SAYFALAR

23 Kasım 2018 Cuma

ÖĞRETMEN OLDUM

Rize Lisesini bitirdikten sonra 1967 yılında Rize’li İdris isminde liseden bir arkadaşımla birlikte Erzurum da tek odalı bir ev tuttuk ve Atatürk Üniversitesine kayıt olduk. Kış geldi çattı, evde soba yok, odun yok, kömür yok, tezek yok, elde avuçta para da yok. Hep yorganın altında bu kış çıkmayacak. Doğrusunu isterseniz aslında doğru dürüst bir yorgan da yok.

O zamanlar bizim gibilerin çalışmaları da adet değildi. Yoksa adetti de biz mi bilmiyorduk onu da bilmiyorum. Gündüz soğuk, akşam soğuk, gece durulmuyor çok soğuk, sabah soğuk, bir tarafımız donmuş olarak kalkıyoruz.

Biraz canlanayım diye memlekete yanı Fındıklı’ya geldim. Daha geri gitmek istemedi canım. Kısa yoldan ne yapayım diye düşündüm. Rize de Turist otelin karşısında tepede Rize Erkek İlköğretmen Okulu vardı. Bu okul hem yatılı hem de gündüzlü eğitim veriyordu. Arkadaşlarım oradan mezun olmuşlar, bir kaç yıldır öğretmenlik yapıyorlardı. 

Bir sabah erkenden Rize'ye gittim, Müdür Yardımcısının kapısını çalarak içeri girdim. Kimse yoktu. Ben zaten çekinerek girmiştim ve beklemeyip o işten de vaz geçecektim. Çünkü ümitsizdim. 

Tam dışarı çıktım ki kısa boylu, dolgun yapılı sevecan tipli bir adam rast geldi ve galiba beni yabancı görünce; “Ne var? Ne arıyorsun?” diye sordu. Müdür Yardımcısını sordum. Kendisi olduğunu söyledi. Birlikte içeri odasına girdik. Masada sandalyesine oturdu, beni de misafir yerine oturtmak istedi. Ben önüm ilikli ayakta beklemeğe devam ettim ve kendisine lise muzunu olduğumu, ilk okul öğretmeni olmak istediğimi, bunun bir yolu olup olmadığını sordum. 

Masasının çekmecesinden bir dosya kağıtı çıkardı, masasına koydu ve kendisi söyledi ben yazdım. Çok kısa; Rize Lisesi mezunuyum. İlk okul öğretmeni olmak istiyorum. Gereğinin yapılmasını arz ederim. İsim, tarih, imza. Dilekçemi aldı paraf filan etti ve sumenin altına koydu. Galiba dilekçeyi kayıt filan daha sonra kendisi yaptırdı. Eğitimle ilgili birkaç kitap ismi yazdı. Bunların çoğunu bulamazsın fakat arkadaşlarından sor temin et, güz dönemi imtihan zamanlarında gel imtihanlara gir, kazanırsan öğretmen olursun.” Dedi ve kendi çekmecesinde bulunan üç-dört kitaba ait ders notlarını da bana verdi. Allah razı olsun eğer “Senden öğretmen olmaz.” Deyip te kovsaydı kesinlikle daha devlet dairelerine bir daha uğramazdım.

Sorumlu olduğum ders kitaplarından çoğunu öğretmen arkadaşlardan temin ettim. Bir ikisini bulamadım fakat onların sorularına da mantıki cevaplar vererek o güz yanı, 1968 yılında bir ay içinde bütün ders imtihanlarını kazanarak okulu bitirdim. Rize Merkez Atatürk İlkokulunda Uygulama yaptım ve öğretmen oldum. En son uygulamam 1. Sınıflara idi. Milli Eğitim Müdürü de bu uygulamaya dinleyici olarak katıldı. 

O yıl eğitim sistemi değişmiş, 'tümden gelim.' dedikleri Cümleden gelerek, kelime, hece ve harf öğretme sistemi başlamıştı. Öğretmen harfleri önce ismi ile değil de çevrede bir nesneye benzeterek çocuklara kavratıyordu. Ben de 'Y' harfini sapan kayaya benzeterek çocuklara anlattım. Dersin esas öğretmeni ve Milli Eğitim Müdürü çok memnun kalıp beni defalarca tebrik etmişlerdi. Bazı uygulamalarım o minik yavruların dikkatini çekmiş, ben öğrencileri kontrol ederken 'Y' harfini yapamayanlarla ilgilenip yaptırırken, çocuklardan biri ben öğrenciye yardım ettiğimi görünce, yerinden bir kaç defa sormasına rağmen ben cevap vermeyince, kalkmış, yanıma gelmiş ve ceketimin ucundan tutup çekerek, "Öğretmenim, sen bizum ha bu Yusuf'un nesisun?" diye soruyordu. Tabii ki çocuğun bu hareketine Milli Eğitim Müdürü ve yanındakiler katıla katıla gülmüşlerdi.

Rize Erkek Öğretmen Okulu Müdür Yardımcısı Ahmet Bey bu iyi insan; “Diploman Valilikten geç gelir. Sen bu yazı ile git ve hemen göreve başla.” Diyerek, kendi imzasıyla ‘Okulumuzdan, girdiği imtihanda bütün dersleri başarıyla vererek İYİ derece ile mezun olmuş ve öğretmen olmağa hak kazanmıştır’ diye bir yazı verdi. Çünkü Eylül geçmiş okullar başlamıştı. 

Ben Rize İlköğretim Öğretmen Okulundan Rize Valiliğine yanı Milli Eğitim Müdürlüğüne nasıl gittim bilemiyorum. Merdivenleri üçer beşer çıkarak Milli Eğitim Müdür Yardımcısına gittim. Müdür Yardımcısı Ekrem Bey elimden yazıyı aldı evirdi çevirdi. “Nerde askerlik belgen?” dedi. Haydaa . “Askerliği yapmamışım ki, tecilliyim filan.” Dedim. “Olmaz git askerlik şubesinden sakınca olmadığına dair bir yazı al gel.” Dedi. O zamanlar öyle sabıka kaydı filan istemiyorlardı. “Efendim, ta Fındıklı’ya gitmem gerekir. Başlatın sonra askerlik tecil belgesini getiririm.” Dediysem de yok, anlatamadım. İlle askerlik belgesi dedi. Canım askerlik belgesi de ne ki, Fındıklı’ya gitmek gerekir yoksa askerlik şubesinden bir dakika da alacağım. Bu kadar imtihanları hiç zorlanmadan verdik, sınıfı geçtik te yanı bir belge herhalde zor bir iş değil diye düşündüm.

Günlerden Cuma olduğundan yetişebilmek hemen dolmuşa bindim ve Fındıklı’ya geldim. Şimdi ki Sağlık Müdürlüğünün yanında bir yerde olan askerlik şubesine girdim. Orada ki askere derdimi anlattım. Asker kimliğimi aldı, geniş, uzun ve kalın bir defter getirip bankın üzerine koydu. Kütük Defteri imiş. Sayfalarını açtı, parmaklarını gezdirerek ismimi buldu. Bana bir şey demeden önünde ki defteri, orta yerde oturan Yüzbaşı’ya götürdü. Yüzbaşı orasının komutanıymış. O da defteri biraz inceledikten sonra kalktı yerinden yanıma geldi ve ”Sen liseyi bitirmişsin. Üniversite de tecil istememiş. Tecilin olmamış, asker kaçağı görünüyorsun. Ben nezarete atıp askere göndermem gerekir fakat öyle yapmayım, nezarette kalma da, sen şimdi git, Pazartesi gel askere yollayalım. Asker dönüşü öğretmenlik yaparsın.” Dedi. 

Bir daha haydaaa. Ben asker kaçağıymışım. Biz ne için uğraşıyoruz, adam bize ne diyor? Kimliğimi istedim vermediler. Artık yapacak bir şey kalmadı. Köye çıkmak için arabalara doğru giderken Halamın oğlu İlkokul Müfettişi İsmet Ağabeyi gördüm. Okul hayatımdan filan bir şeyler sorunca, o çünkü beni Erzurum Üniversitesinde okuyor biliyor, öğretmen okulunu bitirdiğimi bilmiyordu. Kendisine durumu anlattım. Mesailer de tam bitmeğe yakındı. “Yüzbaşı benim arkadaşım. Sen burada beni bekle hele.” Dedi ve koşarak Askerlik Şubesine gitti. Ben de karşıda durdum izliyordum.

On dakika kadar sonra elinde bir kağıt ile Askerlik Şubesinden çıktı. Ben karşıdan elinde kağıdı görünce çok sevindim. Yanıma gelince anladım ki bu ben istediğim kağıt değil örnek bir kağıtmış. Alel acele Kaymakamlığa gittik. Orada bir daktilo da o yazının aynısını yazdı. Kendi müfettişlik mührü ile mühürledi ve uyduruk bir imza attı. Güya okuldan Askerlik Şubesine yazı yazılmıştı. Ben çok korktum. Kendimden değil de İsmet Ağabeyden korktum. Bütün meslek hayatı yanardı. "Ağabey anlaşılırsa bizi hapse atarlar." dedim. Çünkü bir nevi sahtekarlık yapıyorduk. "Yok sen korkma, yüzbaşı böyle istedi." dedi. Bu arada da mesai bitmiş daireler kapanıyordu. Ben yine karşıda bekledim. İsmet Ağabey o yazıyı Askerlik Şubesine götürdü. Yüzbaşı gitmemiş onu bekliyordu. Yarım saat kadar sonra İsmet Ağabey Şubeden elinde bir yarım kağıt ve benim kimliğimi sallayarak çıktı geldi. Kağıt ta ‘benim kimliğim ve iki yıl askerlik tecili yapılmıştır.’ Diye yazıyordu.

İki gün sonra Pazartesi günü erkenden Rize Milli Eğitim Müdürlüğüne gittim. Bu sefer iş tamam fakat bazı belgeleri doldurmamı istediler. Yine acaba ne engel çıkacak diye korka korka belgeleri doldurdum. Artık başka bir aksilik çıkmadı. “Özel İdareden maaşını al, sonra da Güneysu Adacami Köyüne git göreve başla.” Dedi, Rize Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Ekrem Bey. 1968 yılının Eylül veya Ekim ayları, ilk maaşım 449 lira 35 kuruş. Onun 249,50 lirasını bana verdiler. 200 lirasını Emekli Sandığına kestiler. Bir defaya mahsus herkesten kesilirmiş. Ve Rize Güneysu Adacami Köyünde ilk okul öğretmeni olarak ilk göreve başladım. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder