öğretmen arkadaş Recep Ali Bey şu anda aramızda bulunup, hala daha öğretmenlik görevine devam etmektedir. Hakkında ne gibi bir cezai işlem uygulandı? Öğrenmek istiyorum.” Demişti ve bir an da gülmekten ortalık yıkılmıştı.

Düşünüyorum da; 'Amerikan süt tozlarından etkilenip, deniz de yemsiz oltaya takılan veya kendiliğinden karaya sıçrayan balıklar' gibi sözler o zaman espri ile söylenmişti fakat acaba doğru muydu? Şimdi o balıklar gibi, kafası çalışmayıp, körü körüne kandırılan insanlar var. Uyanık gibi durup ta uyuyanlar. Görür gibi yapıpta görmeyenler. Kuyruk gibi birinin peşine takılıp ta gidenler. Acaba o zaman ki, o Amerikan süt tozu sütünü içen çocuklar midirler? ABD o zaman bize neden bedava süt tozu yolluyordu? Herkese SAYGILAR, SEVGİLER ve SELAMLAR. Ayrıca o günlere de selamlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder